Eskici Hikayeleri- Arkadaş Yazardır
-Günaydın ablaların en güzeli...
-Günaydın Adnan Bey... hoş geldiniz
-Bu “arkadaş”a bir şeyler bakıyorduk.
-Tabii ki... nasıl bir şey bakıyorsunuz?
Arkadaş:
-Kitaplık... kitaplık arıyorum.
-Kitaplık... gerçek bir kitaplık mı düşünüyorsunuz yoksa her hangi bir eşyayı kitaplık olarak kullanır mısınız?
-Nasıl yani?.. Kitaplık işte... Kitaplarımı koyacağım. Taşınırken kolilere koymuştum. Hâlâ kolilerden çıkaramadım. Benim de onları sık sık ziyaret etmem gerek... (Adnan Bey’e döndü) Biliyor musun kirvem en az otuz koli kitabım var. Hiç birini ziyaret edemiyorum.
Adnan Bey:
-Olabilir... burda vardır bir şeyler... bakarız şimdi. (Bana döndü) Sizin kitapları sergilediğiniz kitaplıklarınız vardır, arkadaş öyle bir şey arıyor.
-Aah...Onlar bize lazım... veremem... Bizim kitaplar yersiz-yurtsuz kalır o zaman.
Arkadaş:
-Yersiz...yurtsuz...
-Siz içeri doğru bakın. Pek tahmin etmiyorum da belki bulursunuz.
Arkadaş bir şey demeden içeri doğru yürüdü. Birden dönüp;
-Sizin kitaplar nerdeydi?
-İlk sağdan sola dönün.
-İlk sağdan sola... tamam.
Adnan Bey;
-Ee... abla senin kitaplar ne zaman çıkar?
-Benim değil de bir kaç arkadaşın kitabı var elimde... onlar bir bitseydi... Şimdi bir antolojimiz var. Arkadaşlar arasında en dikkatli ben olduğumdan “Sen bir bak” deyip “Son ütücü” eylediler beni. Bir ağbimizin masal kitabına, bir ablamızın da öyküsel anlatımlı tarih kitabına bakıyorum şimdilerde...
Biraz sonra arkadaş, elinde bir kitapla bize doğru geliyordu. Kitabı öyle tutuyordu ki sanki kendi yazmış, imzalayıp bana hediye edecek.
-Bulamadınız mı?
-İçerde tam aradığım gibi var bir-iki tane... ama onlar sizin kitapların yeri-yurdu ya... Alamam zaten.
-Evet... bu...? (Elindeki kitabı gösterdim.)
-Bu... standart boyutlarda bir kitap... Size göstermek için aldım.
-Standart boyut derken...?
-Standart işte... Boyut... Hmm... Ebat...
-Boyut ne demek diye sormadım.
-Haa... Normal kitaplar bu boyutlardadır. 19’a 13... Rafa koyduğumuzda 5 santim derinlikten, 5 santim yükseklikten fazlalık bekleriz. Öyle rafları olan bir kitaplık gelirse... lâzım bana...
Ordan bakınca, hayatında hiç kitap görmemiş birine benziyordum herhalde. Öyle görünmek veya öyle bir izlenim bırakmak istemezdim. Önce “ Vaay standart boyutlarda kitap nasıl olur, öğrendim. Yaşasııın...” demek geldi içimden. Hayatımda ilk defa gördüğüm birini incitmemek için diyemedim. Dilimin ucuna kadar gelen cümleyi yuttum, gülümsedim.
Arkadaş büyük bir şaşkınlıkla bana bakıyordu.
-Neden güldünüz?... Neden?
-Kitap nedir, nasıl görünür... biliyorduk. Standart boyutlarını da öğrendik iyi oldu.
Adnan Bey;
-Ablam da kitap yazıyor.
Arkadaş;
-Kitap mı yazıyorsunuz?
-Yok ben yazmıyorum. Arkadaşlar yazıyor, ben bakıp kontrol ediyorum. Henüz basılan yok.
-Editör müsünüz?
-Hayır... edebiyat öğretmeniyim.
-E... e... edebiyat öğretmeni...?
-Evet... biraz imla biliyorum diye yardımcı oluyorum. Yaptığım şey editörlük müdür, bilmiyorum. Ayrı yazılan (da/de)lere takıntım var da...
-Editörsünüz... edebiyat öğretmeni...
Adnan Bey;
-Arkadaş da yazardır.
Ben;
-Belli oluyor.
Arkadaş;
-Hayır... yazar değilim.
Ben;
-En az bir kitap yazmışsınızdır.
-Evet... bir kitabım var... Nasıl belli oluyor?
-İsviçre, okuyan bir toplum... Kitaplık geldiği zaman çok beklemez hemen satılır. Amaa... Yani nasıl desem... Beş yıldır burayı işletiyoruz. İlk defa Türkçe konuşan biri gelip benden kitaplık soruyor... Belli ki o kişi de... mutlaka ya şairdir ya yazar...
-İlginç... Ben ilk miyim?... Gerçekten çok ilginç... ama acı da...
-Tabii ki acı...Bir de kitabı tutuşunuz... sanki siz yazmışsınız gibi tutuyordunuz.
-Ben yazmışım gibi mi tutuyordum kitabı? Gerçekten mi?...
-Gerçekten... Bir şey sorabilir miyim?
-Bana mı?
-Evet... dükkanımıza her zaman bir yazar gelmiyor. Sizden bir konuda yardım isteyebilir miyim?
-Yapabileceğim bir şeyse...
-Ben bir şiir yazdım... yazıyorum... yazmaya çalışıyorum... deyim daha doğru olur.
