08.04.2013
Attaleia ( Antalya
)
TARİHÇESİ
Antalya'nın Tarihöncesi çağlarda Pam-filya (Pamphylia) diye anılırdı. M.Ö. 159-138 yılları arasında BERGAMA kralı Attalos II donanmasına ait bir deniz üssü kurma amacıyla kendi adını taşıyacak olan Attaleia’yı ve bugünkü adıyla Antalya şehrini kurdu. [1]Antalya’nın 5 kilometre batısında bugünkü Gurma Köyü topraklarında bulunan antik Olbia şehri, madeni parasına göre tarihi beşinci yüzyıla kadar uzanan antik bir merkezdi. Attaleia’nın kurulmasıyla, Olbia önemini kaybetti, varoş seviyesine indi. Attaleia, kelimesinin anlamı tarihte Attalos Yurdu’dur. [2]
BERGAMA Krallığı’nın sona ermesiyle (M.Ö. 133) bir süre bağımsız kalan kent, daha sonra korsanların eline geçmiştir. M.Ö. 77’de Komutan Servilius Isauricus tarafından Roma topraklarına katılmıştır. Roma lılar döneminde Antonius şehri sevgilisi Kleopatra'ya armağan etmişti. Eski çağlarda Attaleia olarak bilinen bu şehrin adı üzere doğulu ve Türk kaynaklarında Adalya, Adalia ve bazen de Satalia olarak anılmış, günümüzde ise Antalya olarak söylenir olmuştur.
M.Ö. 67’de Pompeius’un donanmasına üs olmuştur. M.S. 130’da Hadrianus’un Attaleia’yı ziyaret etmesi şehrin gelişmesini sağlamıştır. Bizans egemenliği sırasında piskoposluk merkezi olmuştu.
Şehrin ticaret merkezi olarak refah seviyesinin en yüksek olduğu dönemin M.S. ikinci yüzyıl olduğu bilinir ve M.S. 130’da İmparator Hadrian’ın ziyareti anısına yapılan yeni anıtlarla daha da değer kazanmıştır.[3] Bu sıralarda yöredeki anakent Perge’dir ve Perge yöredeki en önemli kent olarak varlığını korumaktadır.
Bir donanma üssü ve orta Anadolu’ya giden yolların başlangıç noktasında bulunan Attaleia, Bizans devrinde yoğun bir ticari liman olmaya devam etmiştir. M.S. altıncı yüzyıldan sonra Attaleia anakent olarak bu sıfatı yitiren Perge’nin yerini almıştır.
Ms sonra 7 yy dan itibaren Arap akınları başlamış, yedinci yüzyılın ortalarından itibaren Arap deniz ve kara egemenliğinin yayılması ile Attaleia’ Arapların eline geçmiştir. Bir müddet sonra Bizanslılar 969 yılında Attaleai’yi yeniden ele geçirirlerse de şehir daha sonra yeniden Arap ve İslam devletlerinin eline geçecektir. Malazgirt savaşından sonra Antalya da diğer Anadolu şehirleri gibi Selcukluların eline geçmişti. Bir ara yeniden Türk hâkimiyetinden çıkan Antalya I. Keyhusrev zamanında yeniden Selcukluların eline geçti.
Antalya, 12O7’de Selçuk Sultanı Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından Türk topraklarına katıldıktan sonra bölge başka bir büyük gelişme dönemine tanıklık etmiştir ve bugün hala bir kısmı görülebilen Selçuk mimarisi eserleriyle bezenmiştir.
XII. yüzyıl sonlarında SelcukluDevleti sona erince Isparta ve Antalya arasındaki topraklar Teke Aşireti'nin bir kolu olan Hamidoğulları'nın egemenliğine girmiş, İlyasbeyoğlu Dündar Bey, buranın yönetimini, kardeşi Yunus Bey'e bırakmıştır. Yunus Bey'in oğulları, Antalya'da hüküm sürdüler. Kıbrıs Kralı Pirre, 1361'de Antalya'yı ele geçirdiyse de, Tekeoğulları'ndan Mehmed Bey, 1373'de şehri geri alır. Bunun oğlu Osman Bey zamanında Antalya, Yıldırım Bayezıd, buranın yönetimini Firuz Bey'e verdi (1391). Ancak ANTALYA'nın Osmanlılara geçişi konusunda kaynaklara tek bir tarih göstermemektedir ( Oruç Bey ve Neşri'ye göre 1389-1392; İbni Kemal'e göre 1391).
