Bu Eser 03.01.2014 Tarihinde Günün Yazısı Seçilmiştir
Hikmet-i Huda’ dan olacak ki , bilim dünyasına Piri Reis’ten beridir dişe dokunur bir bilim adamı yetiştiremedik. Bazıları
yerinden hoplayıp\" Nedendir? \" deyü soracak olsalar da bu gerçek pek
değişmez. Galata’ dan Üsküdar’a uçarak geçtiğinden mütevellit kellesi
kopartılan Hazerfan Çelebi’ yi saymazsak. Onun da zaten sağlam bir alim
olmadığı lakabından bellidir ki isminin anlamı\" bin bilim \" bin fen
bilen manasına gelir. Tek bir bilim dalını öğrenmeye, bir ömrün yetersiz
kaldığını bilirsek, belli bir konudaki alimliğini şüphe ile karşılamak
lazımdır.
Ülkemizde alim ve sanatçı yetişeceğine bizi kimse ikna
edemez. Bilim ve sanat adamlarının ancak gavuristanda yetiştiğine
inancımız tam olduğundan, kendini alim ya da sanatçı ilan etmeye kalkan
hokkabazlara ağızlarının payını veriveririz. \" Kafirler dururken bu iş
bize mi düşmüştür. Alim olunacaksa onlar olsun değil mi kardeşim ? !\"
Biz de alim olmaya kalkışarak hokkabazlık yapmanın lüzumu yoktur. Herkes
oturup dursun yerli yerinde!
Bizim tarihimizin şanlı sayfaları
bu tip hokkabazların ağızlarının payını verişimize dair parlak
sahnelerle doludur. Ecdadımız ve bizler bu işe canı gönülden inandığımız
için padişah veya sadrazam destekli alim ve sanatçıları bile imha
etmenin yolunu bulmuşuzdur. Söz gelimi 4.Murat’ın bile hayran olduğu
sivri ve uzun dilli Nefi ’ yi yine bizzat 4. Murat’ın emriyle
boğdurtmayı başarabilmiş şanlı ve maharetli bir geçmişimiz vardır. Zahir
ki Nefi ‘ nin dilinin uzunluğu merak edildiğinden olacak, dili köküne
kadar dışarı fırlayasıya değin ipte sallandıran aynı kafadır.
Yine
Sokullu devrinden bu yana yetişmiş diğer büyük sanatçımız olan Nedim,
üç beş yıl tantanalı bir hayat sürmüşse de memlekete matbaanın
getirilmesine içerleyen ahalimizin önderi Kabakçı’nın eline geçmemek
için damdan atlayıp, intiharı yeğlediği anlaşılıyor. Elbette ki
Kabakçı’nın eline geçseydi ona daha acılı bir ölüm lütfedilecekti. \"
Küffarlar dururken gazel, kaside yazmak ona mı düşmüştü sanki\"
Böylelikle onun da hakkından gelinmiş oldu.
Nabi ve Şeyh Galip ne
hikmettir bu kadre uğramadılar. Sebebi de Nabi İstanbul’dan ziyade Urfa
ve Halep de yaşayarak kurtulmuş, Şeyh Galip de tekkeden pek dışarı
çıkmayarak, suya sabuna dokunmayarak daha da önemlisi Mevlevi Şeyhi
olmasının avantajlarından yararlandığından böylesi hazin bir sondan
kurtulmayı başarabilmişlerdir.
Yoksa onların da Türklere pek
yakışmayan böylesi lüzumsuz işlerle iştigal etmelerinden dolayı Nesimi
gibi derisinin yüzülerek ya da Nefi gibi dilinin kökü dışına fışkırana
kadar boğdurtularak öldürülmeleri işten bile değil di
O zamandan
beridir zaten kimse alim olmaya cesaret dahi edememiştir. Vazgeçtik,
kimse bizden de alim ve büyük sanatçı yetişebileceğine dair laf
söylemeye bile cesaret edemez.
Hikmet i Huda’ dan alimlerin
gavuristanda yetişeceğine dair hiçbir kati ve belirli ilahi bir emir
geldiğine dair bir delil yoksa da, buna inancımız tamdır. Bizim gibi
azimli, kararlı, fikriyatı kademde kavi bu millete kimse aksini iddia
edemez. Adamın kafasını hükümet kopartmazsa, biz bir şekilde linç
etmenin yolunu yordamını bulmada pek mahirizdir. Eğer alayla, tehditle,
laf anlamazsa , bombalayıp toz ederiz alimallah.
O bakımdan
bizlerin alimleri ve sanatçıları milletimizin en gerzek ve ahmak
adamları arasından çıkmak mecburiyetindedir. Bu memleket de sanatçı
olabilmenin ve hayatta kalabilmenin yolu zırdeli gibi gibi giyinme,
kuşanma, abuk sabuk konuşma ve dengesiz depresif davranabilme yolu
yordamıyla olabilir. Yoksa ki akıllı adamın bu işlerle ne işi
olabilecektir. ZIR DELİ GİBİ DAVRANILINCA \" delidir ne yapsa yeridir\"
deyimi hoş görüsü içerisinde zırvalaması toplumumuz tarafından normal
karşılanacaktır.
