MİNYATÜR'ÜN TEKNİĞİ
YAZAN: HÜSEYİN T AHİR - ZADE BEHZAD
Orta çağda yazma kitapların fasıl başlarındaki tezyinatta kullanılan' boyanın esası «Minium}) olduğu için o teyyinata «Minyatün) adı verilmiştir. Sonradan tezyinata altın ve gümüş karıştırılarak tezhip vücuda getirilmiştir. Birçok kimse minyatürü “ Mignom “kelimesi ile karıştırırlar ve minyatürün ufak resim, yani minyon olduğunu zannederler. Hâlbuki bu düşünce yanlıştır. Eğer minyatür kelimesi minyon kelimesinden gelmiş olsaydı her ufak yapılmış resme ve fotoğrafa minyatür denmesi gerekirdi.
Minyatür, hususi bir üslupta yapılmış olan resimlere denir. Tezhip kelimesi Türkçede yaldızlamak, süslemek kelimesi ile karşılanır; fakat minyatür kelimesinin Türkçede, Arapçada ve Farsçada karşılığı yoktur.
Minyatür, hikâye, şiir ve tarihin canlı tercümanıdır. Şiirde daima his ve hayal vardır; eğer bu olmasa şiir olamaz, okuyan ve dinleyen üzerinde tesir uyandıramaz. Bir şairin duyduğunu, düşündüğünü ve gördüğünü herkes göremez, duyamaz ve düşünemez. O duygular, yalnız şaire mahsustur. Şair, hayal âleminden ilham alır ve o ilhamın tesiriyle herkesin göremediği şeyleri görür ve cemiyete kıymetli armağanlar getirir.
Minyatüre gelince, şiir ve edebiyatın canlı bir timsali ve tecellisi olduğu için, ayni his ve hayal ile meşbudur. Minyatür nakkaşı, şair ve edibin yazdığını düşünerek ve o eserleri göz önünde tutarak realitenin ve tabiatın üstünde eserler vücuda getirir. Yeryüzünde olmayan, şairin yaratıcı muhayyilesinden doğan varlıkları, büyük bir cüret ve maharetle tersim eder: Mesela cin, peri, melek, ejderha, dev zümrüd-ü anka, cennet, cehennem vesaireyi kıssaya, hikâyeye ve efsaneye uygun olarak pek nefis bir şekilde nakşeder. Göğün mavi rengine altun sarısı bir renk verdiği de olur. Bu tarz bazı kimseler tarafından tenkit edilmiştir. Hâlbuki bu şekildeki bir tersim, şairin «güneş altun ışiklarını gökyüzüne saçıyordu> cümlesindeki tasvirinden farksızdır.
Minyatürde resmetme sanatının birçok fenni kaideleri ihmal edilmiştir; mesela perspectif, anatomi, proportion, ışık-gölge gibi kaidelerden vazgeçilmiştir. Fakat bunların yerine incelik, renklerin ahengi, .mevzuun sarihliği, boyaların dayanıklılığı ve parlaklığı gibi daha güzel şeyler konulmuştur. Tersim kaidelerine riayet edilmemesini, minyatürün noksanlığına ve nakkaşın aczine, bilgisizliğine yoranlar olmuştur. Bu görüşün doğru olduğunu zannetmiyorum; zira bir sanatkâr, büyük bir maharetle sihirli fırçasının kudreti ile koca bir alemi küçük bir sahifeye sığdırmağa muvaffak olur da tersim kaidelerine nasıl vakıf olmaz? Eski minyatürlerde öyle resimlere tesadüf olunur ki, onların desenini çizmek, bugün her ressamın harcı değildir. Bunu bir ınisal ile izah edelim': Bir şair veya edip, bir padişahın sarayını tasvir ederken; bu muazzam sarayı, sarayın altun ve gümüşle süslenmiş kapı ve duvarlarını, padişahın murassa tahtı üzerinde azamet ve ihtişamla oturuşunu, tahtın, türlü mücevherlerle süslenmiş halini, padişahın üzerindeki elbiseleri ve başında bulunan inci ve elmaslarla donatılmış tacı, sarayda bulunan sırmalı, ip ekli elbiseli halkı, vezirler ve