ODYSSEUS[1]
Kalypso - Telemakhos - Phaikaların Ülkesinde -Polyphemos
- Sirenler - Eve Dönüş -Bir Kez Daha Telemakhos -Taliplerin Öldürülmesi - Erkek
ve Kadın
İçlerinden sadece bir tanesi eve dönüş yolunu bulamadı.
Odysseus. Onun alın yazısı, on yıl boyunca Troya önlerinde savaştıktan sonra,
bir on yıl boyunca da denizlerde dolaşmaktı. Oradan oraya bir serseri gibi
gezmeye mahkûm edilmişti. Burada kendimi tamamen Homeros'un dramaturgisine
teslim etmek istiyorum. Odysseia'da olaylar doğru bir kronolojik sırayı takip
etmezler. Ben de Homeros'un Odysseia'yı yazdığı şekilde anlatmak istiyorum.
Odysseia'nın yapısı son derece karmaşık ve başarılıdır, İlyada'nın arkaik
düzeni ile hiçbir benzerliği yoktur. Araştırmacıların İlyada ve Odysseia'nın
başka yazarlar tarafından kaleme alındığını iddia etmelerinin bir sebebi de
budur. Bu iki eser gerçekte kimler tarafından yazılmıştı acaba? Odysseia bir
veya birden çok yazar tarafından mı kaleme alınmıştı? Homeros Problemi denilen
olay işte budur. Gerçekten de bu problem çok ilginçtir ve çözülmesi için
kıyasıya bir mücadele verilmektedir. Beni ise bu problem hiçbir zaman alakadar
etmedi.
Homeros -ya da bu isim altında kimi anlamak gerekiyorsa-
Odysseus'un hikâyesini tanrıların arasından başlatmaktadır. Tanrılar
gökyüzünden aşağı bakıyorlar ve Ogygia adasını görüyorlar, orada da güzel Su
Perisi Kalypso'yu ve bir türlü bırakmak bilmediği Odysseus'u görüyorlar.
Odysseus'un gezisi onuncu yılını doldurmaktadır.
Demek ki Homeros hikâyesine bitiminden az önce başlamıştır.
Burada anlatılan ne tür bir hikâyedir
acaba? Hollywood prodüktörleri şu soruyu sormaya bayılırlar:
"One-liner nasıl?" Bununla bir satır ile hikâyenin özünü dinlemek
istediklerini ifade ederler.
Bir türlü dönüş yolunu bulamadığı için, on yıl boyunca dünyada
gezip dolaştığını anlatan koca bir yalancının hikâyesidir. Oysa gerçekte bu on
yılın dokuzunu kadınlar arasında geçirmiştir. - Bu bir satırdan fazla oldu.
Benim için Odysseia ilk etapta bir
karı-kocanın, Odysseus ile Penelope'nin arasındaki aşk hikâyesidir.
Homeros'un anlattıklarına devam etmeden önce, neden bu son
onları tercih ettiğimi açıklamak istiyorum: Güzel Kalypso kendisinin yanında
kalması halinde, Odysseus'a onu ölümsüz kılacağına dair söz vermişti. Onun
asla ölmemesini sağlayacaktı. Şüphesiz aşkın verebileceği en büyük sözdür bu.
Gerçi ölümden sonra ne olacağını bilmiyoruz, belki ölümden sonra öyle harika
şeyler vardır ki, hepimiz bir an önce bu dünyadaki yaşamımızın sona ermesini
sabırsızlıkla bekleriz. Olabilir. Dediğim gibi, bunu bilemeyiz. Fakat daha
sonra da değineceğimiz gibi, Odysseus bunu kesin olarak biliyordu,
çünkü o Yeraltı Dünyası'na gitmişti.
"Karını unut" diyordu Kalypso, "benimle
kal!"
Odysseus, Penelope'sinin başına neler geldiğini
bilmiyordu. Yirmi yıldan beri onu görmemişti. Onun kendisini hâlâ sevip sevmediğini
bilmiyordu, kendisinin onu hâlâ sevip sevmediğini bilmiyordu, onun hayatta
olup olmadığını ve hatta onu bir daha görüp göremeyeceğini bile bilmiyordu.
