
KEREM İLE ASLI:
Kerem ile Aslı, 16. yüzyıl halk edebiyatı ürünü
olarak Türk Dünyasının pek çok yerinde Anadolu, Azerbaycan,
Ermenistan bölgelerinde anlatılmaktadır. Kerem adlı bir halk ozanının olduğu ve
yaşadığına dair rivayetler de bulunmaktadır. Kerem ile Aslı Hikâyesinin, Asıl
Aşk Hikâyeleri olarak adlandırılan aşk konulu halk hikâyelerimizdendir. Bu
Hikâyemizin Arap halk hikâyeleri olan Leyla İle Mecnun, Yusuf
İle Züleyha gibi Arap hikâyelerinin Türk
hikâyeciliğine etkisi ile oluşan ilk ASIL AŞK HİKÂYEMİZ olduğu
düşünülmektedir. ( Halk hikayelerinin yapısı hakkında geniş bilgi için Bkz :
ttp://www.edebiyadvesanatakademisi.com/anonim-edebiyat/halk-hikayelerimiz-hakkinda)
Bu sınıfta yer alan "Aşk Hikâyeleri",
âşık geleneğinin tüm özelliklerini en iyi yansıtan hikâyelerdir. Bunların
kahramanları kimi zaman gerçekten yaşamış olan âşıklardır ve hikâyenin konusu
da onların yaşam öykülerinden alınmıştır. Örneğin; Âşık Garip,
Ercişli Emrah gibi. Kimi zaman da bu kahramanlar masal, destan, tarih
gibi kaynaklardan esinlenerek yaratılırlar. Bu türlerde hayal ürünü ögeler,
gerçekçi ayrıntılarla birleştirilerek anlatılır. Örneğin; Yaralı
Mahmut, Arslan Bey, Elif ile Mahmut gibi.
Halk hikâyelerinin düz anlatım bölümlerini oluşturan olay
örgüsü, genelde, derleme olmakla birlikte, saz eşliğinde türkü şeklinde
söylenen şiir bölümlerinin yaratıcıları çoğunlukla bellidir. Bu âşıklar, düz
anlatımla şiirleri birleştirerek hikâyeyi düzenlerler.
Kerem ile Aslı hikayesinde Olayların Geçtiği Yerler
(mekanlar)
İsfahan, Hoy, Şuşi köyü, Kelb şehri, Kars, Gence, Revan,
Çıldır, Ahıshay, Şerki, Orhan, Oltu, Narman, Bayat, Ürgüp, Tiflis, Ahlat, Muş,
Malazgirt, Pasin Ovası, Uzun Ahmet, Ha-sankale, Erzurum, Eşenkale, Varbik,
Tercan, Çincibeli, Eşkat, Ibrit, Ayaş, Zile, Sivas, ırmak Ovası, Kayseri,
Antakya ve Halep.
Kerem ile Aslı hikayesindeki Kahramanlar (Kişiler)
Ahmet Mirza (Kerem), Kara Sultan (Aslı), Kerem’İn Babası
(Padişah), Kerem’İn Annesi (Hanım Sultan), Ash’nın Babası (Keşiş), Ash’nın
Annesi (Keşişin Karısı), Nur Yüzlü İhtiyar, Sofi (Kerem’İn yanından Ayrılmayan
Arkadaşı), Külhanbeyi (Halepli bir kabadayı), Hancı, Kahvehaneci, vb.
Kerem ile Aslı Hikâyesinin Özeti
Bir zamanlar İran’ın güzel bir beldesi olan İsfahan şehrinde
çok adaletli, merhametli, güçlü, kuvvetli bir padişah varmış. Hazineleri
altınlarla dolu olan bu padişahın çocuğu olmuyormuş. Gece gündüz evlat
hasretiyle yanıp tutuşan bu padişah, derdini kederini biraz olsun unutabilmek
için İsfahan’ın en güzel yerine eşi benzeri olmayan bir saray yaptırmaya
karar vermiş.
Hazinedarı olan Keşiş’i bir gün huzura çağırtmış. Bu Keşiş’in de hiç çocuğu
yokmuş. Padişahla Keşiş aynı dertle yanıp tutuşurlarmış. Huzura gelen Keşiş’le
birlikte sarayın planını yapmışlar. Daha sonra zamanın bütün mimarlarını, ustalarını
ve bahçıvanlarını saraya toplamış ve nasıl bir saray istediğini onlara da
anlatmış.
