Kuzgun Çetin Acar Hayatı ve Heykelciliği

Abdülahet Kuzgun Çetin Acar

(d. 28 Şubat 1928, İstanbul - ö. 3 Şubat 1976, İstanbul), 

 "Yaptığım her yontuda mutlaka bir çığlık vardır." Kuzgun Acar

 Kuzgun Acar'ın annesi, Habeşistan kökenli ve zenci bir kadın olan Ayşe Zehra Hanım ile Nazmi Acar Bey'in oğlu olarak 28 Şubat 1928 günü İstanbul’da dünyaya geldi.[1]  Yoksul bir çocukluk ve gençlik dönemi geçirdi. Bu sırada da çeşitli işlerde çalışmıştı. Sultanhahmet Ticaret Lisesi’ni bitirdikten sonra 1948’de İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi heykel bölümüne girdi, Rudolf Belling’in öğrencisi oldu. Daha sonra Ali Hadi Bara ve Zühtü Müridoğlu’nun atölyesine geçerek öğrenimini onların yanında tamamladı. [2]

 Hadi Bara'nın etkisiyle soyut heykeller üzerinde çalışmalara başlayan sanatçı meslek  hayatında önemli bir konu olan demir ve  metal malzemelerden heykel yapma düşüncesine gemi atölyelerinde sökülen metal parçalarla tanışarak girmeye başlamıştı. Kuzgun  Acar bu yıllarda yeni malzeme arayışlarına girmiş, gemi söküm atölyelerinde demir malzeme ile tanışmış, ustalardan işleme tekniklerini ve kaynakçılığı öğrenmişti.[3]Bu esnalarda aldığı bu birikimler onun heykelciliğinde  farklı bir ufuk açacaktı. 

Öğrencilik yıllarında Bara’nın sanat anlayışından etkilenerek soyut çalışmalara yöneldi ve soyut heykele tutku derecesinde bağlandı. 1952'de Akademi üçüncü sınıf öğrencisiyken ilk kişisel sergisini Maya Sanat Galerisinde açtı. Aynı yıl Akademi'den "Yüksek Heykeltraş " olarak mezun oldu.[4]1953 yılında mezun olduktan sonra serbest çalışmaya başladı ve aynı yıl ilk kişisel sergisini düzenledi. 1953 yılında mezun olduğu sıralarda, Türk sanat ortamında devam eden non figüratif ve soyut tartışmaları sırasında, demir, tel, plastik, vb. gibi değişik malzemelerle yaptığı soyut ve dinamik heykelleri ile dikkat çekti. Hadi Bara o yıllarda, anıt heykelciliğiyle başlamış olan figür çalışmalarını bırakarak soyut denemelere girişmişti. Kuzgun Acar, biraz da hocasının yönlendirici katkısıyla, öğrenciliğinin son yıllarında soyut heykele tutku ölçüsünde bağlandı. 1953'te Akademi'yi bitirdikten sonra bu tutkusunu yaşamı boyunca, soyut heykelin araştırmaya, yenilenmeye açık olanakları çevresinde geliştirdi.[5]

1954'te "2. Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Türk Resim ve Heykel Sergisi"ne ip, bakir, kepçe sapı adli işleriyle katılıyor. Bu dönem Maya Sanat Galerisinde açılan karma sergilerde yapıtlarını sergiliyor, bu çalışmalarında tahta yontu ağır basıyor. Bu yıllarda telden heykeller deniyor ayrıca ip, kepçe sapı, bakır gibi malzemelerle soyut kompozisyonlar yapıyordu. [6]

1955'te Münire Abdusef ile evlendi ve Maya Sanat Galerisinde ikinci kişisel sergisini açtı. Ertesi yıl, Şehir Galerisi'nde genç sanatçılarla birlikte düzenledikleri sergide ilk elek teli denemelerini sergiledi. Ayni yıl Venedik Bienali'ne elek telinden yaptığı bir heykelle katıldı. Ayrıca İstanbul Atatürk Lisesi'nde resim, mezun olduğu Sultanahmet Ticaret Lisesi'nde de resim ve sanat tarihi dersleri verdi.

1957 yılında Amerikan Haberler Merkezi'nde açtığı kişisel sergide tel heykel çalışmalarını sergiledi.1958-1960 arasında demir, bronz, metal, tel, çivi, çubuk gibi malzemelerle ve hurdalarla oksijen kaynağı kullanarak yeni formlar aradı. Fırında metal üzerine mine kaplamalar denedi. [7] 

Çivilerle gerçekleştirdiği bir çalışması, 1961’de Paris Bienali’nde birincilik kazandı. Bu birincilik, hayatında bir dönüm noktası oldu. Çünkü ödülle birlikte yabancı sanatçılar ayrılmış iki burstan birisini kazanmıştı. Kuzgun Acar, aldığı bursla Fransa’ya gitti. 1962 yılında Paris Modern Sanatlar Müzesi’nde sergi açtı, sergideki bir yapıtı ve iki deseni müze tarafından satın alındı.1961 yılında Paris Uluslararası Genç Sanatçılar Bienali  tarafından kendisine burs verildi.[8]

Paris’te geçirdiği bir yıldan sonra İstanbul’a dönen sanatçı, çalışmalarını aralıksız sürdürdü. Heykeli, işhanı ve otel gibi yapılara bir süsleme unsuru olarak katmak için girişimlerde bulundu. [9]

1962 yılında 23. Devlet Resim ve Heykel Sergisi'nde, Demir Heykel'iyle birincilik ödül kazandı.