Antalya, Konya'ya bağlı olması sebebiyle " Teke Sancağı" adıyla geçmektedir. Antalya, XIX. yüzyıl sonunda Konya Vilayetinin sancağı durumundaydı. İdari bakımdan 5 kaza ve 9 nahiyeye ayrıldı. Toplam köy sayısı 549 idi. Sancak toplam nüfusu 224 bin kişiydi. Bu nüfusun 15 binini Yörükler oluşturuyordu. Bunlar kışı ovalarda, yaz aylarının ise yayla adı verilen platolarda geçirirlerdi. Nitekim Hazine-i Evrak'ta mevcut 1840 tarihli bir belgeden Antalya Kalesi içindeki yerlere iskânları yetersiz olduğundan, sur dışında bir mahalle kurulması ve oraya bir kapı açılması ve kiliselerin onarılması hakkındaki yazıdan, buraya sürekli değişik dinlerden, değişik yerlerden insanların gelerek yerleştikleri anlaşılmaktadır. Antalya şehri, körfezin ortasında, dik bir kayalığın üzerinde kurulmuştu. ve mutasarrıflık buradaydı. Üç surla çevrili olan kentin çok heybetli bir görünüşü vardı. Bu surların alt bölümlerinde bulunan geniş çukurlar, Düden Çayı'nın sularıyla dolar ve şehir, bu su hendekleriyle korunurdu.
ŞEHİRDEKİ ANTİK KALINTILAR
Attaleia’da, bütün antik şehirlerde de bulunan tapınak, agora, tiyatro gibi yapılar olduğu biliniyorsa da bugün bunların yerini saptamak imkânsızdır. Antalya’da antik çağ kalıntılarına çok az rastlanılmaktadır. Görülebilen kalıntıların ilki, eski liman olarak nitelenen liman mendireğinin bir kısmı ve limanı çevreleyen surdur. Surların park dışındaki kısmında restorasyonu yapılan Hadrian Kapısı Antalya’nın en güzel antik eserlerinden biridir.
Kale, Kaleiçi ve Şehir Surları
Kaleiçi; büyük bir bölümü yıkılmış ve yok olmuş at nalı şeklinde içten ve dıştan surlarla çevrilidir. Surlar, Helenistik, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı devirleri ortak eseridir. Antik Attaleia, at nalı şeklindeki iki kalın duvar tarafından korunmaktaydı. Bu sur duvarlarından biri deniz kıyısı koyunda, diğeri de kara tarafında bulunmaktaydı. Deniz tarafından kaplanan antik şehir ve duvarlar günümüzde Kaleiçi diye adlandırılmaktadır. Sur içindeki dar sokaklar limandan yukarıya duvar boyunca uzanırlar. Yivli Minare, Keyhüsrev Medresesi, Karatay Medresesi, İskele Camii, Tekeli Mahmut Paşa Camii sur içindeki önemli tarihi eserlerden sadece bazılarıdır.
Şehrin surları kentin limanını ve etrafındaki antik şehri çevreler. Bu surlar, M.S. ikinci yüzyılda inşa edilmiştir. Surlardaki Helenistik temellerden Selçukluların, surların büyük bir bölümünü yeniledikleri anlaşılmaktadır. Evliya Çelebi, 1671’de Antalya’yı ziyaret ettiğinde surlar boyunca 80 kule bulunduğunu, surların çevresinin 4400 adım olduğunu ve dar sokaklı yaklaşık 3,000 evi çevrelediğini yazmıştır. Evliya Çelebi, üç yanı bahçelerle çevrili şehrin kale içinde dar sokaklı, 3 bin evli dört mahallesi, kale dışında ise, kuzeyde 20 Türk, 4 Rum Mahallesi bulunduğunu, çarşının surlar dışında yer aldığını, limanın 200 parça gemi alacak büyüklükte olduğunu belirtmiştir. [4]
Fakat günümüzde surların ve kulelerin büyük bir kısmı yıkılmış ve kaybolmuş durumdadır. Günümüzde sur giriş kapılarından sadece bir tanesi durmaktadır
1972 yılında Antalya iç limanı ve Kaleiçi semti, özgün dokusu nedeniyle "Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu" tarafından "SİT bölgesi" olarak koruma altına alınmıştır. Turizm Bakanlığı'na "Antalya- Kaleiçi Kompleksi" restorasyon çalışmasından dolayı, 28 Nisan 1984’de FİJET (Uluslararası Turizm Yazarları Birliği) tarafından Altın Elma Turizm Oskarı ödülü verilmiştir. [5]
Hadrian (Hadrianus) Kapısı:
Hadrian’ın Antalya’yı ziyareti anısına dikilen bu şeref kapısı, iki sütunlu cephesi ve dört pilon (kapı kulesi) üzerinde yükselen üç kemeriyle tipik Roma zafer takı görünümündedir.