İsfahan beldesinin en güzel yerine harikulade bir saray yapılmış. Sarayın
bahçesi cennet bahçesi gibi olmuş. Bahçenin ortasına pembe mermerlerden bir
havuz, havuzun o billur sularında kumrular oynaşıp duruyormuş. Bülbüller güllerin
etrafında şarkılar söylüyor, tavus kuşları ise dört bir yanı süslüyormuş. Yine
bu bahçenin içine beyaz mermerlerden bir saray kurulmuş. Eşi benzeri olmayan bu
sarayda padişah eğlenceler düzenleyerek kederini unutmaya çalışıyormuş.
Günlerden bir gün yine o güzel sarayda eğlence düzenlenmiş. Padişahın karısı
Hanım Sultan ve Keşiş’in karısı da eğlenceye katılmak üzere yola koyulmuşlar.
Tam saraya varmak üzereyken karşılarına aksakallı, nur yüzlü bir ihtiyar çıkmış.
Hanım sultana bir elma fidanı, Keşiş’in karısına da bir armut fidanı vermiş ve
bunları sarayın en nadide köşesine dikmelerini söylemiş.
Hanım Sultan ve Keşiş’in karısı hemen fidanları dikmişler. Kendi elleriyle
suluyor ve özenle bakıyorlarmış. Hanım sultan; dünyada bir evladım olmadı, bari
dikili bir fidanım olsun, diye düşünüyormuş. Aylar geçmiş fidanlar ağaç olmuş.
Yemyeşil yaprakları, güçlü dallan olmuş ancak hiç meyve vermiyorlarmış. Hanım
sultan ağlamaya ve üzülmeye başlamış: Diktiğim fidan bile meyve vermiyor, ben
ne talihsiz bir kadınım, diyormuş.
Bir gün yine böyle düşünerek ağlayan Hanım Sultan, sarayın salonunda uyuyakalmış.
Rüyasında kendisine ve keşişin karısına fidan veren nur yüzlü ihtiyarı görmüş.
Gözyaşları içinde ihtiyarın ellerine sarılan Hanım Sultan:
- Ey mübarek insan! Ne olursa senin duanla olur. Yıllarca evlat hasretiyle
yanıp tutuştum. Şimdi de bir fidan diktim, o bile meyve vermedi. Ne olacak
benim bu hâlim, diye ağlamaya başlamış. Nur yüzlü ihtiyar:
- Sen hiç merak etme. Senin dualarının kabulü için ben de
dua ettim. İnşallah duaların kabul olacak ve sen de muradına ereceksin. Senin
ağacın meyve verdi. Eğer onu yersen dileğin kabul olur, demiş.
İhtiyarın bu sözlerinden sonra, korku ve heyecanla uyanan Hanım Sultan,
Keşiş’in karısını da yanına alarak bahçeye koşmuş. Gerçekten de kendisinin
diktiği elma ağacının ü-zerinde bir tane ama çok güzel görünen bir elma varmış.
Keşiş’in karısının diktiği armut ağacında ise hiç meyve yokmuş. Hanım sultan,
Keşiş’in karısı üzülmesin diye elmayı ikiye bölmüş ve ona dönerek:
Bu elmanın yarısını sana veriyorum ama bir şartla. Eğer kızın olursa benim
oğluma vereceksin. Yok eğer oğlun olursa benim kızımı alacaksın demiş. Keşiş’in
karısı bu teklifi hemen kabul etmiş ve elmaları yemişler.
Bir süre sonra Keşiş’in karısı da Hanım Sultan da hamile
kalmışlar. Zamanları dolunca da Keşiş’in karısının bir kızı, Hanım Sultan’m ise
bir oğlu olmuş. Oğlanın adını, “Ahmet
Mirza”, kızın adını ise “Kara Sultan” koymuşlar.
Aylar yıllar geçtikçe yavrular da büyüyorlarmış. Keşişin kızı bir ay parçası
kadar güzelmiş. Kızını padişaha vermek istemiyormuş. Çünkü padişahla aynı dinden
değillermiş. Padişaha verdikleri sözden nasıl döneceklerini düşünmeye başlamışlar.