Fransa'da Havre Müzesi'nde ve Lacloche Galerisi'nde 1962 ve 1963 yıllarında iki kişisel sergi düzenledi.[5], 1963'te Galerie La Cloche'de Italyan bir sanatçı ile birlikte sergisi açılıyor ve sergi iki yıl açık kalıyor. İstanbul Alman Kültür Merkezi'nde açtığı 5. kişisel sergisi, keçe kalemle yaptığı desenlerinden oluşuyordu. [10]1966 yılında ise Rodin Müzesi’nde eserlerini sergiledi Avrupa sanat çevrelerinde de tanındı. 1965'te İstanbul'a döndü ve Bige Berker'le evlendi. 1966'da oğlu Yunus doğdu. [11]

1966 yılında yaptığı İstanbul Manifaturacılar Çarşısı’ndaki "Kuşlar Heykeli" ile Ankara Kızılay Meydanı’nda bulunan Emekli Sandığı Gökdeleni’nin cephesine yaptığı tunçtan kabartma "Türkiye Heykeli" sanatçının önemli çalışmalarıdır.

Sinema ile de ilgilenen sanatçı, 1966 yılında "Sinema Tanık" topluluğu içine yer aldı. Tamamlamadığı belgesel filmler çekti.1966'da Ankara'daki Emek İşhanı cephesine yaptığı, Anadolu'nun çoraklaşma sonucu kaybettiği toprağı ifade eden "Türkiye" adlı duvar heykeli, 1981 yılında söküldü. Daha sonra yapılan araştırmalarda, heykelin bir depoda bekletildikten sonra hurda olarak satıldığı ortaya çıktı.[12]

60’lı yıllarda Türkiye İşçi Partisi’ne girmesinden sonra yapıtlarına alıcı bulamaz hale gelince balıkçılık, meyhanecilik gibi işler yaptı.[13]

1968 yılında Mehmet Ulusoy’un başlattığı sokak tiyatroları için masklar da üreten Acar, 1975’te Mehmet Ulusoy daveti ile Paris’e giderek Ulusoy tarafından sahnelenen Kafkas Tebeşir Dairesi adlı oyun için masklar üretti. Savaştan kalma eski çelik ve lastik malzemeleri kullanarak üretilen bu 140 adet mask, onun önemli çalışmalarındandır.

Sanatçının yapıtları arasında DİSK-Maden-İş’in Gönen’deki eğitim ve dinlenme tesislerinin duvarına yaptığı duvar heykeli, İstanbul Resim ve Heykel Müzesi'ne alınan üç metal heykeli, Gülhane Parkı'na konulan "50. Yıl Heykeli", ölümünden kısa bir sürt önce tamamladığı Antalya'daki Haşim İşçan Anıtı, Bayrampaşa Belediyesi için hazırladığı Mustafa Kemal Anıtı yer alır.

1968 yılında Mehmet Ulusoy'un başlattığı sokak tiyatroları için masklar yapan Acar, daha sonra da tiyatro ile ilgisini sürdürerek tiyatro eleştirileri yazdı. Mehmet Ulusoy'un Paris'te sahnelediği Bertold Brecht'in "Kafkas Tebeşir Dairesi" adlı oyunu için yaptığı masklar ve kostümler büyük ilgi gördü. Kuzgun Acar, sinemaya da yönelerek tamamlamadığı belgesel filmler çekti. Sinematek'te görev aldı[14]

1968'de Kuzgun Acar, Mehmet Ulusoy ile birlikte Devrim İçin Hareket Tiyatrosu'nun meydanlarda, grevlerde, mitinglerde oynadığı sokak tiyatrosuyla sokaklardaydı. 1969'da Milliyet Gazetesi'nin "Boğaza değil Zap Suyuna Köprü" kampanyasına belgesel film çekmek için katıldı. Yabancı dağcılardan oluşan bir ekiple Doğu Anadolu'ya gitti. Dönünce Seker Sigorta'nın Fındıklı'daki binasının terasına heykel-havuz işini yaptı. Ardından Galeri 1'de Abidin Dino ile birlikte bir sergi açmıştı. "Boğaza Değil, Zap Suyu'na Köprü" kampanyasının belgesel filmi de onun imzasını taşıyacaktı. 12 Mart Cuntası geldiğinde, 1972'de de gözaltına alınacaktı.[15]

1969 "Kanlı Pazar"ında, 16 Şubat'ta Taksim'de elinde kamerası, olayları baştan sona filme çekecekti. 1971'de Fersa Pulhan'la (Acar) üçüncü evliliğini yaptı. Ertesi yıl Galata Kulesi'nde "Kuzgun'un Yeri-Ceneviz Meyhanesi"nin işletmeciliğini üstlendi. Aynı yerde düzenlediği Galata Sanat Galerisi'nde Tan Oral, Gültekin Çizgen ve Orhan Taylan'ın karma sergilerini açtı. 1974 yılında Ressam Orhan Taylan ile Nişantaşı Dilberler mağazasına imzalı özgün elbiseler boyadılar. Yine bu yıl, Maden İş Sendika'sının Gönen'deki "Eğitim ve Dinlenme Tesisleri"nin açık alandaki duvarına otomobil parçaları, hurda demir malzemelerle işçi ve ailesi ile işvereni temsil eden 13 metrelik bir kompozisyon gerçekleştirdi.[16]

Sanatçı, Marmara adasına konulması tasarlanan bir anıt hazırlamaya başladı, ancak tamamlayamadı. Acar, bir duvar rölyefi üzerinde çalışırken merdivenden düştü ve beyin kanamasını nedeniyle 4 Şubat 1976 günü 48 yaşında hayatını kaybetti. Mezarı Zincirlikuyu mezarlığındadır.[17]