Antalya'daki tarihi yapılardan en iyi korunmuşlarından birisidir. Bir Roma eseri olan yapı, İ.S.130 yılında Roma İmparatoru Hadrian adına yapılmıştır. Zamanla şehir surları kapının dış kısmını kapatmış ve kapı uzun yıllar kullanılmamıştır. Sur kalıntılarının yıkılması ile kapı ortaya çıkarılmıştır. Bu zafer kapısı Pamfilya'nın en güzel kapısı olarak kabul edilmektedir. Sütunları hariç tamamen beyaz mermerden yapılmıştır. Oyma ve kabartma süslemeleri çok güzeldir. Kapının orijinali iki katlıdır. [6]
Zafer takının her iki cephesinde frizlerde ve figürlerde rölyefler oyulmuştur. Üç geçit, bitki ve çiçek rölyefleriyle süslenmiş tonozlarla kapatılmıştır. 1959’da yürütülen başarılı bir restorasyon çalışmasından sonra bu olağanüstü eserin iki seviyeden oluştuğunu gösteren belli mimari öğeler aydınlığa kavuşmuştur. Giriş kapısının her iki yanında da iki farklı yapıda kule bulunmuştur. Kemerin sol arkasındaki kule Roma dönemine aitken sağdaki kule yazıtlarda belirtildiğine göre Selçuklu dönemlerine uzanır.[7]
NEKROPOL
Şehrin kayıp olan Akropolü Doğu Garajı semtindeki halk pazarının yıkılmasının ardından, bir inşaat şirketinin çok katlı iş merkezi inşaatında temel kazısı sırasında ortaya çıkmıştır. Antalya Müzesi'nin yaptığı araştırma ve kurtarma çalışması, Attaleia Antik Kenti'nin doğu bölgesi nekropolünün bulunmasının yolunu açmıştır. Attaleia Antik Kenti'ne ait nekropol ve tarihi kalıntıların 20 dönüme yayıldığını belirtmiştir. ''Kazılarda Attaleia Antik Kenti'nin en büyük mezarlığı bulunmuş, Nekropol alanında ortaya çıkan buluntularla şehrin tarihinin M.Ö. 200-300'lü yıllara kadar uzandığı anlaşılmıştır. [8]
Hıdırlık Kulesi :
Kara surlarının en güneydeki başlangıç noktasında bulunan alt kısmı kare, üst kısmı silindir şeklinde olan bir kuledir. Antik çağdan kalma bir yapı olup, içinde kare şeklinde büyük bir kütle vardır. Kulenin yapısı son derece sağlamdır. İçyapısının özelliği nedeni ile savunma amacıyla kullanılan ya da işaret ateşi yakılan bir yer olduğu sanılmaktadır.
Hıdırlık Kulesi 14 metre yüksekliğe ulaşan kule, üzerinde silindir bir gövde yükselen kare planlı yüksek bir kaledir. Doğu tarafındaki dikdörtgen kapı küçük bir odaya açılır. Odanın kenarındaki dar merdivenler üst kata çıkar. Mevcut kanıtlardan kulenin tepeli bir çatı ile örtüldüğü görülür. Kulenin yapılma nedeni hala tartışma konusudur. Planı Roma dönemi mozolelerini anımsatsa da kule, daha çok deniz feneri ya da liman gözlem kulesi olarak kullanılmış olabilir. Kulenin mimari özellikleri ve taş işçiliği M.S. ikinci yüzyıla tarihlendirilebilir fakat üst seviyede yüzeyde yapılan Bizans dönemine ait belirgin onarım izleri hemen göze çarpar.[9]
Kesik Minare
Yapı elemanları incelendiğinde camiinin geçmişinin İ.S. II. yüzyıla kadar uzandığı görülür. Bulgular yapının, İ.S. V. yüzyılda mevcut antik bir tapınak üzerine Bazilika olarak yapıldığını göstermektedir. [10] Bu yüzden Kesik Minarenin yapılışı Roma döneminden Osmanlı dönemine kadar uzanır. Kesik Minare, Serapis için yapılan tholos (daire) biçiminde inşa edilmiş M.S. ikinci yüzyıla ait tapınağın temelleri üzerine, tapınağın mimari öğeleri kullanılarak altıncı yüzyılda büyük bir kilise inşa edilmiştir. Yedinci yüzyılda Arap akınlarında yıkılan bu kilise dokuzuncu yüzyılda desteklerle ve belli bazı eklemelerle onarılmıştır. Yapı, Selçuklular döneminde camiye dönüştürülmüş ancak 1361’de Antalya Cyprus Kralı I. Peter’in eline geçince yeniden bazilikaya çevrilmiştir. Son olarak I. Beyazıd’ın hükümdarlığı sırasında Şehzade Korkut güneybatı köşesine bir minare ekledi ve yapıyı kendi adıyla anılan camiye dönüştürdü. Daha geç dönemlere kadar ibadete açık olan cami, büyük bir yangın sonucu ağır hasara uğramış ve sonunda terk edilmiştir.[11]
