
Afrodit ve Adonis
Mitoloji Nedir ve Anlamı
Mitoloji kelimesi, Yunanca mythos ( masal - hikâye ) ve logos ( söz ) kelimesinden gelmiştir. Mitoloji; çok eski zamanlarda gelmiş ve yaşamış olan ulusların inandıkları tanrıların, kahramanların, devlerin ve perilerin hayat ve bahseden hikâyelerdir. Her toplumun kendine özgü bir mitoloji maceraları vardır. Ve temsil ettiği topluluğun aynası gibidir. Mitolojiler toplumdan topluma farklılık gösterdiği gibi ortak yanlar da çok bulunmaktadır. Mitolojide geçen öykülerin hepsi hayal ürünü değildir. Birçok mitolojide geçen tufan olayı, yapılan kazı ve araştırmalar sonucu gerçek olduğu ispatlanmıştır.
Mitos söylenen ya da duyulan sözdür; masal, öykü, efsane anlamına gelir. Loji ise, ilk anlamı söz olmakla birlikte bilim anlamına gelir. O halde mitoloji efsane bilimi anlamına gelmektedir. Mitos, çok tanrılı bir dinin tanrıları üzerine anlatılan öyküler anlamına geldiği halde hiç bir zaman ilk çağda bir din kitabı haline gelmemiştir. Carl Gustave Jung’a göre, “Kendi içsel görümüze göre ne olduğumuz ancak mitos aracılığıyla ifade edilebilir. Mitos bilimden daha bireyseldir ve yaşamı ondan daha kesin biçimde ifade eder Murry Hope’ye göre, Gerçekte tüm mitler gerçeğin bir parçasını içerirler. Kimi yetkelerin salt mitolojisi saydığı Oera Linda Kitabı, Tufan öncesi ve sonrasındaki kadim Frisya halklarının tarihini aktarmaktadır. (Atlantis Efsane mi Yoksa Gerçek mi? sf. 38,39) Brockhaus adlı Alman ansiklopedisine göre, “Tarihte adı geçmeyen, artık unutulmuş büyük kahramanlara ait efsaneler, mitolojinin kadrosuna girer" (Prof. Dr. B. Ögel. Türk Mitolojisi Cilt 1. sf. 5 ). E. A. Gardner’e göre, Mitoloji, ”Tabiat varlıkları ile olaylarına, kişilik verme sureti ile anlatma şeklidir (Prof. Dr. B. Ögel. Türk Mitolojisi Cilt 1. sf. 5 ). Prof. Dr. B. Ögel’e göre, “Efsanelerin kendilerine Mythus veya Mythe denir. Mitoloji ise bu efsaneleri inceleyen bir ilim koludur. Mitoloji araştırmaları, din tarihi incelemeleri ile de yakından ilgilidir. Fakat mitoloji, yalnızca bir din tarihi de değildir.
MİTOLOJİLERİN İÇERİKLERİ VE İRDELENMESİ
Mitoloji deyince, başta Yunan-Roma mitolojisi diye bir kavram akla gelir. Oysa bir öykünün Yunanca ya da Latince yazılmış olması, o öyküyü ne Yunan’a, nede Roma’ya mal eder. Söz konusu Akdeniz mitolojisidir ve anavatanı Anadolu’dur.
Yunanlılarla birlikte insanoğlu evrenin en önemli varlığı olmuştur. Daha önce insanoğluna pek aldıran yoktu. Yunanlının yarattığı tanrılar insan biçimindedir. Mısırlı, düş gücünün neler yaratabileceğini göstermek istercesine, tanrısını kedi başlı bir kadın olarak düşünmüştür. Taşlardan dev gibi yaratıklar ortaya çıkarmıştır. Mezopotamya tanrılarının da insanla ilgisi yoktu. Kuş başlı adamlar, boğa başlı aslanlar şeklindeydiler. Başka bir deyimle, yaratıcının yalnız kendi kafasında bulunan gerçek dışı varlıklardır. Eski Yunan’dan önce insanlar bu tanrılara taparlardı. Aradaki büyük değişikliği anlamak için, bir Zeus’un, bir Apollon’un heykelini göz önüne getirmek yeterlidir. İnsan biçimindeki ölümsüzler, aslında dünyaya akılcı bir düzen getiriyorlardı.
ZEUS
Yunan mitosları, uygarlığın beşiği olan Akdeniz kıyılarında ve Ege bölgesinde yaşayan insan topluluklarının sanatı, ahlak, din ve aile kurumları ve siyasal yaşamı üzerinde derin etkiler yapmıştır. Gerçekten bu mitoslarda eski Yunan inancı, düşüncesi, Yunan yaşama biçimi vardır. Başka ulusların mitolojilerinden alınan, ama çoğu Yunanlılar tarafından uydurulan ve dinlerin temelini oluşturan bu mitoslar artık sanat ve edebiyata aktarılmıştır Yunanlılar bütün bu masalları kendileri uydurmamışlardır. İlişki kurdukları uluslardan, Mısırlılardan, Asurlardan, Fenikelilerden almışlardır. Onları kendi inançlarına katarak masallarla süslediler. Bu masallar bir kez doğunca, olduğu gibi kalmayıp, kuşaktan kuşağa geçerek büyüyüp çoğalmıştır.
