ALMİRA'NIN BUTLARI

Bu Eser 27.09.2013 Tarihinde Günün Yazısı Seçilmiştir

ALMİRA'NIN BUTLARI



Bir restauranta gidip beyaz et cinsinden bir şey yemek isterseniz-örneğin tavuk-ısmarladığınız etin cinsiyetini  merak eder misiniz? Restauranta yemek yediğim pek vaki olmasa da; bana getirilen etin cinsiyeti üzerinde hep merak göstermişimdir. Et getiren garsonlara " tavuk eti mi yoksa horoz eti midir ?" Diye yarısı şaka da olsa illa ki soru sorarım. Garsonların servis ettikleri but’un tavuk veya horoza mı ait olduğuna dair izahattan tatmin olmadan önce, kolay kolay yemeye de başlamam. Sizler de bilirsiniz ki, erkek cinsine ait etten mideye hiç hayır gelmez. Tıbben böyle değilse de, ben böyle düşünürüm. Erkek milletinin , kıllı, eğik bükük, çarpık çurpuk, orantıları dengesiz, estetiği bir felaket, ucube bacaklarıyla, endamı muhteşem duran hatun baldırı bir midir?


Tabağımda olmadıkça horozlarla derdim olmaz. Hatta horoz milletine dair, yarı kıskançlık karışık bir sempatim bile vardır. Bazı bakımlardan horozlara hayranımdır. Yerlerinde olmayı bile, istediğim çok olmuştur. Diledikleri tavuğun ibiğinden yapışarak, üstünde hoplamaya, bu keyifle yaşamaya yetkili olduklarından onlara gıpta ederim. Her tavuğu becermeye izinli doğmuş olmaktan pek çalımlı davranırlar. Onları böyle öttüren ayrıcalık bence budur.

Bilakis, bazı horozların sesi benim pek hoşuma gider, dinlemeye bayılırım. Hele de konser öncesi sülün gibi süzülerek, o biçim bir terek çırpıp, ibiği sırtına yapışana kadar geriye doğru kaykılıp, öte öte bayılmaz mı; işte o an mest olurum. Süslü kanatlarıyla şak şak çalıp, hopladıktan sonra, gırtlak tellerinin titremesi bitene dek, mağrur bir penguen gibi poz vermeleri yok mudur? Zevkimden sekiz olurum.

Horozların bu çakasının, salon adamlarımızın ilham ve poz kaynağı olduğuna dair bir bilimsel inceleme acilen yapılmalıdır. ( Bu konudaki doktoramı kabul edecek bir esntitü bulsam vallahi ben yazarım.)  Penguen gibi giyinip, saksağan gibi şekişen bir soytarı görür görmez bu fikir aklıma gelir. Horoz ile mikrofon arasında bir  bağlantı bulmasamda "illaki irtibat vardır."  iddiası içindeyim. Sahnelerde çaka satan hangi erkek cinsi görsem, mikrofonu görür görmez aynı pozları takınır. Ol sebepten ötmek ile mikrofon,  horoz ile çalım satmak, erkek ile mikrofon arasında tenasüp sanatından dolayı bir ilgi olmalıdır.

Yoksa ki horoz etleri ile alıp verdiğim yoktur. Ola ki tabağımda bir sahne soytarısının eti düşmüş olması ihtimalinden dolayı, korkumdandır sevmeyişim. Belki; at eti, it eti, yılan eti yemeye razıyım amma, horoz kılıklı soytarı, etini asla yiyemem. Malum ki lokanta ve kasaplardan alınan et cinslerinin ne eti olduğuna dair kuşkular daima vardır. Koyun diye kedilerin, inek diye beygirlerin yutturulduğu vakidir. Demem o ki, mahlûkat etiyse eğer, dişisinden olsun bari. Belki daha zararsızdır.

Dişilerine göre daha süslü püslü olan bildiğim bir kaç hayvandan birisi olduğundan horozu takdir ederim. Bu arada erkek ördeğin de hakkını yememek gerekir ki ona da suna derler. Bu yüzden kızlarımıza suna isminin konulmasından gocunduğum gibi; kelli, felli ozanlarımızın sevgililerini sunaya benzetmesinden oldum olası hazzetmem. İşin işinde bir iş var gibi, mahbupluk lafından gıcıklandığım kinayeli bir durum olabilir diyerekten  fitne fesat düşünürüm. Suna ile horozlara, süs elbette çok yakışır. Velâkin, horozlardan daha süslü eril kılıklı insanat, bana çok acayip gelir. Seslerini çeksem bile süslerini hiç çekemem.