Bilmiyordu. Hiçbir şey bilmiyordu. Tekrar mutlu bir kavuşma olacağına inanmak
için gülünç derecede az sebebi vardı. Buna rağmen, bu gülünç derecede az sebep
yüzünden, sonsuz bir yaşam şansını geri çevirdi. Troya Savaşı'nın anıları
Odysseus'un geçmiş yaşantısı üzerinde nasıl kara bir bulut gibi dolanıyorsa,
Penelope'ye olan inanılmaz aşkı da Odysseus'un her kelimesinde çınlıyor, tüm
davranışlarını yönlendiriyor ve destana özlem dolu melodisini kazandırıyordu.
Homeros ilk olarak Pallas Athena'yı elinden tutarak
Ithaka'ya götürdü. Çünkü Odysseus'un İthaka'da yaşayan oğlu Telemakhos, yirmi
yaşına girmişti ve yüz kadar talibin annesinin etrafını kuşatmasını seyretmek
zorundaydı. Çünkü Penelope hem çok genç ve güzel, hem de zengin ve güçlü bir
kadındı. İthaka'nın kraliçesiydi.
Taliplerden tümü de onunla evlenmek istiyor ve ona şöyle diyorlardı:
"Kocanı beklemekten vazgeç artık. Kocan yirmi yıldan bu yana ortalarda
yok. Artık geri gelmez, çünkü o öldü. Bunu kabul et artık!"
Fakat Pallas Athena, Telemakhos'a dedi ki: "Telemakhos,
bil ki baban Odysseus yaşıyor ve kısa bir süre sonra geri dönecek."
Telemakhos önce ona inanmak istemedi, fakat tanrıça üsteliyordu:
"Buna inan. Fakat onu burada beklemek yerine, onu karşılamaya çıkmalısın."
Tanrıçanın etkisi altında bulunan Telemakhos ilk kez olarak
taliplere karşı çıkar, bir halk toplantısı düzenler ve bu beleşçi sürüsünün
Odysseus'un konağını terk etmesini ister. Sonra da öğretmeni Mentor eşliğinde,
babasından haber alabilmek üzere yollara düşer.
Önce Pylos'a giderek Nestor'u, sonra da Sparta'ya giderek
Menelaos'u ziyaret eder. İkisi de ona eski savaş anılarını anlatır. Babasının
nerede olduğunu bilmemektedirler.
Bu arada öğreniyoruz ki, İthaka'da bulunan talipler, döndüğü
zaman Telemakhos'u öldürmek üzere bir düzen tertiplerler.
Böylece Odysseia'nın dördüncü bölümü sona erer. Bu noktada
Telemakhos'tan ayrılıyoruz.
Şimdi Homeros tekrar başa dönmüştür, Su Perisi Kalypso ve
Odysseus'a. Odysseia'nın zekice tasarlanmış kurgusu sayesinde, bizler evde
neler olup bittiğini bilmekteyiz. Fakat Odysseus bunu bilmez. Keşke tarihin
içinden ona doğru seslenebilseydik: "Odysseus, acele et, hemen eve geri
dön! Hemen eve geri dönmediğin takdirde, karını elinden alacaklar! Oğlun ise
öldürülecek!"
Bu tehlike Odysseus'un başının üstünde Demokles'in kılıcı
gibi sallanmaktadır, fakat o bunu bilmez.
Tanrılar Su Perisi Kalypso üzerinde güçlerini kullanır ve
çilekeş sevgilisini seksüel çekiciliğinin hapishanesinden salıvermesini
sağlarlar. Kalypso, Odysseus'u gerçekten sevmektedir, fakat Zeus'un iradesine
boyun eğmekten başka ne çaresi vardır ki?
Odysseus, Kalypso'nun yardımıyla bir sal yapar ve denize
açılır, fakat hemen o anda can düşmanı Denizler Tanrısı Poseidon ortaya çıkar
ve bu salı da parçalar.
