ATİLLA
Hunların girişi
Sihirbazlar ve kâhinler, güven telkin edici haberler vermişti. Roma halkı, buna rağmen, radages ordularına karşı 405 senesi ilkbaharının ilk günlerinde girişilmiş savaşın sonucu, endişe ile bekliyordu. Bu Cermen kumandanı, dört sene önce, alarik’in vekili sıfatıyla İtalya’ya gelmişti. Şimdi de Slavlardan ve Cermenlerden oluşan kalabalık bir ordunun başında, orasını kendi hesabına istila ediyordu. Honorius’un nazarı Stiliko’nun maharet ve cesaretine rağmen, roma imparatorluğu çok korktuğu ve aynı zamanda nefret ettiği barbar orduları tarafından bütün sınırlarda bozguna uğramış, kendisi için ikisi de aynı derecede tehlikeli ve şüpheli olan düşmanlarına mı, yoksa müttefiklerine mi meyledeceğinde kararsız kalmış bulunuyordu.
Ravenne ile Kostantiniye’nin gizli hazinelerinden tutunuz, sınırların ileri karakollarına kadar, herkes, ancak kesesine şakır şakır para indirmekle meşguldü. Önceden roma lejyonları tüccarın gelip geçmesi için güvenliğinin temin edilmesi gereken bir ticaret pazarı fethetmişlerdir.
İttifaklar
Roma diplomasisi, yabancılara karşı eski nüfusunu koruyarak onların hükümdarlarını kendisine çekmek amacına dönük politikalar takip ediyordu. Propagandasını yoğunlaştırmak için de onlardan rehine almayı, yabancı hükümdarlar nezdinde casuslar yerleştirmeyi ve şüpheli gördüğü müttefiklerin ailelerini kontrol altında tutmayı iyi bir çare görüyordu. Roma’nın misafirperverlik gösterdiği genç şehzadelere karşılık, Romalı asil ailelerin çocukları da yabancı devletlerin yanına gönderiliyordu. İşte, bu siyasi rehine değiş tokuşlarından birinin gereği olarak, hun hakanı ve roma’nın müttefiki rua, on yaşında bulunan yeğeni Atilla’yı roma imparatoru Honorius’un sarayına göndermişti.
Attila’nın soyu
Attila eski zamanlarda büyük hun milletinde saltanat süren kadim ve savaşçı hun hanedanının doğrudan soyundan geliyordu. Bu atalardan da önceki dönemlerde de soyu sam efsanesine dayanıyordu. Hatta bir efsane onun soyunu astur kuşuna kadar çıkarıyordu. Bazılarının sungur da dediği bu kuşun, bütün uçan yaratıkların hükümdarı olarak yaratıldığına ve başında bir taç taşıdığına dair efsaneler vardı.attila, tuna ovasında ordugah kurmuş olan hun kabilesine ait arabalardan birinde, 395 yılına doğru dünyaya gelmişti.
Son gerçek Romalı
Dokuz sene önce tahta çıkmış bulunan Valentinien’in işi gücü eğlence idi. O, imparator olmanın üzerine yüklediği sorumluluklara karşı kayıtsızdı. Sarayında binlerce faydasız, siyasi ve askeri görevleri paylaşamayan hizmetkârları, entrika çevirmekte usta kadınlar, hazineyi soyup soğana çeviren nazırlar vardı. Bütün bu kargaşa içinde düşüncesinde samimi, namuslu, her türlü kişisel çıkar düşüncesinden uzak, kendisinden yararlanılabilir, tek bir kişi bulunuyordu. Bu öyle bir adamdı ki imparatorluğa karşı yerine getirdiği hizmetlerin karşılığı olarak imparatorun annesi Plasidis’in nefretini kazanmıştı.
