AHİLİK
Arpların Fütüvvet teşkilatının bir benzerinin Ahi
Evran tarafından kurulan Anadolu’daki benzeri teşkilatıdır. Fütüvvet
kelimesi “olgunluk” anlamına gelir. Ahi
Evran ,Bağdat’ta iken bu teşkilata girmiş Anadolu’ya gelince bu teşkilatı,
Türk örf adet ve geleneklerine uyabilecek hale getirip Ahilik
teşkilatını kurmuştur.
Ahilik
iyi ahlakın, doğruluğun, kardeşliğin, meslek ve ticaret erbaplarını örgütlemiş,
bir sosyo-ekonomik toplumsal düzendir. Ahilerin temel öğretilerini yazan
kitaplara Fütüvetname denir. Fütüvetnameler “Ahilerin bir nevi temel
kanunlarıdır. Organizasyonlarının teşkilat şeması ve hiyerarşik yapıları
bunlara göre oluşturulmuştur. Sadece mesleki ve ticari bir örgütlenme değil,
Ahilik, hem dünyevi hem uhrevi boyutu olan bir sistemdir. Ahilik, cömertlik,
mertlik ve mürüvvet manalarına gelen fütüvvet teşkilatının gelişmiş şeklidir.
AHİLİK KELİMESİNİN KÖKENİ
Ahilik kelimesinin Arapça asıllı olduğu Ahiyye kelimesinin
tekili ve "kardeşim" manasına geldiği şeklindeki görüş bu kelimenin
Arapça kökenli olduğu fikrindedir. Bu
görüşe göre Ahilik teşkilatı Araplardaki Fütüvvet teşkilatının bir
benzeridir. Ahi Evran’ın Fütüvvet teşkilatına girip bu teşkilatı
öğrenerek bir benzerini Anadulu’da kurmuş olması bu görüşü doğrular
niteliktedir.
Nitekim Abbasi Hükümdarı Nasr- Lidinillah Fütüvvet
Teşkilatını siyasi otoriteye bağlı kılmış, I. Gıyaseddin Keyhüsrev’de bu
teşkilatın Anadolu’daki dalını kurması için Hoy kentinde doğarak Bağdat’a
gelen ve Şeyh Evahüddin Kırmani’nin halifelerinden olan ( Şeyh Nasiruddin
Mahmut) Ahi Evran’ı Anadolu’ya davet etmiş ve ona Ahilik Teşkilatının kurulması
için destek vermiştir. Diğer Selçuklu Sultanlarının da bu desteği sürdürmesi,
Şeyh Şahabeddin Sührevi’nin de Anadolu’ya gelerek pek çok Ahi Tekkesi ve
zaviyesi kurmaları ile Ahilik teşkilatı Anadolu’da hızla yayılmıştır.
İkinci görüş kelimenin Türkçe kökenli olduğu ve Türkçedeki
Akı kelimesinden türediği bu kelimenin zamanla değişerek Ahi haline geldiği
şeklindedir. Divânu Lügati't-Türk'te akı, eli açık, koçak, selek, cömert,
yiğit, delikanlı gibi manalar taşımaktadır.
Akı sözcüğünün Ahi şekline dönüşmesini Tarihçi Prof. Dr.
Mikail Bayram şu şekilde izah eder. “Fütüvvet, İslam dünyasında
kahramanlık, yiğitlik ve cömertlik mefkûresinin adıdır. Arap kültüründe ideal
kahraman, sehavet ve şecaat timsali olan Fütüvvet erinin adı "Feta" “
Ayyar”, “Ayyaran”, İran
kültüründe "Cevanmerd", Türk kültüründe "Akı"dır. Türk
Akılığı, İslamiyet’le Arap Fütüvvet şiarından etkilenmiştir. “ Bu
ifadelerden de hareketle Ahiliğin sadece bir esnaf teşkilatlanması değil
fütuhatçı – savaşçı- yönlerinin de bulunduğunu gösterir. Nitekim Osmanlı'nın
kurulmasında etkin olan Dört unsur arasında Ahilik teşkilatı da vardır “ . Şeyh
Edebali bir ahi şeyhidir. Orhan Gazi, Murad-ı Hüdavendigar, vezirleri Alâeddin
ve Çandarlı Kara Halil ahidir. İlk Osmanlı padişahlarının ve
vezirlerinin çoğu Ahi Teşkilâtı'na mensup şeyhlerdir.”
