Nedense bugün telefon açıp babamla konuşmak istedim ben yaa...Sesini duymak iyi gelecekti. Önce kalın kalın;
-Aalo... diyecekti.
-Baba... benim... Nurcan... diyecektim. O sesimden tanıyacaktı ama ben gene de ismimi söyleyecektim. Nasılsın, iyi misin muhabbeti en son
-Allah iyilik versin...le bitecekti.
-Annene vereyim mi telefonu?.. diyecekti. Çünkü biliyordu annemle daha rahat konuştuğumu. Ama ben bugün sadece babamla konuşmak istiyorum...
Bugün, nedense bugün onu çok özledim yaa...
Karıncayı bile incitmeyen...kimseye “Hayır” diyemeyen. ‘80 öncesi bile sağ-sol davası gütmeyen, komşusu açken tok yatmayan, arkadaşının borcu için kendisi aç kalan... daha nasıl anlatsam ki...
Liseyi bitirdiği sene at üstünde gittiği bir köyde öğretmenliğe başlamış. Ama okul günleri bitince çocuklardan ayrılması çok zor olmuş. “Öğrencilerim ağlayınca ben de ağladım. Sonra düşündüm her sene bu vedayı nasıl yaşayacağım dedim. Asaletimin tasdiki için bir imzam lazımdı, atamadım. “ demişti. Kütüphanesi olmayan memleketine kütüphaneci olmuş. Bir de kütüphane kurulması için çalışmıştı.
Bizim çocukluğumuz, onun “Daireye gidiyorum” cümlesini çokça duyarak geçti. Çünkü tatil günleri de gider, kitaplıkları, dolapları tamir eder, boya yapardı. Fasikül fasikül gelen yayınları yıl tamamlandığında kendi elleriyle ciltlerdi.
Kütüphanesine gelen sağcı-solcu gençler aynı masaya oturup aynı kitaptan topluca ödev yapardı. Ne bir kavga ne tartışma... geçici “ateş kes”... Polisler bile “Her gün okullardan, kahvelerden, pastanelerden, sinemalardan vukuat geliyor, bir gün kütüphaneden bir çağrı almadık. Orda çocuklara ne oluyor?” diye sorarlardı. “Diyorsunuz işte çocuk... orda derslerinden geçmek için, sınıfta kalmamak için ödev yapıyorlar. Kitapların büyüsü böyle bir şey, çocuğu adam eder.” derdi.
Okulu bitirdiğimiz seneydi, üniversitelerin açılma zamanı, yüksek lisans kaydı için Konya’ya giderken otobüsümüz devrildi. Ağır yaralıydım. Hastanede olayı anlamaya çalışırken buldum kendimi. Tavana bakıyordum. Annem de diğer yatakta yatıyordu. Onun durumu daha ağırdı ama hissettirmemeye çalışıyordu. Babamın sesini duydum. “Nerdeler... nerdeler?... “ Hemen yerimden kalkmaya çalıştım. Hemşireler şaşırdı. “Yardım edin kalkayım, babamı ayakta karşılamak istiyorum.” dedim. Yardım ettiler. Kalktım ama yürüyemedim. Adım atamıyordum. Babamın gözleri ağlamaya hazırdı, beni ayakta görünce güldü. Ama adım atamadığımı fark etti. Kendisi geldi, neremin acıdığını bilmiyordu, sarılamadı. Ben sarıldım. O da bana sarıldı ama sıkmadan, incitmeden. “Yaşıyorsun, bak ayaktasın ya... bu da geçer, atlatırız beraber...”
Bugün... ama bugün... Arasam, konuşsam, sesini duysam iyiydi yaa...