ATATÜRK VE TARİH ŞUURU

22.11.2016

                                                        ATATÜRK VE TARİH ŞUURU
                                                                                                             Hasan AKAR
 
“Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği ,bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine sahne oldu. Bu sahne en az yedi bin senelik Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgârlarıyla sallandı, beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı.
O çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu, sonra onlara alıştı, onların oğlu oldu. Bugün o tabiat çocuğu tabiat oldu, şimşek, yıldırım, güneş oldu, Türk oldu. Türk budur: Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.”
          Derin bir tarih, kültür bilgi, birikim ve şuuruna sahip olan Atatürk, özellikle ömrünün son yıllarını Türk tarihine, diline ve bu konudaki tezlere ayırmıştı. Yukarıdaki sözleri de Afet İNAN’ın “Türk’ün Tarifi” konulu tezini okuyup, inceledikten sonra tezin boş bir kenarına Anadolu’nun yedi bin yıllık Türk yurdu olduğunu el yazısıyla not olarak düşmüştü.
                Ayrıca onun 10.Yıl Nutku’nda ve Gençliğe Hitabe ’sinde Türk Milletinin kültürünün zenginliğini ortaya koyduğu sözleri bugün iyice yorumlamak gerekir. O, kazandığı büyük başarıları okumaya ve özellikle de tarih konusunda eserler okumaya borçlu olduğunu söylemiştir. Onun için Çankaya’da yemekli toplantılarda devlet işlerinin yanı sıra tarihi konuları da yakın çevresiyle tartışmıştır.
                Öyle ki kendisini tarih kitaplarına vermesi, dille ilgili tutumu herkesin dikkatini çekince Vasıf ÇINAR ,çevresinin ve milletvekillerinin tercümanı olmuştur.
       -Paşam…Tarihle uğraşıp kafanı yorma. Mayıs’ta kitap okuyarak mı Samsun’a çıktın? Deyince Atatürk, Vasıf Beyin bu sözlerine gülümseyerek şöyle cevap vermiştir.
“Ben çocukken fakir idim. Elime iki kuruş geçse bunun bir kuruşunu kitaba verirdim. Eğer böyle olmasaydım, bu yaptıklarımın hiç birisini yapamazdım.
                Hatta Atatürk’ün devlet işleri dururken tarih ve dil işleriyle uğraşmasının yanlış olduğu şeklinde son zamanlarda yoğunlaşan gizli eleştiriler kulağına gelince hiddetlenerek tarih ve dilin önemini fazla kavrayamayanlara şunları söylemiştir.
                “İşitiyorum, benim dille, tarihle uğraştığımı gören bazı kısa düşünceli yurttaşlar ”Paşa’nın işi yok, dille, tarihle uğraşmaya başladı” diyorlarmış. Yağma yok, benim işim başımdan aşkın...Ben bugün ileri bir Türkiye’yi kurmaya ne kadar çalışıyorsam, yarının Türkiye’sinin temellerini atmaya da o kadar dikkat ediyorum.” 
                Evet, Atatürk bugünü dünden görmüştü. Sovyetler Birliği’nin fazla zaman geçmeden yıkılacağını, dolayısıyla hazırlıklı olmamızın gerekliliği üzerinde durmamızı söylerken sanki son yıllarda ülkemizi parçalamaya yönelik çalışmaları da sezmişti. O anlamıştı ki bir gün ABD ve AB gibi dayatmacı, kuşatmacı zihniyetler Türkiye’nin de başına bela olacak. Sözde Ermeni Soykırımı ve benzeri iddia ve safsatalarla ,yerli hainlerinde işbirliğiyle bizi köşeye sıkıştıracaklardır.
                O büyük deha, gün gelecek, milli değerler bir kenara bırakabilecek ; emperyalistlerin yalağından karınlarını doyuran beslemelerin ülkemizdeki tüm insanların birliğini sembolize eden “Ne Mutlu Türk’üm Diyene “sözünü çiğneyecek, Türklüğe hakaret edecek hem de ağalarının, patronlarının elinden Türklüğü aşağıladığı için Nobel Ödülünü  bugün olduğu gibi yarın da alabilecekler çıkacaktır.
                O görüyordu ki; Avrupa eskiden beri hedeflerine ulaşmak için tarihi gerekçeleri ileri sürmüş, Doğuyu, Asya’yı ,Afrika’yı sömürebilmek amacıyla tarihi siyasi bir araç olarak kullanmıştı.
                Her zaman Anadolu’yu ele geçirmek isteyen Haçlı zihniyetine sahip emperyalistler Anadolu’nun en eski halkının başta Hititler olmak üzere Hint-Avrupa kökünden geldiklerini savunarak, buranın bir Türk vatanı olmadığı, sonradan geldiklerini dolayısıyla da geldiklerini ileri sürdükleri Asya’ya geri dönmelerini savunuyorlar, kullandıkları Ermeni ve Rumlara da sözde özgürlük vaat ediyorlardı.(Ama şu bir gerçek ki yıllardır onlara ne bunu tattırdılar ne de onları rahat bıraktılar)