Hangi kökenden gelirse gelsin sonuç olarak Ahilik, göçer
Türkmenleri yerleşik hayata alıştırmak, Türkmenlere İslamiyet’i öğretmek,
Ermeni ve Rum esnaflar ile rekabet edebilmelerini sağlamak gerekçeleri ile ile
çıkmış, Türkmenlere, ticareti, İslamiyeti ve mesleki kuralları öğreten bir
tarikat olarak şekillenmiştir. “Anadolu'da Ahiliğin şekillenmesi ve
köylere kadar teşkilatlanması politik ve sosyo ekonomik bir mecburiyetin
sonucudur. Ahilik sayesinde göçer Türkmenler Rumlar ile Ermenilerin elinde olan
sanat ve ticaret hayatında, söz sahibi olmaya başlamışlar, meslekler öğrenerek
ticaret ve zannat dallarında söz sahibi olabilmeyi başarmışlardır. Ayrıca
Müslüman tüccar ve esnafın ahlaki terbiyesi ile ilgili kuralları da
oluşturmuşlar dini ve ticari bir toplumsan düzen kurmuşlardır.
Buna rağmen 15 yy a kadar tem ticari hem dini, hem de askeri
amaçlı bir teşkilat oldukları da söylenebilir. Çünkü İstanbul’un fethine kadar
ahi teşkilatlarının savaş zamanlarında hazır kıta olarak görev aldıkları
savaşlara da katıldıkları savaş için de eğitim alarak tüccar ve zanaat
Erbapları teşkilatları kurdukları bilinmektedir. Fatih dönemine kadar savaşlara
da katılan ahilerin dağ başlarında zaviye kurmaları, çırak olarak aldıkları
çocuklara savaş eğitimi de verdikleri askeri fonksiyonlarını ortaya
koymaktadır.
Ahilik Anadolu'da köylere kadar yayılıp Anadolu'nun
Türkleşip İslamlaşmasını da sağlamış, otuz iki meslek grubunu bir teşkilat
çatısı altına toplamıştır. Göçebe Türkmenlerin şehirler kurmasına ve
yerleşik hayata uyum sağlamasına zemin hazırlamış,. Gayrimüslimlerin elindeki
sanat ve ticaret işlerine Müslüman Türkler in de el atamasına öcülük etmiştir.
Aynı zamanda Ahilik önemli siyasi ve örgütsel bir güç haline gelmiş, Selçuklu
Sultanlarına başkaldırabilecek Moğol İstilalarına kafa tutabilecek kuvveti
kendinde bulabilmiştir.
Kayseri ve Niğde’de Moğollara karşı gösterilen askeri
mukavemet, Mevlana’nın Moğollarla iş birliği yaptığı için öldürülmesine ön ayak
olmak, Ahiliğe karşı duran Selçuklu sulatanları ile savaşmaları, Osmanlı
Devletinin kurulmasındaki dört ana faktörden biri olmaları, askeri açıdan da
13. 14. Yy. larda çok büyük bir güç haline geldiklerinin somut göstergeleridir.
AHİLİKTE DÖRT ANA PRENSİP
1-Şeriat Kapısı: İslami kurallara göre oluşan
hukuk düzeni
2-Tarikat Kapısı: Yol, yönetim, iş ve düşüncede
uyulacak toplumsal, siyasal, ahlaki kurallar.
3-Hakikat Kapısı: (Gerçekçilik) Esnaf ve
tacirlerin toplum içerisinde kişilik ve değer bulmasının esasları
4-Marifet Kapısı: Ustalık, beceri
AHİLİK İLKELERİ VE AHİLİĞE GİRİŞ KOŞULLARI
Ahilik ilkelerine göre : Ahilerin 1-Alını,,
2-Kalbi, 3-Kapısı açık olmalıdır.
Ahilerin 1-Eli, 2-Bel,, 3-Dili kapalı olmalıdır.
Ahilerin bu ilkeleri Müslüman Türk ahlakının özeti gibidir.
Alın açıklığı; doğruluğu, dürüstlüğü ifade eder. Bir Ahi utanılacak hiçbir şey
yapmamalı, gizlisi saklısı olmayan bir kişi olmalıdır. Kalp açıklığı: ikiyüzlü
olmamayı, riyakârlıktan uzak durmayı, yaratandan ötürü, yaratılmış olanı
sevmeyi, dostluk ile sevgiyi ifade etmektedir. Kapı açıklığı da Konukseverliği,
cömertliği, yolda kalmışa el uzatmayı düşkünü kollamayı, zekât vermeyi, fitre
dağıtmayı, aşını, işini, malını paylaşmayı ifada eder.
El; Kendine ait olmayan mala uzanmamayı, hırsızlık
yapmamayı, hakkı olmayan paraya, mala tenüzzül etmemeyi, el ile yapmayı, emeğin
kutsallığını ifade eder. Beli kapalı olmak demek: nefse hâkim olmayı, zina
yapmamayı, tembih eder. Dilin kapalı olması ise: yalan söylememeyi, doğru
konuşmayı, tatlı dilli olmayı, çok okuyup güzel konuşmayı, kalp kırmamayı, kötü
sözler söylememeyi, iftira etmemeyi, dedikodu yapmamayı, insanların arkasından
konuşmamayı ifade etmektedir.
Bu özelliklere sahip olabilenlere ahilik kapısı açıktır. Bu
özelliklere sahip olamayanlar ise teşkilattan atılmaktadır. Herkes ahilik
teşkilatına dâhil olmaz. Dâhil olanlar ise bu kurlarla uygun davranmalıdır.
Ahiliğe dâhil olacak çırağın, şakirdin soyu ve niyeti temiz olmalıdır. Soyu ve
niyeti temiz olmayan elini, belini dilini kapatamayan, alnı, kalbi ve kapısı
açık olmayan ahilik örgütü içinde kalamaz. Ayrıca şu tipteki kişiler Ahilik
teşkilatına giremez ve barınamaz.
- Katiller
- Münafıklar
- Müneccimler
- Yalan
yanlış şeylerle müşteriyi aldatan dellalar / reklâmcılar
- Yalanı
va’ ad edenler, eksik tartanlar, sahtekâr sanatkârlar,
- Merhametsiz
kasaplar,
- Yürekleri
taşlanmış cerrahlar,
- Avcılar,
- Bozguncular
/ teröristler
- Karaborsacı
vurguncular.
AHİLİĞE GİRİŞ VE PEŞTAMAL KUŞANMAK
Ahi olmak ve peştamal kuşanmak, ahiliğe girmek için başvuran
kişinin bir Ahi tarafından önerilmesi zorunludur. Üye olmak isteyenlerden yedi
fena hareketi bağlaması ve yedi güzel hareketi n kapısını açması
beklenmektedir:
- Cimrilik
kapısını bağlamak, lütuf kapısını açmak
- Kahır
ve zulüm kapısını bağlamak, hilim ve mülâyemet kapısını açmak
- Hırs
kapısını bağlamak, kanaat ve rıza kapısını açmak
- Tokluk
ve lezzet kapısını bağlamak, riyazet kapısını açmak
- Halktan
yana kapısını bağlamak, Hak'tan yana kapısını açmak
- Herze
ve hezeyan kapısını bağlamak, Marifet Kapısını açmak
- Yalan
kapısını bağlamak, doğruluk kapısını açmak
Kâfirler, çevresinde iyi tanınmayanlar, kötü söz
getirebileceği düşünülenler, zina ettiği ispatlananlar, katiller, (kasaplar),
hırsızlar, tellallar, vergi memurları, vurguncular örgüte katılamaz.
AHİLİĞİN YEDİ KURALI
Ahilerin el kitabı olarak bilinen Burgazi’nin Türk
Fütüvvetnamesi’nde bu kurallar şöyle ifade edilir.
Yenecek yemeğin helal yollardan kazanılmış olmasına önem
vermek
Yemek yenilen yere ayakkabı ile girmemek
Yemeğe büyüklerden önce başlamamak
Yemekten önce ve sonra elleri yıkamak
Yemek yerken konuşmamak öksürme durumunda ağzı mendille
kapatmak
Kaba konuşmamak, konuşurken sağa sola bakmamak
Sen ben dili kullanmak yerine biz dili kullanmak
Ahilerde bulunması gereken vasıflar, vefa, doğruluk,
emniyet, cömertlik, tevazu, ihvan’a nasihat ve onları doğru yola sevk etme,
affedici olma ve tövbe idi.
AHİLERDE GÜNLÜK HAYAT
“ Ahiler gündüzleri geçimlerini sağlayacak kazancı elde
etmek üzere çalışırlar ve o gün kazandıkları parayı ikindiden sonra topluca
getirip Ahi Baba’ya veya vekiline verirler. Bu paralar bir sandıkta toplanır.
Tekkenin ihtiyaçları karşılanır, gerekli yiyecek ve meyveler satın alınır.
Yemek zamanında hepsi bir araya gelip topluca yerler, raks ederler, türküler
çağırırlardı.
Sabah namazında kalkan ahiler namazdan sonra iş yerlerini
dua ile açarlar, iş yerlerinin önlerini sular, dükkânı temizler, rafları dizer,
araç ve gereçlerini kontrol ederler işlerine başlarlar genellikle ilkindi
vaktinden sonra iş yerlerini kapatırlardı.
Ahilerin çırak yamak ve kalfalarının karları temizlemek,
yolları temizlemek, bedesten, han, arasta gibi işyerlerinin genel bakım ve
temizliğini yapmak, handa kalan yolcuların atlarına mallarına ve hayvanlarına
bakmak gibi rutin görevleri de vardı. İşi çok olana yardımcı olmak, bir
birlerinin işlerini ve üretimlerini denetlemek kalite ve fiyat birlikteliğine
uymak, uymayanları Yiğitbaşına veya Server’e bildirmek gibi görevleri vardı.
