Prof.Dr. Salide Şerifova
Modern
aşamada edebiyatın gelişmesinde etken olarak öykü “göçü”
“Göçebe” (“yolculuk eden”) öykü olayı,
edebiyatın gelişmesini oldukça etkilemiştir. “Yolculuk eden” öykülerin
mevcutluğu aşağıdakilerin objektif özelliklerinden kaynaklanmıştır:
- Varlığın, ki onun sanatsal
idraki sanat eserlerinde bulunmaktadır;
- Toplumsal iletişimin
gelişmesinin modeli (aynı zamanda sözel iletişim), ki bunlar kültürlerin
ardıcıllığını, aynı zamanda da kültürlerin iç içe geçmesini inkâr
etmemektedirler.
Sonuç olarak, belli bir
kültürde oluşan öyküler, başka bir kültür ortamında rağbet görmüştür. “Göçebe”
öyküler, mitolojik düşüncenin egemenliği döneminden bilinmektedirler. Onların
başkalarından alınması en aktif şekilde büyük göçler döneminde ve büyük
imparatorluklar zamanında olmuştur. Örneğin, İslam’ın ve hilafetin büyük
alanlarda yayılması, göçebe sufi öykülerinin yayılmasına yol açmıştır. Bu
şekilde sufi öyküleri, Türk yazarı olan Ahmet Fakih’e (“Kaderler kitabı”) ait
sanat eserlerinde, farsdilli şair olan Celaleddin Rumi’nin, Hisam Katib’in
(“Cumcuma sultan”) vs. eserlerinde mevcuttur. Sufi öyküleri birçok meşhur Arap,
Türk ve Farsdilli yazarların sanat eserlerinde geniş şekilde kullanılmıştır.
Örnek olarak, aynı zamanda, çerçevelenmiş Hindistan öyküsü olan
“Brihatkatha”nın (“Büyük öykü”) Avrupa`ya dahil olması gösterilebilir, bu öykü
batı Avrupa edebiyatı tarafından hem öykülerin, hem de janrların alınmasına
neden olmuştur. Avrupa’ya “Brihatkatkha”nın ve Doğu’nun diğer sanat eserlerinin
dahil olması, Orta Doğu mücadelesi döneminde kültürel karşılıklı etkileşimin
faal hale gelmesinin bir parçası olmuştur.
Edebiyat teorisinde “göçebe”
öykülerin öğrenilmesinin gelecek vaat etmediği pozisyonu oluşmuştur. Antti
Aarne masal konuları ile ilgili, onun öyküsünün aynı anda farklı kültürlerde ve
farklı ülkelerde oluştuğunu iddia etmiştir. A. Aarne, Fin okulunun
kurucularından biridir. “Göçebe” öykü hakkında Fin folklor okulunun karamsar
vargıları metodolojik olarak yanlıştırlar. Antti Aarne ve onun taraftarları,
“göçebe” öykü ve “sabit” öykü arasında belirli bir sınır çizmemişler.
“Göçebe” öyküler ve dramaturg J. Polti
tarafından sınıflandırılması ileri sürülmüş “sabit” (esas) öykülerin ayırt
edilmesi gerekir. Bütün öyküleri 36 öykü tipine ayırarak, osanat eserlerin
öyküleri için sadecetipik esaslar oluşturmuştur. Fakat sonradan araştırmacılar
“göçebe” ve “sabit” öykü anlayışlarını özdeş olarak kullanmaya başladılar ve bu
metodolojik olarak esassızdı. “Sabit” öyküler sistemi belli bir öyküyü “daimi”
edebiyat sorular açısından sınıflandırmaktadır, “göçebe” öykü olayı ise belli
bir öykünün farklı kültür ortamlarında uyarlanmasını göstermektedir. Bu anlamda
bütün öykü çok şekilliğini dört öyküye bölen Jorge Luis Borges tarafından
öykülerin sınıflandırılması dikkate değerdir:
- güçlendirilmiş şehre hücum
ve onun korunması hakkında;
- uzun süreli geri dönüş
hakkında;
- arayış hakkında;
- tanrının intiharı hakkında;
J.L. Borges “Dört dönem”
çalışmasında yazmaktadır: “Toplam dört hikaye vardır. Ne kadar zamanımız kalmış
ise, biz onları bu veya diğer şekilde anlayacağız".
