Abdallar
Onları yakından tanımam nüfus sayımıyla olmuştu. Daha önceleri olumlu diyebileceğim bir düşüncem yoktu anlayacağınız. Kayıt için sorduğum her sorunun cevabını alırken sadece mesleklerini sormuyordum. Kime sorsam, alacağım cevap; "müzisyen"di.
Sayım erkenden bittiği için vakit geçirmek üzere mahalle bakkalı işleten Adem'in -tabi ki ek olarak yaptığı iş- "Gurban olduğum buralara kadar bizi adam sayıp gelmiş şuna bir konser verelim mi arkadaşlar?" demesiyle, sanki yanlarında taşıyorlarmış gibi bir anda, müzik aletini çıkaran geldi. Adem'in gözetiminde, oturduğum tahta iskemlede, bana unutamayacağım bir müzik ziyafeti çektiler. Saat 17.00 ye kadar vaktim olduğundan sayım evraklarını güzelce düzenleyip anın keyfini çıkardım. Adem ile de dostluğumuz o zaman başladı.
Önceleri yadırgıyordum konuşmalarını, birbirlerine olan şakalarını. Baktım ki yapmacık hiç bir hareketleri yok. Kimse kimseye kızmıyor. Yüksek sesle konuşmuyor. Tevazu, sanıyorum bunlarda vücut bulmuştu. Kendi kendime utandım. Meğer biz ne kadar kibirli, kendini beğenmiş, doymaz ve her şeyden önce inancı zayıf insanlarmışız.
Kafamın çok karışık olduğu bir gün Adem, " biz" dedi "kazandığımız parayı üç gün içinde harcamaz isek o paranın uğursuzluk getireceğine inanırız." Alık alık baktım Adem'in suratına. Ama onda dalga geçer gibi bir hal göremedim. Devam etti; " hem dedi kurban eti de üç günde bitirilmeli değil mi?" diye üsteledi. Aklıma kavurmalar geldi. Bir an başım döndü. Yediğim kavurmalar birden canlandı da onlar da beni yemeye başladı sanki.
Artık, Adem'in düğün-dernek koşturduğu günlerinin dışında neredeyse bütün zamanımı onunla geçirmeye başlamıştım. Hatta bir gün bana "Gurban olduğum sen bizi vatandaş diye kayıt ettin ya" dedi, "ne olmuş? dedim. "Biz de seni nüfusumuza alalım. Nasıl olsa her gün buralardasın" dedi. Başka birisi bana bunu söyleyecek olsa kesin kavga çıkarırdım. Ama Adem'in riyasız yüz hatları tebessüm etmeme yetti. "Neden olmasın" dedim gülerek. Devam etti, "hani senin tenini biraz daha koyulaştırsak mı?" Artık alınmıyordum. Alınacak bir şey de yoktu zaten. "Benimki gün karası, seninki gön karası" dedim. "Bak bunu hiç düşünmemiştim gurban olduğum" dedi.
Bazen sabrını sınayıp kızması için aynı oyun havasını on defa çaldırdığım oldu da bir kere bile suratını buruşturduğunu hissetmedim. 'Bana yapılsa ne yapardım' diye aklımdan geçirdiğim anda bile öfke katsayımın fırladığını gördüm. Bunlar bu dönemin insanları değildi. Başka bir dünyanın olmalıydılar.
İnsanın hiç mi sıkıntısı, kederi, derdi, tasası olmaz. Her zaman mutlular, her zaman umutlular. Kendi kendime 'ancak bunakların, akıldan noksanların, bir kaç tahtası eksik olanların derdi, tasası olmaz' diye düşünüyordum. Yanılmışım. Lakin bunlarda ne bunaklık, ne de delilik alamatleri var. "İlginç" dedim. Adli sicilleri herkesten temiz. Gözleri tok, elleri bol, ruhları şen, sözleri ulu, sanatlarını icra ederken kendilerini kaybediyorlar.
Biz Nasreddin Hoca fıkralarıyla büyümüş bir nesiliz. Kemal Sunal filmleri ile gülmüşüz. Bunlar ise akıl almaz kıvrak bir zekaya sahipler. Söylenen her cümlede ders niteliğinde bir şeyler buluyor insan. Kır bir şehirde yaşasalar bile bitek toprakların verimliliğine sahipler. Rakamlarla uğraşmayı pek hazzetmiyorlar. Dünyalık zenginliği, itibarı, şöhreti, ünvanı ellerinin tersiyle itiyor görmezden geliyorlar
.
Aşıkpaşa Şiir Şöleni için ülkenin dört bir yanından gelen şairlerle beraberiz. Artık dostum diyeceğim Adem ve ekibi bizlere unutamayacağımız bir müzik ziyafeti verdiler. Ben aşinayım bunlara ama onlarca defa dinlesem de Adem'in o kendine has tavırları ve mimikleriyle anlattığı derbimeselleri dinlemekten büyük keyif alıyorum. Baktım ki şair ve ozanlar da benim gibi. Ağızlar bir karış açık Adem'in etrafından ayrılmıyorlar. Rıfat pat diye " hadi Adem baba bir de TV çekimi yapalım" dedi. Sağdan soldan Rıfat'ı destekler nitelikte sözler duyuldu. Adem bana göz kırptı. Belli ki o da buna can atıyor.
Neşet Ertaş'ın heykelinin altına sıkışarak oturduk. Rıfat, TV sunuculuğu görevini üstlendi. Zaten bunu seviyor. Ağzı iyi laf yapıyor.
Adem ve Rıfat ayakta. Rıfat kısa bir sunuştan sonra, mikrofonu Adem'e uzattı. "İlginç olaylar yaşadığınızı biliyorum, bunlardan bir tanesini anlatır mısın Adem baba?" dedi.
Adem'in koyu renkli siması, güneşte biraz daha kararmış gibi geldi bana. Ama ten rengi umurumda değildi. 'Bakalım hangi olayı anlatacak. Allah vere de bilmediğim bir olay olsa' diye düşünüyordum ki Adem, o kendine has şivesiyle anlatmaya başladı.
- Benim babam da sanatını çok severdi. Bir gün beni yanına çağırdı. Yanına varır varmaz kulağımdan sıkıca tutup sert bir ses tonuyla. “Aha davul, aha zurna, aha keman... Zeynini iyi ver belle, gendini gurtar. Belliyemezsen vallahi seni muallim yapar, köy köy süründürürüm"dedi. O gün bu gündür rahmetli babamın bu vasiyetini düstur edindim kendime diye sürdürdü konuşmasını Adem. 'Öğretmen emeklisi olarak biz boşuna sürünmüşüz demek ki' diye geçirdim gönlümden. Adem ise kaldığı yerden devam ediyordu.
"Ben her ne kadar müzisyen olsam da ek iş olarak sünnetçilik de yaptım." derken benimle göz göze geldi. Çaktırmadan göz kırptı. Sanıyorum "bakkal değil miydin" dememi bekliyordu." Bir gün yorgun argın evime doğru aheste aheste yürüyordum" dedi. Bir iki öksürük ile sesine kıvam verdikten sonra; Evimin bir arka sokağından geçerken komşumuz Şadiye hanım geniş avlulu evlerinin önünde elinde bir horoz bekliyor. Beni görmesiyle;
"Adem ağa, Adem ağa" diye ünledi.
"Buyur hanım ağa " dedim.
"Hele kurbanın olayım şu horozu kesiver. " dedi
Bizim törede kadın kısmı her hangi bir canlıyı kesmez. Muhakkak erkek kesmeli. Ki yaşı küçük bile olsa.
"Olur hanım ağa " dedim. -Bu arada kimseden çıt çıkmıyor.- Şadiye hanıma doğru adım atmıştım ki; evin gelini - kendini beğenmiş, ukala- üst kat pencereden kafasını uzattı;
" Ana, ana, ona kestirme, onun kestiği yenmez" dedi. Donup kaldım oracıkta. Cevabım hazırdı amma, bir an tereddüt ettim. Sonra ne olacaksa olsun dedim. Geline döndüm;
"Kızım senin kocanı da ben sünnet ettim" dedim. Pencere hışımla kapandı.
Şaşkınlık sırası bendeydi. Bir ara konuklara baktım hepsi aval aval birbirlerine bakıyor. Ben de bunu ilk defa duyuyorum. Rıfat "kes, kes" diye bağırdı. Adem'e baktım. Zerre kadar bir değişiklik yok. Bakıştık. Gözlerinin içi gülüyordu.
TV çekimi durdu. Rıfat, " burada bu da anlatılır mı?" der gibi Adem'e çıkışmak istese de şairlerin hoşnutsuz bir hali olmadığını görünce o da rahatladı. Adem, kilolarından gömleğinin dışına çıkmış göbeğini içeri sokmaya çalışırken elimi kararan ensesine dokundurdum. Güldü. "Bir daha beni TV programlarına çıkarmazlar değil mi gurban olduğum" dedi.
Ertesi sabah elimde yerel gazeteler ile birlikte Adem'e gittim. Bakkalın önündeki kalabalık beni şaşırttı. İçeri daldım. Gazeteciler Adem'in etrafında. Beni görünce "gurban olduğum ağam gelmiş" diyerek koluma girdi, bir bahane ile oradan uzaklaştık.
Çanakkale