-Şiir...?
-Bir arkadaş, soğuktan donarak ölen üç yavruyu belediyenin önünde kefenleyip cenaze namazı kılmış. Protesto amaçlı...
-İyi etmiş. Ne güzel...
-Bir başınaymış. Yanına ikinci bir kişi gelmemiş ama eylemini sonuna kadar yapmış. Basından okudum.
-Ne güzel etmiş.
-Ben orda olsaydım... yanındaki ikinci kişi de ben olurdum.
-Tahmin ederim.
-Orda değildim ama sokak hayvanları için bir şiir yazmaya çalıştım.
-Ne kadar kutsal bir şiirdir o.
-Ama bir şeyler oturmadı gibi geldi bana. Bizim bir sitemiz var, o sitenin adminiyim de... Oraya ekledim. Şair arkadaşlar, belki hocalar eleştirir, yanlışımı gösterirler diye. Ama henüz eleştiri gelmedi. Size göstersem... tarafsız, üçüncü gözle bir de siz bakar mısınız?
-Çok merak ettim. Ama sonradan üzülmeyin çok acımasız eleştiririm.
-Ay işte ne güzel... (Bu arada telefonumun notlar’ından şiiri bulup Arkadaş’ın eline verdim.)
-Ama... telefonunuzu bana verdiniz...
-Şiirim orda...Sokak hayvanlarına yazdım ama aşk şiiri gibi oldu. Ben şiirde lirizmi seviyorum.
-Lirizm... şiire çok yakışır zaten. (Şiirime bakmaya başladı. Daha hepsini okumadan)
-Hmm... çok güzeel...yayınladığınız bir yer var mı?
-Şimdilik bizim sitede, bir de feyste...
-Feyste... aaa... sizi ekleyebilir miyim?
(Tereddüt ettim... kısa bir an duraksadım. Aramızda büyük ihtimal dünya görüşü ve siyasi duruş olarak farklılığımız vardı. Ama olsun... şiirime eleştiri isteyebileceğim biriydi. Bu fırsatı kaçıramazdım.)
-Tabii... profilimde kırmızı şallı, başörtülü bir fotoğrafım var.
-Siz beni bulun... bende de kedi var.
-İsim neydi?...(İsmini söyledi.) Aaa... o çok yaygın bir isim... yüzlerce kişi vardır o isimde şimdi.
-Evet... gerçekten çokuz... Sanırım ben sizi buldum... Bu... sunuz değil mi?
-Bakiim... evet bu benim.
-Size istek göndeeer... dim.
-Tamam... Ben de onaay... laaa... dım.
-En kısa zamanda kulağımı tırmalayan yerleri söylerim.
-Merakla bekleyeceğim... Çok teşekkürler. Tanıştığımıza memnun oldum.
-Ben de... Size kitabımı getiririm... Siz de onu okursunuz.
-Çok sevinirim.
......
O günden bir kaç gün sonra mesincırdan mesaj geldi. Yeni feysbuk arkadaşım gerçekten üstünde çok durduğum, silip silip yeniden yazdığım ama bir türlü doğru kelimeyi bulamadığım yerleri bulmuştu. Sanki yazarken yanımdaymış gibi... Eleştirileri mantıklı, akla ve duyguya uygun olacak şekildeydi. Asla müdahale yoktu. Sadece yol gösteriyordu.
Ben uygun gördüğüm biçimde bazı kelimeleri değiştirdim. Şiir gerçekten güzel oldu.
Bir kaç gün sonra bir mesaj daha geldi:
-Bugün sizin oraya geldim... Siz yoktunuz... Arkadaşa kitabımı bıraktım, size versin deyi. Verir mi... bilmiyorum.
-Verir... imzalasaydınız...
-Hayır... imzalamadım. Ben kitap boyutlarından söz ederken, siz edebiyat öğretmeni, editör, şair çıktınız. İmzalarken ne yazacağımı bilemedim. Siz yazılmamış şeyleri de okursunuz ne de olsa...
-Estağfurullah... aslında aynı şeyleri düşündük. Dış görünüşüm, kitaplarla ilgili biri gibi görünmüyor zaten. Fazla takılmayın bu konuda.
....
Ertesi gün dükkandaydım. Adnan Bey, elinde bir kitapla içeri girdi.
-Günaydın has bahçenin gülü...
-Günaydın... Ablaydık...
-Ablasın gene... ama şair ablasın... yahu sen neymişin öyle... şiirle uğraştığını biliyordum da böyle yazdığını bilmiyordum. Has bahçenin gülüsün artık. Arkadaşı ekledin beni unuttun ama...
-Estağfurullah... sizi eklemedim mi? Aa... nasıl atladım?... Şiirimin heyecanı herhalde. Hemen ekliyorum.
-Bak o arkadaş sana kitabını yolladı.
-19’a 13 standart boyutlarda...
-Dur... zaten çok mahcup oldu.
-Ama gerçekten boyutları bilmiyordum, yeni öğrendim ben de... İmzalasaydı...
-Yok... imzalamadı. Yanlış bir şey yazarım diye çekindi.
-Neyse... ben... tanıştığımız tarihi yazarım artık.
Kitabı elime aldım. Çok heyecanlıydım. Kapaktaki resmi tam anlayamadım. Biraz karanlık çıkmış ama anlamaya da çalışmadım. . Ne de olsa okurken sık sık çevirip bakacaktım. Kitabın adı; Yağmur Kuşları idi. Hüseyin Arslan... Kapağı açıp, ilk karşılaştığımız günün tarihini yazdım, bir de not düştüm:
28 Aralık 2018... Arkadaş yazardır...