Keşiş:
- Eğer şehri terk etmezsek padişahtan bize rahat yok, demiş. Fakat karısının
aklına daha iyi bir fikir gelmiş. Keşişe dönerek:
- Bir süre sonra kızımızın öldüğünü söyleriz ve buralardan
bu nedenle uzaklaşmak isteriz, demiş.
Aradan bir yıl gibi bir zaman geçince Keşiş hemen padişahın huzuruna varmış ve
kızının öldüğünü, bu üzüntüyle artık buralarda yaşayamayacağını anlatmış.
Bunun üzerine padişah keşişe biraz altın vererek azat etmiş.
Arzularına muvaffak olan Keşiş’le, karısı derhâl vakit geçirmeden İsfahan’a üç
günlük uzaklıkta olan bir köye gitmişler. Güzel bir köşk yaparak orada
yaşamaya başlamışlar.
Diğer taraftan padişahın oğlu Mirza Bey 13-14 yaşlarına gelmiş. Babası onu en
iyi hocalarda okutuyormuş. Mirza Bey’in çok kurnaz ve zeki bir arkadaşı varmış.
Adı Sofi olan bu arkadaşı bir gün Mirza Bey’e:
- Bak Mirza Bey! Bu kadar okuduğumuz yeterli. Bu gençlik bir
daha elimize geçmez. Biraz da eğlenelim, avlanmaya gidelim, seyahatlere çıkıp
dünyayı dolaşalım, demiş.
Sofi’nİn bu söylediklerini haklı bulan Mirza Bey öncelikle av hazırlıklarını
başlatmış. Bu arada Mirza Bey bir gece rüyasında “Kara Sultan”ı görmüş ve âşık
olmuş. Uyandığında yüreğinin cehennem ateşi gibi yandığını hissediyormuş. Yerinde
duramaz bir hâl almış. Ancak aşk şerbetini kimin elinden içtiğini bilmiyormuş.
Hayalinde tek kalan ay kadar güzel bir simaymış. Kalbi aşk ateşiyle yanan Mirza
Bey, babasından izin alarak arkadaşı Sofi ile birlikte avlanmaya çıkmış.
Gide gide Keşiş’in yaşadığı köye varmışlar. Padişahın oğlu
Mirza Bey av sırasında çok güzel bir şahine rastlamış. Şahini yakalamaya karar
vermiş. Atını arkadaşı Sofi’ye bırakmış ve şahinin peşinden gitmiş. Şahin çok
güzel bir bahçeye girmiş. Mirza Bey de peşinden girmiş. O güzel bahçede şahini
ararken karşısına çok güzel bir köşk çıkmış. Mirza Bey güllerin, sümbüllerin
ve yaseminlerin arasında kurulmuş olan bu muhteşem köşkün pencerelerine
bakarken olduğu yerde donup kalmış. Aklını kaybetmek üzereymiş. Çünkü tam
karşısındaki pencerede ay parçası gibi bîr kız oturmuş, gergef dokuyormuş.
Padişahın oğlu yalnız bir kez bakabilmiş bu güzel kıza. O anda aklı başından
gitmiş. Rüyasında ona aşk şerbeti içiren dilberin o olduğunu fark etmiş. Ona
doğru ilerlemiş ve ona hitaben:
Başı yastık göre mi? Gözü dilber görenin Gözüne uyku gire
mi? Zülfüne berdar olanın demiş ve kollarından yakalayarak kendine doğru
çekmiş. Sonra da :
- Ey güzel, sen hangi bahçenin sümbülüsün, deyince,
- Babam İsfahan şahının eski hazinedarı Keşiş’tir. Kerem eyle… Görmesin… Beni
salıver gideyim, diye yalvarmış.
Delikanlı:
- Aslı nedir, salıvereyim? Kız:
- Kerem eyle, diyerek yalvarmış.
Delikanlı aslı nedir? Derken birden bire aklına gelmiş ve kıza şunları
söylemiş:
- Seni bırakırım ama bir şartım var. Benim adım Kerem, senin adın da Aslı
olacak ve bundan sonra birbirimizi böyle çağıracağız, demiş.
Bunun üzerine güzel kız, Kerem’in ateş ve aşk dolu gözlerine bakarak:
- Peki, kabul ediyorum. Bundan sonra benim adım “Aslı” senin adın ise “Kerem”
olsun. Böylece kendi kendilerine isimlerini koymuşlar. Bu zaman içinde genç
kızın kalbi de alev alev yanmaya başlamış.
Aslı’nın böyle yalvarmalarına dayanamayan Kerem onu
bırakmış. Kerem’in kollarından kurtulan genç kız köşkün içinde kaybolmuş.
Kerem de Aslı’nın işlediği gergefin üzerindeki çevreyi alıp koynuna koymuş ve
koşarak arkadaşının yanına gitmiş. Arkadaşı Sofi ile birlikte İsfahan’a
dönmüşler. Ama Kerem artık eski Kerem değilmiş. Hiç konuşmuyor ve hiç ye-miyormuş.
Oğlunun bu hâlini gören padişah bir gün Kerem’i karşısına alarak:
- Oğlum ben senin babanım. Niçin derdini anlatmıyorsun, diye sorunca Kerem:
- Baba benim derdim bu şekilde anlatılmaz. Bana bir saz getirin size derdimi
anlatayım, demiş.
Bu söz üzerine padişah hemen bir saz getirmelerini emretmiş. Kerem ise sazının
tellerine dokunarak derdini dökmeye başlamış.
Kerem bunları söyledikten sonra susmuş. Babası:
- Oğlum bu türkü bana bir şeyler anlattıysa da tam olarak ne demek istediğini
anlayamadım, demiş. Bunun üzerine Kerem yerinden kalkmış ve bir tek kelime bile
söylemeden odadan çıkmış. Onun bu hâli padişahı fena hâlde düşünceye salmış.
Günler geçiyormuş ama Kerem hiç konuşmadan sarayın penceresinden etrafı
seyrediyormuş. Padişah Kerem’in derdini anlayanı ödüllendireceğini bildirmiş.
Nihayet bir gün uyanık bir kadın kurnazlıkla Kerem’in Aslı’yı sevdiğini öğrenerek
padişaha haber vermiş
Bunun üzerine padişah derhâl Keşiş’i çağırtmış ve ona
kızının öldüğüne dair yalan söyleyerek hainlik yaptığını, ancak ne olursa
olsun kızını alacağını söylemiş. Padişahın, kızı zorla alacağını anlayan Keşiş
bir kurnazlık daha düşünmüş ve beş ay süre istemiş. Bunun üzerine padişah beş
ay bekleyebileceğini ancak ilk önce onları nişanlayacağını söylemiş.
Keşiş padişahın elinden kurtulmak için kızının namına Kerem’e bir nişan yüzüğü
bırakmış. Kızının takması için de padişahtan bir nişan yüzüğü almış ve sarayı
terketmiş. Bu müjdeli haberi duyan Kerem bir deli gibi yerinden fırlamış.
Duvarda asılı olan. sazını eline almış coşkulu bir sesle türkü söylemeye
başlamış. Kerem’in günleri artık zevk ve sefa içinde geçiyormuş. Ancak bu beş
aylık süre Kerem’e çok uzun gelmiş sazını eline alarak babasını huzuruna çıkmış
ve bir türkü söylemiş.
Kerem’in böyle üzüldüğünü gören babası:
- Oğlum ben Keşiş’e beş ay süre verdim, bu süre de doldu. Artık düğün
hazırlıklarına başlayabiliriz, demiş.
Diğer taraftan Keşiş, padişahın yanından ayrıldıktan sonra kendi köşküne
dönmüş ve padişahtan kurtulma planları yapmaya başlamış. Bir gece yarısı
kıymetli eşyalarını toplayıp köyünü terk etmiş, tabi bu olanlardan padişahın
haberi yokmuş. O, düğün hazırlıklarını tamamlayıp büyük bir kafileyle yola
çıkmış. Kafilenin en önünde olan Kerem köye yaklaşınca görmüş ki her kez köyü
terk ediyor. Oradan geçen yaşlı birine neden köyü terk ettiklerini sormuş.
Yaşlı adam da köyde bulunan bilgili bir keşişin köyü terk ettiğini bundan
korkarak onların da köyü terk etmeye karar verdiklerini söylemiş. Yaşlı adam
sözlerini bitirince Kerem, Keşiş’in kızını alarak kaçtığını anlamış.