Çırılçıplak, dünyaya nasıl geldiyse, Phaikaların adası
Skherie'nin kumsalında yarı ölü yatmaktadır Odysseus. Zorlukla çalı çırpının
altına süzüldüğü zaman şöyle düşünmektedir: "Yoksa şanlı kahraman
Odysseus'un sonu mu geldi?"
Fakat ertesi gün kumsalda oynayan kral kızı Nausikaa ve arkadaşları,
deniz kazazedesini bulurlar. Nausikaa bu adama karşı sevgi ve acıma
duygularıyla dolmuştur. Ona bir elbise verir ve babasının sarayına götürür.
Phaikalar konukseverlikleriyle meşhur bir halktır,
yabancının şerefine bir şölen tertip ederler. Bir gelenekleri vardır, bana
kalırsa çok güzel bir gelenektir bu: Bir insana ancak yedirip içirdikten sonra
ismi sorulabilir. Önemli olan kişiliğini ve memleketini dikkate almadan, her
konuğa aynı muamelenin gösterilmesidir.
Phaikaların kralı Alkinoos zavallı deniz kazazedesi için
büyük bir şölen tertip eder. Bu şölen esnasında ortaya çıkan bir ozan şarkılar
söyler ve kahramanlık şiirleri okur. İçlerinden biri, Troya'nın çöküşünü
anlatmaktadır. Ozan, Odysseus'u anlatmaya başlayınca, deniz kazazedesi
gözyaşlarını tutamayarak ağlamaya başlar.
Kral ona neden ağladığını sorar ve artık kim olduğunu söylemesini
ister.
Bunun üzerine Odysseus kendisini tanıtır: "Ben bu
şarkıda sözü edilen Odysseus ile aynı kişiyim."
Orada bulunanların tümü şaşkınlıktan donakalırlar. İçleri
acıma ve merak duygusuyla dolmuştur. Kral şöyle der: "Bize hikâyeni anlat.
Sana ne oldu?"
Odysseus anlatmaya başlar. Phaikaların kralına hikâyesini
anlatırken, bir yandan da bizlere, yani okuyuculara Odysseia'nın tüm orta
kısmını anlatır. Bu kısımda kahramanın denizlerdeki gezginliği ve yaşadığı
maceralar, Odysseus'un kendi dilinden anlatılmıştır. Homeros şöyle düşünmüştü
herhalde: "Çok kurnaz Odysseus'un burada anlattıkları eski bir denizcinin
martavallarından başka bir şey değil. Bu sorumluluğu ben üstlenemem, bırakayım
da kendisi anlatsın.
Odysseus tek gözlü bir dev olan Polyphem ile karşılaşmasını
anlatır. Tepegöz onu ve arkadaşlarını bir mağaraya kapatır, sonra da
arkadaşlarını teker teker yemeye başlar. Odysseus'un kurduğu bir düzen ile
Polyphem'i nasıl mağlup ettiğini de anlatır.
Ona şarap verir ve şöyle der: "Al, iç bunu! insan
etiyle birlikte çok güzel gider."
Şarabı içen Polyphem tadından çok hoşlanır. Tulumları
birbiri ardına devirir ve Odysseus'a onu en son yiyeceğine söz verir.
Tamamen sarhoş olmadan önce Polyphem ona der ki: "Bana
ismini söyle! Bu harika içeceği bana verenin adını öğrenmek isterim."
Odysseus cevap verir: "Adım Utis'dir."
Yunanca olan bu kelime "kimse" anlamına gelir.
"Kimse'dir benim adım."
Körkütük sarhoş olan Polyphem, gürültüyle yere devrilir. Odysseus'un
arkadaşları ucu sivri bir kazık ile ona yaklaşır ve devin tek gözünü oyarlar.
Tepegöz acıyla bağırır.
Onun aynı adanın diğer mağaralarında yaşamakta olan kardeşleri
koşarak gürültüye gelirler: "Neler oluyor?"
Polyphem bas bas bağırır: "Kimse gözümün ferini
söndürdü, kimse gözümü oydu!"
Kardeşleri onun delirmiş olduğunu düşünür ve çekip giderler.