Yeni iş yeri açanlara yardım etmek, çırak yollamak veya çırak vermek adettendi.
Hemen her akşam kendi esnaf teşkilatlarının odasında
toplanırlar yemek yerler, yaren meclisi kurarlar yatsı vaktinde evlerine
dönerlerdi. Yol güzergâhlarındaki tekke ve zaviyelerdeki yaşam da buna benzer
bir düzen içindeydi.
Kurallara uymayanlara cezalar verilir. Cezası hafifse bu
cezalar diğer esnaflara yemek ziyafeti çekmek şeklinde de olurdu. Bazen şaka
yollu bu tip cezaların da verildiği oluyor, bunun için tatlı bahaneler de
oluşturuluyordu.
AHİLİK TEŞKİLATI VE HIYERAŞİK YAPISI
AHİ BABA
Her şehir ve kasabadaki her meslek grubunun bir Ahi Babası
vardı. Ahi baba gelir düzeyi iyi, meslek ahlakına güvenilen ve gençleri
yönetebilecek nitelikte olan kişiler “Ahi Baba” arasından seçilirdi. Ahi
Babalar yamak, çırak, kalfa, usta hiyerarşisine dikkat ederek, gençlerin
mesleği en iyi şekilde öğrenmesinden, esnaf odası ve sandığının denetiminden
sorumluydu. Ahi Babalık babadan oğla geçebilecek bir makamdı. Eğer Ahi
Baba ölürse bu görevi yapabilecek bir oğlu varsa ölen Ahi Baba’nın yerine oğlu
geçer eğer uygun görülmezse o esnaf kurulu ve ustalarının oy birliği ile
dindar, dürüst ve işinin ehli olan biri Ahi Baba seçilirdi. Seçilen
Ahi Baba, kadıya arz olunur, bu aday kadının arzı ile ve Padışah beratıyla
tasdik edilirdi. Ahi
Babalar en az 1862 yılından sonra icazet ve tasdiklerini muhtemelen,
cumhuriyetin ilanına belki de Tekke ve Zaviyelerin kapatılmasına kadar
Kırşehir’deki postnişinlerden almaya başlamışlardı. 1862 yılındaki bir
ferman Ahi Babaların icazet ve inabelerinin Kırşehirdeki Ahi Evran Tekkesi
şeyhleri tarafından verildiğini belirtmektedir.
Büyük şehirlerde her mesleğin bir AHİ
BABA’sı olurdu. Küçük şehirlerde ise meslek grupları bir kişiyi Ahi baba
seçerdi. Ahi babalar Kırşehir’deki Postnişinin Vekili sayılmaktaydı. Postnişin
Kırşehir’deki ana zaviyenin ve ülkedeki tüm Ahi dergâhlarının şeyhiydi. Büyük
şehirlerde ise AHİ
BABAlar arasından seçilen bir vekil bulunurdu. Ahi babaların olmadığı küçük
yerleşim yerleri en yakın ahi babanın denetimine tabi olur. Ahi babalar oraları
zaman zaman veya birkaç yılda bir gelerek denetlerdi.
Ahi Baba’nın görevi zaviyedekilerin ihtiyaçlarını temin
etmek, ahilerin kazançlarını sandıkta toplamak, esnafları
denetlemek, kalite fiyat, ustalık vb işlerini denetlemek, gerekirse meslekten
atmak, yeni işyerleri açmak, ustalaşan kalfalara dükkân açmak,
esnaf teşekküllerinin sistemli şekilde çalışmalarını sağlamak, şikâyetleri
devlete iletmek, mesleğe girenlere Şed bağlamak gibi görevlere sahipti. Bütün
Müslüman sanatkârlar ahi baba veya vekillerinden aldıkları yetki ve belgelerle
iş görür, zanaat icra ederler veya satış yapabilirlerdi. Kurallara uymayanlar
esnaflığa aykırı hareket edenler ahi babanın emrindeki idareciler vasıtası ile
cezalandırılırdı.
3 dereceli bir düzene dayanır. Her kapı üç dereceyi
içerir. Bu dereceler şöyle sıralanır:
BİRİNCİ DERECE
- Yiğit
- Yamak
(10 yaşına kadar olan çocuklara 2 yıl )
- Çırak
(3 yıl )
İKİNCİ DERECE
- Kalfa
- Usta
- Ahi
(ilk üç bölüğe “eshab-ı tarik”, diğer üçüne de “nakib” denirdi),
ÜÇÜNCÜ DERECE
- Halife
- Şeyh
- Şeyh-ül
Meşayıh
PAPUCU DAMA ATMAK
"pabucunu dama atmak" ahiliğin peştamal
kuşanma töreni ile ilgilidir. Çıraklıktan kalfalığa geçiş töreni öncesinde
eğitimi tamamlanan çırağın pabucu dama atılır. Bir yandan da artık
ustalarından, kalfalarından eskisi gibi ilgi görmeyeceğini ortaya koyar.