Yoksa ki ciddi bir alim ve sanatçı edasında
sanatta bir tarz yaratmak, gidip ilmi bir keşifte bulunmak bize has
davranış özelliklerinden olamaz. Sonra asırlardır bir alim
yetiştiremediğimizden alimlerin alametlerine dair elimizde sağlam
delaletler bulunmamaktadır. Kafirlerin alimlerinin, boyu kadar sakalı,
kafatasında Hüda’ dan
torpilli bir kaç tane
beyni, bir yerinde doğuştan konma ilahi bir işareti olmalı diye
düşündüğümüzden midir nedir, bizde bu tip vasıflara haiz bir adamın
dünyaya gelme hakkı yoktur. Allah imanı bize , küffarlara da bilim ve
sanatı bahşetmiştir. Fakat bunun nerede yazdığını bilen bir iman sahibi
de henüz doğmamıştır.İş bu sebepten içinde bu tip fikirleri
barındıranlar bir yolunu bulup gavur memleketlerine kaçıp, orada bu
işlerle iştigal etmek mecburiyetinde kalırlar. Bir bilim dalında bir
takım işler becerebilenler korkularından ülkeye pek gelemezler. Gelseler
bile tebdili kıyafet içinde gelip, soy adlarına gavurca birtakım sanlar
monte ederek ana dilleri Türkçeyi unutmuş da doğru dürüst
konuşamıyormuş numarasını çevirmek mecburiyetindedirler. Yoksa kimse
onların alim, malim olduklarına inanmaz. Hem \" Türk’ten alim mi
olurmuş, uluslararası sanatçı mı yetişirmiş ? \" diyerekten adamı tefe
koyup çaldığımız gibi, bir de alnına kırk bin türlü kara çalıp, burnuna
halka takılmış ayıya yapılan muamelelere benzer muamele ederiz.
(
Dünya bilim ve sanat literatürüne geçmiş Türkçe asıllı bir terim bulmak
nerdeyse imkansızdır. Çünkü dört asırdır, herhangi bir bilim, sanat,
kültür vb dalında bir icat çıkaran, bir stil geliştiren, bir fikir ya da
kavram oluşturan bir adamın aramızda yetişmesine kahramanca izin
vermemişizdir. O yüzden on binlerce gavur icadı kanun, kavram, yasa,
tez, hipotez, sanat akımları, fikir sitemleri, düşün yolları ile ilgili
terim ve kelime dilimize doluvermiştir.
30-Ekim-2008, gazateler:
Filanca ülkede yaşayan Türk asıllı kimyager, bilinmeyen bir kristali
keşfetmiş, adını MEDİTİARNE koymuştur( Türkçe terim kullanmayı
düşünemiyor veya utanıyor- Türkiyede yaşamadığına da özel dikkat, ya bu
ülkede buldum deseydi ? )
Bizden başka dillere geçen yoğurt,
pastırma, dolmuş gibi birkaç kelimeni, terimler içerisine sadece Behçet
hastalığını keşfeden doktorumuzun adının verilmesi bu yüzden çok
manidardır. Yabancı kavramları ve terimleri öğrenmekte çok zorluk çeken
öğrencilerimiz yüzünden bir türlü de kafaları değiştirmeyi
başaramamakta, bilimde ve sanatta atılıma geçememekteyiz. )
Bu
yüzden bir alim ve sanatçının bizim insanımız gibi davranmaya,
düşünmeye, giyinmeye, konuşmaya, oturmaya, hatta tuvalete gitmeye bile
hakkı yoktur. Hem bu heriflere bakarız ki , gözü, yüzü, kulağı, kıyafeti
vb bize benziyor. O halde nasıl alim ya da sanatçı olabilir diye sormaz
mıyız hiç. Hiç tıpkısının aynısı bizim gibi bir ademoğluna benzeyen bir
adamdan biz olamadık da , o ne cüretle olmaya kalkışıyor değil mi
kardeşim? Millet \" Ulan benim bundan ne farkım var, bu da aynı benim
gibi konuşuyor, davranıyor, geziniyor hatta çişini yapıyor, bundan alim
mi olurmuş , demez mi ?
Demez mi kardeşim ?
Kıssadan hisse
alim veya sanatçı olacak adam , Türk insanına benzememelidir. Allahtan
torpilli doğmadığına, bir yerinden ilahi bir işaretle dünyaya
gelmediğine göre, her şeyiyle sokaktaki adama benziyorsa , alim ya da
sanatçı olduğu nerden belli olacaktır?
Bir
adamın alim olduğu, sanatçı olduğu, nasıl belli olacaktır ? Nasıl belli
olacaktır? Bize benzeyen adamdan bunlar olur mu hiç kardeşim ? Olur mu ?
Kabuk
değiştirebilmemiz bu kafanın değişmesiyle mümkündür. Bu değişimi
sağlatmak vazifesi ise ediplerin , şairlerin görevidir ve
fizikçilerimizin matematikçilerimizin başarabileceği bir şey değildir.
Milletlerin düşün sistemlerini organize ve koordine vazifesi edebi eserlerindir. Onun için bizlerin temel misyonu budur .
Bizlerin
temel misyonu Türk insanın herşeyi başarabileceği fikrini insanlarımıza
kabul ettirmeyi başarmaktır. Yaratılmışların eşit yaratıldığı, en doğal
fikirlerden birisi olması gerektiğine göre, Türk insanı olarak da da
herşeyi başarabileceğimiz öz inancına sahip olmalıyız.
Bizlerin misyonu budur ve bu olmalıdır.