Yetenekli şair Homeros ve anlatıcısı burada bir çocuk şakası
yapmışlardır. Benzer bir şakayı ben de hatırlıyorum: Bir evden üç adam bakar
dışarı, birinin ismi budala, diğerinin ismi hiçbiri, öbürünün de hiç kimseydi.
Hiç biri budalanın başına tükürür. Budala polise gider: "Hiçbiri başıma
tükürdü ve bunu hiç kimse gördü." Polis ona sorar: "Sen budala
mısın?" Cevap: "Evet!"
Odysseus ve arkadaşları Polyphem'in elinden kurtulduktan
sonra, başka bir kurnazlık ile mağaradan da kurtulmasını becerirler ve bir süre
sonra Büyücü Kirke'nin adasına düşerler. Kirke, Odysseus'un arkadaşlarının
tümünü domuza çevirir, sadece ona bir şey yapmaz. Çünkü Kirke bu mağrur
denizciye sahip olmayı istemektedir. Odysseus da Kirke'nin kendisine sahip
olmasına izin verir. Odysseia dışındaki anlatımlardan edindiğimiz bilgilere
göre, Kirke ona Telegonos isminde bir erkek çocuk doğurur. Kehanete göre,
Telegonos günün birinde babasını öldürecekti. Fakat bu apayrı bir hikâye olan
Ödipus söylencesinin bir dönüşümünden ibarettir. İnsanlar başka söylencelerin
motiflerini hiçbir kaygı duymaksızın alarak, kendilerinin en sevdikleri
hikâyelere yamamakta bir sakınca görmemişlerdir. Ben bu Telegonos hikâyesini
sevmiyorum. Çünkü hem Odysseus'un ölümünden söz etmektedir hem de kahramanın
karakterini bambaşka bir şekilde ortaya koyar, davranış tarzını banalleştirir
ve söylencenin eşsiz benzersiz yapısını bozar.
Kirke, Odysseus'a şunu tavsiye eder: "Eve geri dönmek
istiyorsan, önce Yeraltı Dünyası'na inmelisin. Oradan da Hades'e gidip Kâhin
Teiresias'ı bulmalısın. Dönüş yolunu bulmanda sana ancak o yardım
edebilir."
Kirke ona Yeraltı Dünyası'na giden yolu da tarif eder.
Odysseus hiç olmazsa Yeraltı Dünyası'nın kapılarına kadar ulaşabilen ender
kahramanlardan biridir. Bu kahramanlardan birkaç tanesiyle daha önce
tanışmıştık. Odysseus, Hades'in kapılarını bulur, kestiği bir koyunun kanını
oradaki bir oluğa akıtır ve soluk ruhların kan kokusuna gelmesini bekler.
Orada annesi Antikleia ve Troya Savaşı'nda düşen yiğitlerin
ruhları ile de karşılaşır. Fakat bu karşılaşmalardan bir tanesi özellikle
kayda değerdir.
Akhilleus'un ( Aşil ) ruhu da karşısına çıkmıştır.
"Odysseus" diye seslenir ona, "demek Yeraltı Dünyası'nın
kapılarına dayanacak kadar cesurmuşsun."
Odysseus da karşısındakinin büyük Akhilleus olduğunu fark
eder: "Bu halin nedir? Sana ne oldu?"
Ve Akhilleus ona şöyle der: "İnan bana: Burası, Hades,
inanılmayacak kadar can sıkıcı bir yer. Burası soluk, burası hiçlik. Kimse
büyük Akhilleus'a saygı göstermiyor. Büyük Akhilleus diğerleri gibi bir ruh
sadece. Dinle beni," der Akhilleus "şayet seçme şansım olsaydı,
burada gördüğün tüm ruhların kralı olmak yerine, dünyanın en verimsiz
toprağının en fakir çiftçisinin en önemsiz yamağı olmayı tercih ederdim. Çünkü
damarlarında kan akarken yaşanan en önemsiz ve değersiz hayat bile,
buradaki ruhların en büyüğü olmaktan binlerce kere iyidir. Odysseus, ne yapıp
edip, mümkün olduğu kadar uzun yaşamaya bak!"
Odysseus aldığı bu öğüt ile Yeraltı Dünyası'nı terk eder.
Gezginliğinin sonlarına doğru Kalypso'nun adasına geldiği zaman, Kalypso ona
sonsuz yaşam vaat edecektir. Odysseus ölümden sonra kendisini neyin beklediğini
bilmektedir, fakat içinde günün birinde Penelope ile buluşacağına dair
ufacık da olsa bir umut ışığı bulunmaktadır ve o bu ışığa doğru yürümeyi tercih
eder. Biliyoruz ki Odysseus hâlâ denizler üzerinde gezinmeye devam ediyor,
biliyoruz ki binlerce yıllık bir zamanı aşarak bize doğru geliyor. Odysseus
kişiliğinde "arayan insanı" simgeleştirmiştir; evlerini, aşklarını
arayan insanları, fakat belki de ne aradığını bilgeden arayan insanları. Bu
tür insanları simgeleyen başka bir motif olduğunu daha hatırlayalım:
Faust.
Odysseus, Sirenlerin adasının yanından geçmektedir.
Sirenlerin şarkılarını bir kere dinleyen bir insan, onların müptelası
olur. Silenler, başka hiçbir varlığın söyleyemeyeceği kadar güzel söylerler
şarkılarını. Onları dinleyen bir insan, kendisini onların adasına çıkmaya
mecbur hisseder, Sirenler de onu oracıkta parçalayıp yerer. Tüm sahil
kurbanların beyazlaşmış kemikleriyle doludur.
İnsanların en meraklısı olan Odysseus, ikisini de
istemektedir: hem hayatta kalmayı hem de Sirenlerin şarkılarını dinlemeyi. Aklına
tekrar bir kurnazlık gelir: Adamlarına birer parça balmumu vererek, bir şey
duymamaları için kulaklarını tıkamalarını ister. Kendisini de ana serene
bağlamalarını söyler.
"Bağlarımı çözmeniz için size yalvardığını zaman"
der adamlarına "onları daha da sıkı düğümleyin. Ne kadar çok
yalvarırsam, bağlarımı o kadar çok sıkılaştırın."
Böylece Odysseus'un gemisi Sirenlerin adasının yanından
geçer. Mürettebatın kulağı tıkalıdır ve bir şey duymaz, Odysseus ise
serene bağlıdır. Duyduğu acı ile bağlarının içinde kıvranır,
işittiği müziğe karşı duyduğu özlem ve arzuyla çığlıklar atar. O da
çok iyi bilir ki, en büyük zevklere sadece büyük bir acı ile katlanılabilir.
Böylece bu tehlikeyi de kazasız belasız savuştururlar.
Skylla ve Charybdis'in önünden geçer, orada mürettebatının
neredeyse tümünü kaybeder ve arkadaşları Helios'un sığırlarını kesip yedikleri
zaman, tümü yok edilir. Geriye sadece Odysseus kalmıştır. Çıplak, yalnız
bırakılmış Odysseus, Kalypso'nun adası Ogygia'da sahile çıkar.
Odysseus bu noktada Phaika Sarayı'ndaki anlatımlarına da son
verir. Hikâyesi son bulmuştur.
Phaika Kralı Alkinoos, Odysseus'a şöyle der: "On yıldan
sonra evine, İthaka'ya dönebilmen için sana yardım edeceğiz."
Burada Odysseus'un gezginliğine kısa, belki de biraz kıskanç
bir bakış fırlatsak pek fena olmaz sanırım: Demek gezginliği tam on yıl boyunca
sürmüştür. Bunun iki yılı Kirke'nin yanında geçtiğine göre, yedi yılı da
Kalypso'nun yanında geçmiş demektir...
Phaikalılar ona bir gemi verirler. Onların gemilerinin bir
dümenciye ihtiyacı yoktur, kendi yollarını kendileri bulabilirler. Odysseus
uyurken gemi onu İthaka'ya götürmüştür. Uyandığı zaman evindedir.
Ve burada Odysseia'nın yeni bir bölümü başlar. Odysseus
Phaikalılara hikâyesini anlatırken onu dinleyen bizler, oğlu Telemakhos'un
durumunu bir an için bile aklımızdan çıkarmamıştık. "Acele et" diye
bağırmak istiyorduk babasına, "hikâyeni çok fazla süsleme. Oğlun
tehlikede!"
