Şair Nevzat Çelik’i, Ahmet Kaya’nın bestelemiş olduğu şiirlerinden tanımadım. Ben onu tanıdığımda şiirleri daha bestelenmemişti. Nevzat Çelik’in şiirleri ile 1986 yılında ilk tanıştığımda, 17 yaşımda bir üniversite öğrencisiydim. Elimde “Şafak Türküsü” sokakta bile onun şiirlerini okuyarak yürüdüm. Ve her seferinde tekrar okuduğum şiirlerin içerisinde çözülmeyi bekleyen bir dize bulurdum.
Şafak Türküsü’nü her okuduğumda, Şair Nevzat Çelik’i, yaşama enerjisiyle ilkelerinden asla vazgeçmeyen ve gelecek güzel günlere inanan bir başkaldırı içinde keşfederdim.
Nevzat Çelik, Sağmalcılar’da Özel Tip Askeri Ceza evinin H-3 koğuşunda, Dev-Sol davasında idamla yargılanırken şöyle yazıyordu;“ölmek ne garip şey anne/ artık duvarları kanatırcasına tırnağımla/ şaşkın umutlu şiirler yazamayacağım/ mutlak bir inançla gözlerimi tavana çakamayacağım/ baba olamayacağım örneğin/ toprak olmak ne garip şey anne/ ceplerimde el yerine birer balyoz taşırken/ korkunç bir merakla beklerken/ ve yüreğimin ırmakları taştı/ taşacakken/ ölmek ne garip şey anne..” Aralık 1982
Ve annesi Fahriye Hanım ise oğlu için şunları yazıyordu;“Hasretinden kalbime bir mesken kurdum/ Sakın bir kenarını yıpratma oğul/ Gözlerimde yanan senin ışığın/ Sakın onu incitip söndürme oğul./ Bilmem beni ürküten neyin korkusu/ hasretin uzadı gelmez arkası/ kanlıdır gözlerim gelmez uykusu/ ellerim gözümde beklerim oğul./ Yüreğimde gücü senden alırım/ Bu yüce sevgiyi sende bulurum/ Beklerim yolunu ağardı saçım/ Bütün telleri özlemdir oğul./ Yaşam direncini senden öğrendim/ Hiç bir çiçek koklamadım oğul tadında/ Beş yıldır sabahım sensiz oluyor/ Mahşerde bile huzur duyarım/ Hiç utanç duymadım senin adında..” Kasım 1984
12 Eylül 1980 darbesinden sonra idam cezasıyla yargılanan ve 1984'de halen ceza evindeyken “Şafak Türküsü” adlı şiir dosyası ile Akademi Kitabevi Şiir Ödülünü alan Nevzat Çelik, bu ödül için şunları söyleyecekti; “ en çok sevinilen an, özgürlüğe en çok gereksinilen an oluyor. Belki acılar usul usul kanamasını beceriyor ama sevinçler suskun kalmayı bilmiyor”Gazeteci Şahap Balcıoğlu, ceza evindeki Nevzat Çelik'e “Sevgi, inancın ve umudun insan yaşamındaki yeri nedir?” diye sorduğunda; “Hele de çağımızda koca bir ağrıdır sevmek, yaşamak ağrısı.” diye cevap verince, onun yüreğindeki gerilimin her dokunuşta böyle ses vermesine bir ömür kulak kesilecektim artık.
Onun şiirleri, değişik imge, çağrışım ve soyutlamalarla yeni bir söyleyiş gayretinin ilerisindedir. Çünkü Şair Nevzat Çelik, tüm bu söylem farklılığına bir yaşanmışlığı, yani kendi acı gerçeğini ve bu acı gerçeğin üstüne hayatı pahasına vazgeçmediği ilkeli bir duruşu ve umudu katmıştır.
Onun maksadı, şiirde sadece yeni bir usul ve söyleyiş kaygısı değil, hayatta kalma gayretine katmış olduğu ilkeli bir başkaldırıdır. Bu nedenledir ki, ilkeli başkaldırışı için eğilmeyi değil ama kırılmayı göze almış bir şairdir.Bu yüzden onun fikirleri ve insanlık adına duruşunu ifade eden şiirleri, Can Yücel’in dediği gibi her an ses vermeye hazır, “tambura teli” gibidir. Çünkü Nevzat Çelik içindeki şiiri bizzat yaşamış biridir.
2013 yılında ANSAN’ın düzenlediği şiir dinletisi için Antalya’ya geldiğinde kendi söylediği gibi;
KİRLİ GÖMLEK
yiğidim yiğit olmasına ya
yanık türkülere vurmayın beni
tutuşur dizelerim sonra
her biri yıldız kendi halinde
kardeş yıldızlar anamız birdir
aynı sevdaya yalın kılıç
soyunduk işte yatıyoruz
gece içinde zindan içinde
acılardan söz etmezdim
annem düşmeseydi usuma
yıl yıl üstüne bindi de öpemedim
elime benzeyen elini annemin
geceleri inen sessizlik
umarsız açan eski yaradır
işte gene yükseldi duvarlar
etme gözlerim koru kendini
ayıklasam dizelerimden
acıyı ölümü şu duvarların nemini
kirli gömleğimi kokluyormuş annem
koklasın şiirimi sıcak bir ekmek gibi..
