Ah Kalbim
Azıcık heyecanlansam, korksam, paniklesem hemen fırlıyor, benden önce koşmaya başlıyor. Kafesinin içinde bir tekerlekte koşan hamster gibi. Yerinde dönüp duruyor... Bazen o kadar hızlanıyor ki kafesi de sallıyor bu hızla...
Son zamanlarda bu koşuşturmacalar fazlalaşınca, sarsıntılar dışardan da farkedilmeye başlayınca bir bilene sormak istedim.
“Bir EKG takalım bir hafta kalsın, kalp atışlarınızı inceleyelim” dediler. “E hadi inceleyin” dedim. Bir hafta -sadece duşta çıkarmak üzere- taşıdım aleti ve yapıştırıcılı elektrodları... iyi kaşındırdı ama...
Doktorum, kalbimin ara sıra çok hızlandığını gözlemlemiş. Ben ne diyordum ki başka... “Hadi emin olalım kardiyolojiden randevu alalım.” dedi. “Bir de uzman doktor görsün, ultrasonla da baksınlar...”
Kalbimi mi göreceğim... Ooo...en çok merak ettiğim organım.
Randevu günü geldi... bende varlığını bildiğim, sık sık konuştuğum, arada dertleştiğim bazen kavga ettiğim ama bir türlü göremediğim kalbimi görme arzusu, merakı, heyecanı... Ve...nihayet gördüm onu.
Güleryüzlü doktorum rahatlatıcı bir kaç söz söyledi, ekrandaki küçük, çizgili kas yumrumu incelemeye başladı. Ben de kendi şikayetlerimi sıraladım:
-Sevgili karşıdan oklar fırlatıyor, dost arkadan hançerliyor. Nasıl bir dostsa batırmakla kalmayıp hançeri iyice çeviriyor. Sevgili de sağolsun, o gözlerle her baktığında oklarını devamlı oynatıyor. Bir de aşk ateşi düşürüp yakmazlar mı... zavallı kalbim, hem kanıyor hem yanıyor... olduğu yerden patlıyor, yarılıp dışarlara akıyor yanan kanlar...
Doktorum gülümsedi, gördüğü şeyi benim de anlamam için ekranı renklendirdi. Kirli kan mavi, temiz kan kırmızı olarak renklendirilirmiş.
Kirli kanın odacığa doluvermesini o anda temizlenip öbür tarafı doldurmasını izledim. Hiç boş kalmıyordu odacıklar... o kadar hızlı bir düzen içindeydiler ki aynı yerde olsalar bile birbirine karışmıyorlardı.
Ne kadar güzel bir mucizeydi bu...
Kalp kıranlar, gerçekte nasıl bir şeyi kırdıklarını biliyorlar mı acep...Veya bilseler kırarlar mıydı böyle bir varlığı... diye düşünmemek elde değildi.
Doktor nefesimi tutmamı istedi, tuttum... akciğerlerin hareketi durdu ama kalp çalışmaya devam etti. Nefesimi doktorun söylediği gibi yavaş yavaş bıraktım. Bir ara hızlı hızlı nefes alıp vermemi istedi. Öyle yaptım... Kalpte hiç aksama yoktu, o hep çalışmaya devam etti. Fazla mesai ücreti, tatili, sosyal hakları olmayan bir garip işçi... Zavallı bir de âşık oluyor o kadar işin gücün içinde... Üzüldüm...
Doktor sigara içip içmediğimi sordu. “İçmiyorum” deyince, “Bak size gülümsüyor” dedi. “Sigara içmeyenlerin kalbi genelde gülümser...” kalbime en azından bu kadarlık yardımım olmuş diye sevindim.
Gözlerim yine de onu arıyordu. Kalbimin sakinini... sahibini veya misafirini değil, sakinini...
Kenarları tırtıklı bir kapı gördüm. Açılıp kapanıyordu devamlı... Her kapandıkça tırtıklar birbirine giriyor, tam kenetleniyordu. Doktor, görüntüyü dondurdu, kapının maksimum ne kadar açıldığını ölçüyordu. Bu arada içine baktım. Kesin ordadır diye... Önce gözlerimi kıstım, sonra iyice açtım, ovuşturup bir daha baktım. Göremedim.
Dedim “ Orası kirpiklerin açtığı ok yarası mı? Her kapandıkça müjgan müjgan üstüne geliyor da?..”
Doktor tuhaf tuhaf baktı: “Ben kalbinizi görebilirim, aşkınızı göremem. Aşk acınızı kapının arkasına sakladıysanız onu hiç göremem.” dedi. “Kırıkları gördünüz mü?” dedim. “Odacıklar arasına bir paspas atmışsınız, büyük ihtimal onun altına süpürmüşsünüzdür.” dedi. “Her gelip geçerken üstüne basıyor değil mi?” diye devam etti. “O değil de canı sıkıldıkça kalbimin çizgilerinden birini tutuyor ya... çekiyor çekiyor çekiyor... birden bırakıyor... offf... işte o çok acıtıyor.
“İyisiniz... çok tehlikeli bir durum yok... gereken açıklamayı ev doktorunuza gönderirim, o sizinle konuşur. “dedi. Ah kalbim benden mi çekiyorsun, benim çektiklerimden mi... affet beni olur mu?