Selçuklu ve Türk Eserleri
12. yy dan itibaren kesintisiz olarak Türklerin idaresinde kalan Antalya’da Selçuklu ve Osmanlı Türkleri pek çok camiler ve medreseler , türbeler, hamamlar ve kervansaraylar inşa etmiştir. Bu yapılar bazen ayrı ayrı, bazen de külliye olarak bilinen bir kompleks oluşturacak şekilde bir arada yapılmıştır. Antalya'da gerek Selcuklular, gerekse Osmanlılar döneminde merkez ve ilçelere 60'dan fazla medresenin bulunduğu bilinir. Bugün pek çoğu harap olmuş bu yapıların içinde 1250 yılında Selçuklu Veziri Karatay tarafından yaptırılan medreseyle, Elmalı'daki Osmanlılar döneminde Ömer Paşa tarafından yaptırılan medrese, sağlam olarak kalmıştır.
Resim Alıntı : https://www.antalyakulturturizm.gov.tr/belge/1-62264/genel-bilgi.html
Yivli Minare Külliyesi :
Kalekapısı semtinde bulunan ve çok sayıda Selçuklu yapıtından oluşan eserler topluluğudur. Külliye'de bulunan yapılar şunlardır: Yivli Minare, Yivli Camii, Gıyaseddin Keyhüsrev Medresesi, Selçuklu Medresesi, Mevlevihane, Zincirkıran Türbesi ve Nigar Hatun Türbesi
Antalya’nın sembolü haline gelen Yivli Minare ve onun çevresindeki yapı kompleksi Türk – İslam uygarlığı açık hava müzesi görünümüne sahiptir. Antalya’daki en eski Selçuk eseri olan bu minare, 1219 – 1238 yılları arasında hüküm süren Sultan I. Alâeddin Keykubad tarafından hizmete sokulmuştur. Toplam 38 metre yüksekliğinde, kare bir temel üzerinde yükselen minarenin yivli gövdesi lacivert ve turkuaz çinilerle süslenmiştir. Kuzey tarafta 90 basamaklı bir merdivenden minarenin şerefesine çıkılır. Caminin müezzini Müslümanları duaya çağırmak için her gün beş kez bu basamakları tırmanır. Kaidesi kesme taştandır. Gövde kısmı tuğla ve firuze renkli çinilerden yapılmıştır. Minare 8 yivlidir. Yapısında diğer elemanların yanı sıra antik kalıntılardan yararlanıldığı da görülmektedir
Yivli Minare’nin bitişiğindeki cami, adını yine bu minareden alır ve yapıdaki bir yazıtta belirtildiğine göre 1373’te Mubarizettin Mehmet Bey tarafından inşa ettirilmiştir. Altı kubbeli olan bu yapı Anadolu’daki çok kubbeli cami türünün ilk örneklerinden biridir.
Keyhüsrev Medresesi,
Atabey Armağan tarafından 1239 tarihinde, Gıyaseddin Keyhüsrev adına yaptırılmıştır. Bu eserin kapısının karşısında bir XIII. yüzyıl yapıtı olduğu sanılan Selçuklu Medresesi kalıntıları vardır.Yivli Minare kompleksinin içinde yer alan harika bir anıt da, Zincirkıran Mehmet Bey için 1373’te yaptırılan türbedir. Baştan başa köşeli kesilmiş taş duvarla örülmüş türbe, içten yuvarlak, kubbe formunda ve dıştan sivri uçlu sekizgen çatı ile örtülmüştür. Türbede üç lahit bulunmaktadır.[12]
Farklı özellikteki bir başka türbede, Sultan II. Beyazıd’ın eşi Nigar Hatun yatmaktadır. Türbe 1502 yılına aittir.
ANTALYA İLE İLGİLİ DİĞER YAZILAR
Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın