Nakkaşlar, kitaplara boyalı resimler ve minyatürler yapan sanatkârlardır. Nakkaşlık, bir resmin, motifin, desenin veya yazının kalem ya da kesici aletlerle kâğıtlar veya materyaller üzerine çizilmesi sanatıdır. Nakkaşlık dekoratif ve tatbiki sanat türü olarak kabul edilmekte, günümüzde ise eşyaların süslenmesi şeklinde devam etmektedir. [1]Nakkaşlıkla uğraşan sanatkârlara da nakkaş denmiştir. Tanımından da anlaşılacağı gibi tezhip, hat, bezeme, gravür ve minyatür sanatları nakkaşlık ile ilgili sanatlar olmuşlar bu sanat dallarını resim ve minyatürle ilgili olarak da kullanan sanatçılara da nakkaş denmiştir. Nakkaşlar ya mekanik usulle veya elleri ile kâğıt, duvar, metal, taş, tahta, cam üzerine dekoratif süslemeler yapan veya resimler çizen sanatçıların genel adı olarak kullanılmıştır.
Batı kültüründe nakkaşlığın metal veya bakır malzeme üzerinde iğneyle yapılan tekniğine gravür, taş üzerine çizimlerine litografi, ağaç üzerine çizimlerine ise ksilografi adı verilir. Nakkaşlık sanatının ağaç, metal, seramik, metal tabakalar, hayvanların kemikleri, plastikten hazırlanmış değişik malzemeler, üzerinde de uygulanan yöntemleri de bulunmaktadır.
Nakkaşlık sanatı - mücevher kutusu, kalemlik, kutu, ayna, rahle, kürsü, musiki aletlerinin yanı sıra mimari elementler (sütun, sütun başlığı), eyvan vs. yapımında da kullanılan, tombak ve mine sanatları, tezhip ve diğer süsleme sanatları ile de ilgisi vardır.
Günümüzde nakkaşlık sanatında kitap dizaynı (kitapların düzenlenmesi), tezgah baskısı (bir nüsha halinde yapılmış eserlerin nüshalarının çıkarılması), bilimsel araştırma grafiği (bilimsel tablolar, paftalar, şemalar, haritalar, eğitim tabloları vs.) yöntemleri kullanılmaktadır.
Önceki devirlerde kesme ve dövme yöntemiyle yapılan nakkaşlık, desenlerin veya yazıların kullanılan malzemeler üzerine kabartmalı (rölyefli) veya materyalin derinine emilme yöntemiyle yapılırken sonraki zamanlarda çizim yoluyla desenler yapma şekline dönüşmüştür.
Türklerde nakkaşlık, Uygurlara ve Uygur resim ve minyatür sanatı devresine kadar uzanır. Nakkaşlık ve Tezhip sanatı yan yana iki kardeş meslek olmuş, birisi diğerini geliştiren iki meslek olarak bir arada bulunmuştur. Tezhip ve Nakkaşlık sanatı Uygur Türklerinden beri kültürümüzde olan sanat dallarıdır. Bu sanat dallarımız Uygur kültüründen Anadolu’ya “ Selçuklularla İran üzerinden Anadolu’ya ulaşan ve burada daha önce yaşamış medeniyetlerin kalıntılarını bulan tezhip sanatı, onu uygulayan sanatkârların bu etkileri kendi millî zevklerine dönüştürmesiyle gelişmesini sürdürmüştür”[2]
İslamiyet en önceki devre ait bu resim, süsleme, nakkaşlık ve minyatür teknikleri ile yapılmış bazı pano ve cam süslemelerinin Selçuklu Türklerine ait bazı eserlerde de görüldüğü dikkati çekmektedir. Kars Müzesinde ve Konya’daki Selçuklu saraylarında bulunan çini ve panoların bazıları Uygur Türklerinin yaptıkları duvar resimleri ile minyatürlerine çok benzemektedir. Çekik gözlü insan figürlerinin olduğu Selçuklu minyatürleri ile Uygur resimleri arasındaki bağlantılar üzerinde duran bir araştırmacımız da henüz çıkmamıştır. Uygur minyatürlerindeki insan figürlerinin benzerleri olan bu resimlerin irani kökenli olmayacağı çok açıktır.
Bu hususlara rağmen nakkaşlık ve sanatı Türklerin İslamiyet’i kabulünden sonraki evrelerinde yeni bir boyut kazanmıştır.
Nakkaşların büyük bir ihtimalle Orhan Gazi zamanından beri sarayla irtibatlı oldukları söylenebilir Buna rağmen Nakkaşlık sanatının özellikle İstanbul’un fethinden sonra önem kazandığını da kabul etmek gerekir. Evliya Çelebi’nin “Esnaf-ı nakkaş-ı musavveran dükkân 4, nefer 40, pirleri yoktur. Zira suret yazmak şeriatımızda memnudur. “ sözünde ifade ettiği gibi nakkaşlık ve minyatürcülük pek rağbet görmese de Osmanlı kültürü içerisinde belli başlı bir sanat dalı olmayı yine de başarmış, nakkaşlık Osmanlı devrinde 1826- 27 yılına kadar icra etme yetkisi sadece Müslümanlara verilmiş olan sanat dallarından biri kabul edilmiştir.
Evliya Çelebi’den ulaşan bilgilere göre nakkaşlık sivil hayatta da görülen bir meslektir. 17 yy da ve İstanbul’da dört dükkan ve kırk nakkaştan oluşan bu loncanın adı "Esnafı, Nakkaşânı Musavveran’dır dır. Osmanlı nakkaşlarının çizimleri sadece sayfa veya duvar resimciliği ile sınırlı kalmamış, tezhip, kitap kabı, çini, taş işçiliği, kalem işi, ağaç işçiliği, ağaç oymacılığı halı ve kumaş desenleri, kemha kumaşlarının desenlerinde, kuyumculuk ve maden işçiliği dallarında da kendini göstermiştir.
Topkapı Sarayı’ndaki Nakkaşhane’de çalışan sanatkarların görevleri , kitapların minyatürlerle süslenmesi, cami, köşk, medrese ve sarayların tezhip, hat bezeme işlerinin yapılmasıydı.. Fatih döneminde saray nakkaş hanesinde beş yüz kadar ustanın çalıştığı kaynaklardan elimize ulaşan bilgiler arasındadır.
Nakkaşlık, Osmanlı kültüründe ve sanatında daha çok kitap resimleri yapan sanatkarlar için kullanılan bir tabirdir. Nakkaşlar İpek, ibrişim, renkli tire ve yünlü elişi gibi işlere denildiği için bu işleri yapan sanatkârlara da nakkaş denilmiştir. Nakkaşlık kitap, cilt, pano ve çini süsleme anlamında İran kültüründe ilerlemiş, Selçuklunun İran’a hükümranlığı, Osmanlı İran münasebetleri yollarından Osmanlı ve Türk kültürüne de girmiş, Yavuz’un Tebriz’e girip İranlı nakkaşları İstanbul’a göndermesi ile yeni bir dönem daha başlamıştır.
Nakkaşlar pek çok zaman Tezhip sanatçıları ile birlikte çalışmışlar, müzehheplerle birlikte el yazması kitapları birlikte süslemişlerdir. Müzehhepler ise hüsn-i hat murakka’larını, levhaları, serlevhaları ve tuğraları boya ve ezme altınla tezyîn eden sanatçılardır.
Osmanlı kültüründeki nakkaşlık işlerinde ve minyatürlere daha çok bitkisel motifler, lale, sümbülî değişik yaprak modelleri, manzara, mimari (kale, saray, ev gibi) cansız varlıklar ve tabiat manzaraları nakşedilmiştir. Buna rağmen padişahların, esnafların çeşitli sanat dallarının, iş kollarının, sünnet, düğün bayram, eğlence merasimlerinin, ordunun, savaşların, sarayın saray görevlilerinin saray hayatının, sünnet düğünlerinin yapılan eğlencelerinin, Osmanlı kültür, katmanlarını oluşturan kadın, çelebi, müzisyenler vb, ile şehirlilerin, ahalinin, resmedildiği minyatürlerin sayısı da az değildir. Saray hayatını anlatan elçi kabulleri, düğün ve sünnet şenlikleri, padişahları av, cirit, ok atarken gösteren minyatürler, ordu alayları, ordunun geçtiği, konakladığı ve savaştığı yerler, menziller, şehirler, gemiler, donanma ve limanlar da resmedilmiştir.
Osmanlı minyatür sanatında Saz Üslubu denilen süsleme üslubu ise Yavuz Selim’in Çaldıran Savaşından sonra Tebriz’deki pek çok sanatkârı İstanbul’a gönderdikten sonra ortaya çıkan bir süsleme üslubu olmaktadır. Tebriz’den gönderilen münakkaşlar arasında olan Nakkaş Şahkulu’nun
Oluşturduğu bu üslup “orman dünyasını andıran yaprak, çiçek ve hayvan motiflerinin iç içe geçitiği zengin bir tasvir gücü ortaya çıkarılmıştır. Nakkaş Şahkulu ’nun düzenlemelerinde motiflerin tek tek görülmesi yerine yoğun ve birbiri içine geçmiş bir bütün halinde görülmesi bu üslûbun en önemli özelliklerinden biridir.[3] Bu yoğun desen içinde ortaya çıkarılmak istenen motif farklı boyama tekniğiyle belirginleştirilir. Çok ender görülen hafif renk kullanılır. Bu üslûbun en çarpıcı özelliği ise âharlı kâğıt üzerine sadece altın ve is mürekkebi kullanılarak işlenen hareketli desenlerden meydana gelmesidir.”[4]
Türk minyatür sanatında bir ekol oluşturan Şahkulu’nun adı ve hatırası İstanbul tarihi yarımadada Şahkulu Mh. ve Beyoğlu ilçesine bağlı Nakkaş Çıkmaz’nda hala yaşmaktadır.[5]
Doğu minyatürlerinde bulunan masalsı ve abartılı süslemeler Osmanlı minyatür ve resim sanatında ilgi görmemiş buna rağmen bazı İranlı nakkaşların sayesinde sımurg, kuş, ejder ve yılan motifleri, hayal mahsulü çeşitli orman hayvanları, periler de Osmanlı resim ve minyatür sanatına girmiştir. Buna rağmen Osmanlı minyatürleri doğaya ve konulara gerçekçi bakmışlar ve gerçekçi minyatürler yapmışlardır
Nakkaşlar, eserlerini sadece kitaplar için yapmamışlar, , sarayların, konakların ve köşklerin çeşitli yerlerini de bezemler, çiçek desenleri, bitkisel motifler, soyut şekiller, vb ile süslemişlerdir. Topkapı Sarayının bazı bölümlerinde ve duvarlarında görülen duvar resimleri, daha sonra evlere, konaklara da yapılmıştır.
Osmanlının yetiştirdiği; Sinan Bey, Baba Nakkaş, Kara Memi, Nakkaş Osman, Matrakçı Nasuh, Seyyid Lokman, Levni gibi nakkaşlar Osmanlı kültüründeki en önemli nakkaşlar olarak dikkati çekmektedir.
KAYNAKÇA