emirleri, rakkase, sazende, hanende ve sakileri... Daha sonra sarayın dışını, bahçesini, bahçedeki ağaçları, ağaçların zümrüt gibi yeşil yapraklarını, üzerlerindeki renk renk güzel kuşları, fıskiyeli havuzları, çiçekleri ve diğer detayları, hiç olmazsa, bir kaç sahifede tesbit edebilmiştir; hâlbuki bu sahneyi, vücudagetiren nakkaş, sahifeler dolduran tarif ve tavsifi tekbir sahifeye sığdırmış, üstelik bütün teferruatı da göstermiştir. Sarayın içini, dışını, taht ve taciyle, bütün azamet ve heybetiyle padişahı, saraydaki şahısların hepsini tersim etmiş, gene ayni sahifede sarayın bahçesini, bahçedeki ağaçları, ağaçların yapraklarını, yaprakların damarlarını, ağaçların üzerindeki kuşları, kuşların tüylerinin güzel renklerini, havuzları, fıskiyeleri, çiçekleri, velhasıl bir kaç sahifede okuduğu şeyleri en ufak teferruatına kadar gayet kudretli bir desen, güzel ve parlak renklerle yaratmıştır. Bu minyatürü yapan sanatkâr, tersim kaidelerini feda etmiş olmasaydı, bu kadar mufassal bir sahneyi yaratmak için bir kaç minyatür yapmak mecburiyetinde kalırdı,. Perspektif e ve planlara, yani ilmİ kaidelere ve tersimata riayet etmiş olsaydı, ön plandaki şahısla~1 ve eşyayı tersim eder, ikinci ve üçüncü planları ihmal etmek mecburiyetinde kalırdı. Halbuki nakkaş, bu kaideleri ihmal etmek suretiyle, tabiatın fevkinde bir şaheser vücuda getirmiştir. Gölgeye gelince : Sanatkarernek sarfiyle vücuda getirdiği nefis ve zarif tezyinatın bir kısmını gölgeyle kapatmak yahut gölge gibi bırakmakla, o güzel manzaraya halel getireceğinden, gölgede~ vaz geçmiştir. Klasik tabloda ressamın anatomiye riayet etmesi şarttır; zira klasik tabloda rac-' courcissement'ın tatbiki mecburidir. Minyatürde minyatürün güzel ve zarif olması düşünüldüğün-' den, rakursisman ise, minyatürün güzel görünmesine mani olduğundan buna yer verilmemiştir.
Minyatürde proporsiyon yoktur; çünkü minyatür, şiirdeki mecazların yerini tuttuğundan" onları aynen yaratmak ister; mesela şair, sevgilisinin ağzını mevhum bir nokta, ya~aklarını elma,; gözlerini bağdem, belini bir kıl kadar ince, boyunu servi gibi tahayyül ederek nazma çekmiştir. Bunun gibi minyatürde de ayni vasıfları müşahede etmekteyiz. Hülasa olarak denebilir ki, minyatür sanatında) şiirin mübalağalı his ve hayallerinin inceliklerini vücuda getirebilmek için tersim, kaideleri ihmal edilmiştir. Minyatiir sanatı, gayet geniş bir sahaya şamil olup, derin bir incelemeyi gerektirir. Bir minyatüre baktığımız zaman eski devirde yaşamış insanların adab, ahlak ve adetlerini, giyiniş tarzlarını, elbiselerinin şeklini ve kumaşların üzerindeki tezyinatı görürüz. Bir minyatüre on kere bakılsa her bakışta yeni şeyleri görmek mümkündür. Minyatürdeki incelikler: Saç ve sakal için nakkaşın kullandığı fırçamn kılı en incesinden seçilir. Minyatürün esasını ince çizgiler teşkil eder; bunları ihtiva etmiyen bir minyatür, minyatür değil, sadece basit bir resimdir. Yalnız sade bir boya sürmek suretiyle yapılan resimlere minyatür demek doğru değildir. Saç ve sakaldaki inceliklerin, elbiselerdeki kıvrımların gayet zarif ve muntazam çizgilerle yapılması minyatürde esastır ve uslfıp şartıdır.