Mitolojik konularda anlatıcının kişiliğini aşan, diğer insanları aşan bir olgu vardır; Tanrı ve Tanrılar âleminin soyut olan yapısı, mitolojide imajlar, betimlemeler, benzetmelerle kavranılabilir, algılanabilir hale dönüştürülmüştür. (Prof. Dr. Zeki Cemil Arda) Avrupa kendi kültürlerinin temelini antik Yunan mitolojisine bağlar. Antik Yunan mitolojisinin temeli acaba hangi diğer antik devletlerin mitolojileriyle ilgilidir? Eğer bu soruya cevap aranırsa, bu bağın antik Yunanistan’da olmadığı görülür. Sümerler, Akkadlar, Hurriler, Hititler, Urartular, Firigler, Truvalılar, Karyalılar, Lykyalılar, Kilikya ve Bitinyalılar, Cappadokialılar, ve diğer irili ufaklı 27 medeniyet. Onların da temasta bulunduğu Persler, Hintler, Asya’daki Türk devletleri ve Çinliler mitolojilerin kaynaklarını oluşturan medeniyetlerdir.( KAYNAKÇA Prof. Dr. Zeki Cemil Arda, Anadolu ve Avrupa Mitolojisinde İçerik ve Motif Karşılaştırması)
DÜNYADAKİ BAŞLICA MİTOLOJİLER
Yunan mitolojisi, Yunan tanrıları, tanrıçaları ve kahramanları hakkındaki hikâyelerden oluşan sözlü edebiyatla yaratılmış ve yaygınlaşmış bir mitolojidir
Genel olarak Yunan mitolojisi Yakın Doğu ve birçok Avrupa mitolojisini etkilemiştir. Yunan Tanrılarının her biri Romalılar tarafından kabul görmüş ve farklı isimler kullanılmıştır. Roma mitolojisi nerdeyse tamamen Yunan mitolojisini temel almıştır. Yunan mitolojisindeki efsanelerde çoğu eski Yunan tanrıları insan şeklindedir. Yunan tanrılarının yaratılış hikâyeleri seçilmiş 12 tanrı (ki bu 12 tanrı, 5 kadın ve 7 erkekten oluşur) Olimpos Dağı'nda otururlar, her şey Olymposlu Tanrılarla Titanların savaşlarıyla başlar ve Olymposluların zaferiyle son bulur. Savaştan sonra Titanlar cezalandırılır. Yerküreyi taşımak ile cezalandırılan Atlas gibi, bunula birlikte Titanlardan Olymposluların yanına geçen Titan tanrıları da vardır.
Yunan Tanrıları dünyayı Olympos Dağının üstündeki bulutların üstünden idare ederler. Toplamda 12 Tanrı bulunur. Bu 12 sayısı hiç bozulmaz, bir tanrı eklenirse bir başkası bu listeden çıkar. Şimşeklerin efendisi Zeus nice savaşlar vererek yönetimi babası Kronos ve onun yardakçıları titanların elinden almış, 3 erkek kardeşiyle dünyayı bölüşmüştür. Çekilen kuraya göre gökyüzü Zeus'a, denizler Poseidon'a, yeraltı da Hades'e düşer. Herkes görev dağılımından sonra Olimpos'a çıkar ve dünyayı yönetmeye başlarlar.

bereket Tanrıçası Dionsos
Tanrılar ve Tanrıçalar
Primordiyal tanrılar ve Titanlar ,Zeus ve Olimposlu tanrılar -Pan ve Nympheler -Apollo ve Dionysos -Deniz tanrıları ve Toprak tanrıları
Kahramanlar :Herakles ve onun oniki görevi -Akhilleus ve Truva savaşı -Odysseus ve Odyssey -Jason ve Altın post -Perseus ve Gorgon -Oedipus ve Thebes -Theseus ve Minotauros -Triptolemus
Diğer ilgili konular :Satirler ve Kentaurlar :Antik yunan inanışı
Sümer- Babil- Akat- ( Mezopotamya mitolojileri)
Tanrısal inanışlar bölgeden bölgeye ve Mezopotamya'nın tarihsel süreçlerine göre çeşitlilik gösterir. Gerçekte güneydoğu bataklıklarının (Sümer bölgesi) tanrıları, bu bölgede egemenlik süren Akkadlar, Amoritler ve Asurlular gibi Sami halklarının inançlarından alınmıştır. Dumuzi-abzu bir Sümer bataklık tanrısıdır. Adının anlamı "ana rahmindeki yavrunun doğumunu çabuklaştıran"dır ve çoğunlukla bereketin simgesi olarak görülür. Kız kardeşi üzümün içindeki kudret Geştinanna ve karısı hurma depolarının koruyucusu, İanna'dır. Dumuzi, İanna ve Duttura da olarak bilinen Geştinanna; Dumuzi'nin annesi ve İanna'nın kız kardeşi, yer altı tanrıçası Ereşkigal birçok mitte ve mitolojik dramada da karşımıza çıkan karakterlerdir. Dumuzi, (Sami karşılığı Tammuz) bir hurma ağacındaki bereketi simgeleyen bir mitin ve kültün merkezinde yer almaktadır. Dumuzi'nin İanna'yla evliliğinin cinsel metaforları, karısının onun ölümüne yakarışı ve yaşadığı trajedi, kız kardeşi ve annesinin Dumuzi'yi ölüler ülkesinde arayışı mitin diğer bölümlerini oluşturur. Dumuzi miti, Mezopotamya dinsel inançlarını ve doğadaki güçlerin karşılığı olan tanrılar karşısındaki aciz insanoğlunun çaresizliğini vurgular.
Orta evrede, mitler bereket motifleri üzerinden devam eder ancak artık daha az belirleyicilikleri vardır. Bu dönemdeki mitler daha çok kökenleri, yöneticinin yetkisini vurgular ve tarihsel olarak Mezopotamya şehir devletlerindeki kolektif düzene koşut giderler. Bereketi sembolize eden cinselliğin yerini kozmik bir kavram, gücü ve şiddetiyle nehirleri yaratan fırtına alır. Fırtınanın kaynağı, rüzgarların efendisi, Enlil'den başkası değildir. Rüzgarlara hükmetme gücüyle, insan topluluğunun iyiliği adına yapılacak işleri yönetir. Panteondaki en yetkili kişi, şüphesiz gök tanrısı Anu'dur (ya da An). Anu'nun karısı yeryüzü tanrıçası Ki'dir ve onların birlikteliğinden ağaçlar, kamışlar ve diğer bitki türleri ortaya çıkmıştır. Anu, nehir sularının, yağmurun ve bataklıkların kutsiyetini içinde barındıran Enki'nin (sonradan Ea denecektir) babasıdır. Enki çoğunlukla Fırat (Euphrates) ve Dicle (Tigris) nehirleriyle özdeşleştirilir. Adının anlamı "toprağın efendisi"dir ve bu ismin içeriğinde toprağa bereketi taşıyan tatlı suyun gücü ve gerekliliği saklıdır. Çağrışımlarından dolayı isimlerin her ikisi de onlara şekli verebilen Enki'nin toprak ve suyla olan ilişkisinde türemiştir. Aynı durum Enki ve insan menisi arasındaki ilişkide de söz konusudur.
Sümer Tanrıları
İanna (Sami dilinde İştar) inanışı da bu dönemde değişime uğrar. Hurma depolarının koruyucusu ve Dumuzi'nin eşi olma özelliğine bir de savaş tanrıçalığı eklenir. O yağmurdaki kudret, akşamla sabah yıldızı ve kutsal fahişedir.
Bu dönem boyunca tanrılar insanlarla ve diğer tanrılarla etkileşime girmelerini sağlayan çeşitli güçlere sahip olurlar. Evrensel düzenle ilgili mitler ve tanrılar bu kavramların bir parçası olarak karşımıza çıkarlar.
Geç Asur-Babil döneminde insanlığın yaratılışıyla ilgili konularda önemli değişimler göze çarpar. Enuma Eliş ve Gılgamış hakkındaki efsanelere dönem boyunca sık sık rastlarız. Enuma Eliş Efsanesi'nde tanrıların nasıl doğduğu ve tanrıların bu ilk birliğinden insanın nasıl yaratıldığı dile getirilir. Hikayemizin ana kahramanı ise Marduk'tur.
TANRILARIN YARATILIŞI
Tanrıların doğuşu yeraltındaki taze suların kaynağı Apsu'yla, denizdeki tuzlu su Tiamat'ın bir araya karışmalarıyla olur. Bu sulardan Lahmu ve Lahumu ortaya çıkar. İkisi göklerin tanrısı Anu'yu doğuracak olan Anşar ve Kişar'a hayat vereceklerdir. Anu kendi görüntüsünden toprak tanrısı Nudimmud'u (ya da Ea) yaratır. Tiamat ve Apsu ise dinlenmeye çekilmişlerdir. Bu sırada kendi yaratımları olan çocuklarının cennete yaptığı hareketlerin meydana getirdiği sesler Apsu'yu fena halde rahatsız eder. Tiamat, evlatlarını derhal yanına alarak Apsu'nun öfkesini yatıştırmaya çalışır. Apsu sakin olmaya ikna edilir, ta ki hizmetkarı Mummu, gürültü çıkarmakta direten çocuklarını kovalamaya başlayana dek. Muhtemel bir saldırıya karşı Ea, uykudaki Apsu'ya bir büyü yapar ve tanrı oracıkta ölür. Ea Apsu'nun mezarı üzerinde bir saray inşa eder ve burada karısı Damkina ile oturur. İlk oğulları Marduk'u burada doğururlar.
Hikayenin daha sonraki bölümlerinde daha genç tanrıların Apsu'nun ölümü için intikam almaları konusuna değinilir. Bu işin başına Kingu'yu, Tiamat'ın ikinci kocasını getirirler. Genç tanrıların bir kısmı ise Tiamat ve Kingu'nun ordularına karşı durabilmek için Marduk'u liderleri yaparlar. Marduk'la karşı karşıya gelen Kingu korkar, ancak Tiamat yüreklidir, böylelikle savaş Tiamat ve Marduk arasında devam eder. Marduk Tiamat'ı öldürür. Bedenini iki parçaya ayırır. Parçaların biri cenneti, diğeriyse yeryüzünü meydana getirir. Ardından Marduk kainatın diğer kısımlarını yaratır ve onu yönetmeleri için tanrıları görevlendirir.
