Ben Merkezli Hikâyecilik

 

Ben merkezli hikâyeler varoluşçuluk ve  Franz Kafka ’nın yazdığı öykülerden sonra oluşan bir tarzdır. ( BKZ Dava Romanı Özeti Ve Hakkında Franz Kafka ) Ben merkezli hikâyecilik   Çehov Tarzı denilen durum hikâyeciliğine bağlı olarak gelişen bir hikâye tarzıdır. Bu hikâye tarzı modern Hikâyecilik olarak da adlandırılmaktadır. ( BKZ  Çehov Tarzı Durum Kesit Hikayeciliği ve Örnekleri )

Hikâyede  bir  tür  olarak  1920’lerde  ilk  defa  batıda  görülen   bu  anlayışın  en güçlü   temsilcisi  Franz  Kafka’dır. Kafka eserlerinde ölümü hep bir sığınak, kaçış olarak ele almış, ölüm kendini içinde tutsak olarak hissettiği yaşam kafesinden yani vücuttan kurtuluş haline gelmiştir. Kafka’nın, tüm eserlerindeki kahramanları zayıf, itilmiş, güçsüz, çaresiz, psikolojik buhranlar içinde kıvranan kişilerdir.

Ben merkezli öykücülüğün temelleri Kafka’nın bu saplantılarından ve kalıplarından esinlenen öykülerden atılmıştır.  Bu öykülerin “ Anlatıcıları veya Ben “ leri büyük  şehirlerdeki  yozlaşmış, sosyal  ve  toplumsal  bozukluklar yaşayan,  otoriteden rahatsız, düzenle ve toplumla uyumsuz, hastalıklı ve marazi bir ruh hali içindeki bunalımlı tiplerdir.  

Edebiyatımızda ilk olarak Ferit Edgü  ‘nün öykülerinde görülen bu tarz daha sonra birçok öykücümüzün tercih ettiği bir tarz olarak şekillenmiştir.

Ben merkezli öykücülüğü iyi anlayabilmek için önce diğer hikâye tarzlarına bir göz atacak olursak “Olay Hikâyeciliği  “ Fransız yazar  Guy de Maupassant tarafından geliştirilmiş, bu nedenle de  Maupassant Tarzı Olay Hikayeciliği  ya da olay hikâyeciliği olarak adlandırılmıştır. Olay hikâyesi, belli bir olayın etrafında gelişir. Hikâyede asıl olan "olay" dır. Okuyucunun hikâyeyi şöyle ya da böyle yorumlamasına imkân verilmez. Çünkü hikâyedeki olay, mantıklı bir seyir hâlinde takip eder. Kişilerin portreleri, özenle ve ayrıntılı olarak çizilir. [1]

 Durum kesit hikayeciliği  denilen Çehov Tarzı  hikâyede ise olay önemsiz bir hale gelir. Daha doğrusu serim düğüm çözüm şeklinde sıralanan bir olayın anlatımı öykünün temeli değildir.  Bu tarz hikâyelerde bin anlık bir düşünce, durum, akla gelen bir imge, ya da hayatın veya o anın içinde oluşan bir kesit öykünün temelini oluşturur. Başlayıp düğümlenen ve çözülen bir vaka değil, günlük yaşamın her hangi bir kesitini ele alıp anlatan öykülerdir. [2]

Ben merkezli öykücülük,  Durum Kesit öykücülüğü olarak adlandırabileceğimiz öykü tarzının devamı niteliğindedir. Bu açıdan bakılınca: içerisinde belli bir vaka örgüsünün olmayışı, öykünün serilen düğümlenen ve çözülen bir olay zincirini içermemesi, anlatıcının anlatımının “ Ben “ dilinde yani “Birinci Tekil Anlatıcı” ( Bkz:  Bakış Açıları ve İlahi Gözlemci Kahraman Anlatıcı) olması gibi nedenlerle Ben Merkezli Hikâyeler, bir çeşit Kesit Hikâyecilik Tarzıdır.