MİNYATÜRDE KULLANILAN BOYALAR
Minyatürde kullanılan boyalar toprak boyasıdır. Boyalar muhakkak tabii olacaktır; sentetik boyalar yani akvarel boyaları minyatürde kullanılmaz; zira minyatürde boyalar üst üste sürülür; eğer bu, sentetik boya olursa, bir birine karışır ve istenilen şekil hasıl olmaz. Toprak boyalar evvela sert bir taş üstünde çok dikkatli olarak ve yalnız 'su ile eritilir; sonra fincanlara konulur. Boyaların sabit olması için eski zamanlarda XIV - XVII. '-asırlarda ve XVIII. asır sonlarına kadar, yumurta sarısı kullanılmıştır. Yumurta sarısı karıştırılmış boyalar, gayet sabit ve parlak olduğu gibi minyatürdeki resimlerde bir parça kabartma hali husule getirir ki, bu hal çok makbuldür. Bu şekilde yapılan minyatürlerin, renkleri adeta fırında yapılmış mine gibi canlı ve şeffaftır, ve boyalar zamanla kaynaşmış yekpare olmuştur; öyle ki, o minyatürlerin üzerine kazara su dökülür ve bu su derhal kurutma kağıdıyla kurutulursa minyatürde bozukluk hâsıl olmaz~; yalnız yum)lrta sarısı ile hazırlanan boyalarda, her kullanışta taze yumurtalı boya hazırlamak mecburiyeti gibi bir güçlük vardır; zira yumurta karışmış boya kuruduktan sonra ikinci defa kullanılamaz, yani yumurtalı boya kurursa tekrar karıştırılamaz. 'İşte bu güçlük göz önüne alınarak sonraları yumurtadan vazgeçilmiş ve onun yerine tutkal kullanılmıştır. Tutkal (Bain marie) usulü ile suda eritilir ve içerisine bir damla saf pekmez veya iki damla üzüm suyu karıştırılır. Bu usülde yapılan boyalar kuruduktan sonra istendiği zaman tekrar su ile eritilir ve kullanılabilir. Tutkal suyuna pekmez veya üzüm suyu karıştırıldığında, boyalarda bir parlaklık husule gelir ve mühre sürüldüğü zaman boyalarda bir güzellik hasıl olur. Hâlihazırda İran'da yapılan minyatürlerde kullanılan boyalar, tutkal suyu İle hazırlanmaktadır. Duyduğuma göre son zamanlarda yumurta ve tutkal yerine minyatür boyalarına zamk-ı arabi karıştırıldığı. İleri sürülüyormuş; tabii başlangıçta kolaylığı dolayısıyla, öğrenmek için bu tarzda boya hazırlanırdı; fakat esaslı minyatür yapmak için' muhakkak turkal suyu ile hazırlanmış boya kullanılır; zira zamk-ı arabi ile hazırlanmış boyalar parlaklıktan mahrum olduğu gibi zamanla da kararmağa mahkûmdur. Mamafih başlangıçta boyanın letafetini kaybetmesi ve kararması herkes tarafından fark edilmez; ancak, zamanla karardığı vazıh olarak görülür; bundan başka zamk-ı arabi ile hazırlanmış boyalara mühre sürülemez. Çünkü parlatmak için mühre sürüldüğünde mühre, üzerinde yürümez ve parlamaz. Nitekim altunu da jelâtin suyu ile hazırlamak lazımdır. Bilhassa lake işlerinde vernik sürülmek mecburiyeti vardır. Zamk ile hazırlanılış boya üzerine vernik sürüldüğünde vernik altındaki boya çatlar; bazen dökülür bile. Lake işleri, cilt, kalemdanlık, ve çekmece, dolap kapakları, çiçeklik ve ocak yaşmakları. Gibi işlerdir. Bazıları kolaylık olsun diye boyaları zamk ile hazırlamakta ve bu usulü doğru bir usul ve kaide olarak telakki etmektedirler.
