Hayatı sadece tek bir dünyaya indirgemek insanın açmazı olsa gerek. Umut, mutluluk, huzur mutlak dinginlik gibi aranılan şeylerin sonuçsuz kalması insanın kuyusu olup çıkıveriyor. Sonsuza kıyasla ortalama altmış yetmiş hadi yüz yıl olsun sayılabilir şeyin hükmümü olur ki şikâyete hak verilebilsin.
İnsan kapasitesi, kabiliyeti, kabı nispetince yaşar hayatı. Ölüme kadarsa şayet yaşam evet bu bulamadıklarının hepsi zulümdür.
Alacaklıdır da, ama kimden?
İstediklerini olduramıyorsa ve alacaklı olduğuna da inanıyorsa insan sonsuzu kabul etmelidir. Her şeyin üzerinde bir hükmedicinin varlığını kabul etmeli.
Etmeyebilir de…
Buda onun hakkı, ezelde yaratıcın ona ilk sorusu ile verdiği mutlak hür iradenin yetki ile hayır da diyebilir elbette.
Fakat o zamanda sorumlu bulabilir mi karşısında. Kime neyin hesabını soracak?
Güç kendisinde olsaydı zaten oldururdu, yapamıyor, gücü yetmiyor ama inatla yapanı değil de olayın kendisini sorguluyor yine de. Kendi kendisine olmamış hadisenin arkasında kim olduğunu bir türlü itiraf etmiyor kendisine...
Şikâyet girdabında kuyruğunu kovalayan kedi misali dönüp duruyor.
Gurur mu bu yoksa kendinden kaçmak mı?
Cevaplar içinde aslında, ah bir bilebilse çıkacak zekâsının kör ettiği akıl kuyusundan...
Ödül sanıyor zekâsını. Aslını bulduramayan aklı değil “kendini merkeze koyan, başka bir gücü yok sayan, ben kendime yeterim, kime ne” diyen sonra da kendine kendisini yenik düşüren o zekâ değil mi zaten?
Vicdanı bir uyanabilse meydan okuyacak dünyaya. Az önce kuyuda olan aklı birden ruh seviyesinde çıkacak kâinatın zirvesinden bakacak olaylara ve hadiselere. Ve kafa tutabilecek dert dediği, belalara, sıkıntılara, musibetlere, hastalıklara ve dahi bütün karanlıklara.
Çünkü güneş gökyüzünde değil insanın kalbinde. Açabildiğinde kalbinin kapılarını ne gece kalacak içinde ne de gündüz fehminde. Zamansızlığın seyrinde ayna olacak kendine ve tüm şeylere...
İyi ya da kötü her bir şey eşitlenecek. Yaşarken ölecek ve ölümün dirilmek olduğunun heyecanını taşıyacak her an içinde.
Çünkü içinden çıkılmaz konuların temelinde hep kaybetme korkusu vardır. Mahrumiyette olanda akıyor zaman nehrinde, varlık içinde yüzende. Varlıklı olan sağlığını, huzurunu, gücünü kaybetmekten korkuyor mahrum olan ise yaşayamadıkları ve yaşayamayacak olduklarının ukdesiyle kaygılıdır.
Çözümün kendisi kendini tanımlamak, sorularına keskin ve net cevaplar bularak aklı ikna etmekle mümkündür. Ölümü çözen aklın bakışından mucizeler doğacaktır sonra. İşte yaşamak ölümsüzleşmektir böyle görebilen insanın dünyasında.
Ve birde unutulmaması gereken burası dünya geçmiş ve gelecekte olmayacak tek şey ödülün burada alınamayacak olmasıdır. Anlayan insan anlamlandırma kabiliyetini de kazanır. Aradığı ne varsa ancak bu şekilde bulabilir.
Haksızlığın aslında adalet, hataların kendisi için birer merdiven olduğunu bilmek, olumsuzlukların dilini çözmekle şer gözükenleri kavrayacaktır. Kendisi olmayı tanımladıktan sonra içinden geçenleri ifade edebilecek, hatır için yaşamayacak, hatırdan çıkmayacak değerleri olacaktır sonrasında da...
Zehra Asuman / Denemeler
16.11.2016
Ecir Demirkıran
8 years ago
Şahin Mutlu
8 years ago
Zehra Asuman
8 years ago
Zehra Asuman
8 years ago
Ecir Demirkıran
8 years ago