BİR TANESİ, KIYMETLİSİ, ZÜBEYDESİ….(Ben Zeytin Ağacıyım…..)

24.02.2017

   BİR TANESİ, KIYMETLİSİ, ZÜBEYDESİ….(Ben Zeytin Ağacıyım…..)
   Bir gece geç vakit, uzun ve beyaz renkli üniformaları, başlarında miğferleri yahut sarıkları, göğüslerinde zırhları ile yüce halife Harun er-Reşid’in öncü askerleri, etrafımda telaşla halifenin otağını kurmaya başladılar. Hava artık iyice ısınmış yaza dönmüştü. Aslında birkaç yıldır bu telaşlı ve gururlu vazifeye şahitlik ediyordum. Abbasi Halifeliği kurulalı 40 yılı geçmişti. Yüce halife Harun er-Reşid halife olduktan sonra, bizim buralardaki şifalı suları duymuş, bundan dolayı da  birkaç defadır yaz aylarında ailesi ve refakat eden bilim adamlarıyla, memleketimize tesrif etmisti. Bu ziyaretleri sırasında, Bayas’tan bir menzil batıda bulunan ve her taraftan gelen yolların ortasında harap bir kale olan “Toprakkale”nin tamirat emrini vermişti. Bu tamiratta ve başka inşaatlarda kullanmak, özellikle donanmayı güçlendirmek için, son zamanlarda çevremde çok sayıda sedir ağacı kesilmişti. Dağlardaki sedirlerden ziyade, ovada yol üstünde bulunanlar kesiliyor ve yol genişletiliyor, insanlar için yerleşim sahaları açılıyordu. Çevremdeki alan epeyce açılmıştı. Kervanlar benim etrafımda konaklamaya başlamışlardı. Konaklayan kervanların sayısında da çok artışlar vardı.
   Benim de gövdem heybetlenmiş ve insanların bana karşı hayranlıkları artmıştı. Liman da büyütülmüştü. Çevremde, denizler ötesinden gelen pelerinli kıyafetleri ve tüylü şapkalarıyla, farklı konuşan kendilerine, " Venedikli" ve "Cenevizli" diyen insanların çoğaldığını da görüyordum. Zaten bunlar, ticaret yapan iki kavimmiş. Nerede liman ve para kazanacaklarını düşündükleri yer varsa, oraya gelip pazarlar kurarlarmış. Bizim liman genişleyince buraya da geldiler.
   Burada Bizanslılar, Ermeniler, devletin asıl sahibi olan Müslüman Araplar zaten yaşıyordu. Şu zamanlarda bir de, çok çok ötelerden, egemen kavimlerin baskısından kurtulmak icin buralara gelen, bazıları Müslüman olmuş, bazıları hâlâ  eski dinlerindeki “Gök Tengri”ye tapan, çok dürüst ve mert, savaşçı kabileler de görünmeye başladılar. Bunlar kendilerine “Oğuz” veya “Türk” diyorlardı.  Yüce halife Tarsus’tan Malatya’ya kadar olan bölgelerde kaleler yaptırıp, bu Türkler'i  oralara yerleştirmeyi düşünüyormuş. Bunda,Türkler`in cok iyi savaşçı olmalari ve kesinlikle ihanet etmemeleri gibi karakter özellikleri, önemli bir etkenmis. Hristiyanlar’a karşı İslam Devleti’nin güvenliğini sağlamak için, Türkler’in bu emniyet şeridine yerleşmelerini istemiş. Bu teşkilatlanmanın hazırlıkları son hızla devam ediyordu. Devlet, bu bölgelere “Avasım”, daha küçük yerleşimlere de “Sugur” adını vermişti. Aslında Türkler, bu zamandan, yani 790 senesinden itibaren Anadolu’ya yerleşmeye başladılar. Çok da iyi oldu.