Şemseddin Sami, Fransızcadan Türkçeye lugatınqa «Miniature» kelimesini şöyle tercüme etmiştir. «Zamklı suda münhal boyalarla küçük resimler tersim etmek fenni. Bu suretle yapılmış resim, küçük ve musanna şey. Narin bedenli ve zarif adam». Bu tercümeyi görenler, minyatür boyalarının zamk-ı arabi ile yapıldığına hükmetmişlerdir. Topkapı sarayında bulunan Hüner name’deki minyatürler, tutkal suyu ile hazırlanmış boyalarla yapılmıştır. Harb-i umumide o minyatürleri, Harbiye Nazırı Enver Paşa için kopye etmiştim. O zamanki tetkikatının neticesinde bunların tutkalla hazırlanmış boyalar olduğunu anlamıştım .. Minyatürde akarsular, gümüş suyu ile yapılmıştır; zira gümüş de altın gibi eritilir, kâğıt üzerine sürülür ve mührelendiği zaman aynen su gibi parlar. Yalnız gümüşte asit olduğu için zamanla kararır. Eski minyatürlerde sular, hep gümüşle yapılmıştır. Bazı kitap sahifelerinin etrafındaki cetvellerde kesikler gö~e çarpmaktadır. Bunların, tirlin (cedvel kalemi)'in, kâğıdı kesmesiyle meydana geldiği zannedilir; hâlbuki o kesiklikleri boya yapmıştır; bu boya, yeşilolup bakırdan elde edilmiş gayet güzel ve parlak bir boyadır. İşte o yeşil boyanın asidi, kâğıdı hattın geçtiği yerden kesmiştir ki bu yeşil boyaya «jengar» denir.
MİNYATÜRDE KULLANILAN FıRÇALAR
Eski zamanda sanatkâr, fırçasını da, boyası gibi, kendisi yapardı. Bugün de İranda minyatür ve tezhib yapan sanatkârlar, fırçalarını kendileri yapmakta, Avrupa fırçası kullanmamaktadırlar.
Minyatür fırçaları üç aylık beyaz kedinin ense tüyünden yapılır. İnce tahrir yapmak, ince çizgileri çizmek ve boya kullanmak işlerine yarayan fırçalar ayrı ayrıdır. Beyaz kedinin ensesinden alınan kıl, istenilen işin fırçası olmak üzere düz bir porselen üstünde tertibe konur ve ince bir ibrişim ile bağlanır; bağlanan yer, bir parça tutkal suyuna batırıldıktan sonra, güvercin kanadının ucundaki uzun yeleklerden hazırlanmış kalemin içerisine yerleştirilir ve istenilen uzunlukta kalemin ucundan dışarı çıkarılır; böylece fırça imal edilmiş olur. Fırça yapıldığı zaman tüyler, porselen üstünde öyle tertibe onulur Ki, fırçanın ucundaki tek bir kıl, ince işlerde kullanılır. O tek kıl körlendikten sonra bu fırça, boya sürme işlerinde kullanılır. Daha düne kadar yerli cetvel kalemleri kullanılırdı. Bu cetvel kalemleri (Tirlin) çelikten yapılır ve kolay kolay körlenmez, aşınmazdı. Velhasıl. Şark sanatkârları sanata ait bütün ihtilaçlarını kendileri temin eder, ne boya bakımından, ne de fırça bakımdan Avrupa’ya ihtiyaç hissetmezlerdi.
MtNYATÜR KAGIDI
Minyatür için, parşömen denilen ipekli kâğıttan başka, yumurtalı ve aharlı kâğıt yapılır.
Yumurtalı kâğıt yumurtanın akı ile yapılır. Bunun için yumurta akı bir fincan içine dökülüp bir miktar şapla karıştırılır, o kadar karıştırılır ki yumurta akı üzuciyetini kaybedip su haline gelir. Su haline gelen bu mayi kâğıda sürülür, kâğıt kuruduktan sonra çukur ve kuru cevizden yapılmış bir tahta üstünde mührelenir; mührelendikten sonra kağıtta bir parlaklık ve saflık hasıl olur. İşte o kâğıt üzerinde minyatür, tezhip ve yazı, gayet güzel görünür ve güzel parlar.