Edebiyatımızda  “ Ben Merkezli Öykülerin “ ilk örneklerini veren öykücü olarak gördüğümüz  Ferit Edgü  “Kafka’nın ve Varoluşçuluğun tesirleri altında yeni bir hikâyecilik yaratmaya çalışan bir tavırla hareket etti. Kendine özgü bir teknik ve anlatım dili yaratmaya çabalamıştır. Bu cümleden hareketle Ferid Edgü’nün öykülerinde Kafka’nın yaklaşımlarının esası teşkil ettiği söylenebilir. “Kafka eserlerinde ölümü hep bir sığınak, kaçış olarak ele almıştır. Ölüm onun kendini içinde tutsak olarak hissettiği yaşam kafesinden kurtuluşudur.” Kafka, tüm eserlerinde başkahramanlarına zayıflık, itilmişlik, güçsüzlük, çaresizlik gibi psikolojik temaları işlemiştir.

Adını ilk önce Maviciler Mavi Topluluğu ile duyuran ( bkz  Maviciler Topluluğu Şiir Anlayışı)   Attila İlhan’ın da dâhil olduğu şiir hareketi ile gündeme getiren Ferit Edgü , Hakkâri’ye gitmeden öncesi dönemlerde kaleme aldığı öykülerinde yaşamın anlamsızlığını öykü kişilerinin kişisel kaygılarını, bunalımlarını, sosyal hayattan kopuk ve iletişimsizlikten kaynaklanan yalnızlıklarını dile getirdi.[3] Yozlaşma, yabancılaşma, doğuştan gelen yetersizlerinden şikâyet eden ferdi konuları dile getirdi. “ bu dünyayı, bir kaos mekanı olarak algıladı.  Yazar, bireyin anlık durumlarını... Fiziksel ve düşünsel yokluğa sürüklenen bireyin, dünyada hazır buldukları karşısında yaşadığı çatışmayı, dilsel anlamda, varoluşsal çözülüşler ile bütünleyen eserler yazdı. “ İçinde yaşadığı ortama yabancılaşan, çevresiyle ilişki kuramayan, karamsar, mutsuz insanların yaşayışlarını, çapraşık ruhsal durumlarını yansıtmaya” çalışmıştı.” [4]

1955 yıllarından sonra şekillenmeye başlayan bu öykü tarzı Edgü’nün çizdiği bu minval üzerinde yürümüştür. “Durum hikâyesine benzeyen ancak kahramanın daha çok kendi ruh hâli ve hayal dünyasını yansıttığı hikâyeler olan ben merkezli “ hikâyelerde olaylar kahraman anlatıcı bakış açısıyla verilir.

Hikâye kahramanı dış dünyayı içinde bulunduğu ruh hâline göre algılar ve anlatır. Hikâye kahramanı genellikle düş dünyasının içinde kendi bunalımları kaçışları, sanrılarıyla boğuşur.

Ben merkezli hikâyeler köyden kente göç olgusunun kanıksanmaya başladığı kentli ve köylü özelliklerinin çarpışmasından kaynaklanan 1970 yıllardan sonra Modern Öykücülük adı altında yeniden boy göstermeye başlamıştı. Şehirlerde yaşayan insanların kendilerine ve topluma yabancılaşmasının sonucu 1980 li yıllardan sonra yoğunlaşan bu hikâyecilik tipi yapısal olarak durum ya da kesit hikâyeciliğinin devamı şeklinde belirginleşiyordu.  Fakat bu tarz hikâyelerde kesit hikâyeciliğinden farklı olarak düşsel öğeler, düşsel sanrılar ve yanılsamalar, gerçeklikten koparak bunalımlar etrafında örgüleşen algılamalara yöneliş, durum hikâyeciliğinden farklı bir yönelişi ortaya koyuyordu.  Olaydan ziyade olayların anlatıcısı “ Ben “ olan bunalımlı tiplerin ruh hallerine yansıyan şeklinin ifade edilmesi temaları ağırlık kazanınca durum hikâyeciliğinden farklı  bir yöne kayıyordu.[5]

Bu hikâyeler Durum hikâyelerinde görülen gündelik hayatın doğallığından uzaklaşan hikâyelerdi. Durum öykücüleri, örneğin; Sait Faik ve Memduh Şevket Esendal toplumun problemlerine değil bireyin toplum içindeki sorunlarına yönelmiş, öykülerinde çoğunlukla kendilerinden yola çıkarak bireylerin, insan olarak kendi durumlarını ve sosyal hayatlarındaki gerçekliklerini anlatmaya çalışmışlardı. Bu tip öykülerde konu, "ben" noktasından hareketle, toplum içindeki insanın sıradan ve gündelik sorunlarıydı. Ele alınan konular “ Benlerin veya anlatıcıların sorunları değil “ Ben “lerin gözlemlediği küçük bireylerin sorunları ve gündelik yaşamdaki durumları idi.

