BİR PAZAR GÜNÜ

04.02.2019

   Uzun zamandır yoğun çalışma, az biraz beyin yorgunluğu, hafiften de grip başlangıcı... dolayısıyla bu pazar kendimi battaniye arasında, koltukta uzanır buldum.    

   Haftanın altı günü çalışan herkes gibi 7. gün ev işleri, çamaşır, ütü ile geçer. Bugün hepsinden muaf tuttum kendimi. Önümde bitki çayım, limonum, mendilim... biraz çarpıntı, hatırı sayılır bir mide bulantısı...   

   Televizyon açık... O saatlerde dünyaca ünlü şeflerin ülke ülke gezip yemek yaptıkları program var. Biz de kültürünü, yetiştirdiği ürünlerini, yemeklerini merak ettiğimiz ama bir gün oralara gitmeyeceğimizi de bildiğimiz bu ülkeleri,  oturduğumuz yerden seyretme lüksüne sahibiz. 

   “ Ayyy midem bulanıyor, başka kanalı aç.”

Zarif eşim halime acıdı, başka kanalı açtı. Siyasilerin seçim öncesi konuşmaları... “ Valla daha çok bulandı, değiştir değiştir.”

Bu durumlarda “Acil çıkış kapısı” olan, daimi belgesel kanalımız... Eşim fazla zap’lamadan, hemen belgeseli açtı. Bilmem kaç defadır seyrettiğimiz iki kardeş leoparın, bir antilobu avlama görüntüsüyle karşılaştık. Kardeşler ilk defa av yapıp yetişkinliğe adım attılar. Ama o dişler, o pençeler neydi öyle... antilobun boynuna geçirdikleri  dişlerden fışkıran kan... Gözlerimi kapattım. “Benim zaten midem bulanıyor. Pişirmeden yemesinler... “ 

   Oğlum önüme tableti getirdi. Kulaklığı taktı. Bana uzattı. “Al sen istediğin bir şeyi izle. Televizyondan sana hayır yok. “ dedi.   

   Böylesi durumlarda,  annemin taktiği güzel insanlara bakmak, onlarla sohbet etmek olurdu. “Güzel insan” deyince aklıma geldi. “Hmm... Kıvanç Tatlıtuğ... olabilir. Herhalde onu görsem midem bulanmaz. Yeni bir dizisi vardı onun. Araya üç haftalık yılbaşı tatili girince unuttum seyretmeyi. Esas kız da Elçin Sangu’ydu. Tamam onları seyredebilirim. İkisi de güzel ne de olsa. En son nerde kalmıştık?... “ Her şeyi bilen arama motoruna sordum. Önceki haftayı, geçen haftayı izlememişim. İyi hadi izleyim baari. 7. bölümü açtım, çook çok kötü adamın yerini bulup onun kaçırdığı küçük kızı kurtarıyorlar. Kötülerin cezalandırıldığı bölümler hep güzeldir zaten. Mahallenin kötü çocuklarıyla bizim kahramanlar da bir sahnede kıran  kırana dövüşüyorlar. Kadir’le Kerem iki “arka+daş” sırt sırta verip, geleni gideni yumrukluyorlar. “Ha şöyle bee... nihayet kötüler cezalarını buluyor.”diyecekken  fonda da güzel bir müzik... Cem Karaca’nın “Namus Belası”... Yıllardır duymaya alıştığımız, ezbere bilmesek de beynimizin bize ezberlettiği şarkı... Hani konuyla alakalı mı desek... Pek de alakasını çözemedim. Belki anlam olarak “ biz inandığımız değerler uğruna hapsi göze alırız. “ diye düşünsek birazcık, dolaylı olarak ilgi kurabiliriz. Ama müzik... müzik hareketli, kavga müziği olabilir. 

Kavgayı izliyorum, iyi çocuklar, kötü çocukları yere seriyor. Oh ellerine sağlık... 

Bir yerde birden bir boşluğa düştüm. “Sahne atladım sanırım” diye aynı yeri tekrar oynattım. Sahnede devamlılık vardı. Ama boşluk yine oldu. Fondaki müzik... 

“Hep bir hallı Turhallıyız, biz bize benzeriz”

mısraından sonra diğer dörtlüğe geçiyordu. Yanlış mı duydum, sahne mi atlanmış, diye tekrar oynattım. Yanlış falan değildi.

“Yüz bin kere tövbe eder gene şarap içeriz”

dizesi her nasılsa atlanıyor,

“At bizim avrat bizim silah bizim şan bizim

Namus belasına gardaş verdiğimiz can bizim” bölümüne geçiliyordu. 

Ben de sözlere çok takılırım. Yıllar yılı “Sarı saçlarını deli gönlüme” diye Mihriban’a başlayan yorumcuları hiç dinleyemedim. Çünkü “Ayrılıktan zor belleme ölümü” deki kafiye de bozuluyordu. Veya yıllardır, güzel bir şarkı diye dinlediğimiz Güz Gülleri’ni “Gözlerimdeki nemler ÇIĞ gibi yağar böyle her gece” diye okuyanları duyunca saçımı başımı yolardım. Çığ, kar kütlelerinin yuvarlanıp düştüğü tabii afet. Nasıl her gece yağabilir? Her yaz gecesi yağan ıslaklık, ÇİY’dir. Bizim gibi Adana’nın sıcağında balkonda, damda yatmaya alışmış herkes çiyi bilir. Burda da madem içinde şarap geçiyor diye mısraı kaldıracaktınız, o zaman o şarkıyı hiç kullanmamanız gerekirdi. Zaten konuyla da bir alakasını göremediğim bir şarkıydı. Veya madem kaldırmayı düşündünüz bari o dörtlüğü komple kaldırsaydınız da kendinden sonraki kafiyeli mısraı bu kulaklar beklemeseydi. 

Daha bu şoku atlatamazken bölüm bitti, isimler akmaya başladı, fonda yine aynı müzik... 

“Hep bir hallı Turhallıyız, biz bize benzeriz

Besmeleyle yüzün açıp oturmadan diz dize

Almış götürmüşler seni çökertmişler ıssıza

Namus belasına gardaş kıydığımız can bizim.”

Aynen böyle oldu. İçinde “şarap” geçiyor diye sansürlenen dizelerin yerine içinde “tecavüz” geçtiği halde sansürlenmeyen dizeler geldi. Şairine hakaret olarak gördüğüm sansüre, zaten karşıyım. Ama “çoluk çocuğun ahlakı bozulmasın” gerekçesiyle “şarap”lı dizeyi kaldırdınız, “tecavüz” lü dizeler niye duruyor o zaman? 

   Amaan gene midem bulandı... Bir müzik kanalı açın da bari “İnleyen nağmeler” i dinleyelim... 

 
Yorum yapmak için lütfenKayıt Olunya da
necibecetinkaya942
Necibe Çetinkaya6 yıl önce
Güzel anılarını bir yenisi daha eklenmiş oldu. Samimi ve doğal anlatımına hayranım. Davetsiz misafir gibi hep kendimi anlatımın içinde buluyorum. Hikayeleri ,romanları,anıları okuyucu nezdinde güçlü kılan bu değil midir zaten. Bunu başarmış biri olarak sevgili kardeşimi gönülden kutluyorum.
bayramkaya450
Bayram Kaya6 yıl önce
Merhaba Soru yerinde ve güzel. Gerçi dediğiniz gibi. "sansür yazarına hakaret" "Dostlar alış verişte görsün" misali bir yaklaşımla belki bu tür düşüncesizce olan acül tutumlar mizahla cevaplana bilir! İşe yaramazlığı "Dostlar sansürde görsün"...