Manidar bir öyküsü var şehrin ucu yanık türkülerinin:
Ve o esintisi hiçleşen yüreğin
Kıblesinde saklı zeytin gözlü sevgilinin
Direttiği kadar dilemması ömrün
Sessizlik iken rücu eden
Kimi zaman esintisi yüreği delip geçen
Zikri de fikri de bir yalnızlığın
Tebessümler ektiğim umudun çeşmesi
Çeşni saklı içinde bilinmezin
Gizemine sevdalandığım yârin
Gözlerinde tutuklu kaldığım kadar da katilisin
Uçsuz bucaksız sevgimin.
Mateminle örüyorum şehrin saçaklarını
Salındığım bir b/eşik ki
Kıblesi yalnızlığın
Toz konduramadığım saf sevdam
Ve tek kişilik masalım
Ne minnet ederim
Ne de mealini sevginin
Durduk yere geçiştiririm.
Nazlıdır dalım
Niyazımla katık yalnızlığın
İçinde kalan ukdelerinden
Çaldığım sazı
Çengisi gecenin
Sır yüklü surlarına şehrin
Serildiğim her ezan vakti
Çekinerek uzaktan sevdiğim.
Bahtımın na’şı
Yaralarımsa yediverenler gibi
Solup solup açtığım her gece vakti
Gün yüzlü bir sevda olsan ne ki?
Sessizliğimle uzaktan dualar ettiğim
Hem kükreyen sesin
Hem gümbürdeyen göğün matemi
Sallanan beşik gibi
Sakındığım nazlı sevdamı
Canımdan can gitti
Canan bildiğim benden değerli.
Miadı doldu dolalı mutluluğun
Nifak sokanların da kurumadı gitti kökü
Kürediğim şunca şiir şunca zemin
Kovaladığım fedaisi bilinmezin
Hani sırlarıma sır ektiğim
İçtimada kalem yürek ne ki?
Sessizliğin de dilemması
Şu iklimde boy veren bir fidan gibi
Keşke freni olsaydı bu bitimsiz sevginin.
Varlığımın diğer yakası
Yokluğumun da olmaz mı tasası?
Her gölgede sen
Sen bildiğim evrende saklı sinem
Hani mısralarla büyüttüğüm çocuğum gibi
Kalemin de raconu sevginin ta kendisi.