Ama ben horozların en çok kostaklanmasına bayılırım. Bir dişiyi gözüne kestirdi mi kanatlarını gerdirip yandan yandan çaka satması vardır ya… Vallahi işte ona mest olurum. Hele bir de ibiğini sallayıp kanatlarını çırptırdıktan sonra boynunu gerdirmesi yok mu deli eder beni. Bir kanadının tereklerini yandan yandan gerdirerek tavuklara sulanması bana şiir gibi gelir. Bu gerkinme hamlesinden sonra ya tavuk da mest olacak, ya da illa kaçacaktır. İnsanat âleminde onun cinsinden oluşum bu sebepten gurur verir.

Esasında, bu horozların dedelerinden çoğunun ruh göçü hadisesiyle insanat olarak dünyaya gelip gelmediklerine dair içimde bir kuşku vardır. Sizin şahit olup olmadığınızı bilmem. Ama pek çok hemcinsimin kadınlar karşısında iş bu davranışların insanat sürümlerini gayetten geliştirip icra eylediğine dair haylice sahne gördüm. Hatunu cezb etmek için girilen haller içinde en komik olanları: şişinme, kostaklanma, gerilme, kol kanat çırparaktan şaklabanlığa kalkışma, gibi haller değil midir? Horozlardan kopyalanmış bu edaların hepsinde horozluk dürtüsü vardır. Hatta bu yüzden, bazı hemcinslerimizin horoz tiyatrosunda aktör olup olmadıklarına dair şüphelere kapıldığım da haylice çok olmuştur.

Burayı fazla karıştırmasam benim için de iyi olur. Ola ki geçmişimde karşı cinslere karşı söz konusu hallere belki ben de düşmüşümdür. Bu hallerime dair kesitlerden birini yüzüme vuran olursa vallahi çok bozulurum.

Şimdi biri kalkıp bize horozlanarak: “Erkekler karşısında kimi tavukların buna benzer acayip halleri olmamış mıdır” diye bir şeyler de sorabilir. Eğer öyle olmuştuysa onların bu halleri bize pek hoş geldiğinden gözüme batmamıştır. Olsa bile yazar isem, benim kümeste tüylerim didiklenip, gagalanıp, yaraya bereye düşüp, tereklerim yolunup da cıscıbıldak kel kalırsam acep beni kim kurtarır?

Marketlerin vitrininde, alacalı ambalajlı butları gördüğüm zaman, bunların horoz but’u olduğuna nedense ihtimal vermem. Albenili bütün butlar, tavuklara ait diye içim pek ferah alırım. O yüzden markette butların güzelliğine dalınca satış elemanlarına “ Bu butlar horoz but’u mu yahut da tavuk but’u mudur? “ diye sormayı akıl edemem.

Diyeceksiniz ki bu yazının başlığının yazıyla ne ilgisi var? Canım anlaşılmıyor mu yani? But  dedik ya but. Mevzumuz but ve baldırdır. Başlığından cayanın ibikleri tırtıklansın.

Malumdur ki bu çağdaki küçük büyük her insan internetle haşır neşir. Ben de pek çokları gibi bu internet âleminde sitelerde sürf yaparım. Bilgisayar kullanmayı kendi kendine ve deneme yanılma usulü maharetince öğrenmiş olduğumdan, tuşlarının adını dahi bilmeyi bilemedim.. Caps lock, tab, alt gr, shift , lock , luk ve diğer cart curt tuşlarının ne işe yaradığını anlamaktan acizimdir.

Cihan içre malumdur ki internet her şey oldu. Bu icadın sayesinde evleri gözetleyip, telefon gibi konuşmak, danışman gibi danışmak, bir başka diyardaki âdem ile bakışmak kolayca mümkün oldu.

Artık, internet üzerinden her yere vasıl oluyor, dilersek çiftlik kuruyor, dilersek savaş açıyor, dilersek jaguar bulup, uçak alıp, uçuyoruz. İnternet âleminde her hayali canlandırmak, her zamana gidip gelmek, her çeşitten iş öğrenmek mümkünden mümkün oluyor. Yıldız avcısı, Newyork savcısı, artist tavcısı, kertenkele bozacısı, Sürmene bıçakçısı, haydut, polis, katil, aptal, kral, hokkabaz ya da psikopat olabilmek tek tıkın başına kalmış.