                İşte Ata’nın amacı, Batının bu tezlerini yıkmak ve bu tezlerin sorgulanmasını sağlamaktı. Onun için kimsenin sorgulamaya cesaret edemediği bu çarpık iddiaların karşısına milli tarih bilinciyle çıktı. Ermeni ve Rumların anayurdu olduğunu iddia edenlere, Türklerin işgalci olduklarını söyleyenlere her fırsatta Lozan Antlaşmasının imzalandığı günlerde milletine şöyle seslendi.
“Haksızlık ve küstahlığın bundan fazlası olamaz. Ermenilerin bu feyizli ülkede hiçbir hakkı yoktur. Memleketimiz sizlerindir, Türklerindir. Bu memleket tarihte Türk’tü; halde Türk’tür ve sonsuza kadar Türk olarak yaşayacaktır…”
                Atatürk’e göre Türkler Anadolu’ya sonradan gelmiş değildi, onlar zaten hep buradaydı. Anadolu’da bilinen ilk büyük uygarlığı kuran Hititler de Türk’tü. Anadolu’daki bu Türk uygarlıklarını sembolize etmek için de kurdurduğu iki büyük müesseseye Sümerbank ve Etibank adlarını koyması bu çalışmaların bir yansımasıydı. Hatta şöyle diyordu:
”Türk Milleti! Sen Anadolu denilen yurda sonradan gelme değil, ilk yerleşip medeniyet kuranların çocuklarısın.”
                Atatürk bunları neye dayanarak söylüyordu. Hangi ilmi çalışma ve araştırmalara dayanıyordu O halde neden bize Türklerin Anadolu’yu vatan yapmaları 1071 Malazgirt Savaşıyla sınırlandırılıyordu?
                O,1929’lu,1930’lu yıllarda Türk tarihi üzerinde büyük bir çalışma ve araştırmaya girişti.(Özel kütüphanesinde bulunan 4289 kitabın 862’si tarihe aittir ) Bu çalışmalarında yabancı araştırmacı ve bilim adamlarının bulunan bilgi, belgelere dayanan faaliyetlerini yakından takip etti. Bu çalışmalar Türklerin bilinen ilk yurdunun Orta Asya olduğu ancak Orta Asya’ya kayıp bir kıta olan Mu’dan göç ettiğini gösteriyordu.
                (İngiliz Araştırmacı-Albay Colonial James Churchward 1883 yılında Hindistan’a gitmiş, burada bulunan Naakal tabletleri üzerinde yıllarca çalışarak günümüzden 50.000 yıl önce Pasifik Okyanusu’nda yer alan bir medeniyetin varlığını daha sonra Meksika’da bulunan belgelerle de kuvvetlendirerek ispat etmişti.İşin bizi ilgilendiren tarafı bu tabletlerin bir çoğunun Uygur harf ve sembolleriyle yazılması ve kökeninin  Mu Alfabesine dayanmasıydı.)
Uzağı gören bir devlet adamı olan Atatürk, bu İngiliz araştırmacısının yayımladığı dört eseri dikkatle inceletince büyük ilgisini çekti.1932-1937 yılları arasında Türk tarihi tezi kapsamında  Mu ve Maya Uygarlıklarıyla Ön Türkler arasındaki ilişkiyi araştırarak kafa yormaya başladı. Bu arada Tahsin MAYATEPEK’i Meksika’ya Büyük elçi olarak gönderdi. Onu asıl gönderiş sebebi, Maya ve Mu Uygarlıkları ile ilgili araştırma yapması ve bulguları süratle Türkiye’ye aktarmasını sağlamaktı.
                Bu çalışmalara paralel olarak 1931 yılında Türk Tarih Kurumu’nu.1932 yılında Türk Dil Kurumu’nu,1935 yılında da Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesini kurdurmuştur.
                Asıl önemli olan bir bilgi de Atatürk’ün Türklerin dünyada oynadıkları rolü, kendisini Çankaya Köşkünde ziyaret eden ABD Büyükelçisi Charles N. Chriil’e söyledikleri ile ilgili.
“Bizim Türk milletimiz eski ve şerefli bir millettir. Zaten Orta Asya’nın Altay Yaylasında yetiştiği için, kartalın meziyetlerini daha başlangıcından kazanmıştır.  Çok uzakları görür, hızlı uçar ve ruhunu barındıracak kadar güçlü bir bedeni vardır. İster maddi ister düşünce bakımından olsun, sıkıcı sınırlar içinde kalamaz. Nitekim Altay Yaylasındaki anayurdun dört bir yana uzaklığına da isyan etmiştir. İşte bu isyan sonucu Türkler Doğu’ya ve Batı’ya yayılmaya başlamışlardır.”
            Netice olarak Atatürk’ün tanımıyla Türk budur, bugün sessiz durur ama yarın kartal ruhuyla kendisinin varlığına, yuvasına kastedecek iç ve dış düşmanları da Çanakkale’de, İstiklal Savaşı’nda ve sonrasında olduğu gibi yenmesini de bilir. Bundan asla hiç kimsenin şüphesi olmasın. Bu ülkeyi bölmeye, etniklendirmeye, mozaiklendirmeye kimsenin gücü yetmeyecektir.
Ruhu şâd olsun.

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar