Gökyüzü Romanı
ve Reşat Nuri Güntekin Hakkında
Gökyüzü adlı roman Reşat Nuri Güntekin’in ustalık dönemi eserlerinden
bir romanıdır.Romanın ilk baskısı 1935 yılında yapılmış, Reşat Nuri bu romanının 1928
yılında başladığı Maarif Müfettişliği yıllarında ve siyasete atılmak için
uğraştığı dönemde kaleme almıştır.
1928 ile 1938 yılları arasındaki süreç Reşat Nuri Güntekin’inin romancı
olarak şöhret kazandığı halde romancılık hayatı cenahından verimsiz bir
dönemidir. Reşat Nuri Güntekin, 1928 yılında "Acımak" adlı romanını
yazdıktan sonra yaklaşık on sene romancılığa ara vermiş Maarif müfettişliği
yaptığı bu yıllarda diğer bir yandan da politikaya soyunmuştur. Nitekim onun bu çabaları sonuç verecek 1939'da Çanakkale milletvekili
olarak TBMM'ye girecektir. 1935 yılında
yayımlanan Gökyüzü adlı romanı ise işte bu dönemde yazdığı ve yayımladığı bir
romanı olmaktadır.
Yazar bu romanında, belli bir iş yapma dirayeti olmayan batıl
itikatlara inanmayan ama baskılar sonucu batıl itikatlara dayalı tedavilere
rıza göstermek zorunda kalan bir tıbbiyeli yobazlıkla verilmesi gereken
mücadeleyi anlatmaya çalışmıştır.
Roman
Kahramanları
Romanın
kahramanı : Sürekli yerli yersiz konuştuğu için Trablus’a sürülen
ve oradan da Paris’e giden, İstanbul’a
döndüğünde Sevim’i evlat edinen tıbbiye mezunu bir adamdır. Trablusta iken
arkadaş olduğu Mükerrem gibi ateist biridir. Ancak Sevim’in
hastalığı sırasında gökyüzü masallarına inanmıştır.
Mükerrem: Yaşı elliye
yakın, maddi durumu yerinde becerikli ve tutumlu biridir. Bir defterdarın oğlu
olan Mükerrem Bey, iyi bir dini eğitim
görmüş fakat şüpheci bir mizacı olduğu için dini inançları sarsılmış bir
adamdır.
Sevim: Kahramanın
halasının torunu, Çanakkale’de şehit olan bir Topçu binbaşısının kızıdır.. Sevim,
bir yangın sonrası dünyaya gelmiş; o dünyaya geldikten sonra annesi de
hummaya yakalanıp ölmüştür. Yatılı mekteplerde
okurken Kahramanımız İstanbul’a dönünce onu evlat edinir. Sevim, kahramanımız
gibi ateist olmuş fakat, gökyüzü masallarına inanmamaya başlamış, sıska, ufak tefek,
esmer bir kızdır.
Diğerleri: Turgut, Asude Bacı,
Gülşen Kalfa, Hadbe Resul, Doktor Hasan, Raşit Çocuk, Huriye yenge, Pervin,
Pervin’in Kocası,
Romanın
Özeti:
Romanın kahramanı olan eski tıbbiyeli, emektar hizmetçisinin ve sütannesinin
oğlu olan Raşit’i ziyarete gider. Raşit ile Kahramanımız aynı yaşlardadır ve
ikisi de bir diğerinin sütkardeşi olmaktadır. Raşit, altmış yaşına yakın bir
adam olduğu halde küçüklüğünde ona Raşit Çocuk diye hitap edilmiş, bu yaşına
kadar geldiği halde onun adı halen Raşit Çocuk kalmıştır.
Raşit, bir vapur kaptanıdır ve
yeni emekli olmuştur. Yeni emekli olduğu
halde denize halen düşkündür. Kahramanımız, Raşit ile görüşüp evine dönerken
kendisinin de emekli olma vaktinin geldiğini hesap etmeye başlar. Fakat emekli olabilecek bir yeri hatta Raşit’in
anlattığı gibi bir geçmişi olmadığını düşünüp üzülmeye başlar.