Şimdi birden Odysseus ile aynı durumda olduğumuzu fark ediyoruz.
Artık Telemakhos'un başına neler geldiğini biz de bilmiyoruz. Acaba ne
yapıyor? Talipler onu ellerine geçirdiler mi? Onun için tasalanmaktan kendimizi
alamıyoruz.
Odyseia'nın bir veya iki veya sekiz şair tarafından mı
kaleme alındığı sorusunun beni pek fazla heyecanlandırmamasının gerçek sebebi
budur işte. Ne olursa olsun, ortaya son derece heyecanlı bir eser çıkmıştır.
Odysseus nihayet İthaka'ya ulaşabilmiştir. Umarız ki her şey
mahvolmamıştır, umarız ki Penelope taliplerden biri ile evlenmemiştir,
umarız ki Telemakhos hayattadır.
Odysseus eski dostu domuz çobanı Eumaios'un yanına
gider. Fakat Eumaios onu tanımaz. Kader efendisini tanınmaz hale getiriliştir.
Fakat köpeği Argos eski efendisini tanır ve o kadar sevinir ki olduğu yerde
çatlayıverir kalbi. Yüreğinden kanlar akarak ölür.
Telemakhos yaşamaktadır! İçimiz rahatlamıştır ve bir miktar
şaşkınlıkla baba-oğulun buluşmalarını seyrederiz. Daha önce de sormuştuk hani:
Acaba ihtiyar Homeros şimdi ne yapacak?
Ne de olsa bir edebiyatçı için son derece zor olan bir
durumla karşı karşıyadır, iyi, ama yeterince iyi olmayan bir yazar burada her
şeyi mahvedebilir. Peki, Homeros nasıl yapıyor? Çok kısa. Çok soğuk. Çok kuru.
Birbirlerine sarılırlar. Ama hepsi bu kadar. Sonra hemen taliplerin tepelenmesi
için planlar yapılmaya başlanır. Odysseus oğluyla buluşmasından
dolayı sevinç duymaktan ziyade, çiftliği için mi endişelenmektedir yoksa?
Hayır. Fakat tüm duygusallığımızı bir yana bırakarak gerçekleri görmeye
çalışmalıyız: Odysseus karşısında duran genç adamı hiç görmemiştir.
O bir yabancıdır. Sadece bir düşünce onu kendisine yakınlaştırmaktadır: O benim
oğlum. On yıl savaştan ve on yıl gezginlikten sonra bu gerçekten de soyut bir
düşüncedir. Telemakhos ise, şimdiye kadar hakkında sadece efsanevi
şeyler işittiği bir adam görmektedir karşısında. O da şöyle düşünmektedir: Bu
adam benim babam. Sonuç olarak bu da çok soyut bir düşüncedir. - Beni sürekli
olarak kendisine karşı sonsuz bir hayranlık duymaya sevk eden büyük şair
Homeros, sadece duygusal bir sahne yaratmak uğruna psikolojik gerçekleri feda
etmekten özenle kaçınmıştır.
"Çok kurnaz ve dikkatli olmak zorundayız oğlum"
dedi Odysseus. "Büyükbaban Laertes'i ve bize sadık kalan
insanların tümünü buraya getir, çünkü Pallas Athena'nın yardımıyla
Penelope'nin taliplerinin hepsini geberteceğiz."
Zavallı bir dilenci kılığına
giren Odysseus, konağındaki talipleri sefih talih oyunlan ve
kaba-saba şakalaşmalarla vakit geçirirken bulur. Sonra da
Penelope'nin umutsuzluk içinde kıvranarak taliplere son bir koşul öne sürmesini
işitir.
Şöyle demektedir Penelope: "Kim Odysseus'un yayını
gerip yan yana dizilen on yedi baltayı okuyla delmeyi
başarırsa,onu kendime eş olarak alacağım."