Gözlerinden yağmur gibi yaşlar dökülmeye başlamış eline sazını alarak bir
türkü söylemiş.
Kerem gözyaşları içinde bunları söyledikten sonra doğruca
Aslı Han ile buluştukları bahçeye girmiş. Ancak orada kızın işlediği gergeften
başka bir şey kalmadığını görmüş. Yüreğinden aşkın alevleri yükseliyormuş.
Gözyaşlarını Ash’nın ellerinin değdiği gergefe dökerek bir türkü söylemiş.
Bunları ah vah içinde söyleyen Kerem şehrin içinde gezerken birisini Aslı
Han’a benzetmiş ve eyvah sevgilim beni unutmuş, burada eğlenmekte, diyerek yine
almış eline sazı ve bir türkü söylemiş.
Bu türküyü işiten kız:
Bak beyim, ben Aslı Han değilim sen beni ona benzetmiş olacaksın. Senin
aradığın kız Hoy şehrine gitti demiş. Kerem arkadaşı Sofi’yi de yanına alarak
Ash’nın peşine düşmüş. Gide gide Hoy şehrine varmışlar. Orada bulunan birilerine
bu taraftan bir keşişle ailesi geçti mi, diye sormuş, Onlar da:
- Geçti ama onlar Şuşi köyüne gitti demişler. Kerem ile Sofi ertesi gün Şuşi
köyüne doğru yol almışlar. Yolda bip yaylada bulunan yolcuları görmüşler ve
onlara Aslı’yi görüp görmediklerini sormuşlar. Onlar da, Aslı’yı gördüklerini
ancak bir türkü söylemesi karşılığında yerini bildireceklerini söylemişler.
Kerem almış sazı eline ve bir türkü söylemiş.
Türküyü çok beğenen yolcular:
- Senin aradığın keşiş buradan geceli otuz gün oluyor. Onlar Kelb’e gitti,
demişler.
Bundan sonra Kerem ile Sofi Kelb’e doğru yol almaya başlamış. Kelb’e
vardıklarında bu defa da Kars’a gittiklerini öğrenmişler. Oradan tekrar Hoy’a
gitmişler. Kerem Ash’nın peşinde perişan bir vaziyette iken padişaha haber
gitmiş. Bunun üzerine padişah:
- Eyvah! Biricik oğlum mahvolacak, diyerek hemen Kerem’i aramaya koyulmuş.
Nihayet onu Ash’nın bahçesinde ahvahlar içinde bulmuş. Koşarak Kerem’in yanına
gelmiş ve ona:
-Ey oğul… Bu ne hâl? Hele sabret, bir çaresini bulacağız, diye teselli etmeye
başlamış. Ancak aşk ateşiyle yanan Kerem eline sazını alarak derdini dökmeye
başlamış.
Oğlunun üzüntüden öleceğini düşünen padişah onu Aslı’dan
vazgeçirmeye çalışmış ama bağrı yanan Kerem bu sözleri dinlememiş. Anasıyla ve
babasıyla helalleşerek tekrar Sofi ile birlikte Aslı’yı aramaya koyulmuş. İlk
önce Gence’ye o-radan, Revan’a, Çıldır’a, Ahıshay’a, Şerki’ye, Orhan’a, Oltu’ya,
Narman’a, Bayat’a, Ürgüp’e, Tiflis’e, Ahlat’a, Muş’a, Malazgirt’e, Pasin
Ovası’na, Uzun Ahmet’e, Hasan Kalesi’ne, Erzurum’a, Eşen Kalesi’ne, Varbik’e,
Tercan’a, Cinci Beli’ne, Eşkat’a, İbrit’e, Ayaş, Zile, Sivas, Parmak Ovası,
Kayseri ve Antakya’ya gitmişler.
Bu arada Keşiş Halep’e gelip bir Ermeni evine misafir olmuş. Ev sahibi onun
yabancı olduğunu anlayınca nereden geldiğini sormuş. O zaman Keşiş bir ah
çekip:
- Hâlimi hiç sorma! Ne kadar kaçtıysam Kerem peşimi
bırakmadı. Kaça kaça nihayet buralara geldim. Neredeyse burayı da bulur. Bir
türlü elinden kurtulamıyorum, demiş, Ev sahibi:
- O gelmeden kızı buradan birine verelim, bakar ki kızı başkaları almış, o
zaman vazgeçer, sen de kurtulursun, demiş. Keşiş de hemen alelacele kızı
nişanlayıp düğün hazırlıklarına başlamış.