Ahiliğe girişte yapılan törende aday tıraş edilir, hırka ve
şalvar giydirilir, kuşak kuşatılırdı. Daha sonra helva pişirilir, bu helvadan
komşu şehirlere gönderilerek adayın üyeliği buralara bildirilirdi. Ahiliğe ilk
giren kişi talip sonra nim tarıyk (yola giren), en sonra sahib-tariyk (yol
sahibi) olarak adlandırılır.
Hizmette mükemmellik ahiliğin temel ilkesidir. Pabucu
dama atmak aynı zamanda düşük kalitede mal üreten ve satanlara da uygulanan bir
uygulamadır. Usta olan bir esnafın pabucu dama atılmışsa meslekten ihraç
edilmiş demektir.
AHİLİK EĞİTİMİ
Fütüvvetnamelerin özünde de “ peygamber sünnetine tabi
olmak” vardır. Kişinin kendi rahat ve huzurunu, hayatını başkaları
için feda etmesi anlayışı vardır. Bu öz ahilik sisteminde aynen korunmuştur.
Peştamal giyerek ahi olmaya karar veren “Yiğit” ilkönce ahiliğin yedi temel
kuralını öğrenmek için eğitilir. Yiğitlik ahiliğin en alt basamağıdır. Ahiliğe
kabul edilebilecek düzeyde görülen yani, eli dili beli bağlı olan, alnı, kalbi
ve kapısının açık olduğuna inanılan kişi Yiğit kabul edilmeye nazmet önerilmiş
bir kişidir.
Teşkilata girenler Ahiliğin kurların öğrenmekle ve
belli sürelerde o mertebeleri aşmakla yükümlüdür. Ahiliğin en alt kademeden en
üst kademeye kadar belirlenmiş her kademeye göre ayrılmış kaideleri ve bu
kaideleri öğreten neredeyse hayat boyunca da süren eğitim süreci vardır.
Ahiliğin en alt veya başlangıç kademesi Yiğitlik
kademesidir. Yiğit, ilk önce okuma yazma öğrenmelidir. Bu yüzden
işe okuma yazma eğitimi vermekle başlanır. Burada dini bilginin yanında, Türkçe
konuşma, edebiyat dersleri de öğretilir. Örneğin Baki de bu tür bir
eğitimden geçmiştir. İlk kademede gençlerin yeteneklerinin gelişmesine büyük
önem verilir. Musiki dersleri, temel davranış ilkeleri, spor eğitimi, yazı
çalışmaları eğitimlerinden de geçer. Teşkilat içinde, eski Türk destanları,
Kutadgu Bilig ve Ahi Evran’ın kitapları ve ahiliğin ahlak nizamnamesi olarak
bilinen kitaplar okutulup, Futuvvet kitapları ile ahiliğin temel prensipleri,
güzel ahlak ve ahilik ile bağdaşık olan diğer ilkeler işlenir. İbadet,
dürüstlük ve insani değerlerle ilgili öğretilerden geçer. Ahi zaviyelerinde
verilen eğitim sadece gençlere değil, her yaştan insanların istifade
edebilecekleri özellikler taşımaktadır. Yiğitlik mertebesinde eğitim gören
kişiler yanı zamanda bir ustanın ve kalfanın gözetiminde mesleki eğitimine de
devam eder. Bu eğitimlerin süresi yaklaşık olarak üç yıldır.
İlk eğitimlerden geçen Yiğitler Yamak olarak mesleki eğitim
sürecine geçer. Yamaklar çıraklığın alt kademesidir. Bu süreç yaklaşık olarak
iki yıl sürmektedir. Çırakların alt kademesindeki yamaklar bu süreçte mesleki
araç, gereçlerin bakımı taşınması yerleştirilmesi temizlenmesi, dükkânların
tozunu pisliğini temizleme, dükkânların önünü sulama, diğer eğitimlerini
tamamlama gibi işler ile yamaklık kurallarını öğrenir.
Çıraklık düzeyi ise kalfanın yardımcısı olarak iş yapma
sürecidir. Kalfaya yardım etmek, onun araç ve gereçlerini getirip götürmek,
yapılan işin ucundan tutmak, kalfanın alet ve edevatlarını düzenlemek, hazırlamak,
ürünün yapımında yardımcı olmak mesleki sırlara yavaş yavaş alışmak, kalfa
olabilme sürecine hazırlanmak gibi eğitim sürecinden geçer. Bu süreci başarıyla
tamamlayan çıraklar kalfa olmaya hak kazanır. Çıraklıktan kalfalığa geçiş
yaklaşık üç yıl sürmektedir.