Hunların hükümdarı
Theodosius’un elçileri gelir gelmez, atlarından inmeye vakit bırakılmayarak, hun hükümdarının kendilerini beklemekte olduğu haber verildi ve ovada toplanmış bir atlı grubu gösterildi. Plintas ile Epigenes, onlara yetişmek üzere atlarını dörtnala sürdüler. Fakat elçilerin yaklaştığını gören hunlar, atlarından inmediler. Doğu roma elçileri de, yabancıların gözünde hakir bir duruma düşmemek için eğerleri üzerinde kalmak mecburiyetimde bulundular. Meşakkatli seyahatten yorulmuş olup esasen uzun süre at üstünde kalmaya alışkın olmayan elçiler, sıradan binicilerden sayılırlardı.
İç siyaset
Uzun zamandan beri bağımsız küçük kavimlere ayrılmış olan hun milleti, göçebelik yaşayışının tesadüflerine uyup gidiyordu. Hunlar, tam manasıyla bir millet halinde değillerdi. Irkı, lisanı, ananevi mizaçlarının benzerliği ile birbirine bağlı küçük devletlerden meydana gelmiş bir halklar toplamıydı.
Tuna boyundaki hun hakanının, Asya’daki hunlar üzerinde o kadar hükmü yoktu. Her reis, itaati altında bulunan ahaliyi dilediği gibi idare ediyordu. Her reis, savaşa ve yağmaya kendi adına girişiyordu. Bir bölgenin kaynakları tükenince, başka memleketlere yöneliyorlardı.
Dış siyaset
Senelerce devam eden inatçı bir gayretle, Attila, bir millet ve bir ordu oluşturmuştu. Büyük sefere başlamak için yalnız paraya ihtiyacı kalmıştı. Hunlar fakirdi. Bazı memleketleri yağma etmişlerse de bunun sonucunda ellerine çok bir şey geçmemişti. Onların yaklaştığını haber alan milletler, ne kadar değerli eşya varsa hepsini yanlarına alarak, durmaksızın kaçıyorlardı. Galip hunlar, girdikleri yerde, bomboş evler yahut işlerine yaramayan, nakli güç bir takım ağır ev eşyasından başka bir şey bulamıyorlardı.
Elçiler
Atila’nın elçileri Edekon ve Orest, Konstantiniyye’ye birlikte hareket ettiler. Görevleri, II.Theodos’a Attila’nın son taleplerini açıklamaktı. Bu talepler, Tuna’nın sağ kıyısını hun sınırları içine almak meselesine ve elçilerin protokolüne ilişkin iki kısımdan oluşuyordu. Attila 441 senesinde hun ordusunun Tuna’nın sağ kıyısında istila ettiği yere kadar olan arazinin kendisine ait olduğunu iddia ediyordu. Bununla birlikte, Naisus mevkiinden geçen bu sınırı, doğru ve kesin olarak tespit etmek gerekmekteydi. Önce, nehrin kenarında kurulan pazarların bu hattın ötesine kadar geri çekilmesi isteniyordu. Bundan sonra, bu bölgeyi haksız olarak işgal eden doğru roma halkının yerlerini boşaltması da Atila’nın talepleri arasındaydı.
İki heyet yolda
Her iki eliçilik heyeti de şehri aynı günde terk ettiler. Yağ ve ter kokan pis barbarlara refakat etmek çok zahmetli bir şey ise de, ister istemez hep birlikte yola çıkacağız. Buna karşılık, hun memleketi sınırına girince, onlar bize rehberlik edeceklerdir. Yolda kaybolmak tehlikesine düşmeyeceğiz…
Büyük komutanlar asla kendilerini fazla ciddiye almazlar. Her iki elçilik heyeti de şehri aynı günde terk ettiler. Yağ ve ter kokan pis barbarlara refakat etmek çok zahmetli bir şey ise de, ister istemez hep birlikte yola çıkacağız. Buna karşılık, hun memleketi sınırına girince, onlar bize rehberlik edeceklerdir. Yolda kaybolmak tehlikesine düşmeyeceğiz…
Büyük komutanlar asla kendilerini fazla ciddiye almazlar.