Aharlı kâğıt ise, şekersiz ince"nişasta, kağıt üzerine sürülerek aynen yumurtalı kağıtta olduğu gibi mührelenmek suretiyle elde edilir. .
Gayet ince zerefşan kâğıdı yapmak için, bir fincan içine bir miktar toz yaldız konur; o toz yaldızın içine bir adet nohut atılır, sonra fincanın ağzı bir bezle kapatılır; kağıt üzerindeki nişasta kurumadan fincan içindeki yaldız nişastalı kağıdın üzerinde çalkalanarak gezdirilir, bezden elenen yaldız nişastanın üzerine serpilmiş olur; yaldızı muntazam bir şekilde serpmek lazımdır ki, bazı yerlerde az, bazı yerlerde çok olmasın. Nişasta kuruduktan sonra kâğıda mühre sürülür, bu surette kâğıt parladığı gibi, yaldızlar da parlamağa başlar ve gayet güzel bir zerefşan kâğıdı husule gelir.
MİNYATÜRÜN YAPILIŞ TARZI
Klasik tablolarda olduğu gibi, minyatürde de, yapılacak mevzu, önce esquisse olarak bir kâğıt: üzerine çizilir, hakiki şeklini aldıktan sonra da asıl sahifeye çizilir. Eski zamanda kurşun kalemiı olmadığı için desen, ince bir fırça ile uhra denilen boya ile - ki terre de sienne rengindedir _ tersim edilirdi. Siyah veya kahverengi boya ile kat'iyyen desen çizilemez; zira bu boyalar altın ve başka boyalara tesir eder ve onları bozar. Desen muhakkak kiremit rengi olan terre de sienne boyası ile çizilmelidir. '
Bunun gayet ince çizilmesi de ayrıca esas şartıdır. Sonra evveli altın kullanılır. Zira boya sürüldükten sonra altın sürülürse güzel parlamaz. Altın işi tamam olduktan sonra diğer boyalar sürülmeğe başlanır; tabii, renklerin ahengine ehemmiyet verilir ve çok itina edilir. Boya işi bitince, saç sakal gibi gayet ince işler yapılır. Saç ve sakaldaki kıllar birer birer, fırçanın ucuyla, evveli çok hafif, sonra biraz kuvvetli olarak yapılır. Minyatür sanatına vukufu olmayanlar saç ve sakalda da elbise boyar gibi boya sürüldüğünü ve bu suretle minyatür yapıldığını zannederler ki buna minyatür denemez.
Sonra husus! Üslubu ile elbiselerin etrafı ve kıvrımları yapılır; daha sonra~ elbise1erin üzerindeki tezyinata ve altın işlemelere başlanır; en sonunda da ağaçlar, çiçekler vesaire yapılarak, eser tamamlanmış olur.
HÜSEYİN T AHİR - ZADE BEHZAD: https://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/740/9447.pdf
Bu yazı : HÜSEYİN T AHİR - ZADE BEHZAD: https://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/740/9447.pdf den yapılmış bir alıntıdır. Yazarına ulaşılamadığından izinsiz paylaşılan bu yazı YAZARI TARAFINDAN YAYINLANMASI İSTENMİYORSA KALDIRILACAKTIR. Yazının Her Türlü Kullanım Hakkı Yazarına aittir.
Not: Geleneksel ve Güzel Sanatlarla ilgili, Tez, yazı, İnceleme, Resim,Tablo, kaligrafi, ebru, Fotoğraf, minyatür, hat, sedef, el işi, oya, bezeme, Telkari, kazaziye benzeri çalışma ve araştırmalarınızı, sitemize üye olarak , bize başvurarak ESA'da paylaşarak kültürümüze katkıda bulunabilir, kendinizi ve ürünlerinizi tanıtabilirsiniz.
BAŞVURU İÇİN : ESA, İLETİŞİM veya [email protected]