13.03.2019
Alaçıktan Gökdelene romanı seri anlatımı, şiirsel ifadeleriyle, akıcılığı ve merak unsuruyla bir çırpıda okunabilen bir roman. Bence “roman” türü olarak ayrıca incelenmeli ve Türk Edebiyatına katkıları ayrıca belirtilmelidir. Yazarın kelime seçimleri, şiire yakın cümle kuruluşlarıyla türünün ilk örneği olduğu ve Türk romanında önemli bir kilometre taşı olacağı inancındayım.
Konusu itibariyle; halkımızın büyük bir bölümünün, zamana ayak uydurma çabası içinde, yaşayış ve kültürlerinin sadece bir nesillik zaman dilimi dahilinde nasıl değişebileceğini görüyoruz.
Yazar, hayatları yaylag-kışlag arası geçen insanların “Yerleşik” olunca, yaşadıkları olaylara bakış açılarının ve problem çözümlerinin değişme sürecini anlatmaktadır. Bunu yaparken ağalıktan fakirliğe, eşkıyalıktan tövbeye, göçerlikten köy hayatına geçişi, eskinin yeniye etkilerinin devamını, yeni cumhuriyetin de bu hayatı şekillendirmesindeki rolünü bize göstermiştir.
Ayrıca köylere radyonun gelmesiyle insanların, başka hayatların da olabileceğini farketmesi, traktörlerle birlikte tarımın ve köy hayatının kavuştuğu gelişmeleri de görüyoruz.
Konuda geçen olayları büyük bir merakla okurken, birden bire bölüm sonlarında bir yazarın, romanını basacak kitabevinin editörüne mektubuyla karşılaşıyoruz. Bu mektuplar okuyucuda, yazarın bu sürecteki yaşadıklarını, duygu-düşüncelerindeki fırtınalarını da merak ettiriyor. Romanın yazarı ile bu yazarın aynı kişi olma ihtimali de ayrıca heyecan veriyor. Bu yazışmalardan, bir kitabın yazılma, basılma aşamasını, karşılaşılan ve tamamen insandan kaynaklanan zorluklarını da görebiliyoruz.
Yazar, konuyu dışardan seyrediyor gibi, üçüncü gözle anlatırken, editörden hiç cevap almadığı mektuplarıyla, asıl konunun kendi kitabını yazma ve kabul ettirme çabası olduğunu hatırlatıyor.
Romandaki hayatı, aşkları, entrikaları, ekmek kavgalarını okuyup konunun içinde dolaşırken birden bire bölüm sonlarındaki mektupla birlikte günümüze ışınlanıyor ve yazarla empati kuruyoruz. Bundan dolayı algılarımız her an her şeye hazır olarak canlı kalıyor.
Rahatlıkla söyleyebilirim ki; okurken uyuyup kalma, sıkılma gibi bir durumla karşılaşmadığım bir romandı.
Anlatımdaki en dikkat çekici unsur, cümlelerin şiir âhengi içinde kuruluşlarıydı. Okuyucu cümleleri dize olarak, cümle sonlarını da kafiyeli okuyunca düz yazıyla yazılmış bir şiir veya şiir olarak yazılmış bir roman okuduğu hissine kapılıyor. Bu da Türk romanında büyük bir yeniliktir. Bu anlatım bize, yazarın “Meddah” diliyle veya halk edebiyatımızdaki “destancı” diliyle konuyu anlattığı hissini veriyor. Böylece okuyucu, romanı kendi kafa sesiyle okuma değil de meddahın sesiyle dinleme hissine kapılıyor.
Öyle ki kitap kapalı olarak masada dururken bile içinden sesler geldiğini duyar gibi oldum.
Romanın konusu ve kişileri hakkında da bir şeyler söylemek isterim:
Romanın adından dolayı ilk önce iki bölümden oluşuyor sandım. Önce köy bölümü sonra gökdelen bölümü olarak... Yine de çok büyük bir hayal kırıklığı yaşamadım. Yerleşik hayata geçişten sonra, bir aile de olsa, köyden şehire geçiş örneğini de görüyoruz.
O dönemle bu günler arasında değişmeyen ise Dönek Remziler'in her zaman olduğu ve hep onların kazandığı her halde.
Okuduğum her romanda bir karakteri kendimle özdeşleştiririm. Burda bana yakın bir karakter bulamadım. Sadece seyirci oldum. Ama sadece romanın hikayesine değil, yazarla editörün hikayesine de seyirci oldum.
Kandırılma olayları içinde en çok Ömer'in tayına muhtarın el koyması dokundu. Çünkü başka bir serveti olmayan birinin bu şekilde kandırılmasından hatta dövülmesinden epey etkilendim. Eski dönemlerin son Şaman temsilcisi Cercis Kadın'ın yaptırımının da bedduadan öteye gitmemesi, bana yeniden, acı gerçekleri hatırlattı. Ama "Madem muhtarın bu kadar dolandırıcı olduğunu biliyorsunuz neden seçiyorsunuz?" Güzel bir soruydu.
Kötülüğü, dolandırıcılığı, nefreti, öfkeyi, çıkarcılığı, zulmü, her şekil ve karakterde görürken romanda iyiliği, sevgiyi, masumiyeti de görüyoruz. İster istemez zulüm görenler kazansın diye bekliyoruz.
Anadolu insanının saf temiz, sevgiyi üstün tutan, yiğit, mert tarafını da Ömer'de buluyoruz. O mert insanların olduğunu bilmek bile bize güç veriyor, ümidimizi yitirmememize sebep oluyor. O kadar kötülüğün içinde bu kadar temiz kalmış karakterlere yer verilmesi, Anadolu’nun temiz yönünü hatırlatması açısından güzel bir seçim olmuş.
Ve tabii ki Sanem... başkasının suçunun cezasını çeken, en büyük zulme uğrayan, gülmesi mümkün değilken ağlamasına bile izin verilmeyen... En suçsuz, en masum, en temiz... Bir kadının öfkesinin, bir erkeğin hayvani duygularının, muhatabı... Işıksız hayatında hayvanlara bakıp insanlığı bulmaya çalışan çileli kız. O, bir çok kız çocuğunu ve kadını temsil ediyor. Bu arada yaşadığı olayları kendine açıklamaya çalışırken okuyucuya da hayat dersi veriyor.
Bir de erotizmi çağrıştıran sahneler var. Yazar, bu sahnelerin anlatımında kadını, bir kadının bakış açısıyla ve onun düşünce yapısıyla anlatmış. Empati gücünü kutluyorum...
İlk defa yazarını şahsen tanıdığım bir roman okuyorum. Dönek Remzi'nin oyunlarını okurken "Hoca bu kadar oyunu nerden biliyor?" diye düşünmedim değil. Gözlem böyle bir şeymiş demek ki...
Bu roman insanların bir çok yönünü gösteriyor. Bir çok bakış açısını gösteriyor. Haksızlığa uğrayanları okurken aslında en büyük haksızlığa uğramış bir insanın neler yapabileceğini de gösteriyor. Plazalarda yaşayan, hayatında bir kere bile bir köye gitmemiş insanların, yukardan bakışını da gösteriyor.
Hem üslubu, hem seçtiği konuyu işleyiş tarzı hem de şiirsel anlatımıyla şimdiye kadar okuduğum en iyi yazarlardan biri olan Şahamettin Kuzucular’a ellerine, yüreğine sağlık diyorum. Okuyanı bol olsun...
Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın
Ezgi KUZUCULAR
6 years ago
Şahamettin Kuzucular
6 years ago