Kalfalar ustalarının verdiği işleri yapmak, çırakları
yetiştirmek ustanın belirlediği kademelerdeki işleri bitirmek ve tamamlamak ile
yükümlüdür. Kalfalar mesleki konularda el becerisi ve marifet göstermeye
başlamış nispeten mesleğinde el çabukluğu ve beceri kazanmış düzeye gelmiş
kişilerdir. Ustasının tüm mesleki sırlarını ve marifetlerini öğrenene
kadar mesleğin tüm inceliklerini bilene kadar kalfa olarak kalırlar.
AHİ MERESİMLERİ
1. An’anevi Ahi Evren merasimleri: Senelik
olup, Ahi Evren’in türbesinin bulunduğu Kırşehir’de yapılırdı.
2. Yol atası ve yol kardeşliği merasimi: Ahiliğe
girmek talebinde bulunan gençlerin birliğe kabul edilmesi mahiyetindeki bir
merasim olup, zamanla çırak kabul etme merasimi halini aldı.
3. Yol sahibi olma merasimi: Çıraklık
müddetini tamamlayanların kalfalığa yükseltilmesi için yapılan merasimdi.
ŞED BAĞLAMAK:
Ahiliğe şerbet içme, şalvar giyme ve şedd bağlamak suretiyle
girilirdi. Bunların dinî ve menkıbevi derin manaları vardı. Bunlardan şerbet
(tuzlu-su) adına içilen kimseye bağlılığı ifade ederdi. Şalvar, iffeti, cinsî
güdülere hâkimiyeti sembolize ederdi. Şedd ise; fütüvvete kabul edilmişliği,
yani elinin, belinin ve dilinin bağlılığını ifade ederdi. Ahilerin kıyafetleri
de kendilerine ve mesleki durumlarına göreydi. Ahilerin sade kıyafetler
giydikleri, süslü ve uzun elbise giymedikleri, giyimlerinde din büyüklerini
taklit, din düşmanlarını taklitten sakındıkları bilinmektedir.
O vakitler kuşak ve peştamal gibi giysilere şed denirdi.
Kuşak karnın üstünde düğümlenip uçları sarkıtılan bir dolayık çeşidiydi.
Çalışırken ayağa dolanmaması için, bu uçlar yukarı kaldırılır, koyuna
sokulurdu. Fütüvvet yoluna giren çırağın, mesleğinde ustalaştığında, özel bir
törenle, ustası tarafından beline kuşanan kuşağa şed, bu törene de, şed kuşanma
töreni, deniyordu. “ Bunun manası, tutulan yolda sabitkadem olmak, şeyhe tam
teslimiyet ve vefâlılık olarak değerlendirilir. Rifaî, Sa'dî ve Bedevî tasavvuf
yollarında şed, büyük merasimlerle bağlanırdı.”
Uğraştığı sanat maharet kazanan çıraklara, ustaları
tarafından törenle kuşak kuşandırılması onun çıkralıktan kalfalığa geçtiğinin
işaretiydi. Bu tören sırasında Usta, çırağına kendisine ilk şedd'in kim
tarafından bağlandığını (kuşak kuşandığını) anlatarak törenin önemini
vurgulamış oluyordu. Esnafın çırak çıkarmaları (yetiştirmeleri) devam ettiği
sürece, şed bağlamak usulü de devam etmiş ve bu on dokuzuncu yüzyılın
ortalarında sona ermiştir.
Kalfalık töreni, Esnaf Odasında veya camilerde veya uygun
görülen başka yerde yapılırdı. Bu toplantıya Esnaf İdare Kurulu Üyelerinden
başka, adayın ustası ve kalfalarıyla o mesleğin ustaları da davet edilirdi.
Törende, kalfaların en kıdemlisi hizmet ve rehberlik
görevini yapardı. Hayatında ilk defa mesleğine mahsus kıyafeti giyinerek
toplantıya katılan kalfa adayının kabiliyeti ve güzel ahlakını ustası anlatır,
buna esnaftan üç usta daha şahitlik ederdi. Herkesin ayağa kalktığı bir
ortamda, esnaf başkanı kalfa adayını karşısına alarak O'na mesleki ve ahlaki
konularda nasihat edip beline peştamal (şedd) kuşatırdı.
Bu son derece sade olan törenden sonra, yeni kalfa,
kendisine rehberlik eden yol kardeşi ile beraber dışarı çıktığında, kapı önünde
toplanan çıraklar kendisini tebrik ederlerdi. Doğruca ustasının dükkânına giden
yeni kalfa bu dükkânın önünde durur ve esnafın bütün kalfaları gelip kendisini
tebrik ederler ve böylece tören sona ererdi.
Kalfalıktan ustalığa geçiş törenleri de kalfalık ve
çıraklığa geçiş törenlerine benzemekteydi. Vekil yani Ahi Baba törenin
yapıldığı yere veya camiye gelirken esnaf temsilcileri Ahi Baba’yı karşılar,
tören yerinde onu ortalarına alarak halka şeklinde otururlar, yapılan seçimi
duyurduktan sonra esnaf duahanı bir-iki hoca- duayı yapardı. Tebrikler
yapıldıktan sonra esnaf kâhyası, yiğitbaşılar ve bir kısım ustalarla vekilin
hanesine gelinir, burada esnafın tebrikleri kabul edilir ve şerbet ikrâmı
yapılırdı. Usta çıkması gerekiyorsa şet kuşatma merasimi
gerçekleştirilirdi. Ertesi gün bütün esnafın katılımıyla Sancak teslimi
töreni icra edilir, sancak eve girince kurban kesilir fakirlere dağıtılırdı.
Sancak teslimi demek o kişinin artık işinin ustası olduğunun kabul edilmesi
demekti.
Ahi kıyafeti
Ahilerin çok özel olmasa da belirli kıyafetleri vardı.
Bunların başında şalvar geliyordu. Şalvar(serâvil) ve şed ahilerin en
önemli kıyafetleri idi. Yalnız ahilerin giydikleri şalvar çok geniş değil,
özellikle paçaları dardı. Ahiler şalvarın üzerine Farsçada şed (kuşak) adı
verilen üçgen şekline getirilmiş destarçe (kuşak) bağlardı. Kuşağın ön tarafı
öne doğru sarkıtılır, onun üzerine de kama geçirirlerdi.
Türk Sultanlarının şed (kuşak) adı verilen kemer
bağladıkları altına da kılıç ve kama taktıklarını, bunları da hâkimiyet alameti
olarak kabul ettikleri bilinen bir gerçektir. Bu âdetin benzerinin ahiler
arasında da olduğu ortaya çıkmaktadır. Ahilerin başlarında serpuş, ahi
sarığı veya seğmen denilen bir çeşit başlık bulunurdu. Bu başlıklar ve ahilerin
kıyafeti Ankara bölgesi seğmen kıyafetine ve başlıklarına oldukça
benzemekteydi. Seğmen kıyafeti Ankara bölgesi ahilerinin özel bir kıyafetiydi.
Hatta ahi meslek grupların kendi mesleklerine şed, peştamal,
iş önlüğü vb. kullanıyorlardı.
Seyyid Gaybî oğlu şeyh Huseyn’in Fütüvvet-nâmesinde fütüvvet
erkânı ve şed bağlama erkânını detaylı olarak anlatmıştır. “ Şedlere de burada
çeşitli isimler verilmiştir: Bunlar, “meddahlara şed-i elifî, gaza ehline şed-i
kavsi, seccade sahihlerine şed-i mihrabı (tâzyân da derler), sakalara şed-i
lâmelifî (şed-i iştirak), ferraşlara şed-i Süleymânî (şed-i hâdımân), meftul
ehline şed-i Yûsufî (şed-1 Mısriyân), dellâk-lerle hamamda, hizmet edenlere
şed-i hafi (şed-i Süleymânî şedin pamuk bezinden” olduğunu, belitmekte şedleri:
kavsî, selmanî ve yusufî adlarıyla üçe ayırmaktadır.
Ahiler şed dışında hırka, tac ve takke giyerlerdi. Onların
tacı süslü bir takke idi. Zaviye içinde dolaşan ahiler ise takke takıp hırka
giyiyorlardı.
İbn Batuta misafir kaldığı zaviyelerdeki ahi kıyafetlerini
şöyle anlatmaktadır: “Oturma salonlarında sırtlarında abadan bir libâs giymiş,
ayaklarında mest olan ve bellerinin ortasında hançer asılı iki arşın
uzunluğunda iki parmak eninde taylesanlı softtan yapılmış beyaz sarıklarla
örten fityandan bir grup yer almıştı. Gençler burada toplandıkları vakit,
sarıklarını çıkartıp zarif görünüşlü, sırmalı ince ve şeffaf takke giyerlerdi Dışarıda
ise ahiler takke yerine börk de denilen külah giyilirdi.
Kaynaklar Ahilerin beyaz yünden bir külah, sırtlarına sof
cübbe giydiklerini, zaviyelerinde
bu külahı çıkarıp önlerine koyduklarını, başlarında süslü bir takke kaldığını
bildirmektedir. Kaynaklardan anlaşıldığı kadarıyla ahilerin giydikleri
hırkalar, dikişli yamalı uzun ve geniş kollu bir üst elbiseydi. Burgazî
Fütüvvet-nâmesinde ahilerin siyah renkli elbise giydiklerini, sarı ve kızıl
renkli libas giymediklerini, ahi sarığının yedi, yahut dokuz arşın geleceğini
söylüyor ahi
börklerinin ak renkli ve on iki dilimli olduğunu ayaklarında mest bulunduğunu,
başlarına tepesinde iki parmak enliliğinde, bir zıra’ uzunluğunda bir taylasan
bulunan beyaz yünden bir külah, sırtlarına sof cübbe giydiklerini,
zaviyelerinde
bu külahı çıkarıp önlerine koyduklarını, başlarında süslü
bir takke kaldığını bildirmektedir.
Ahiler çok ve canlı renkli sed, hırka ve külah giymekten
sakınırdı. “ Onlar Ahinin elbisesi tek renk olmalı, alaca olmamalıdır. Hz. Ali
kara renkli elbise giyerdi. Bu sebeple yiğitler ve ahiler kara renkli elbise
giyeler.”
ilkeleri ile hareket ediyorlar ve bu anlayışa göre giyiniyorlardı.
Ahiler bayramlarda ve çeşitli vesilelerle yapılan törenlerde
ahi birlikleri kendine mahsus elbiseleri giyip, davul ve sancaklarıyla geçit
törenine iştirak ettiklerini sur namelerden ve esnaf geçitlerini temsil eden
minyatürlerden anlaşılmaktadır.
AHİLİĞİN BOZULMAYA BAŞLAMASI
“Ahi Teşkilâtı'nın Müslümanlara has bir kurum olarak iş
görmesi 17. yüzyıla kadar sürmüş, Osmanlı Devleti'nin devasa bir imparatorluk
haline gelmesiyle bu sistem bozulmuştur. Devlette gayrimüslim oranının
artmasıyla farklı dinden kişilerin ortak çalışması zorunlu hale gelmiş esnaf ve
zanaatkârların dine göre seçilmesi ve örgütlenmesi ya da imtiyazların sadece
ahi birliklerinin elinde kalması olanağını ortadan kaldırmıştır. Ahiliğe
dair imtiyazlar 3. Ahmet dönemine dek azalarak devam etmiş olmakla beraber
Ahilik yapısı 1727 yılında "gedik" denen bir düzenin ortaya çıkmasına
yol açmıştır.
1727 yılında Ahiliğin yerini gedikler almaya başlamış, din
ayrımı gözetilmeden ortaya çıkan bu kuruluşa da gedik denmiştir. Gedik
sözcüğü kavram olarak "Osmanlı bünyesindeki esnaflığa ve sanatkârlığa
girişi tetkik etmek" anlamına gelen bir tabir olmaktadır. Bu yapı
aslında ahiliğin devamıdır. Fakat gayri Müslimlerin de esnaf ve zanaatkâr
olabilmesinin önünü açan, ahilik teşkilatlarına kabul edilmeseler de ve
onlardan izin almasalar da işyerleri açabilmelerine olanak sağlayan bir
uygulama olmuştur. Yapı olarak ahilikten farklı olmamakla birlikte ömrü onun
kadar uzun olmamıştır. . Gedik, sahiplerince yapılacak işi başkalarının
işleyememesi ve satacağı şeyi başkalarının satamaması şartıyla, hükümet
tarafından verilen senedin içindeki hükümlerin kullanılması ve yürütülmesi
şeklinde verilen izin ve berata verilen bir ad olmuştur. Gedik sistemi de
çabuk çözülmüş bu imtiyazlar ve tekel idaresi 1838 Balta Limanı Antlaşması'yla
ortadan kalkmış ve gedikler çözülmüştür.”
1840 tan sonra Türk esnafı bir yandan hammadde sıkıntısı
çekmeye diğer yandan da ürettiğini satamamaya, ürettiği eşyaya alıcı bulamamaya
başlamış, sermaye sahiplerinin sanayi alanına yönelmeleri sonucu, Ahi
birliklerinde sermaye-emek bütünlüğü parçalanmaya başlamıştır.
Kendilerine esnaflık hakkı verilen askerler ile çift bozarak
şehre inen köylüler ahi birliklerinin yok olmasını hazırlayan diğer farklı sebeplerdir.
. Başlangıçta loncalaşmış olan Ahi birlikleri köyden sehire yapılan bu göçlere
karsı çıkmıs, hükümetin de bunlardan “çift bozan akçesi” adında bir ceza
almasına rağmen, bu göçlere engel olunamamıştır.
Kısaca ahilik teşkilatı Tanzimat Fermanı’ndan sonra, değişen
şartlar, sanayileşme, köyden kente göç, kendilerini ve üretimlerini sanayileşen
dünyaya adapte edememe, gibi nedenlerle büyük bir sarsıntı geçirmiş ve eski
fonksiyonunu kaybetmiştir.
KAYNAKÇA
Nurettin
ÖZTÜRK, AHİLİK TESKİLATI ve GÜNÜMÜZ EKONOMİŞİ, ÇALISMA HAYATI ve İS AHLAKI
AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESi, sbe.dumlupinar.edu.tr/7/43.pdf