Bu koşulu yerine getirmeye hiç kimsenin gücünün yetmeyeceğini
bilmektedir. Fakat yine de talipler yarışma hazırlıklarına girişirler.
Odysseus'un yayı duvarda asılı olduğu yerden indirilir ve talipler teker teker
onu germeye çalışırlar. Fakat içlerinden biri olsun başaramaz bunu.
Bunun üzerine paçavralar içindeki dilenci ortaya çıkarak
şöyle der: "Yarışmanıza benim de katılmama izin verin!"
Talipler onun bu isteğini kahkahalarla karşılarlar, fakat o
ısrar eder: "Lütfen, şu yaşlı adama da bir şans tanıyın."
Talipler biraz eğlenmek maksadıyla ona izin verirler:
"Pekâlâ, geri zekâlı, dene bakalım."
Odysseus yayı alır, onu yağla iyice sıvar, esnekleşmesi için
ateşin üzerinde çevirir, kirişe bir ok takar ve tam on yedi baltanın içinden
geçirir.
Talipler daha ne olup bitiğini anlayamadan, ikinci oku
kirişe takmıştır bile. İkinci ok taliplerin elebaşı Kinik Antinoos'un boğazının
orta yerine saplanır. Başka bir talip olan Eurymachos, Odysseus'a engel olmak
ister ama kalbine saplanan bir okla olduğu yere yığılıp kalır.
Üst kattaki balkondan aşağı oklar yağmur gibi yağmaktadır
şimdi. Oğul Telemakhos, baba Laertes ve diğer müttefikler yetişmiştir.
Odysseus ve arkadaşları inanılmaz bir katliam gerçekleştirerek, taliplerin
tümünü bir teki dahi sağ kalmamak üzere oracıkta öldürürler. Taliplerle düşüp
kalkan hizmetçi kızları da kapıların kirişlerine asarlar.
Ve sonunda Odysseus ile Penelope birbirlerine kavuşurlar
Hikâyenin sonu gelmiştir, Odysseia'nın sonu gelmiştir. Ne yazık ki her ikisi de
bileklerine kadar kan içinde duruyorlardı.
Penelope, Odysseus'u tanımaz, çünkü o hâlâ perişan dilene
paçavralarının içinedir.
Odysseus bir adım yaklaşır ona: "Ben senin kocanım. Ben
Odysseus'um."
Fakat Penelope ona inanmaz, inanamaz. Korku ve şüpheyle
doludur. Onu sınamaya karar vermiştir: "Pekâlâ, sen gerçekten de oysan, o
halde sadece ikimizin bildiği bir sırra da vakıf olmalısın. Fakat bu sırrın ne
olduğunu bana yarın anlat. Bugün yeteri kadar macera yaşadım. Şimdi hayatta
kalan hizmetçi kızlara haber vereceğim ve karyolanı yatak odamızdan dışarı
taşıtacağım. Yarın bana sırrımızı anlattıktan sonra, şayet senin gerçekten
Odysseus olduğuna ikna olursam, karyolanı tekrar yatak odamıza taşırız."
Odysseus öfkeden deliye dönmüştü: "Karyolamı yatak odamızdan
taşıtmak da ne demek oluyor! Yoksa bir değişiklik mi yaptırdın? Karyolamızın
ayrılmasının mümkün olmadığını unuttun mu? Onu yatak odamızdan dışarı
çıkartamayız, çünkü onu büyük bir zeytin ağacının gövdesinden tek parça
olarak kestirmiştik."
Penelope'nin öğrenmek istediği sır buydu işte.
O anda Pallas Athena ortaya çıkar. Perişan bir dilenci
görünümündeki Odysseus, aniden eski anlı şanlı kahramana dönüşmüştür.
Sevgililer birbirlerinin kollarına atılırlar. Artık kavuşmuşlardır... [2]
[1] Michael KÖHLMEİER, Tanrıların Masalları, 1.
Baskı, Yurt Kitap – Yayın, Ankara, Ekim, 2004, s. 125- 135
[2] Michael KÖHLMEİER, Tanrıların Masalları, 1.
Baskı, Yurt Kitap – Yayın, Ankara, Ekim, 2004, s. 125- 135