Bu yeni mitte evrene yeni bir temel verilir; kainat kendilerinden büyükleri öldüren genç tanrılar tarafından meydana getirilmiştir. Esasında bu mit trajedik bir fikrin ve çaresiz kalınışın öyküsüdür: yeni dünya akrabalık sistemine göre ölmüş üyelerden yaratılacaktır.
GILGAMIŞ EFSANESİ
Bu hikaye şehir devleti Uruk'un yöneticisi olma görevi biçilen Gılgamış'ın yaşamındaki değişikliklerle ilgilidir. Gılgamış, genç, güçlü ve her şeyden önemlisi zeki bir yöneticidir. Yeryüzünde Gılgamış'a denk güç ve kapasitede hiç kimse yoktur ve bu durum Uruk halkını rahatsız etmeye başlamıştır. Çünkü Gılgamış'ın yalnızlığını paylaşacağı birine ihitiyacı vardır. Bunun üzerine Uruklular Gılgamış'a eşit güçte birini yaratmaları için tanrılara yalvarırlar. Böylelikle bir parça da olsa huzura kavuşabileceklerdir. Tanrılar bu serzenişlere Gılgamış'ın kopyasından Enkidu'yu yaratarak yanıt verirler. Enkidu, güç, yaş ve zeka bakımından Gılgamış'la aynı düzeydedir. Bir şehir sakini olması dışında. Enkidu hayvanların ona arkadaşlık ettiği yabani bir ortamda dünyaya gelmiştir.
Gılgamış çok geçmeden Enkidu'nun varlığından haberdar olur ve onu şehre getirmenin yollarını aramaya başlar. Bir avcı ve bir fahişe Enkidu'yu baştan çıkarıp yakalamak için şehrin dışına gönderilirler. Ve bunu başarırlar da. Fahişe cinsel cazibesiyle Enkidu'nun aklını başından alır ve altı gün yedi gece onunla beraber olduktan sonra, kendisine başından beri eşlik eden hayvanlar Enkidu'dan uzak durmaya başlarlar. Enkidu onları işitme ve konuşma becerisini yitirmiştir. Bunun üzerine fahişe ona kendi arkadaşlığını sunar ve ona giysiler verir. Ardından şehre doğru yola çıkarlar. Şehre vardıklarında Gılgamış'la Enkidu yumruk yumruğa kapışırlar. Dövüşten Enkidu galip çıkar ama Gılgamış bu zaferle kendisine eşit güçte birinin olduğunu anlar ve Gılgamış'la Enkidu arasındaki dostluk bağları böylelikle kurulmuş olur.
Hikayenin sonrasında Enkidu ve Gılgamış'ın Huvava adlı devi (ya da canavar) yok etmek için yabani topraklara çıkışları anlatılır. Gılgamış şehre döndüğünde gök tanrısı Anu'nun kızı, İştar tarafından ayartılır. Tanrıça, evlenme vaadi için Gılgamış'a elini uzatır. Gılgamışın bunu kaba bir şekilde reddetmesi üzerine öfkelenen İştar Gılgamış'tan intikam almanın yollarını aramaya koyulur. Uruk'u silip dümdüz etmesi için cennetten bir boğa gönderir fakat yiğit Gılgamış bu işin üstesinden de gelir
Bu olayın üzerinden çok geçmeden, Enkidu hastalanıp ölür. Yeryüzündeki canlı-cansız tüm varlıkların sahibi Gılgamış bu olayla ölüme karşı çaresiz olduğunu anlar. Atası, Utnapiştim'den sonsuz yaşamın kaynağının ne olduğunu öğrenir ve onu aramak için yollara düşer. Başından geçen yedi serüvenin ardından Utnapiştim'in uzak bir adadaki evine varır. Büyük Tufan'dan geriye tek sağ kalmış insan olan Utnapiştim, Gılgamış'a yeraltındaki tatlı sularda, Apsu'da büyüyen dikenli bir bitkinin sonsuz yaşamın kaynağı olduğu açıklar. Gılgamış suya dalar ve bitkiyi kökünden koparıp alır, ancak dönüş yolculuğu sırasında bitki bir yılan tarafından yenir. Bu da yılanların sonsuz yaşama sahip oldukları inancının doğmasına neden olmuştur.
Enuma Eliş ve Gılgamış mitosları, bize insan yaşamında ölümün ne kadar önemli bir yer tuttuğunu hatırlatır. Enuma Eliş'in ölümü neticesinde yeni bir kainat yaratılır; Gılgamış'ta ise ölümün her zaman yanı başımızda olan kaçınılmaz bir gerçek olduğunu anlarız. Her ikisinde de ölümün, insanın oğlunun kontrol sınırlarının çok ötesinde bir durum olduğu vurgulanır. (KAYNAK: Erdem Sadık GayGaye.com Editörü)
MISIR MİTOLOJİSİ
ANO- BİS : İSİS VE OSİRİS
Mısırlılar başlangıçta evrenin kaosun kara sularıyla dolu olduğuna inanırlardı. İlk tanrı, Re-Atum, aynı Mısır karasının Nil'in taşan sularından her sene ortaya çıkışı gibi sudan (yükseldi ve) ortaya çıktı. Re-Atum'dan Şu (hava)ve Tefnut (nem) ortaya çıktı. Şu ve Tefnut'un iki çocuğu olduğu zaman dünya yaratıldı: Nut (gök) ve Geb (yer). Şu ve Tefnut karanlıklarda gezerken kaybolunca insanlar yaratıldı. Zira Re-Atum gözünü onları aramaya gönderdi ve onlara kavuştuğunda döktüğü sevinç gözyaşları insanlara dönüştü. Osiris Re-Atum'un oğlu ve Mısır'ın kralıydı. Erkek kardeşi Seth ise evrendeki kötülüğü temsil etmekteydi. Osiris'i öldürdü ve kendisi kral oldu. Osiris'i öldürdükten sonra vücudunu parçalara ayırdı, fakat İsis bu parçalardan çoğunu kurtardı. Seth kendisini kral yapmış olsa da Osiris'in oğlu Horus tarafından yenilgiye uğratılmıştır. Yenilen Set çöle sürülür ve fırtınaların tanrısı olur. Osiris Anubis tarafından mumyalanmış ve ölülerin tanrısı olmuştur. Horus kral ve firavunların atası oldu.
Monoteistik Dönem
Antik Mısır tarihinde, kısa bir dönem için, Akhenaten hükümdarlığında güneş tanrı Aten'e odaklanmış bir monoteizm (atenizm) yaşanmıştır. Akhenaten Aten dışındaki bir tanrıya tapılmasını yasadışı kıldı ve Aten için tapınakların bulunacağı yeni bir başkent inşaa ettirdi (Amarna). Akhenaten'in bu din devrimi sadece onun ölümüne kadar devam edebildi, zira ne halk ne de aristokrat ve ruhban kesimler bu yeni dini inancı benimsememişti. Akhenaten öldükten sonra tahta geçen Tutankhamun'un zamanında eski din yine resmi din haline geldi. İlginç bir şekilde, Tutankhamun ve sonraki bazı firavunlar daha sonra hazırlanacak krallar listesinde, Akhenaten ve Smenkhare ile birlikte anılmayacaklar; listede yer almayacaklardır.
Her ne kadar tarihçilerin çoğu bu dönemi monoteistik olarak tanımlasa da bazı araştırmacılar Atenizm'i monoteistik olarak tanımlamaz. Bu araştırmacılar gerekçe olarak, Atenizm döneminde insanların direkt olarak Aten'e değil, kraliyet ailesine ilahi gücünü Aten'den almış bir tanrılar panteonu gibi tapıldığını belirtirler. Yine de bu nokta tarihçiler tarafından çoğunlukla kabul görmemiştir.( kaynak: vikipedi )
Roma mitolojisi,
HERCULES---
Roma mitolojisi,
Antik Roma'da yaşayan insanların mitolojik inançlarının bütününe verilen isimdir. Genelde iki ana bölümü olduğu düşünülür; ilk bölüm ki daha sonraları etkin olmuştur ve edebidir, genellikle Yunan mitolojisindeki ögelerin Romalılaştırılmış hallerinden meydana gelir, ikinci bölüm ise daha erken dönemlerde etkin olmuş olan ve daha çok kült olan Yunan-benzeri diğer yarıdan farklı uygulama ve inançlara sahip daha özerk bir bölümdür.
Erken Roma Mitinin Doğası
Arkaik Romalıların bir mite sahip olmadıkları söylenebilir. Bununla kastedilen, sonraki dönemde şairlerinin Yunan mitolojisinden esinlenmesine kadarki dönemde, Romalıların tanrıların kökenine dair, Yunandaki Titanomaki veya Zeus'un Hera tarafından baştan çıkartılması gibi, bir mit anlayışının veya sıralı bir anlatının bulunmamasıdır.
Erken Dönem Mitolojisinde Tanrılar
Romalı tanrı anlayışı, erken dönemde, Yunandakinden çok farklı bir biçimdeydi. Örneğin, eğer bir Yunana Demeter'i soracak olsaydınız, büyük ihtimalle, ünlü mitten yani, Hades'in Persephone'yi kaçırışı üzerine Demeter'in yaşadığı acılardan bahsedecektir. Fakat bir Romalıya Ceres hakkında sorarsanız size onun resmi bir rahibinin, flameninin, olduğunu bu rahibin Jüpiter, Mars ve Quirinus'un flamenlerine karşı ast, ama Flora ve Pomona'nın flamenlerine karşı üst olduğunu belirtecektir. Ayrıca onun diğer ziraat tanrıları Liber ve Libera ile birlikte bir üçlü oluşturduğunu da belirtebilir; ve hatta, ona bağlı olan belirli görevleri olan daha ast tanrıları sıralayabilir: Sarritor (yabani otları temizleme), Messor (hasat yapmak), İnsitor (tohum ekmek) vb.