“Göçebe” öykülerin ve “sabit”
öykülerin kesin ayrımı “göçebe” öyküler hakkında düşüncelerin oluşmasında etken
olan, fakat analoji metodunun kullanımı ile ilgili yanlış kullanım sonucunda
itibarını kaybetmiş ve bu nedenle batı edebiyatının Doğu'dan alınması konusunda
hipertrofik düşünceler ortaya çıkarmış, karşılaştırma-tarihsel yaklaşımını
yeniden canlandırma imkânı sunmaktadır.
“Göçebe” öyküler aynı zamanda
“daimi suret”lerden ayırt edilmelidirler. “Göçebe” öykünün formalistlerin
teorisinde içerik olarak, idealist konseptinde “daimi suret”in geldiği anlama
geldiği yaklaşımı yanlış ve esassızdır. Edebiyatçılar arasında, bu iki edebiyat
olayının karışması durumunda, sık-sık metodolojik yanlış yapılmaktadır. Aynı
zamanda farklı milletlerin ve çağların edebiyatında “daimi suretler”in varlığı,
öykülerin başkalarından alınması olarak değerlendirilmektedir (yani, “göçebe”
öykünün bir parçası olarak). Bu veya diğer “daimi suret”in oluşması
A.V. Şlegel’in “daimi sembolleştirmesi” ile ilgili olsa da, yine de belli
bir tarihi dönemin belli bir bölgesel (milli) edebiyatıile ilgilidir. “Daimi suretler”
tarih dışında sonradan başka bir edebiyat ortamında “oluşturulma” sonucunda
kalmaktadırlar. “Daimi suret” sanatsal bilinçte oluşturulmuş arkaik bir türdür.
Geçen yüzyılın 20. -30. yıllarında Sovyet edebiyatına, M. Bodkin ve
N. Fray tarafından yeni “edebi arkaik tür” dahil edilmiştir, bu “daimi
suret” anlayışının eşanlamlısı olarak kullanılabilir. Mahiyet olarak, her iki
anlayış aynı olayları kapsamaktadırlar.
“Daimi suretler”, “göçebe”
öyküler gibi zaman ve mekânda “seyahat” edebilirler. Fakat “daimi suretler”
genelde milli (bölgesel) edebiyatlar tarafından, yabancı edebiyat ile
etkileşimden bağımsız olarak oluşurlar, bu da topluluğun bilinçaltının sanatsal
bilincinin derin katmanlarının özellikleri ile belirtilmiştir. Bu "daimi
suretler"in "seyahat” etmesini, “göçebe” öykülerin başkalarından
alınmasını ayırt etmektedir.
Öykülerin ve suretlerin
başkalarından alınmasının sonuçları, edebiyat süreci için farklıdır. “Göçebe”
öyküler, milli (bölgesel) edebiyat ve üslup özellikleri, kronotopun ve
fabulanın oluşturulması özellikleri nedeniyle dahil edilmesi janr sisteminin
transformasyonu ile ilgilidir. “Göçebe" öyküler çoğu zaman var olan
janrların yenileri ile “değiştirilmesi”nin katalizatörü olmaktadır, bu yenilere
ise “göçebe” öykü ile dahil edilmiş janrın özellikleri eklenmektedir. Örnek
olarak, 14. -15. asırlarda Osmanlı Türkiye`de mesnevi janrının yayılması
gösterilebilir. O dönemin romantik mesnevileri epik şiir eselerleriydi. Çoğu
mesnevinin öykü esasını Nizami Gencevi`nin - 12. asır Azerbaycan düşünürünün
Hamsesinin(“Beşlikler”) konuları oluşturmaktaydı. En meşhur mesnevi Yusuf Sinan
Şeyhinin (1371-1431) “Hosrov ve Şirin” mesnevisidir. Başka bir örnek Avrupa`da
modern romanın oluşması süreçleri ile ilgilidir, bu roman “çerçevelenmiş”
öykünün bir çok özelliklerini içine almıştır, bu öykü Sanskrit edebiyatından
“göçebe” öyküler ile birlikte Avrupa edebiyatına dahil edilmiştir.
"Daimi suret” anlayışı
içerik orantısına göre moskova-tartus semiotik okulunun kurucusu Yuriy
Mihayloviç Lotman tarafından kullanılan “üst tür” ile uygun gelmektedir.
Örneğin, Don Kişot hem “daimi” surettir, hem de "üst tür”dür. Y. M. Lotman
“üst tür”ü toplumsal-psikolojik genelleme özelliğini taşıyan suret olarak
tanımlamaktadır. Fakat Lotmanovskiy “üst tür”ü belli bir tarihi dönemin edebiyatı
ile ilgilidir, “daimi” suretler ise “tarih dışı” özelliğine sahiptirler. Bunu
da vurgulamak gerekir ki, “daimi" suret edebiyatın bu veya diğer gelişim
dönemlerinde “üst tür”ün özelliklerine sahip olabilir. Bu şekilde Köroğlu
sureti aynı zamanda hem “daimi suret”tir, hem de ortaçağ Türk edebiyatı için
“üst tür”dür. Avrupa edebiyatında hem “daimi suret”, hem de “üst tür”e örnek
olarak Faust gösterilebilir. Bu surete 18. asırda Gothold Efraim Lessing,
Fridrih Müller, Fridrih Maksimilian Klinger vs. gibi yazarlar başvurmuştur.
İnsanların gelişmesinin modern
aşaması globalleşme ve bilgileşme gibi iki olay ile nitelendirilmektedir. Bu
iki olay bizi çevreleyen varlığı transforme etmekte ve toplumsal iletişimin
özellikleri ile nitelendirilmektedirler, bu da sanatsal bilincin değişmesine
neden olmaktadır. Sonuç olarak, “göçebe” öykü olayı da transformasyona
uğramaktadır.
Globalleşme toplumsal varlığın
eşleşmesine, insanın birleşmiş, kapalı toplumsal sistem olmasına neden
olmaktadır. Globalleşme göç süreçlerini faal hale getirmektedir, buna dahil
olarak kültürel etkileşimi de. Globalleşme toplumsal grupların ve ayrı
bireylerin kendilerini tanımlamasının şekillerini değiştirmektedir. Başlıca,
milli-dini kimliğin faaliyetinin azalması görülmektedir. Bundan başka, geniş
şekilde yayılma, toplumsal grup ve bireyler kendilerini aynı zamanda bir kaç
özelliğe göre kendilerini tanımladıkları zaman, çok kimliliğe sahip olmaktadır.
Sonuç - kimliğin ve bilincin herhangi milli-dini şekillerinin kararsızlığı,
çelişkisi ve türbülansı, ki bu da kimliğin kozmopolitik şekillerinin oluşmasına
neden olmaktadır.
Birleştirilmiş doğruların ve
etik değerlerin düzensizliği ve kararsızlığı ile belirlenen global kültürolojik
ortam oluşmaktadır. Bu da global edebiyatın oluşması için ortam
oluşturmaktadır. Rastlantı değildir ki, modern yazarın başarısı veya
başarısızlığı, eserlerinin yurtdışında ne kadar popüler olduğuna göre
değerlendirilmektedir. Maalesef bu yaklaşım daha eski dönemlerin edebiyatının
araştırılması konusunda da kullanılmaktadır.