Gelelim Aslı Han’a: Ah edip, gece gündüz:
“İlahî, babamın iki gözlerini kör eyle!” diyerek ağlayıp dururmuş. Kerem ile
Sofi Halep’e varmışlar. Oradaki bir kahveye oturmuşlar. Halep Paşası’nın
külhanbeyi kol gezerken Kerem’i görmüş o da kahveye girmiş, bakalım Kerem
külhanbeyine ne söylemiş:
Ela gözlüm sana meftun olalı, Benim çektiğimi bir Mevla bilir. Yay niçin
açılmaz gülün dehan Gönül ne yaz bilir, ne şita bilir
Mecnun olur gezerim dağlar yolunu Deremedim şu cananın
gülünü Aşık olan anlar aşkın hâlini Yalandır, doğrudur pek ala bilir
Külhanbeyi:
- Ey âşık, hangi bağın gülü, hangi bahçenin sümbülüsün? Nereden gelir nereye
gidersin, demiş.
Kerem:
- Buralardan bir Keşiş geçti mi? Kendisi Isfahanlıdır, diye sormuş.
Külhanbeyi:
- Onlar buradadır, deyince, Kerem öyle bir ah etmiş ki ağzından alevler
yükselmiş. Bu alevler neredeyse külhanbe-yini yakacakmış. Kerem’in derdini
anlayan külhanbeyi:
- Sen merak etme, ben seni kıza kavuştururum; ama kız da seni istiyor mu,
deyince Kerem “evet” demiş.
Bu arada Aslı Han’ın düğünü olmaktaymış. Külhanbeyi hemen bir kadın bularak
Aslı Han’ın yanma göndermiş. Kadın Aslı Han’ı bulmuş ve Kerem’in geldiğini
söylemiş. Gizlice birlikte Kerem’in yanma gelmişler. Uzun ayrılıktan sonra kavuşan
âşıklar bir süre hasret gidermişler. Kerem’in geldiğini haber alan Keşiş:
- Bizi burada da buldu bundan kurtulmanın çaresi yoktur.
İyisi mi kızı vereyim; ama bir oyun edeceğim ki kıyamete kadar söylensin,
demiş. Kızı Kerem’e vermiş ancak kızının elbisesini kendisi yapmak istemiş.
Elbiseyi yapmış, boydan boya sihirli düğmeler koymuş, kızına da:
- Bak kızım muradına ereceksin ama bir şartım var, eğer bu şartımı yerine
getirmezsen hakkımı sana helal etmem, düğün gecesi bu elbisenin düğmelerini
Kerem’e açtıracaksın demiş.
Bir mübarek gecede Aslı ile Kerem’i gerdek odasına koymuşlar. Kerem:
- Ey sevdiğim Hakk Teala’ya şükür bizi yine kavuşturdu, deyince Aslı:
- Ey sevdiğim, sana bir şey söyleyeceğim ama sakın gücenme. Babam yemin
verdirdi, elbisemin düğmelerini sen çözeceksin, yeminimin yerine gelmesini
isterim. Kerem düğmeleri çözmeye başlamış; ama son iki tanesine gelince bakmış
ki düğmeler yeniden iliklenmiş. Yine çözmeye başlamış, yine son iki tanesine
gelince hepsi iliklenmiş. Böylece devam etmiş. Nihayet sabah namazı olmuş.
Muradına eremeyen Kerem bunun bir oyun olduğunu anlamış, öyle bir “ah” etmiş
ki ağzından çıkan alevler tepesinden başlayarak onu yakmaya başlamış. Aslı Han
bir de bakmış ki Kerem’i ateş bürümüş, yaptığına pişman olup:
-Vay baba, ocağım söndü, diyerek başlamış Kerem’in üstüne su dökmeye. Bu sırada
Kerem yine sazına sarılıp alevler arasında bakalım ne demiş:
MANZUM KISIMLARINDAN ÖRNEKLER:
Aslı Han'ın üç gün sonra geleceğini haber verirler. O zaman
şu türküyü söyler:
Bir han köşesinde kalmışam hasta
Gözlerim kapıda kulağım seste
Kendim gurbet elde gönül hevest
Gelme ecel gelme üç gün ara ver
Al benim sevdamı götür yâre ver
rzurum dağları duman dildedir
Başım yastıktadır gözüm yoldadır
Aslı hayın yârdır adam aldadır
Gelme ecel gelme üç gün ara ver
Al benim sevdamı götür yâre ver.