Ben merkezli hikâyelerdeki ana sorun, anlatıcının veya daha gerçekçi bir yaklaşımla öyküyü yazan yazarın topluma yabancılaşması, uyumsuzluğu, kişisel buhranları haline geliyordu. 20 yy. ın yarattığı teknoloji, sanayileşme, bireyselleşme gibi sorunların doğurduğu çıkmazlardaki insanların bunalımları, varoluşçu insan modellerinin karakter olduğu hikâyeleri doğuruyordu. Bu öykülerde gittikçe tipleşen karakterler vardır. Bu karakterler, kendi istekleri yerine geldikçe doyumsuzlaşan, hırçınlaşan ve bunalım içinde kıvranıp yalnızlaşan hatta şizofren davranışlara doğru kayan, bilgi ile teknoloji arasına sıkışmış, sürekli isteyen, akıl ile para arasında ruhunu kaybeden 'bilişik tip''lerdir. [6]Bu tipler mekân değişikliğini sadece ayrıntıda yaşayan kahramanlardır.

Yazar, yaşadığı olayları kendini merkeze koyarak, kendisini birey olarak ele alarak anlatır. Olayların algılanışında hastalıklı bir ruh hali vardır. “Bu değişken ruh halinde içte kopan fırtınalara rağmen dışa yansıyan bir siliklik ve eylemsizlik göze çarpar. Olaylar bireyin ruhundan aksettiği şekilde değerlendirilir. Her şeyi sorun haline getiren özden veya kendinden bile şikâyeti anlatan durum veya kesitin dahi silik hale geldiği sadece algılamaların anlatıldığı bir hikâye tarzıdır.

Anlatıcı aslında yazarın kendisidir ve bunu da sezdirmektedir. Üstelik anlatılan sorunlar da yazarın kendi sorunları imiş gibi aktarılmaktadır. Bu yüzden de anlatılan bunalımlar yazarın kendi bunalımları, hikâye de yazarını anlatan bir hikâyedir.  Anlatıcı yazar iç gözlemlerinden ve olayları algılayış yönünden hareketle bireysel bunalım ve çıkmazlarını dile getirir. Bu nedenle bu hikâyeler "bireyi birey olarak ele alan “ hikâyelerdir.

Bu birey dış dünyayı olduğu gibi değil, içinde bulunduğu ruh haline göre görmektedir. Bu bakış ve görüşte gerçeküstücü, soyut yönleri ağır basan yanılsamaların da içine karıştığı gerçek dışı algılar ağır basar. Çevresindeki kişileri, onların duygu ve düşünce evrelerini de bu pencereden süzerek öznel  bir şekilde algılar ve aktarır. Algılar nesnel olmadığı gibi bunalımlı ruh halinden gelen soyut ve yanlı betimlemeler seklindedir. İyimserliğin olmadığı karamsar bir yaklaşımla  nesnel  olmayan anlatımlar ve değerlendirmeler öykünün etrafında dönüp dolaştığı temalar haline gelir.

Birinci kişi, içinde bulunduğu bir bunalımı, gözlem ve izlenimlerini bize karamsar, kendisiyle dahi barışık olmayan, her şeye yabancılaşmış bir ruh hali ile anlatır. Anlatıcı çevresine, çevresindeki kişilere de bu ruh hali ile bakmakta, bu kişilerin duygu ve düşünce evrelerini de bu yaklaşımla algılamakta ve anlatmaktadır. Anlatıcı, herkesin her gün gördüğü durumları böylesi yönlerden algılayan, herkesin gördüğü şeyler üzerinde herkesin düşünemediği durumların  gerisindeki şeyleri işte bu ruh haliyle, algılayan, hayalleyen ve kendi içine, kendi soyut algılamalarına odaklı bir kişidir. Anlatıcısı hiç değişmeyen içe odaklı bir anlatıcıdır.

Bu hikaye türü yaklaşım kaynağını Sürrealizm ve biraz da Fütürizm , Dadaizm ve Egzistansiyalizm ( varoluşçuluk )  gibi Soyut Sanat Akımlarından alır. Bu türün en iyi örneklerini Ferit Edgü , Erdal Öz , Oğuz Atay, , Bilge Karasu, Nezihe Meriç , Haldun Taner vermiştir.

 

 KAYNAKÇA

 





Şahamettin KuzucularAdmin / Erkek / 1/20/2016