Bilişimleştirilmenin rolü
global kültür alanın varlığı için teknik desteğin sağlanmasıdır, buna dahil
olarak edebiyat konusunda da. Bilişimleştirilme iletişim alanında, toplumsal ve
bilgi akımının hacmini büyüterek ve hızlandırarak devrimci yenilikler
oluşturmaktadır. Bilgi değişiminin hızının ve hacminin artması “göçebe”
öykülerin başka taraftan alınmasının da artmasına neden olmaktadır.
Fakat paradoksal durum
oluşmaktadır, global edebiyat milli (bölgesel) edebiyatların toplam sonucu
olmamaktadır ve global edebiyat süreci ayrı ülkelerin süreçlerinin
toplamıdeğildir. Bir biri ile kesişen, fakat aynı olmayan iki seviyeli edebiyat
oluşmaktadır.
Bunu dikkate alarak oluşmuş
ortamda “göçebe” öykü olayını hem global edebiyat açısından, hem de milli (bölgesel)
edebiyat açısından incelenmelidir. “Göçebe” öykünün gerçekleşmesi mekanizmi,
her iki edebiyat seviyesi için aynı olmasına rağmen, “göçebe” öykünün işlevsel
ağırlığı global ve milli edebiyat için farklıdır. Bu yüzden öykünün “göçmesi”
her bir seviyede kendi özelliklerine sahiptir.
Modern global edebiyat için
“göçebe” öykü edebiyat kültür alanın birleştirilmesi için bir alettir, Buna
dahil olarak ticarileştirme çerçevesinde de. Birleşme eserin milli-dini
anlamsal yükün “sterilleşmesine” neden olmaktadır. Örnek olarak Harry
Şteyngartın 2006 yılında yazılmış olan romanı“Absurdistan” gösterilebilir, bu
romanda Servantes öyküsü kullanılmıştır (Don Kişotun “göçebe” öyküsü). Yazar
eski Sovyet ülkelerinde goteskşekillerini almakta olan demokrasinin hipertrofileştirilmiş
idealleri ile alay etmektedir. Servantes sanatsal olarak bütün Avrupaya ait
olan Rönesans humanizm krizinin derinliğini aktarmıştır, aynı zamanda onun yeni
oluşmakta olan toplum ve bu toplumda insana ayrılmış yer hakkında düşüncelerini
aktarmıştır. H. Şteyngarta Servantes öyküsünü globalleştirilmiş toplumda
humanizm krizinin derinliğini aktarmak için kullanmıştır. “Absurdistan”ın baş
kahramanı Mişa Vaynbergdir. O Don Kişota benzemiyor, fakat onun gibi “parlak”
bir hayali vardır. Mişanın “parlak” hayali - demokrasinin veçokkültürlüğün
idealleri esasında kurulmuş bir toplumdur. Fakat Mişa onun ideallerini iten,
“ayık” ve passif bir ortam ile karşılaşmaktadır. Bu da Mişa Vaynberg ile Don
Kişot arasındaki benzerliği göstermektedir.
Ticari potansiyel kültürel
etkileşiminin süreçlerinin başlıca etkeni olmaya başlamaktadır, buna dahil
olarak “göçebe” öykülerin alınmasının da. Çoğu kütlevi yayımlar, bu veya diğer
janr şekillerine has “birleştirilmiş” öyküler içermektedirler. Daha belirgin
olarak bu kütlevi detektif, fantezi edebiyatında, aynı zamanda New Age ve
fantezi tarzı edebiyatında kendini göstermektedir. Rastlantı d eğildir ki, adı
geçen janrların farklı ülkelerde yayımları, yabancı edebiyatında “analog”lara
sahiptirler. Bu eserler genel olarak farklı ülkelerde yaşayan yazarlar
tarafından oluşturulmasına rağmen, onlar öyküleri ile bir birine
benzemektedirler. Farklılıklar genelde yan mevzu çizgilerinde görülmektedirler,
bu da belli bir fabuler çeşitlilik oluşturmaktadır. Fakat bu gibi eserler için
bir kaç “tipik”, “birleşik” öykü mevcuttur. Bunda gariplik yoktur. Bu gibi
“göçebe” öyküler, belli siyasi amaçlara ulaşmak için sanatsal bilinci kullanan
aynı siyasi teknolojilerin eseridirler.