Erzurum dağları kardır geçilmez
Gizli sırdır her adama açılmaz
Ayrılık şerbeti zehir içilmez
Gelme ecel gelme üç gün ara ver
Al benim sevdamı götür yâre ver.
Felek sen mi kaldın bana gelecek
Akıttın gözyaşım kimler silecek
Kerem'e dediler Aslı'n gelecek
Gelme ecel gelme üç gün ara ver
Al benim sevdamı götür yâre ver.
-----------------------------------
Kerem, Aslı’nın düğmelerini çözemeyince şöyle der:
Isfahan'dır bizim asıl ilimiz
Sunam uçtu viran kaldı yurdumuz
Ya böyle nice olur halimiz
Çöz Aslı'm çöz göğsün düğmelerini.
Aşıp geldim nice dağlar belinden
Neler çektim ben bu aşkın elinden
Kurtulamam elalemin dilinden
Çöz Aslı'm çöz göğsün düğmelerini.
Felek bizi ne günlere yetirdi
Ömrümü günümü yedi bitirdi
Süre süre bu diyara getirdi
Çöz Aslı'm çöz göğsün düğmelerini.
Derdimi duyanlar cümle ağladı
Beyler tuttu kollarımı bağladı
Yüreğimi firkat odu dağladı
Çöz Aslı'm çöz göğsün düğmelerini.
Kayseri'de musalla taşı üstünde bir cenaze görürler. Kerem
cenazeye şunları söyler:
Mal sahibi nice gördün halini
Felek pençesine düşmüş gidersin
Beğenmezdin türlü libas giymeyi
Şimdi uryan ceset olmuş gidersin.
Tutmaz idin bir fakirin elini
Sormaz idin yoksulların halini
Haram helâl kazandığın malını
Şu fâni dünyaya dökmüş gidersin.
Malın vardı yükseklerden uçardın
Meclisler kurup da bâde içerdin
Atın binip sağa sola koşardın
Şimdi kara yere koşmuş gidersin.
Dertli Kerem eder nic' olur halim
Bana senden oldu ey kanlı zalim
Hiç vâdeye bakmaz erişir ölüm
Ecel şerbetini içmiş gidersin.
kaynaklar:
Rehber Ansiklopedisi
Yard.Doç.Dr. Muhsine HELİMOĞLU YAVUZ,Halk Edebiyatı,Türk
Halk Düzyazısı - I,
https://www.toplumdusmani.net/net/modules/wfsection
https://tr.wikipedia.org/wiki/Kerem_ile_Aslı
Anonim, Aslı ile Kerem'in
hikayesi,https://www.harbiforum.org/turk-dili-ve-edebiyati/
Edebiyat Dil bilim, Kültür, Folklor, Geleneksel ve Güzel Sanatlarla ilgili, Tez, yazı, İnceleme, ve Araştırmalarınız bize başvurarak bu sitede Paylaşabilirsiniz.
BAŞVURU İÇİN : ESA, İLETİŞİM veya [email protected]
KAYNAKÇA / İLGİLİ LİNKLER
1
Kerem İle Aslı Hakkında Çalışmalar Epizotları Formelleri ve Özeti2
Kerem İle Aslının Gönlünde Aşk Bir Kıvılcım3
Kerem İle Aslı Hikayesi Tam Metni ve Hakkında Bilgiler4
Arzu ile Kamber Hikayesi Hakkında Varyantları ve Özetleri5
Halk Hikâyelerinin Tasnifi ve Hakkında Çalışmalar6
Halk Hikayelerimizin Doğuşu ve Yapısı7
Anonim Edebiyatımızın Renkleri8
Bade Nedir Divan ve Halk Şiirinde Bade İçmek9
BADE İÇME RÜYADA AŞIK OLMA GELENEĞİ VE ÖZELLİKLERİ10
Leyla ile Mecnun Hakkında Mesnevileri ve Özeti