Raşit, askere gittiğinde o tıbbiyede öğrencidir Öğrenci iken ülke kötü
şekilde yönetilmektedir.. Babasını 8 yaşındayken kaybetmiş annesini ise hiç
görmeden kaybetmiş, bu nedenle de onu amcası büyütmüştür.
Kahramanımız, ulu orta konuşmayı seven, rastgele ve her yerde politikadan, dinden konuşmayı
seven biridir. Bu nedenle amcası onu sık sık uyarmış ama o bildiklerini ve
düşündüklerini rast gele yerlerde konuşmaktan çekinmemiştir. Amcası onu
uyardığı zaman amcasını korkak olmakla suçlamış ama gevezeliği ve kitaplarına
yazdığı ipsiz sapsız notlar nedeniyle en sonunda Hasan Paşa karakoluna
gönderilmiş, o Karakolda da onu ihtilalcı zannetmişler ve onu Trablus’a
sürmüşlerdir.
Trablus’ta dört sene kalmış ve doktor olmak hayali de suya düşmüştür.
Bu nedenle politikaya atılmaya karar verir. Böylece fizik, kimya, tarih, felsefe
okuyarak kendisini geliştirmeye de çalışır. Trablus’ta iken padişaha ve
yönetimine de atıp tutmaya başlar. Bu nedenle hafiyeler peşine düşer ve evine
girilerek eşyaları karıştırılıp kitapları vb aranır. İki sivil memur eve girerek eşyaları
karıştırmışlar, önemli gördükleri şeyleri de alıp gitmişlerdir. Bunun üzerine korkup Paris’e ve jön Türklerin
yanına kaçar. Oysaki tüm bunları yapan, devlet memurları değil bir arkadaşıdır.
Meşrutiyetin ilanıyla İstanbul’a dönmüş, gazetecilik yapmaya başlamıştır. Ancak
yazıları siyasi felsefe derslerine benzediği için bu işte de tutunamaz. Daha sonra bir sancağa mutasarrıf olarak gider.
Ancak acemi olduğu için diğer memurların oyuncağı haline gelip bu işi de
bırakır. Darulfünun Müderrisi olması önerilirse de neyin mütehassısı olduğunu
bulamadığı için müderris de olamamış böylece ömründeki kırk senenin boşa
gittiğini de anlamıştır.
Üstelik kırk yıldır âşık olamadığını bir, baltaya sap olmayı
beceremediğini, evlenemediğini, çoluk çocuğa da karışamadığını fark eder. Evde
tek başına yaşamakta Gülşen Kalfa ile vaktini geçirmektedir.
Gülşen kalfa, annesinin
evlatlığı ve yaşı yetmişe yakın bir kadındır. Gülşen kalfa da o’nun gibi dünya
evine girememiştir. Bunun üzerine kahramanımız bir evlat edinme düşüncesine
kapılır.
Bu fikrinden sonra halasının torunu Sevim ile karşılaşır. Sevim, dünyaya gelir gelmez bir yangınla karşılaşmış
bir sedyeye konarak yangından kurtulmuş doğduktan 4-5 gün sonra ise annesini de
hummadan kaybetmiştir. Sevim ‘in babası da Çanakkale’de şehit olan bir
binbaşıdır. Sevim’in hayatı yatılı okullarda geçmiş, Amerikan Kolejinden diploma alacakken Sevim,
kahramanımızı müsamereye davet ederek onu kendi arkadaşlarına amcam diye
tanıtmıştır. Bunun üzerine kahramanımız da onu evlat edinir.