Bu örnekten de anlaşılabileceği gibi, arkaik Roma mitolojisi, en azından tanrılar ve tanrı anlayışı açısından, anlatılardan değil de tanrılar arasında ve tanrılar ile insanlar arasında yer alan kenetlenmiş ve kompleks bir ilişkiler ağından oluşmaktaydı.
Erken Romalıların özgün dini, daha sonraları birçok farklı ve çelişen inancın eklenmesi ve özellikle de Yunan mitolojisinin büyük bir kısmının asimile edilmesiyle, çok farklı bir hal ve yapıya dönüşmüş, farklılaşmıştır.
Roma Tarihi Hakkında Erken Dönem Mitolojisi
Tanrılar hakkında bir anlatı geleneği olmasa da Romalıların kentlerinin (Roma'nın) bulunuşu, kuruluşu ve ilk dönemleri hakkında çok zengin ve yarı-tarihi yarı-efsanevi anlatı kültürleri mevcuttu. İlk krallar, Romulus ve Numa gibi, tamamen mitik bir doğaya sahipti ve bu tür efsanevi öğeler Cumhuriyetin ilk dönemlerine kadar uzana bilmekteydi.
Bugün, Aeneas ve Liviu'un ilk bir-iki kitabı bu insan mitolojisinin en önemli kaynaklarını oluşturmaktadır.
Özgün Roma ve İtalik Tanrılar
Reski rahiplik, roma ayinsel ibadet ve uygulamalarını iki tanrı sınıfına ayırmaktadır: di indigetes ve de novensides veya novensiles. İndigetes Roma devletinin, şehrinin, özgün tanrılarıydılar ve böyle yaklaşık 30 tanrıya adanmış özel bayramlar (festivaller) mevcuttu. Novensides ise kültleri tarihi süreçte daha sonraları şehre gelmiş tanrılardır ki bunların ortaya çıkışları genellikle belirli bir kriz veya ihtiyacın doğduğu bilinen, belirli tarihlerdir.
Erken Roma tanrılarına, di indigetes`e, ilaveten çeşitli etkinlik ve eylemlerde çağrılan özelleşmiş veya uzmanlaşmış küçük tanrılar da mevcuttu. Bu tür eylemlere ayinsel bir boyut kazandırılmıştı, örneğin ekini ekerken belli bir tanrı ismiyle çağırılı, hasat ederken bir başkası çağrıldı. Aslında bu yoğun ayin kültürünün ve küçük tanrı anlayışının temelinde politeizmden çok bir tür polidemonizm yatmaktaydı; zira bu küçük tanrıların güçleri ancak uzmanlaştıkları/özelleş tikleri eyleme yetmekteydi, diğer eylemlerde herhangi bir güçleri bulunmuyor ve bu nedenle de tanrıdan çok bir tür ilahi ruh kavramına yakındılar.
İlk panteonun başında Jüpiter, Mars ve Quirinus üçlemesi (ki bu üçünün rahipleri veya flamenleri en yüksek dereceye sahiptiler) ile Janus ve Vesta bulunmaktaydı. Erken dönemde bu tanrıların pek bir kişilikleri (veya şahsi özellikleri) yoktu ve kişisel tarihlerinde evlilik ve soy ağaçları bulunmuyordu.
Yabancı Tanrılar
Roma devleti etrafındaki bölgeleri fethettikçe komşu kültür ve toplulukların yerel tanrıları da Roma mitolojisine giriş yapmıştır. Romalılar geleneksel olarak yeni fethedilen yerlerin tanrılarına da kendi özgün tanrıları ile bir tutmuş aynı saygı ve onuru bahşetmişlerdir. Birçok seferde yeni fethedilen bölgenin tanrılarının da Roma'da yeni tapınaklarda yer almaları için davette bulunulmuştur. Bu nedenle Roma'ya özgü olmayan birçok farklı kült, tanrı ve tanrıça Roma mitolojisine giriş yapmış kimi zaman bu yeni tanrı ve tanrıçalar hali hazırda Roma mitolojisinde var olan belirli tanrı ve tanrıçalarla özdeşleştirilmiştir.
Çin Mitolojisi ve Tanrıları
Çin mitolojisine göre başlangıçta evren bir yumurtanın içindeydi. Evrende ilkin sonsuz ve sessiz bir hiçlik varmış. Her yer karanlıklar içindeyken ilk olarak Pengu (Pan Ku) oluştu. Pengu yumurtanın kabuğunu kırarak dünyayı on sekiz bin yılda düzene soktu. Yumurtanın üst kısmı yükselip gökyüzünü Yang'ı meydana getirdi. Alt kısmı ise çökerek yeri Yin'i oluşturdu. Yin dişi, Yang ise erkekti. Birbirlerini tamamladılar. Bu iki gücün birleşimi dev bir yaratıcılık etkisi doğurmuş ve sonuçta dünyanın ve varlıkların temelini oluşturmuştur. Bu ikiliğin her parçası birbirine geçmekte, birbirini koşullandırmakta, ayrı olamamakta, böylece karşıtlar arasındaki birlik ve savaş oluşmaktadır. Yin ve Yang enerjileri sürekli birlikte dans ederler. Ve böylece kozmik dengenin uyumunu yaratırlar. Yin, soğuk, karanlık ve atıldır. Yang, sıcak, aydınlık ve hayat doludur. Bu ikili sonradan Feng shui'yu, hayat enerjisinin akışını anlatan yaşama sanatını ortaya çıkarmıştır.
Çin geleneklerine ve inanışlarına göre yaşamın sürmesini sağlayan; "Yin - Yang" olarak adlandırılan iki evrensel güç ve bu iki gücün etkileşiminin dengede tutulabilmesi prensibidir. Evrendeki bu iki karşıt gücün varlığı, varoluşun ayrılmaz iki kutbudur ve bu iki kutup sayesinde "Denge" sağlanabilmektedir. İnsanların vücudunda da bulunan bu iki karşıt gücün dengesi bozulduğu zaman, hastalıklar oluşmaktadır. Çin simgeleri arasında başı çeken Yin -Yang'da ortada beyaz ve siyah daireler bulunur. İç içe olmaları bu ikiliğin, düalitenin doğada olduğuna işaret eder ki aynı zamanda eril olanın dişili, dişil olanın erili içinde barındırdığına da dikkatimizi çeker.
Pengu Yin ve Yangı oluşturduktan sonra ölür. Öldükten sonra sol gözünden güneş, sağ gözünden ay, kanından denizler, saçlarından ormanlar, gövdesinden yeryüzü, son soluğundan da rüzgarlar meydana gelmiş. Daha sonra çürüyen bedeninde kaynaşan böceklerden de insanlar oluşur.
Zamanla gökyüzünün bir bölümü denizlere düşerek insanlığı yok etti. Bunun üzerine Tanrıça Nü-kua, yengeç elleriyle gökyüzünü yukarıya kaldırdı, denizleri yeniden sınırlarına itti ve çamurdan yeni bir insan türü yarattı.
Yapısal birlik, evrensel cevher Çi aracıyla gerçekleşmektedir. Çi, bir enerji, "yaşam enerjisi" olarak izah edilebilir. Ve Çi'yi tek bir tanımla anlatmak mümkün değildir. Çin Tıp anlayışına göre, tüm evrene yayılmış Çi adlı bir enerji denizinin içinde yaşıyoruz. Çi, tüm canlılığın ölçüsü. Bir insanın Çi enerjisi üç yoldan sağlanıyor; doğum sırasında, soluduğumuz hava ile, yediğimiz ve içtiğimiz besinlerle. (KAYNAK: https://www.forumbt.net/showthread.php?2705-in-Mitolojisi-ve-TanrI)
Türk –İran Kafkasya – Nart
Pers mitolojisi, İran platosu ve onun sınır bölgeleri ile Karadeniz'den Hoten'e kadar uzanan Orta Asya bölgelerinde yaşamış ve birbirleriyle kültürel ve dilsel olarak ilişkili olan eski halkların inanç ve ibadet uygulamalarının bütününe verilen isimdir. ( Türk Destanları için bkz.: edebiyadvesanatakademisi.com/islamiyet-oncesi-donem/islamiyet-oncesi-edebiyat-turlerimiz-destanlarimiz-)
Dini Arka plan
Pers mitolojisindeki karakterler güçlü bir biçimde ikiye ayrılmıştır: iyi olanlar ve kötü olanlar. Bu ikici iyi-kötü anlayışı Pers mitolojisindeki hikâye, figür ve çeşitli motiflere de yansır. Bu anlayışın kökeni Zerdüştlük'teki Ahura Mazda'nın (Avestaca, daha sonraları Farsça'da Hürmüz) iki emanasyonu anlayışı üzerine kurulmuştur. Spenta Mainyu yapıcı enerjinin kaynağı, Angra Mainyu ise karanlık, yıkım ve ölümün kaynağıdır.
Pers mitolojisinde büyük sayılarda bulunan daeva (Avestaca, Farsça: div) yani 'ilahi' veya 'parlak' isminde varlıklar da bulunmaktadır. Bunlara Zerdüşt Mazdaizmi'nden önceki zamanlarda tapılmaktaydı ve Vedik dinlerdeki gibi bu Zerdüşt öncesi Mazdaizm biçiminin bağlıları daeva`nın kutsal varlıklar olduğuna inanmaktaydı. Fakat, Zerdüşt'ün dini reformlarından sonra terim cinlerle özdeşleştirilmiştir. Yine de Hazar Denizi'nin güneyinde yaşayan İranlılar daeva tapımını sürdürdüler ve Zerdüştlüğü kabul etmemekte direndiler ve böylece de daeva`yı içinde barındıran bazı efsaneler bugüne kadar ulaşabilmiştir. Örnek olarak Mazandaran'ın Div-e Sepid yani "beyaz daeva" isimli efsanesi verilebilir.
Ayrıca, Zerdüşt şeytan epitomisi, Angra Mainyu veya Farsça Ehrimen, daha sonraki dönemlerde İran edebiyatında Zerdüştçü/Mazdaist kimliğini kayberedek bir div olarak tasvir edilmiştir. İslam'ın bölgeyi fethinden sonraki dönemlerde Ehrimen noktalı vücuda ve iki boynuza sahip bir adam olarak tasvir edilmiştir. Zaman zaman İslam'daki şeytan kavramı ile de bütünleşmiştir.