İnternete daldığım ilk anlarda tavla veya pişti oynama aşamasından yıldız savaşçısı ve kertenkele avcısı mertebelerine ulaştıktan sonra, tarihteki kralların kılığında bir hayli savaş da yaptım. Bu savaşların çoğundan bir level atlayamadığımdan iftihar edemediğim mağlubiyetler buluyor, hıncımı pclerin tuşlarından alıyordum. Koca Roma ordusuyken, üç Galyalı beni yiyor, Kanuni’nin ordusuyla bir Macar köyünü bile zapt edip çıkamıyordum. Pek mühim mağlubiyetlerle meşgul olduğum anlarda, kimseyi yanıma sokmuyor, beni bundan tek saniye men edecek her bir ferde çok büyük öfke duyuyor; pes ettiğim vakte kadar kimseyi yaklaştırmıyor, cüret eden çıkar ise aslan gibi kükrüyordum. Sanal âleme dalmaktan,gerçek âlemden koptuğumu fark edince titreyip kendime dönmeye karar vermişken; şair, atölyeleriyle, yazar fabrikalarını, öykü holdingleri ile âlim reaktörleri üreten e dergiler keşfetmiştim. Artık çok mühim kişilikler üretilebilecek bir meşgale bulmuştum. Pirelerin deve, develerin ise pire gözüktüğü bu âlemde ben de bir sanal kişilik üretmeye başlamıştım. Mercimekten bir kubbe, kubbeden ise habbe, hüplemek vaktindeydim.

Önceki zamanlarımda kurduğum hayallerin hepsi yazarlıkla ilgiliydi. lakin, kimse beni okumamış kimse beni keşfetmemiş, ne bir yayın evi bulmuş, ne de yayıncı görmüştüm.  “Kadrimi bilenim yok, elimden tutanım yok, yazım kavi, talih zebun, ad şişirten bir lobim yok” hesabından Fuzuli olmak kastına bebeklikten beri gelen hayallerle yaşar idim.

E dergiler sayesinde zihnimin alt köşesine kaldırdığım hayallerim kanat vurup yüze çıktı. Yazıp yazıp sayfa dizmek işlerimin tümü oldu. Yazmaktan başka meşgalem, yazmaktan başka bir dostum, yazıdan başka bir iş bana kalmamıştı artık.

E dergi şair kaynıyor, kum gibi edip fıkrıyor, üç vardiya şiir çıkıp, üste öykü ürüyordu. Velâkin bunca şair ve yazarın adları pek manidardı. Vera, Arnandes, bayır gülü, almira, leyl ü Nehar, ebsüdyen, olddays, ersoycav, maskosu, passimitic, vb. Bu acaip şairlerin şiirlerinin altında kum gibi yorum kaynıyor: “körler, şaşılar, sağırlar, netten yazar çıkarırlar” hesabından “bana yorum yaz, ben sana; üç nickimle benden sana, üç nikinle senden bana” şair üretiyorlardı. Velhasıl her adamdan üç beş şair , bir bedenden üç beş yazar kum gibi kaynaşıyordu. Yüz kişiden beşbin üye şair, yazar çıkıyordu.

Bu nickler neyin nesidir. Şair, yazdığı şiirinden mi utanır, yazar; adını yazmaktan mı korkar? Vaziyet şu olmalıydı; ya bunlar yazar değildi, ya yazılan yazı değil.

Öğrendiğim şey şu oldu. Yazılan bir yazının kalitesi, altına düşen yorum sayısı kadarlık kaliteyle ölçülüydü. Günde kaç yazıya yorum yazarsan, yazdıkların yazılara o kadar yorum gelirdi. Daha çok  yorum yazılsın amacıyla depreştirmekten depresyona girecektim. Neyseki bir çözüm buldum. Günde bir yorum yazıyor, tek yorumu kırk şiire copy yapıp yolluyordum. Kimsenin okumadığı o muhteşem şiirlerim yorumlarla dolup taştı. Amma ki ben ölümden bahsetmişken “ bu güne kadar okuduğum en güzel aşk şiiriydi” diye yazan yorumlar, karşıma çok çıkıyordu. Bu münasebetsiz yorumların ruhumda açtığı derin yaralara rağmen , gurur dünyamın tüyleri horoz gibi şişinme mertebesinden erkek culuk aşamasına doğru seyr-ü sefer eylemişti.

Şanımı şöhretimi âleme ayan etmek azmiyle başka sitelere de kayıt olmaya karar vermiştim. Hem sayıları on binleri bulan geniş bir hayran kitlesi benim başka sitelere  de yayılmam gerektiğini arz – ı endam ediyordu.

Neyseki bildirilen adreslere vasıl olduğumda bir takım hatunlar göz kırpıp kırpıp\" hemen tıkla, çabuk tıkla, tıkla da tıkla \" diyerekten iş bu sitelerin bazılarına  kayıt olmaya uğraşırken uzun zahmetler sonucu bir başka sitelere de üyeliği başarmıştım.

