Resim, edebiyat, müzik, sinema, mimari, heykel, tiyatro ve bazı diğer sanat dallarına da yansıyan bir sanat anlayışı olarak belirmiştir. Özellikle resim alanında kendini gösteren bir sanat anlayışı olarak belirir. Bu bakımdan doğanın olduğu gibi temsili yerine duyguların ve iç dünyanın ön plana çıkarıldığı 20. yüzyıl sanat akımı. Politik istikrarsızlık ve ekonomik çöküntü ortamında Almanya'da pozitivizm ve natüralizm ve empresyonizm akımlarına karşı olarak ortaya çıkmıştır. Batı dünyasındaki haksızlık ve zulümlere karşı sübjektif ve hissî bir dünya görüşüne dayanan ve 20. yüzyılın ilk çeyreğinde ortaya çıkan sanat eğilimi olarak önce resim sanatında daha sonra da diğer sanat dallarına sıçrayan bir tür sanatsal bir başkaldırı niteliğinde yaygınlaştı.
1900–1935 yılları arasında gelişen akım doğayı ve toplumu nesnel bir bakış açısıyla betimlemeye karşı çıkarak, öznel ya da içsel gerçeğin yansıtılmasını savunmuştur. Özellikle Almanya'da sanat dallarının hepsinde etkili olan akım hem sanatta, hem de toplumda kabul edilmiş biçim ve geleneklere bir başkaldırı niteliği taşımaktadır. Akım, özellikle yaratıcı, yetenekli sanatçılara yeni bir düzenin ve yeni bir insanın yaratılmasında öncülük yapma gibi ince bir görev yüklemiştir.
İlkin resim sanatında ortaya çıkan dışavurumculuk daha sonra diğer sanat dallarına da sıçrar. Eski dönemlere ait sanat ürünlerinde, nahif ve ilkel sanatta ve çocuk resimlerinde ilk belirtileri görülen, dışavurumculuk; en yetkin ve güçlü anlatıma görsel sanatlarda kavuşmuştur. Çizgi ve renk doğadan bağımsız kılınarak duygusal tepkileri yansıtmak amacıyla olabildiğince özgür bir biçimde kullanılmıştır. Kalın boya hamuru, yoğun renk, karşıt değerler ve biçimleri bozma (deformasyon) dışavurumculuğun en tipik özellikleridir. Vincent van Gogh'un resimle birlikte duygularını da anlatması nedeniyle bu hareketin öncüsü kabul edilir.
Bu akımın ilk belirtileri 19. yüzyılın sonlarında Van Gogh, Munch, Ensor ve Toulouse-Lautrec’in bâzı eserlerinde görüldü. Zamanla Almanya’da gelişti. 1905’te, Kirchner, Heckel, Schmidt-Rottluf, Pechstein, O. Mueller ve Nolde, Die Brucke topluluğunda bir araya geldiler. Bu sanatçıların resim ve gravürlerindeki ayırt edici özelliği; renklerin gerçekdışılığı, çarpıtmalar, insan yüzünün ve manzaraların dikkat çekici bir stilizasyonla verilmesi oldu. Buna karşılık, Münihli ressamlardan (Kandinsky, Marc, Macke, Jawlensky) meydana gelen Blaue Reiter topluluğu da Die Brücke’nin yanı sıra aynı ölçüde renkli, fakat daha akılcı, daha az kötümser ve kısa bir süre sonra da soyut araştırmalara yönelecek olan bir sanat anlayışından yanaydı. O dönemin Berlin’deki sanat ortamında, ekspresyonizmle, fovizm, kübizm ve fütürizm arasında pekçok ilişki vardı.
Daha 19. yüzyılın sonlarında Van Gogh, Edvard Munch, James Ensor, Toulouse-Lautrec gibi ressamların yapıtlarında belirmeye başlayan Dışavurumculuk, 20. yüzyılın başlarında Almanya'da, bir düşünce ve sanat hareketi niteliği kazandı. 1905'te Kirchner, Heckel, Schmidt-Rottluff, Pechstein, Mueller ve Nolde adlı ressamlar, Dresden'de "Die Brücke" (Köprü) adlı bir sanatçı topluluğu kurdular. Bu tarih, Dışavurumculuk'un başlangıcı kabul edilir.