İyi ve Kötü
Pers mitoloji ve destanlarındaki en ünlü karakter Rüştü'dir. Bir başka ünlü figür de despotizmin sembolü olan Dahhak'tır. Dahhak sonunda Demirci Kaveh tarafından yenilgiye uğratılır. Dahhak ile ilgili ilginç ve bilgi verici bir nokta da Zahhak'ın omuzlarından çıkan ve onu koruyan iki engerek yılanıdır. Zira yılan çoğu Doğu mitolojisi gibi Pers mitolojisinde de kötülüğün sembolüdür. Pers mitolojisinde birçok farklı hayvan bulunur, bir kısmı iyiliği bir kısmı ise kötülüğü sembolize eder. İyiliği sembolize eden ve hiç kuşkusuz Pers mitoloji ve destanlarında büyük önem atfedilen hayvan kuştur. Bu kuşların en ünlüleri, büyük, bilge ve güzel olan Simurg ve kraliyet kuşu olan Huma'dır.
Bir Simurg betimlemesi
Pari (Avestaca: Pairika) veya Türkçe'de kullanılan şekliyle peri erken dönem Pers mitolojisinde güzel fakat kötü (şeytani) bir kadın olarak tanımlanırdı. İslam'ın gelişinden sonra niyet ve doğasına dair bu görüş değişime uğramış, zamanla kötülüğünü yitirmiş fakat güzelliği artmıştır ve sonunda çok güzel, kesinlikle kötü olmayan bir kadın olarak tasvir edilmiştir ve güzelliğin sembolü haline gelmiştir ki bu anlamda İslam'daki cennet inancında var olan huri kavramıyla ilişkilendirilmiş olduğu söylenebilir. Fakat yine de köken olarak pariye bağlanabilecek bir kötü (şeytani) kadın tiplemesi, Patiareh, hâlâ varlığını sürdürmektedir ve fahişeleri sembolize etmektedir.
HİNT MİTOLOJİSİ
Dünyadaki tüm mitolojiler içinde belki de en karmaşığı Hint mitolojisidir. Bunun nedenlerinden biri, Hint mitolojisinin çok eskilere dayanmasıdır. Hindular'ın en eski dinsel kitapları olan Rigveda'mn 3.000 yıldan daha eski olduğu sanılıyor. Bu eski kitabın bile, efsanelerin ortaya çıkışından çok sonra yazıldığı sanılmaktadır.
Rigveda'yı açıklayan ilk düşünürler, kitabın tanrıları üç gruba ayırdığını söylemişlerdir: Gökyüzünde yaşayanlar; havada ama yeryüzüne yakın yaşayanlar ve yeryüzünde yaşayanlar. Yeryüzünde yaşayan en önemli tanrı, ateş tanrısı Agni'ydi. Fırtına tanrısı İndra havada, Güneş tanrısı Surya gökyüzünde yaşardı. Bir başka tanrı da gökyüzünün kendisi olan Dyaus'tu. Dyaus adı ile Yunan tanrısı Zeus'un adı arasında bir bağlantı vardır; Zeus gibi bu tanrı da tüm tanrıların babasıydı.
Bu ilk tanrılardan en güçlüsü İndra'ydı. Yıldırımlar yağdırarak dağları devirir, dağların içindeki suları tutsak eden canavarı öldürdü. Eski Hindular, bitkilerin büyümesini sağlayan yağmurları getiren ilk fırtınaları böyle açıklıyorlardı. Adama benzediği düşünülen İndra'nın tersine, Agni resimlerde çoğunlukla ateşe benzetilirdi. Üç bacağı ve yedi ışını vardı. Çok parlaktı, alev rengindeydi ve 1.000 gözüyle her yöne bakabilirdi.
Sonraları Hint tanrılarının en önemlisi olan Vişnu ve Şiva bugün de Hindular'ın baş tanrılarıdır. Vişnu çoğu kez bir kartalın üzerinde uçan, dört kollu bir tanrı olarak gösterilir. Yeryüzünde değişik insan ve hayvan görünümlerinde belirdiğine inanılır.
Vişnu gibi, Şiva da dört kolludur. Bazen tek, bazen üç, bazen de beş kafalı olarak gösterilir. İnsan kafataslarından oluşmuş bir zincir taşır. Şiva'nın dünyanın sonunu getireceği de söylenir; ama aynı zamanda bebekleri dünyaya getiren de odur. Bu ve başka birçok insan benzeri tanrının yanı sıra Hintliler bazı ırmak, kuyu, dağ, taş, ağaç ve hayvanların da tanrı olduğuna inanırlardı.
BU YAZI ÇEŞİTLİ YERLERDEN DERLEME BİR YAZIDIR.
Edebiyat Dil bilim, Kültür, Folklor, Geleneksel ve Güzel Sanatlarla ilgili, Tez, yazı, İnceleme, ve Araştırmalarınız Sitemize üye olarak ve bize başvurarak bu sitede Paylaşabilirsiniz.
BAŞVURU İÇİN : ESA, İLETİŞİM veya [email protected]