10.04.2015
Ahmet Hikmet Müftüoğlu, Türkçülük ve Milliyetçilik düşüncelerinin önemli isimlerinden birdr. Bu eserinde de bu görüşlerini dle getirmiştir. Çağlayanlar, milliyetçilik akımının öncü hikâyelerinden biridir. Bu yazıda Çağlayanlar, hakkında genel bilgiler, içeriğindeki hikâyelerden örnekler ve özetler, hikâyelerin konusu, Çağlayanlar hikâyesinin Türk edebiyatındaki yeri ve önemi, Ahmet Hikmet Müftüoğlu 'nun düşünceleri ile bu eseri arasındaki ilişkileri görebileceksiniz.
Çağlayanlar
Ahmet Hikmet Müftüoğlu nun yazdığı 1922 de yayınlanan Çağlayanlar adlı kitabı 18 parça hikâyeden oluşur. Milli Edebiyat Hareketinin yazarlarından olan A. Hikmet Müftüoğlu bu eserini Milli Edebiyat Hareketinin konu, dil, zevk, ve sanat anlayışı içinde yazmış, Mehmet Emin Yurdakul’un şiirde açtığı çığırı bu hikayeleri ile izlemiştir.
Macaristan’da Budapeşte Başkonsolosluğu görevindeyken bir yandan da edebiyatla uğraşmış olan Ahmet Hikmet, Türkçe eserleri Macarcaya çevirip bastırmış, konferanslarla da tanıtımını yapmış bu eserini ise Peşte Viyana ve Berlin’de konsolos olarak görev yaparken yazmıştır[1]
Önceleri Servet-i Fünun içinde yer almış olan yazar, İkinci Meşrutiyetten sonra, oluşan siyasi zemine ayak uydurarak Milli Edebiyat hareketine dahil olmuş;, Türkçülük akımı, Türk Derneği ( sonradan adı Türk Ocakları olacaktır) ve Türk Yurdu’nun kurucularından olmuş; [2] Mehmet Emin Yurdakul’un şiirlerinde, Ziya Gökalp'in in Türkçülüğün esasları, Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak adlı eserlerinden sonra onların izinden giderek Turancılık düşüncelerinin ürünü olan Hikâyeler yazmaya başlayan Ahmet Hikmet Müftü oğlu bu tarz hikayelerini Çağlayanlar adlı eserinde toplamıştır.
Yazar, Çağlayanlar adlı eserine aldığı öykülerinde Türk destanlarından ve tarihinden istifade etmiş; Üzümcü hikâyesini, Göç destanından alınan bir konu etrafında oluşturulmuş, Altın Ordu hikâyesini de Türk destanlarından esinlenerek yazmıştır. Birçok hikâyesinin konusunu ise Trablus, Balkan ve I. Dünya savaşlarından almıştır.
Servet-i Funun ve Fecri Ati çizgisinde bir yazar olarak ortaya çıkmakla beraber Milli Edebiyata dahil olan yazar Yeni Lisan düşünceleri ile sade bir Türkçe ile yazmaya başlamıştır.[3] Millî değerlere sahip çıkmanın öneminin anlatıldığı hikâyelerinde bazı hikâyeleri çağdaş hikâye çizgilerini aşarak destansı bir niteliğe de bürünür, bazıları da hikâyeden çok denemeyi andırır.[4]
Her şey Türk’e göre ve Türk’e has olmalıdır görüşü ile hareket eden yazar eserinde milliyetçilik duygularını öne çıkarmış, esrini dil ve zevk açısından da Türk’e göre ve Türk’e has zihniyetiyle kaleme almıştır. Eser bu görüşe uygun ilk hikâye örnekleri olmasından dolayı önemli bir yere sahiptir. Çağlayanlar adlı eseri genellikle Tasvir-i Efkâr da yayınladığı hikâyelerinden seçilen hikâyelerinden oluşur. Bu eserinde Türk destanlarından günümüze, bizzat kendisinin yaşadığı hatta kimi belgelerde görevi gereği fiili olarak bulunduğu Trablusgarp Savaşları, Balkan savaşları, I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı dönemlerini hikâyeler haline getirmiştir. Çağlayanlar ilk olarak 1922 yılında basılmış daha sonra Latin harfleri ile pek çok kez yeniden yayımlanmıştır.
Çağlayanlarda bulunan hikâyelerin adları şunlardır: Alparslan Masalı, Yarayı Kanatan, Üzümcü, Sümbül Kokusu, İnci, Yakarış, Bekir ile Tekir, Ayşe Kızla Vato, Maviş.
Çağlayanlar MEB Yüz Temel Eser listesi içinde okurlara ve öğrencilere tavsiye edilen eserler arasındadır.
HİKÂYELERDEN BAZILARININ ÖZETİ VE SÜMBÜL KOKUSU HİKÂYESİNİN TAM METNİ
Türkeli Zeybeklerine
Bu bölüm kitabın önsözüdür. Türklüğün yani benliğimizin ne kadar önemli olduğunu, medeniyete imrenir gözlerle bakarken bir şeyi fark etmemiz gerektiği de vurgulanmaktadır. Medeniyet bizde olsa idi alnımız daha ak ve onurlu olacağımız vurgulanan noktadır.[5]
ALPARSLAN MASALI
Bu bölümde Tatar Türklerine ait bir efsane anlatılır. Çinlilerden kaçarak yeni doğan oğluyla göçen bir anne yavrusunu bir kartala kaptırır. Anne oğlunun yaşadığına hatta bir gün çıkıp, soylarını kurtaracağına inanmaktadır. Oğlunu kaçıran kartal çocuğu düşürmüş, çocuğu bulan bir aslan da onu emzirip büyütmüştür. Alp bu şekilde çok güçlü bir yiğit olmuştur. Bir gün Çin gazabından kaçan insanlarla tanışır ve gerçek vatanına gider. Bu yolculuğun her adımında özüne tekrar kavuşur. Yolculuk esnasında tanıdığı kız ile evlenir. Halkını kurtarır. Annesinin öğüdü ile masalda Türklere seslenilmiş ve öğüt verilmiştir.
YARAYI KANATAN
Bu bölü musiki dinlemek için insanların toplandığı bir evde geçmektedir. Ülkemizin müziği yerine batı müziğini öven doktora, etrafında ki insanlar tepki verir. Doktorun ülkemiz hakkındaki kanıları değişmeyince insanlar bunu doktora göstererek kanıtlamak ister. Bunun için ülkemizin medeni düzeyini ortaya koyacak bir oyun ve müzik ziyafeti düzenlerler. Gecenin ardından doktorun ülkesini keşif etmesi sağlanır. Bir Macar masalı ile insanın ülkesini tanıması gerektiği, insanın dışarıya değil ülkesine dönük olması gerektiği ve ülkesini kötüye götürenin yine kendi insanı olduğu anlatılır.[6]
SÜMBÜL KOKUSU TAM METNİ
Pazar günü, Budapeşte Darülfünunu Tabiiyet şubesinde öğrenim gören Hüseyin Arif, Macaristan’ın dar sokaklarından birinin kasvetli, dar evlerinden birinde, gazete okumaktadır. Gazetede Çanakkale Savaşı’nın gidişatıyla ilgili pek çok haber vardır. İstanbul’un, Boğazların her yanının sarıldığı, ülkenin çok zor durumda olduğu yazmaktadır. Hüseyin Arif, memleketinin düştüğü bu durumdan dolayı büyük bir hüzün içindedir. Ülkenin cephane durumu çok eksiktir. (Çağlayanlar) Oysa düşman askerlerine her yandan yardım gelmektedir. Onların her türlü imkânı karşısında Türk askerinin yalnızca bir göğsü, bir de pazusu vardır. İstanbul; camileriyle, mavi denizi ve göğü, mezarlıkları, surları ile gözlerinin önüne gelmektedir. Ona göre, İstanbul’un hamalları Avrupa’nın lortlarından daha asildir. Kaldığı Macar topraklarındaki sokaklara göre İstanbul’un sokakları daha nurani, daha neşelidir. İçinden bir çığlık kopar. Allah’a, vatanımı düşmana çiğnetme, diye yalvarır.
Bu hüzün içinde, memleketine ait neyi varsa hepsini koklar. Sonra pencereyi açar. Ev sahibi dört gün önce bir sümbül vermiştir. Pencereyi açınca duyduğu sümbül kokusuyla irkilir. Sümbül saksısının üzerine kapanarak ağlamaya başlar. O sırada kapı vurulur. Gelen Mehmet Savuştur. Mehmet’e sümbülü derinden koklamasını söyler. Mehmet Siyavuş da irkilir. Çünkü sümbül, İstanbul kokmaktadır. Mart aylarında İstanbul’da işportalarda bahariye kokuları diye satılan sümbül kokusunu hatırlarlar. İkisi de Ah vatan! derler. Vatanı kaybediyoruz. diye ağlamaya başlarlar. İki genç, bir şey yapmaları gerektiğine karar verir. Hüseyin Arif arkadaşına; Yaşamak alçaklıktır. Çanakkale cephesinde ölmeliyiz. der. Birbirlerine sarılarak ikisi de vatan için savaşmaya karar verir. İki gün içinde eşyalarını satarlar. Pasaport işlemleri için gittiklerinde görevli onlara Talebelerin askerlikleri ertelendi. dediğinde, onlar büyük bir huzurla Biz gönüllü gidiyoruz. cevabını verirler.
Padişahım Alınız Menekşelerimi, Veriniz Gülümü
Samime Hanım, kanepede gazeteleri okumaktadır. Yanında Ayşecik vardır. Ayşecik, Samime Hanım’ın hizmetçisidir. Samime Hanım’ın kocası, Ayşecik’in de babası ve nişanlısı Trablus cephesine gittiklerinden beri koca evde birbirlerine arkadaşlık etmektedirler. Ayşecik, bu eve akrabası olan Samime Hanımın kocası Tuğrul Bey’in babasından haber a-alabileceği ümidiyle gelmiştir. Fakat Tuğrul Bey de kısa zaman sonra cepheye gitmiştir.
Samime Hanım ile Ayşe iki dert ortağı olmuşlardır. Her ikisi de her gün Allaha cephedeki yakınları için yalvarmakta, evde matem havası esip durmaktadır. Samime Hanım, Ayşeye kocasından, Ayşe de utanarak nişanlısından bahsetmekte; böylelikle avunmaktadırlar.
Ayşe, Samime Hanıma muharebeden bir haber olup olmadığını sorar. Samime Hanım, gazetedeki haberi okumaya başlar. Gazetede şunlar yazmaktadır:
On üç zırhlıya karşı bir asker
Salı sabahı düşman zırhlılarından on üçü Trablusun şark tarafında kalan Hamidiye İstihkamını dövmeğe başlamışlardır. İstihkamda on bir neferle bir çavuş vardı. Neferlerin dokuzu bir müddet sonra şehid, ikisi mecruh olmuş ve sağ kalan Mehmed Çavuş isminde bir kahraman henüz parçalanmayan birkaç topla, dünyanın hiçbir muharebesinde işitilmemiş, hiçbir memleketin tarihinde görülmemiş bir inat ve metanetle tek başına düşmana mukabele etmiş ve nihayet tunç toplarla beraber o pulat vücut da başına yağan yüzlerce gülle altında parça parça olmuştur. Böyle emsalsiz erlere malik olan millet dünyanın en büyük milletidir.
Gazetedeki haberi duyan Ayşe, haykırmaya ve ağlamaya başlar. Haberdeki Mehmet Çavuş babasıdır. Ayşe baygınlık geçirir. Samime Hanım, onu teskin etmeye çalışır. İkisi de abdestlerini alarak Allaha secde ederler. Dakikalarca ağlayarak Allah’a dua ederler. Samime Hanım, Ayşe’ye yatmasını ve Allah’a nişanlısının yaşaması için dua etmesini söyler.
Ayşe rüyasında nişanlısı Tosun’u görür. Bir melek, onu Trablusgarp’a nişanlısının yanma götürür. Nişanlısının yanında babası da vardır. Babası, nişanlısını götürmesini, onun yerine de savaşacağını söyler ve gider. Ayşe, Tosun’a sarılarak ağlamaya başlar. Tosunla birlikte bir yere otururlar. Tosun, düşman kurşunu askerlerimizin bağrını delerken, buradan ayrılamayacağını söyler. Bu arada, Tosun’un her yerinden inciler akmaktadır. Ayşe incileri toplayıp padişaha vererek nişanlısının bedelini vereceğini düşünür ve sevinir. Tosun, düğmesini açtığında içinden mücevherler dökülmeye başlar. Tosun, ona: Benim bedelim bu çöllerin bütün kumlarıdır. Ben bitmeyince Trablus, bitmez. der. Padişaha bir demet çiçek götürmesini söyler. Ona son söylediği cümle: Gönlüm diyor ki ben şehit olmamışsam mutlaka çiçekleri padişaha vereceksin.
Ayşe, sabah olunca hemen bahçeden çiçek toplar. Padişaha gidecektir. Dolmabahçe Sarayı’nın önünde elinde çiçeklerle duracak, padişah onu görünce Ayşe’yi yanına çağıracaktır. O da padişaha: Alınız menekşelerimi, veriniz gülümü! diyecektir. Bu düşüncelerle evden çıkar. Yolda birkaç bölük asker görür. İçlerinde Tosun da vardır. Onu görünce gözleri kararır ve oracığa düşüverir. Ayşe aklanmıştır. Gördüğü asker Tosun değildir. Elindeki menekşeler de çamurun içine düşmüştür. O anda rüyada Tosun’un: Ben şehit olmamışsam mutlaka çiçekleri padişaha vereceksin. dediğini hatırlar. Ağlayarak onun şehit olduğunu anlar.
Kaynakça
[1] Şahamettin Kuzucular, https://edebiyatvesanatakademisi.com/post/ahmet-hikmet-muftuoglu-hayati-edebi-yonu-eserleri/74586
[2] Şahamettin Kuzucular, https://edebiyatvesanatakademisi.com/post/ahmet-hikmet-muftuoglu-hayati-edebi-yonu-eserleri/74586
[3] https://tr.wikipedia.org/wiki/Ahmet_Hikmet_M%C3%BCft%C3%BCo%C4%9Flu
[4] https://www.dr.com.tr/kitap/caglayanlar/ahmet-hikmet-muftuoglu/edebiyat/roman/turk-klasik/urunno=0000000415860
[5] https://www.izafet.net/threads/caglayanlar-ahmet-hikmet-muftuoglu-kitap-ozeti.578095/
[6] https://www.izafet.net/threads/caglayanlar-ahmet-hikmet-muftuoglu-kitap-ozeti.578095
0
0
Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın