Geceye nöbet tutar, çatıda duran sarkıt
Ömür gibi güneşle, tek tek erir bu yakıt
Ateş renksiz yakandır, usta öfkesiz döven
İlmik ilmik kalemle, çıraktır yaprak döken
Bir hasretlik uzaktır, tütsü kokan sevdalı
Yeryüzünde ne gezer, Firdevs’in kırık dalı
Bulutlar yere inmiş, gözleri yağmur dolu
Rüzgâr esince bir an, savrulur dolu dolu
Cami kubbesinde sis, ötelerden haber var
Gizlenmiş birkaç melek, arada şeffaf duvar
Susmak için mi geldik, küllük dolu odaya
Şu insanların ağzı, niçin benzer sobaya?
Mendil satan çocuğun, iyice burnu akmış
Büzülmüş parmaklara, kesik eldiven takmış
Derman getiren ateş, güneş değil çocukmuş
Al al yanaklarıyla, rengârenk bir boncukmuş
Civanım bakar mısın? Kalbim üşüyor benim
Yeşerir belki baştan, gönlüne değse tenim.