Bir gün kahramanımızın Trablus’tan arkadaşı olan Mükererem onları
ziyarete gelir. Mükerrem de bir ateisttir ama Mükerrem İspirtizma ile ilgilenen
bir adamdır. Bu sırada 25 yaşlarında bir
bankada memur olan Turgut, Sevim’den hoşlanmaya başlar. Fakat Sevim Turgut’u reddeder.
Kahramanımız ise Mükerrem’le birlikte aklı, mantığı bir yana atarak, “gökyüzü
geceleri” olarak adlandırdıkları masallara inanmaya başlar. Sevim de onlara katılır. Bu günlerde içinde
garip şeyler olan Bursa’daki bir ev ile ilgilenmeye başlarlar. Bunun üzerine
kahramanımız ile Mükerrem ve Sevim Bursa’ya gitmeye ve o ev de düzenlenecek
olan ruh çağırma sahnesine tanık olmaya karar verirler
O evde düzenlenen ruh çağırma seansına katılırlar fakat ruhların yerine
bacadaki leylek düşerek seanslarını bozmuştur. Bu seans sonrasında yere düşen
bir nesnenin gürültüsü ile Sevim korkup bayılınca otele dönmüşler ama Sevim ‘e garip
haller olmuştur.
Sevim için getirilen doktorlar Sevim’in hastalığının ne olduğunu
anlayamazlar. Sevim’in hastalığı dört
gün boyunca geçmeyince tekrar İstanbul’a dönerler. Yolculuk esnasında da Sevim
kendine gelir. Ama zaman zaman geri nüksetmeye başlar. En sonunda Sevim’in menenjit
olduğu söylenmiştir. Bu teşhisten sonra Doktor Hasan ile Raşit Çocuk da
Kahramanımızın evine yerleşmiş olur. Fakat
bir müddet sonra Sevim’in menenjit olmadığı da iddia edilmeye başlanır.
Bir gece Raşit, merdivenlerden düşünce Sevim ayağa kalkıp kendine
gelir. Bu olaydan sonra Raşit ve
Mükerrem evlerine döner. Fakat ilk hastalığı geçen Sevim’e ikinci bir hastalık
gelir. Bu hastalığın da ne olduğu anlaşılamaz. En sonunda Sevim’in hasta olmadığına Sevim’in
bir sinir hastası olduğuna karar verilir.
Sevim’in ışıktan rahatsız olmakta gözlerini tavandaki bir deliğe
dikerek bakmakta intihar etmeyi düşünmektedir. Kahramanımız bir gün Sevim
tarafından reddedilen Turgut’u da eve getirmiş, birçok insan da eve gelip
giderek onun derdine çare bulmak için öneriler yapmıştır. Bu nedenle Sevim’i ocaklara
götürmek, üzerinde tütsü yakmak gibi çözümler söyleyenler olmuştur. Kahraamnımız bu garip söylencelere inanmak
istememekte, tütsü yakmak ocağa götürmek
gibi batıl inançlara karşı çıkmaktadır. Lakin herkes onu bu tip tedbirlere
başvurması için zorlamakta ve inandırmaya çalışmaktadır.
Kahramanımız tüm bunları saçma bulmakta bunları yapmak ile kendine olan
saygısını yitireceğini düşünmektedir. Fakat tıbbı olarak her şeyi deneyen Kahramanımız çaresiz kalınca artık gökyüzü masallarından
çare ummaya başlar ve en sonunda Sevim’i Mayongalar ocağına götürmeye razı
olur. Bunun için de Sevim’e bir Mayonga düğünü yapılır.
Nihayetinde Sevim’in hastalığı geçmiş ve Turgut’la nişanlanmıştır.
Kahramanımız kendisine hala inanamamakta, tütsü ve Mayongaya inandığı için
kendisini küçülmüş görmektedir. Kahramanımız bir gün tavan arasında bir şey ararken
tavandaki çengelli çiviyi görünce intihar hikâyesini de Sevim’in uydurmuş
olduğunu fark eder