Bu durum telif haklarının
ihlali olarak değerlendirilebilir, fakat aynı zamanda “göçebe” öykü açısından
da anlaşılabilir. Örnek olarak 1976 yılında National Book Award ödülünü, 1977
yılında Puliserov ödülünü almış, Alek Heylinin “Korni” romanı gösterilebilir.
Fakat 1977 yılında Margaret Waker ve Garolda Kurlander yazara karşı dava
açtılar. Bu durumda, ilk dava reddedildiyse de, ikinci dava ile ilgili A. Heyli
barışı kabul ederek ceza ödemek zorunda kaldı. Telif haklarının ihlali ile
ilgili davalar Adrian Jacobsun varisleri tarafından “Harry Potter ve Ateş
Kupası” romanının yazarı Joane Roulinge karşı açılmıştır. “Da Vinçi Kodu”
romanının yazarı Dan Browna karşı da bunun gibi dava açılmıştır. Genel olarak
bu gibi davalar reddedilmektedirler, bu da bizim düşüncemize göre bu eserlerde
“göçebe” öykülerin varlığı ile ilgilidir. Son olaylardan Strugatskiylerin “Öğle
dünyası” romanlar dizisi ile James Cameroon tarafından yazılmış ve popüler
olmuş “Avatar” filminin senaryosunun benzerliği gösterilebilir. Bunu da
vurgulamak gerekir ki, James Cameroon film senaryosu esasında aynı isimli roman
yazmayı planlamaktadır. Bunun yanında B. Strugatskiy “Avatar”ın yazarını
edebiyat hırsızlığı ile suçlamadığını söyledi. Bizim görüşümüze göre, bütün bu
durumlarda konu edebiyat hırsızlığı değil, yazarların birleşik öykü yapılarına
başvurmaları ile ilgilidir, ki bu yapılar belirtilmiş olan janrlar ve sanatsal
tarzlara özgüdür. Belarus sosyopolitik yazarı Valentin Pepelyayev “Hiçbir yere
giden yol” makalesinde, modern edebiyatın baskılarında, kütlevi kültürde
“göçebe” öykülere başvurma eğilimini vurgulamaktadır. “Evet, kütlevi kültür
amansızca fikirler basmaktadır. Fakat bence gerçek yazar bireyselliğini çalmak
oldukça zordur. Daha doğrusu, başkasının fikri kullanıldığı zaman, saf olarak
edebiyat büyüsü kaybolmaktadır. Çoğunun eşi ihanet etmiştir, fakat edebiyat
tarihinde sadece Anna Karenina kalmıştır. Bence, sanatçı vicdanını
dinlemelidir".
Modern edebiyat için
"göçebe” öykünün rolü ve anlamı açıklandığı zaman, janr sisteminin
birleştirilmesi konusuna değinmek lazım. Global edebiyatın oluşmasından önce
farklı milli (bölgesel) edebiyatların janr sistemlerinin birleşmesi
oluşmaktadır. “Göçebe” öykü - birleştirme sürecinin etkenlerinden biridir.
Globalleşme ve bilişimleştirilme ortamında “göçebe” öykülere başvuruların
artması, bundan sonra milli (bölgesel) edebiyatların janr sisteminin
birleşmesini derinleştirmektedir. Bu da not edilmelidir ki, birleştirmeye ait
ilk eğilimler 19. asırda başlamıştır. Bu dönemde Türkiye tarihinde Tanzimat
olmuştur - toplumsal ekonomik ilişkilerin reformlaştırma tedbirlerinin
kompleksi, ki bunun dolayı sonuçları kültür alanında toplumsal ilişkilerin
transformasyonunu da etkilemiştir. Tanzimat döneminde önce Osmanlı kültürünün
arap-fars mirasından temizlenmesi işi başlatılmıştır. Fakat türk kültürünün
avrupalaştırma çabası 1908 yılında Jön-Türk ikilabı ile tam anlamıyla
açılmıştır. “Yenilikçiler” türk edebiyatının sadece konu ve dil olarak
yenilenmesi değil, aynı zamanda geleneksel janr şekillerinin reddi ve Avrupa
edebiyat janrlarının kabulu pozisyonunu savunmakta idiler. En parlak şekilde bu
ortaçağ şiir sanatının reddi ile kendini göstermiştir. Sonuç olarak 20. asrın
ortalarında türk edebiyatının janr sistemi, Avrupa milletlerinin janr sistemini
kopyalamakta idi. Buna benzer süreçler 19. asrın aydınlanma harekatı çerçevelerinde
edebiyatın Avrupa janr şekillerine eğilimi görüldüğü zaman, Azerbaycan
edebiyatında da görülmüştür. Sosyalist hakimiyetinin kuruluşu kendi
düzeltmelerini ekledi: Başlıca, kuzey Azerbaycan edebiyatı ve güney Azerbaycan
edebiyatının gelişim eğilimleri farklanmaktadır; bundan başka kuzey
Azerbaycanda milli edebiyat gelenekleri 20. asrın 60. yıllarına kadar, yani
“Hruşyov ısınması” dönemine kadar unutulmuştur. Sonuç:Kuzey Azerbaycan
edebiyatının janr sistemi Avrupa janr sistemini kopyalamaktadır, edebiyat
gelenekleri ise eserlerin sadece tarz seviyesinde, kısmen konu, hipermetinsel
konusunda korunmuştur. Güney Azerbaycan edebiyatı geleneksel janr geleneklerine
daha bağlı kalmaktadır, bu da kendini şiirde göstermektedir. Globalleşme kendi
düzeltmelerini yapmıştır - hem Türk, hem de Azerbaycan edebiyatı yeni janr
yapılarını oluşturmamaktadır. Bunu söylemek gerekir ki, janr şekilleri genel
olarak batı-hristyan medeniyeti tarafından oluşturulmaktadır. Diğer kültürler
bu yeni janrları sadece onlardan almaktadırlar.
Globalleşmiş edebiyata aynı
zamanda “kvazigöçebe” öykülere başvurmak da özgün hale gelmiştir. Özellikler,
bu gibi öykü yapılarının kullanılması, globalleşmiş edebiyatda tarihi ve
belgelenmesi uydurulmuş olan sanatsal romanlar için gereklidir. “Kvazigöçebe”
öykü bu gibi eserlerin “sterilliği”ni kamufle etme aletlerinden biridir. Orhan
Pamuk’un en meşhur romanı “Beyaz Kale” tarihsel roman adına adaydır. Romandaki
olaylar Osmanlı dönemi hakimiyeti konusunda bahsetmektedirler. Yazar eserde
güçlü belgelenmiş tarihsel başlangıç olduğunu iddia etmektedir ki, bu güya ki
eserde “göçebe” öykü olarak kendini göstermektedir. “Beyaz Kale” romanı yazarın
2006 yılında Nobel ödülü almasına neden olan başlıca eserlerden biridir. O.
Pamuğun Nobel ödülü alması ile ilgili cümle de dikkate değerdir - “kültürlerin
birleşmesi ve iç içe girmesi ile ilgili yeni semboller” bulduğundan dolayı. Bu
cümle rastlantısal değildir. “Beyaz kale” romanında yazarın amacı medeniyetler
arası parçalanmanın sanatsal değerlendirilmesine yöneliktir. Yapmacık
belgelenirme müslüman Asya ve hrıstiyan Avrupanın kültürlerinin karşı karşıya
gelmesinin belirsizliğine esaslanmaktadır.
Globalleşmiş edebiyat
“kvazigöçebe" öyküleri sanat eserinin batı kültürü ile ilişkisini,
milli-dini köklerden kopmasını gizletmek için kullanmaktadır. Bu nedenle, bu
tür eserler yanlışlıkla milli (bölgesel) kültür geleneklerinin gelişimi olarak
algılanmaktadırlar.
Milli (bölgesel) edebiyat için
“göçebe” öykülere başvuru, hem global varlığının aksettirilmesi, hem de onun ilgili
refleksiyon çabasını göstermektedir. Global ve milli (bölgesel) edebiyat
seviyesinde sanatsal anlayışın farklarını öyle eserler ile örnek göstermek
mümkün ki, bu eserlerin esasını hem globalleşmekte olan varlık, hem de
(hikâyeler, romanlar) globalleşme sonucu ile ilgili refleksiyon olarak.
Ilk alt grubu farklılaştıran
özellik “göçebe” öykülerin modernizm sanat eserlerinde ve postmodernizm sanat
eserlerinde kullanımı, aynı zamanda onların adapte edilmesinden sonra
kısaltılmış şekillerinde görülmektedir.
Örnek olarak “göçebe” öykü
esasında yazılmış olan, Fransız yazarı Tournier Michelin1970 yılında yazılmış
olan “Le Rui des aulnes”(“Orman Kralı”) modernistik romanı gösterilebilir. Bu
romanın öyküsü Orman kralı - çocuk hırsızı ve katili, hakkındaki eski alman
efsanelerine dayanmaktadır. Bunu da belirtelim ki, sık sık I. Göte de “Orman
kralı”nı (Almanca orijinalde “Kızılağaç kralı”) yazdığı zaman
başvurmuştur. “Göçebe” öykünün
kısaltılmış şekillerinin kullanımı ise - “göçebe” öykünün modern toplumsal-siyasi
gerçeklere uygun şekilde transformasyonudur. Bu durumda “göçebe” öykü belli bir
motif grupları olarak kendini göstermektedir. Külkedisi’ni, “göçebe” öyküsünün
kullanımına örnek göstermek mümkün. Bir çok ülkenin modern edebiyatında, kaderi
meşakkatli olan bir kız esasında kurulmuş ve parası bol olan bir insan içeren
bir çok eser mevcuttur. Bu eserlerin öyküleri yükselmekte ve olaylar mutlu son
ile bitmektedirler.
“Göçebe” öykü refleksiyonun
bir parçası olarak kendini tanımlama olayıdır ve tarihi mirasa, geleneklere
başvurmaktadır. “Göçebe” öykü kendini anlama mekanizmi olarak kendini
göstermektedir. Bu anlamda “göçebe” öykü globalleşme aleti olarak
görülmektedir.
Türk dünyası için bu gibi
refleksiyon olarak tengrilik ve eski türk tarihine başvuru görülmektedir:
tarihi motifler “göçebe” öykülere dönüşmektedirler. Türk areolunun farklı
kısımlarında türk tarihinin islam öncesi dönemini kapsayan eserler
oluşturulmaktadırlar. 1991 yılında Başkir yazarı Bulat Rafikov`un “Yüce
türkler” hikayesi, 2004 yılında Rus yazarı Anatoliy Sorokin`in “Mavi ordu
tayfasız savaşçı” romanı, 2005 yılında Azerbaycan yazarı Sabir Rüstemhanlı`nın
“Gök Tanrı” romanı, Uygur Ahmecan Aşirov`un “Indikut” romanı vs.
Sonuç olarak şunu vurgulamak
gerekir ki, modern edebiyat “göçebe” öyküsüne az dikkat ayırmamaktadır. Bir çok
tez ve program önerisi oluşturulmuştur. Fakat bugüne kadar tek yaklaşım
oluşturulamamıştır, buna da büyük oranda bilimsel prensiplerin millidini
tercihler ile değiştirilmesi neden olmuştur. Bu kendini özellikle bu veya diğer
"göçebe" öykünün "ilk halini" esaslandırmak çabasında
göstermiştir.