   Harun er-Reşid, sonradan "Haruniye"  adıyla bilinecek olan, daha önceki ismi Neronias veya İrenopolis olan kentte bir de kale inşa'sına başlamıştı. Burada çok çok önceden beri bilinen bir kaplıca varmış. Halife bu kaplıcadan ve havasının temizliğinden dolayı, kenti çok beğenirmiş, burayı ziyaret etmeyi çok severmiş. Ancak bu yılki geliş sebebi, sevgili eşi, bir tanesi, kıymetlisi Zübeyde’sinin rahatsızlığıymış. Halifenin bir tanesi sevgili eşi, doğumdan sonra çok hastalanmış, bir daha çocuğu olamayabilirmiş, onun tedavisi için geliyorlarmış. Bu yıl otağdaki konfora biraz daha ihtimam gösteriliyordu. Ertesi günü akşam üzeri halife ve yanındakiler uzaktan göründüler. Halifenin kervanı bütün ihtişamı ile ağır ağır ilerliyordu. Halk onları görmek için yollara çıkmıştı. Halifeyi karşılamak ve sevgilerini göstermek istiyorlardı. Onlar çok uzun yoldan geliyordu. Ötelerin ötesi, doğunun destan kenti Bağdat’tan... Halife halkı selamlayarak, otağına doğru ilerliyordu. Yanında atları üzerinde iki vezirin, önlerine oturttuğu oğulları Memun ve Emin vardı. Emin sevgili eşi Zübeyde’nin henüz 2 yaşındaki oğluydu. Zübeyde Hatun ise, zannedersem, taht-i revaninda dinleniyordu. Kafile halkın arasından geçerek yanımda kurulan otağa kadar geldi. Halife atından indi, sonra oğullarını kucaklayıp yere indirdi. Çocuklara karşı çok şefkatliydi. Bu arada büyük bir dikkatle, sarsmadan yere indirilen taht-i revanin perdesi açıldı, Zübeyde Hatun solgun yüzü ve buğulu gözleriyle göründü. Çok bitkin bir haldeydi. Zorlanarak indi ve yavaş adımlarla otağa doğru yürüdü. Hizmetlilerin konuşmalarından anladığım kadarıyla, aslında Zübeyde Hatun, hastalığından çok, sevgili eşinin buna üzülmesine dayanamiyormus. Herkes, Zübeyde Hatun`un bu kaplıcadan şifa bulması için dualar ediyordu.
   Bu arada, uzun zamandır benimle ilgilenen, dallarımı budayan, zeytinlerimi toplayıp yağını çıkaran Abdullah, benim “ya Şafi, ya Muhyi” ismi şeriflerini zikrederek, büyüyüp olgunlaşan zeytinlerimden çıkarılmış, yağ dolu bir şişeyle göründü. Hizmetlilere benim ne kadar bereketli bir ağaç olduğumu, zeytinlerimden çıkarılan yağın ne kadar şifalı olduğunu, anlatmaya başladı. Beni övdükçe övdü. Yağın Zübeyde Hatun`a ulaştırılmasını, bunu ağrıyan uzuvlarına sürülmesini, hatta kaşık kaşık içirilmesini söylüyordu. O kadar ısrar etti ki, hizmetliler dayanamayıp, içeriye haber ulaştırdılar. Zübeyde Hatun bu güzel ikramı kabul etti. Hizmetlilerle gönderilen bir miktar altınla birlikte teşekkürlerini bildirdi.
   Aslında Abdullah, zeytinlerimden çıkardığı yağı da salamura şeklinde tatlandırdığı zeytinlerimi de gerçekten satıyordu. Bu da onun rızkıydı. Bu nimete karşılık bana da çok iyi bakıyordu ve bereketim için dualar ediyordu. Birkaç kilometre uzakta, yine benim dallarımdan elde ettiği bir de bahçe yapmıştı ve oradan daha çok para kazanıyordu.
---------------------------------------0---------------------------------------
   Kervanın Haruniye’ye doğru gitmesinin üzerinden nerdeyse 50 gün geçmişti. Günler normal seyrinde geçerken, Zübeyde Hatun`un şifa  bulduğunu, yüzünün güldüğünü duymaya başladım. Bir daha çocuğu olmayacaktı ama diğer hastalıklarından kurtulmuş, bitkinliğinden eser kalmamış, neşesi yerine gelmişti. Sevgili eşi, bir tanesi, kıymetlisi şifa bulunca tabii ki yüce halife de çok mutlu olmuştu. Esasen bu şifanın kaynağını kaplıcaya bağlayan çoktu ama ben….

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar

Seferi (Nurcan Bedir Ören)

Seferi (Nurcan Bedir Ören)

8 years ago

Ooo...Anadolu`ya gelmeye baslamisiz... 1071`den cok önce ...