MÂCERAM
genç mi olunurmuş içerde a benim gülüm
söyledim yedi yılda bütün türkülerini ömrün
güz bir yandan uçuşur saçlarımda kış bir yandan
ihtimâl ki ben senden tam sekiz ilkbahar büyüğüm
sen saçlarına ilkokul kurdelası taktığın gün
devadımlarla buluştu ayaklarım
ah ne çabuk
kanımı pompaladı yüreğimin çelik kasları
kanım damarlarımda şaha kalkan atlardı
beyaz atkılar gibi attım boynuma bulutları
uçura uçura yürüdüm rüzgârında ölümün
en güzel nakışını vururken kanatları kuşun
delip geçti karaciğerimi karanlık bir kurşun
onsekiz yaşım düştü ıslak aynasına asfaltın
ılık bir ıslık gibi aktı kanım fakat ölmedim
bir hemşirenin mavi gülüşüne tutundum gülüm
anladım ki asla yenemez gülen insanı ölüm
dokuzuncu gün haykırdım pencereden gökyüzüne heey
kurşunların rağmına yaşamak ne güzel şey
ben böyle hep uslanmaz kavgacı
ve her güzele aşık durmuşken
seksen mart akşamlarına bahar gibi şık
duvarlara zincirlere çıktı yolu umudumun
şarkılar ne bilsin sorguevlerini istanbul'un
gayrettepe'yi samandıra'yı...
ah gülüm ne bilsin
parmaksız bir el gibi bütün tanımları insanın
insan işkencede susabilen bir hayvanmış meğer
dur ağlama küçüğüm hiç yakışmaz yüzüne keder
ta kökünden tükürdüm dilsiz kalacakmışım ne gam
işte böyle başladı benim yıllar süren mâceram..
"Bir yanda yangın vardı, bir çağ yangını. Herkese şu ya da bu oranda bir pay düşüyordu bu yangından. Kıyısında, köşesinde yananlar vardı. Bir de tam ortasında yananlar! Ben, yangının tam ortasında, hem de hiç yakınmadan yananları, etiyle kanıyla, özlemleri, kavgaları ve umutlarıyla duyurmak istedim." (Nevzat ÇELİK)
“hayat ile kanlı bıçaklı” olan bir insanın, kendi “kederini ellerinden tutması” ne kadar doğalsa, o kadar şairdir Nevzat Çelik.
Bu şiir dinletisinde onunla aramda geçen bir anekdotu anlatmadan geçemeyeceğim. Şiir dinletisinin sonunda Nevzat Çelik’i dinleyen bir avuç insan, onun kitaplarından bir kaçını elinde tutmuş, imzalatmayı bekliyordu. Ben eşimle birlikte sıranın en sonundaydım.Sağ elim o zaman kırıktı.. Sıra bayağı zayıflayıp, bana vakit geldiğinde Nevzat Çelik, bana baktı, sağ elimin kırık olduğunu görünce;- Gel bakalım kırık adam. Dedi.- Geldim. Dedim gülümseyerek.Kafasını kaldırmadan sordu:- Eline ne oldu? - Siz de bilirsiniz ki hocam, “hayat ile kanlı bıçaklı” olanların her zaman bir tarafı kırık olur. Dedim Sustuk.
Nevzat Çelik’i takip edenler, onun “Sevgili Yoldaş Kurbağalar” isimli şiir kitabıyla daha sosyal ve toplumsal konulara eğilmiş olduğunu hemen fark ederler. Fakat asıl fark, şiirlerinde meydana gelen içerik değil, söylem farklılığıdır.
Kendisi bu kitabıyla şiirlerinde adeta anlaşılmamayı göze almış bir cesaret gibidir. Çünkü şiirleri daha soyut ve imgeseldir. Bu şiirlerinde çağrışımla birleşen imgeleri sever. Bu şiirleri uyak ve ses tekrarları kaygısından sıyrılmış, ahengini şiirin sonuna saklamıştır. Bu itibarla şiirini geliştirmiştir.Bu şiir kitabından sonra şiir kitabı çıkarmamış olması, veyahut çalışmalarını yayınlamamış olması, yaşadıklarını yazmayı seven, gerçekçi bir şair olduğunun kanıtıdır.
Bir yangının ortasında onun attığı taş “suda seken hayatımızda” karşı kıyıya varmış mıdır bilinmez ama bizim yüreğimize değdiği kesindir.
Oktay Kocagöz, 06 Mart 2014