Dresden'de "Die Brücke" (Köprü) adı altında toplanan ilk dışavurumcu grup, Ernst Ludwig Kirschner, Emil Nolde, Max Pechstein ve Karl Schmidt-Rotluff gibi sanatçılardan oluşuyordu. Bu sanatçılar, gerçekliği soyutlamaktan çok onun biçimini değiştirmeyi yeğlediler. Bu ve buna benzer bir anlayışla resimler yapan Alman sanatçılarının resimlerinde ve tahta üzerine yapılmış gravürlerinde dikkat çeken özellikler, gerçeğe uygun düşmeyen renkler, çarpıcı bir biçimde verilmiş insan yüzleri ve görünümlerdir.1911'de Münih'te kurulan "Der Blaue Reiter" (Mavi Süvari) dergisi ve topluluğu içinde yer alan Vasili Kandinski, Franz Marc, Paul Klee gibi sanatçılarsa daha soyut bir anlatımı seçtiler. Dışavurumcu akımın öteki başlıca temsilcileri Norveçli Edvard Munch, Belçikalı James Ensor, Litvanya kökenli Chaim Soutine ve Avusturyalı Oskar Kokoschka'dır. Fransız ressamı Georges Rouault da dışavurumculardan sayılır. I. Dünya Savaşı'ndan sonra yine Almanya'da ortaya çıkan ve "Neue Sachlichkeit" (Yeni Nesnelcilik) diye adlandırılan bir hareket, gerçeğe daha yakın bir dışavurumculuğu geliştirdi. Başlıca temsilcileri George Grosz, Otto Dix ve Max Beckmann'dı.

Edward Munch, Kirchner,
1.Dünya Savaşı sırasında Kirchner, Kokoschka gibi birkaç sanatçının sürdürdüğü Dışavurumculuk'un yerini, bu yıllarda Dadacılık ile Otto Dix ve George Grosz'un temsil ettikleri Yeni Nesnelcilik aldı. Savaş yıllarında Belçika'da Permeke, Van den Berghe, De Smet gibi bir grup sanatçının geliştirmeye başladığı Flaman Dışavurumculuk'u, savaştan sonra da sürdü. Kübizm'in sağlamlık ve tutarlılık anlayışından etkilenen bu sanatçılar, savaş öncesinde varlık gösteren Laethem-Saint-Martin grubunun uzantısı gibidirler. Hollanda'da da Le Fauconnier ile Sluyters ve Gestel'in çevresinde, Dışavurumcu bir hareket doğdu. Meksika'da Rivera, Siqueiros, Orozco ve Tamayo'nun, Brezilya'da ise Porti-nari ve Segal'ın temsil ettiği 1920-30 Dışavurumculuk'u, daha çok duvar resimlerine ağırlık vererek toplumsal ve devrimci temaları işledi.

Edward Munch, Kirchner,
1.Dünya Savaşı'ndan sonra, eski ve yeni birçok eğilim ve anlayışın çeşitli yönleri birleşerek yeni bir Dışavurumculuk ortaya çıktı. 1940'ların başlarında ABD'de doğan ve 1950'lerde olgunlaşan Soyut Dışavurumculuk Kübizm'in son dönem ürünlerinden olduğu kadar, Gerçeküstücülük'ten de etkilenerek, gereçleri ve teknikleri yeni bir anlayışla ele aldı. Sanatçının içinde birikmiş tüm güçlerin dışavurulmasını öngören bu anlayış, resme ve doğuştan yaratıcılığa öncelik tanıdı. Bu anlayıştaki ressamların yapıtları, birer Action Painting (Hareketli Soyut) olarak nitelendi. Soyut Dışavurumculuk'un başlıca temsilcileri, Gorky başta olmak üzere, De Kooning, Kline, Motherwell, Guston ve Pollock'tur. Bu ressamlar, tuval üzerindeki herhangi bir bölgeyi ya da noktayı merkez sayan anlayışa karşı çıktılar; tuvalin her yanını eşdeğer tutarak, derinliği olmayan yeni bir mekân anlayışı getirdiler.
Lehmbruck ve Barlach'ın heykellerinde de bu özellikler vardır. Herwarth Walden'in 1910'da Berlin'de kurduğu Der Sturm ("Fırtına") adlı sanat dergisi ve galerisi, Dışavurumculuk'un bu kentte iyice yaygınlaşmasına yol açtı. Wassily Kandinsky, Franz Marc, August Macke, Alexey von Jawlensky gibi Münih' te yaşayan ressamların kurduğu Der Blaue Reiter ("Mavi Atlı") adlı topluluk, Die Brücke sanatçılarının kullandığı renklere benzer renkler kullandı, ama daha az akılcı ve daha az kötümser bir tutumu benimsedi. Çok geçmeden de soyut araştırmalara yöneldi. Avusturya'da Egon Schiele ve Oskar Kokoschka Dışavurumcu yapıtlar verirken, Fransa'da bu akımın başlıca temsilcisi Georges Rouault oldu.
Dışavurumcu ressamların etkisiyle, dış gerçekliğin dolaysız olarak yansıtılmasından kaçınma ve dünyaya, tümüyle kişisel, öznel bir açıdan bakma eğilimi edebiyatçılar arasında da etkili oldu. Bunun sonucu olarak, biçim, imgeler, sözdizimi, noktalama gibi öğeler ikinci plana itildi; öncelik dışavuruma verildi ve her şey ona göre belirlendi. Dışavurumcu yazarlar, biçim kurallarını yıkmaya çalıştılar. Dışavurumculuk, tiyatroda, varlıklı ve kurulu düzen içinde yaşayan kesimleri oldukça sert eleştiren Strindberg ve Wedekind'in yapıtlarıyla sürdü.
Ekspresyonist bir sanat eserini yorumlarken çizgilerin, renklerin kullanımına dikkat edilmelidir. Sivri keskin çizgiler, kırmızı ve tonları öfkeyi ön plana çıkarırken, dairesel oluşumlar, mavi ve tonları daha çok sakinliği vurgular. Önemli dışavurumcu ressamlar arasında Edward Munch, Kirchner, James Ensor ve Oscar Kokoschka sayılabilir.
Ekspresyonizm 1920’lerin ortalarında sönmeye başladı; 1933’te Naziler iktidara geldikten sonra ise bu akım içinde yer alan eserlerin çoğu yoz sanat ürünleri olarak damgalandı. Hattâ yayınlar ve oyunlar yasaklandı. Bunun üzerine bu akımda yer alanların büyük bir kısmı Almanya dışına (özellikle ABD’ye) gittiler.

James Ensor
Ekspresyonizm'in Özellikleri
Ekspresyonizm bir hayat anlayışı, bir dünya görüşüdür. Fakat bu görüşte önemli olan kişinin ruhsal durumudur. Doğa ikinci planda kalır. Bu akımın sanatçıları, kendilerini boğan, ezen, ıstırapları sanatlarına sokmuşlar, haksızlıklara karşı olan isyanlarını, yeni bir renk ve biçim görüşüyle anlatmak istemişlerdir. Yapıtlarında kadın vücutlarını çekinmeden çirkinleştiriyorlar; insan yüzlerini korkunç, iğrenç ifadeli karnaval maskeleri halinde yapıyorlardı. Çizgileri kaprisli, kullandıkları renkler ise, fovist ressamlarınki gibi cerasetlidir. Bu anlayışın ilk izleri Van Gogh ve Munch'un yapıtlarında görülür. Diğer temsilcileri ise Kirchner, Nolde, Rouault, Modigliani'dir
Dışavurumculuk bu terim kullanilmadan da sanatta ifade edilmekteydi. Ornegin Ispanya'da ressam El Greco (d. 1541 – o. 1614) ve Alman ronesans ressami Matthias Grünewald (d. 1470 – o. 1528) icerikleri dışavurumculuk ogelerinden olusmus sanat eserleri vermekle beraber dışavurumculuk sifati sadece XX. yuzyil sanat eserlerine verilmektedir. Dışavurumculuk bircok sanat formlerini kapsamaktadir: resim, heykelcilik, mimari, edebiyat, tiyatro, muzik, film
Bozulmuş çizgiler, şekiller ve abartılı renklerle sanatçının duygusal dünyasını aktarmayı hedefler. 19. yüzyıl gerçekçilik ve idealizmine karşıt anti-natüralist öznelliğe sahip bir bakış açısı içerir.
Edward Munch'un Çığlık adlı tablosu, bunun belirgin bir örneğidir.

Oscar Kokoschka
Not: Geleneksel ve Güzel Sanatlarla ilgili, Tez, yazı, İnceleme, Resim,Tablo, kaligrafi, ebru, Fotoğraf, minyatür, hat, sedef, el işi, oya, bezeme, Telkari, kazaziye benzeri çalışma ve araştırmalarınızı, sitemize üye olarak , bize başvurarak ESA'da paylaşarak kültürümüze katkıda bulunabilir, kendinizi ve ürünlerinizi tanıtabilirisiniz.
BAŞVURU İÇİN : ESA, İLETİŞİM veya [email protected]