YAZAR VE ESER HAKKINDA
“ Büyük Uyku “ABD'li romancı ve senarist Raymond Chandler'ın (d. 23 Temmuz 1888 – ö. 26 Mart 1959),yazdığı Amerikan edebiyatının en önemli eserlerinden bir olarak kabul edilen romanlarından biridir. İlk kez 1939 yılında yayımlanan bu eser Amerikan Edebiyatının önemli eserlerinden bir olarak kabul edilmiş ABD de çok sevildikten sonra diğer ülkelerin dillerine de çevrilmiş ve ülkemizde de rağbet görmüştür.
Polisye roman türünün ABD ve tüm dünyadaki önde gelen yazarlarından biri olan Raymond Chandler, pek çok A. Hitchock filminin senaryosuna imza atmış bir romancı ve senaristtir. “ Büyük Uyku “ Chandler'in ilk romanı olma özelliği de taşır.
Parasızlıktan polisiye öykü yazmaya başlayan Chandlerın ilk romanı olan “ Büyük Uyku’nun arka planında 1930 lu yılların ekonomik krizi görülmektedir.
Polisiye roman türün ün başarılı örneklerinden olan bu roman pek çok dile çevrilmiş, filme de alınmıştır. Bu romanın ilk kez filmİ Howards Hawks'in yönetmenliğiyle beraber Humphy Bogarts ve ve Lauren Bacall ‘ın başrollerini paylaştıkları filmdir. William Faulkner 'in senaryo haline getirdiği bu filmde Philip Marlowe'u karakterini Humphrey Bogart canlandırmıştır. Roman bu filmden sonra da bir kaç kez daha filme uyarlanmış değişik adlarla gösterime girmiştir.
"Eski savaşlardan kalma yaşlı bir general. Ağır ağır ölmekte olan, geleneklerine bağlı bir adam. İki delişmen çekici kız, kayıp bir damat. Petrolden gelen, harca harca bitmez bir servet, kimden geldiği bilinmeyen şantaj mektupları. Çölün ortasında, kimi zaman karanlık bir labirent, kimi zaman romantik bir gün batımı gibi yükselen bir serap, bir yeni zaman şehri: Los Angeles. Kentin bağırsaklarındaki logar kapaklarından savrulup lağım sularında kaybolan bozuk paralar gibi harcanıp giden insanlar. Yeşil dolarlar, fildişi renkli kadın bedenleri üzerinde yükselen kadim suç. Bu suçla başa çıkamayacağını bilmesine rağmen, -belki de zaten bunun farkında olduğundan- alaycı kararlılığını hiçbir zaman yitirmeyen bir dedektif: Philip Marlowe." Ahmet Ümit
ROMANIN KISA ÖZETİ
Bir zamanlar bölge savcısının emrinde çalışan ama bu işinden kovulan dedektif Philip Marlowe, petrol zengini emekli General Sternwood’un evine çağrılmıştır. General Sternwood, katıldığı bir engelli at koşusunda kaza geçirip sakat kalmış, eşini de kaybettikten sonra iki bekâr kızıyla yaşayan bir milyonerdir. General, küçük kızı Carmen üzerinden kendisinden para koparmaya devam eden şantajcılardan rahatsızdır.
Bir ara Joe Brody adında bir adama, Carmeni rahat bırakması koşuluyla beş bin dolar ödemiştir. Şimdi de başkaları bu şantaja başlamıştır: Arthur Gwynn Geiger, kartvizitinin arkasına yazdığı bir tehdit notunu ve üç senedi Generale yollar. Senetlerdeki imza kızı Carmen’e aittir
Üstelik General’in büyük kızı Vivian’ın kocası Rusty Regan da, evliliğin birinci ayı dolmadan ortadan kaybolmuştur. ABD’de kaçak yaşayan eski bir subay olan Regan hakkında, bir zamanlar kaçak içki satıcısı olduğu ve yeraltı dünyasının en önemli kişilerinden Eddie Mars’ın sevgilisiyle kaçtığı dedikoduları dışında hiçbir bilgi yoktur.
Santaj işleri ile damadının kayboluşu arasında da önemli bağlantılar ve şüphelerinde olma ihtimali vardır.. Marlowe, aileye şantaj yapan Geigeri, Generalin ve ailesinin başından def etmek işini kabul eder. Böylece karmaşık ilişkiler, sırların ve cinayetlerin içine dalmış olur. Ama bir şartı vardır. Günde 25 dolar ve artı masraflar alacaktır.
ESERDEN ALINTI
Açılış Bölümü, s. 5-8
Ekim ayının ortalarında bir sabah saat on bir suları, gökyüzünde güneş parlamıyor, yamaçların berraklığı biraz sonra boşanacak sıkı bir yağmurun habercisi. Havai mavi takım elbisemin içine koyu mavi gömleğimi giymiş, aynı renk kravatımla mendilimi kuşanmışım, ayaklarımda siyah ayakkabılarımla üzerleri koyu mavi çalar saat desenli kara yün çoraplarım var. Derli toplu, temiz, traşlı ve ayığım, hani kimseye aldırış ettiğimden de değil. Aynen iyi giyimli bir özel dedektifin olması gerektiği gibiyim. Dört milyon dolarla randevum var.
Sternwood'ların evinin holü iki katlıydı. Bir fil sürüsü sığacak genişlikteki giriş kapısının tepesinde, ağaca bağlanmış, üzerinde giysi adına çok uzun ve kullanışlı saçlarından başka hiçbir şey bulunmayan bir hanımı kurtarmakla meşgul kara zırhlı şövalyeyi gösteren, renkli camdan geniş bir pano vardı. Şövalye, ayıp olmasın diye miğferinin siperliğini kaldırmış, hanımı ağaca bağlayan ipin düğümleriyle uğraşıyor ama sonuç alamıyordu. Durdum ve eğer bu evde otursam, er geç oraya tırmanıp şövalyeye yardım ederdim diye düşündüm. Gerçekten çaba gösterdiği söylenemezdi.
Holün en dibinde, bahçeye açılan kapıların gerisinde geniş, zümrüt yeşili bir çayır beyaza boyalı bir garaja doğru uzanıyor, garajın önünde ise ince uzun, koyu renk tenli genç bir şoför ayağında parlak kara getrleriyle açılır kapanır, kahverengi bir Packard'ın tozunu alıyordu. Garajın ardında kaniş köpekleri gibi özene bezene traş edilerek budanmış birkaç süs ağacı vardı. Bunların gerisinde kubbeli büyük bir limonluk. Sonra gene ağaçlar ve hepsinin ardında da yamaçların kunt, tarazlı, göz okşayan çizgisi.
Holün doğuya bakan yanında, açıkta, bir döner merdiven karo döşeli basamaklarla, trabzanları dövme demirden bir galeriye ve renkli camdan bir diğer gönül macerasına doğru tırmanıyordu. Odayı çepeçevre saran duvarın boş kalan bölümlerine oturacak yerleri yuvarlak, sert, kırmızı pelüşten büyük koltuklar yerleştirilmişti. ºzerlerinde şimdiye kadar hiç kimse oturmamış gibi duruyorlardı. Batıya bakan duvarda, önünde birbirine raptedilmiş dört pirinç levhadan oluşan perdesiyle yanmayan bir şömine vardı, şöminenin üzerinde ise köşelerinde melekler olan mermerden bir raf. Rafın üzerine büyük bir yağlıboya portre, portrenin üzerineyse çaprazlama konulup camlanmış, ya kurşun delikli ya da güvenlikli iki süvari alayı flaması asılmıştı. Portre, Meksika Savaşları'nda çarpışmış, baştan aşağı üniformalı kasıntı bir subayın resmiydi. Subayın gıcır gıcır siyah, imparator bıyığını andıran bıyıkları, kor gibi yanan kömür karası gözleri ve genel olarak iyi geçinilmesi tavsiye olunur bir hali vardı. Bu General Sternwood'un büyükbabası herhalde, diye düşündüm. Gerçi, generalin yirmi yaşlarının bütün tehlikelerini arz eden iki kız babası olacak kadar yaş aldığını duymuştum, ama gene de portre generalin kendisi olamazdı.
Kor gibi yanan kara gözlere dalmış gitmiştim ki merdivenin gerisinde bir yerde bir kapı açıldı. Uşak değildi gelen. Bir kızdı.
Yirmi yaşında filandı, ufak tefek ve narindi ama çıtkırıldım bir hali yoktu. Açık mavi pantolon üzerinde iyi duruyordu. Süzülür gibi yürüyordu. Saçı son zamanların modası uyarınca, aşağıda içe doğru kıvrılmış alagarson kesimi değil, çok daha kısa, saman sarısı, ipeksi bir dalgadan ibaretti. Gözleri buz grisiydi, bana bakarken tümüyle ifadesizdiler sanki. Yaklaştı, bütün ağzıyla gülümsedi; portakal çekirdekleri kadar taze, porselen kadar beyaz, küçük, sivri, yırtıcı hayvan dişleri vardı. ? ince ve çok gergin dudaklarının arasından ışıldıyorlardı. Yüzünde renk yoktu, sağlıksız görünüşlüydü.
"Amma da uzun boylusun!" dedi.