‘’Ne olacak bu şiirin sonu?
Biz seninle eski mektuplar gibiyiz
Yalnız birbirimize açılır ve vaktimizi biliriz
Hem açan da çabucak kapatır bizi usanır
Eski mektuplar eski hesaplar gibidir
Hiç kapanmaz unuturuz ne yazdığımızı…’’(Alıntı)
Muğlaktır hayat muteber olansa kader
Sanatın resmidir şiir resmi olmazken dili
Tırnak açarız yorgunluğa ve şerh düşeriz ömrü
Latif rüzgâr müşküle düşen yürek
Kurulu saat gibi
Yazarçizeriz
Döşeriz ömrü
Düşeriz gözünden bazen Tanrı’nın
Yatak döşek yatar duygular
Ulu orta sevmez şair
Ama ulu orta yazar
İzahı yoktur asla hiçbir duygunun
Kayıt altında ya da değil
Oysaki kayda değerdir sözcükler
En çok yazmadığımız yazamadığımız…
Çekinceler ormanı sakit olsun gerçeklerle ve üstünü örtelim ölü gülücüklerin varsın yankısı duyulmasın zamanın varsın teşhir etsin şair yürek kırıntılarını.
Ruhundaki darlık şairin.
Sönen ateşi susan dili.
Bir töhmet altında kaldığı kimi zaman.
Ve kibirli gülüşler ve yaftalar taban tepen yorgunluk surlarda saklı sırlar ve beti benzi atmış şairin.
Gün uyudu.
Gece yolda.
Ne sapkın ne şaşkın sözcükler.
Bir içimlik değil oysa şiir: şair ise asla kibirli değil ve kibarca sunuyor yüreğini.
Nabzı alınmıyor kimi zaman duyguların demek oluyor ki: şair Araf’ta.
Mütereddit kimliği ve yazdığı neyse beğenmediği acımadan atıyor uzay çöplüğüne.
Hevesi kursağında kalıyor kimi zaman şairin en çok da âşık olduğunda.
Aşikâr yalnız şair ve aşina duygularına sökün eden bir bir solan göğün tapusu nasıl ki şairde: en çok da hüznüne sarılıyor şair ve Tanrı’sına döşedikçe boş sayfayı sızlamıyor yüreği.
Sızan yaşı.
Susan yası.
Şair göçebe; şair hüküm giymiş.
Güldür güldür dizeler.
Gücüne gidiyor bazen her terk ettiğinde kalemi ve içinde kalan ukde.
Her sustuğunda yüreğin alfabesi ve işte sağdan sola sayıyor şair bazen baştan aşağı.
Kaynakçası vakit.
Kaybı ömür.
Kaydı olası.
Kardığı önü ve dünü.
Kaybolmaya şiir kala ve şiiri hüzün geçe.
Geçmediği kadar kendinden geçimsiz ruhu nöbette şairin en çok da g/izini tetikleyen bilinmezin nezdinde…