Artık ki ünüm, şanım âlemi zaptedecek, ukala-ı şuara meclisimde, bulunacak, aşıran-ı yazaran dizime deste kurup, arşa çıkan güfteme besteye duracaktı. Öylesi düşler ile yaşayıp gider iken bizim hanede bir acayip haller olmaya başladı. Ne zaman bilgi sayarın başına geçip de, birilerini haşlamak, birilerine methiye dizmek, birilerine de tavsiyelerde bulunup, saygılarımı sunmak için iştigal etmeye dursam, evimdeki birileri beni dikize başlıyor, sık sık keşifleniyorum, sık sık denetleniyordum. Ne zaman ardıma dönsem, tanıdığım iki gözü ensemde görür olmuştum. O günlere kadar yazdıklarımı davul tozu kıymetinde görmeyen hane efradı ne yazdığımı merak eder hale gelivermişti. Aksi huyum icabından ensemde iki göz, iki soluk hissettiğimde, bir harf bile çiziktirmeyi başaramadığımdan son derece rahatsız oluyor ve kıyameti koparıyordum.

Bunların üstüne üstlük eşimin huysuzlanmaları oldukça artıverdi. Daha da vahim şekilde bizim hanımın beni bilgisayardan kıskandığına dair saçma sapan şüphelere  kapılmaya başlamıştım. Bu bilgisayar meretinden beni neden kıskanırdı? Bu meretin neresinden kısknırdı eşim beni? Hâlbuki and olsun ki uzun bir zamandır hiç bir zararlı faaliyette bulunmuşluğum yoktu. Son zamanlarda pc ye kapanmaktan tavuklara kur yapan horoz rolü oynamaya fırsat mı buluyordum. Fakat ki kıskandığı bu meretin nesinin kıskanılacağına dair, bir şey  söylemiyordu?  Bu bilgisayar meretinin azgın bir dişi olmadığına dair Microsoft’an izahat almaların  yollarını aramaya başlamıştım. Oradan gelen açıklama ile kullandığım bu PC’ nin karşı cinsimden bir alet olmadığını eşime ispat etmeyi düşlüyordum.

Ev halinin her hali anlatılmaz tabi de bu iş fazla uzadı ve sonunda bilmem kaçıncı kıskançlık meydan savaşı çıkıverdi. " Beni bilgisayardan mı kıskanıyorsun" diye bir sual sorduktan sonra; bir kaç bardak, tabak çatal, kaşık yemekten ibaret bir hücum sonrasında her geçim ehli  erkeğin yaptığı gibi onurlu bir ricat harekâtında bulunarak evden kaçmak zorunda bırakıldım.

Sağda solda, tencere tava, çatal ve kaşık saldırısından arta kalan yara ve berelerimi tımar eyledikten sonra orda burada dolaşarak başıma gelen hadiselerin kaynağını, sebep ve neticelerini bir hayli analiz ettim. Hepsi de ilgisiz kalan bir kadının aşırı tepkisinden olan adi ve sıradan bir patlama vakasından ibarettir hükmüne ulaşarak ortada ciddi bir psikolojik problemin olmadığına idrak ettim.

Hayli vakit sağda solda dolanıp cesaret toplayaraktan akşamüzeri evime geri döndüm.Evimizin içinden ürkütücü seslerin ve sedaların gelmemesinden cesaret alarak eve girmeyi başardım. Evde derin bir sessizlik vardı. İçeri girip ayrıntılı bir hasar tespit çalışması yaparken hanım, garip bir sesle beni çağırdı. Her centilmen erkeğin yaptığı gibi bütün nezaketimi  takınıp yukarıda sözü edilen horozların pozlarına girerek yanına kadar ulaştım, parmağıyla bana işaret ettiği yerlere bakıyordum.

Msn mi açtı, oradan bir daveti tıkladı. Mesajınız var şifreniz şu diye yazıyor, oradan cart curt com.’a gidiniz diyordu. Yazılan yol yolak ile denilen adrese girip denilen şifreyle girdik. Ağzım açık kala kalmıştım. Beş on hatun bana mesaj yazmıştı. Amanın neler diyorlardı neler, nick resmim olmadığından benim resmimin yerine bir fotoğraf makinesi resmi yerleştirmişler.  Demekki bu hatunlar o makinanın sihirli gücünün marifetiyle benim Adonis\'ten hattaki, Narsios’tan daha yakışıklı olduğuma vehmetmişler, aradıklarının ben olduğumu hemencecik anlamışlar olmalıydılar. Hatunlar  beni açık kamerada muhabbete veya  bir uygun yerde; domates, biber, patlıcan soymaya gitmek için davetler yollamıştı.

 

Mesajı gönderenlerin nicklerinin yanında hatunların muhteşem cıscıbıldak baldırların resimleri asılıydı. Sol üst köşede vücudunun görülmesi gereken hatlarını bütün ayrıntılarıyla arzı endam eden bir hatun bize işmar edip duruyor, videounun altında ” tıkla” ," tıkla da tıkla", "hemen tıkla" " haydi de tıkla" , aman da tıkla" “ “tıkla da tıkla " diye pek tahrik eden  yazıları dönüyordu.

Listenin başında da beni aşna fişneye ilk davet eden Almira\'nın butları duruyordu.





Şahamettin KuzucularAdmin / Erkek / 1/20/2016