KategorilerYabancı Roman Özetleri RomancılarCamarguede Yola Çıkış Öyküsü Hakkında Bilgiler Tam Metni Ve Daudet

Camarguede Yola Çıkış Öyküsü Hakkında Bilgiler Tam Metni Ve Daudet

02.04.2020

 

Camarguede Yola Çıkış Öyküsü Hakkında

Camarguede Yola Çıkış adlı öykü Alponse Daudet  ’in Türkçeye  Değirmenimden Mektuplar  şeklinde çevrilen ve özgün adı ile  “ Les Lettres De Mon Moulin” adlı öykü kitabında bulunan 22 öyküden biridir.

A.Daudet, Paris yakınlarında Fontvielle’de modern un fabrikaları yüzünden kapanan eski değirmenlerden birisini satın alarak tatil günlerini bu değirmende geçirmeye başlamış, bu köye ve değirmene gidip gelirken görüp, duyup, şahit olduklarını kırsal hayatın adet, gelenek ve sosyal hayatını tasvir edecek şekilde hikâyeler haline getirmişti.  Daudet  bu köye ve değirmene atlı arabalar ile geliyor,  köye gelip giderken veya değirmeninde kalırken köylülerle tanışıyor;  onlardan dinlediği hikâyeleri, gördüklerin, yaşadıklarını ve şahit olduklarını öykü şeklinde kaleme alıyordu.

CAMARGUE'DA  YOLA ÇIKIŞ

Şato telaş içinde. Postacı, korucudan, yarısı Fransızca yarısı Provansça yazılmış bir pusula getirdi. Şimdiye değin iki üç kez, sürü sürü Galéjon ve Charlotine gelip geçmiş, mevsim kuşları da eksik olmuyormuş.

İncelikli komşularım beni "Sizi de aramızda görmek isteriz" diye çağırmışlardı. O sabah da saat beşe doğru, henüz şafak sökmeden, tüfekler, köpekler ve yiyeceklerle yüklü büyük brikleri, beni almak üzere, yamacın altına geldi. Artık Arles yolu üzerinde tıngır mıngır gidiyoruz. Yol boyu, zeytin ağaçlarının solgun yeşilliğine de, ancak seçilebilen pırnalların çiğ yeşilliğine de kış görünümü ve yapaylık veren bu aralık ayı sabahında, her yer biraz kuru, biraz çıplak... Sığır ahırlarında kıpırdanmalar oluyor. Ortalık ağarmadan uyananlar var; çiftliklerin pencereleri aydınlık. Montmajour Manastırı'nın taştan silüetinde, henüz uyku sersemi tavşancıllar, yıkıntıların içinde kanat çırpıyor. Ama yine hendekler boyunca eşeklerinin yanısıra tırısla pazara giden yaşlı köylü kadınlarıyla karşılaşıyoruz. Bunlar Ville-des-Baux'dan geliyorlar. Topu topu bir saat Saint-Trophyme'in basamaklarına oturup da dağdan topladıkları şifalı otları paket paket satmak için altı fersahlık yolu göze almışlar.

İşte Arles surları da göründü. Hani mızraklı askerlerin kendi boylarından daha kısa şivler üstünde gezindiği görülen eski zaman işi basma resimler yok mu; Arles'ın surları da tıpkı öyle basık ve mazgallı. Dar yollarının ortasına dek cumba gibi çıkmış oymalı, yuvarlak balkonlarıyla

Burunsuz Guillaume ve Endülüs Arapları dönemini anımsatan Mağrip biçeminde, kemerli, basık ve küçük kapılı eski ve kapkara evleriyle, Fransa’nın en görülmeye değer yerlerinden biri olan bu olağanüstü güzel kasabadan dörtnala geçiyoruz. O saatte, sokaklarda henüz kimsecikler yok. Yalnızca Rhône boyundaki rıhtımda canlılık var. Camargue'a işleyen vapur, basamakların aşağısında istim tutmuş, kalkmak üzere. Kırmızıya çalan şayak pantolonlar giymiş çiftçiler ve çiftliklerde çalışmaya giden La Roquette’li kızlar, aralarında konuşarak, gülüşerek bizimle birlikte vapurun güvertesine çıkıyorlar. Sabahın ayazına karşı koyu renkli uzun harmanilerine sıkı sıkı sarınmışlar, Arles’lılara özgü yüksek hotozları, başlarını daha zarif, daha küçük gösteriyor. Bu başlarda birazcık da o hoş küstahlıktan izler var, sanki kahkahayı ya da şakacılığı daha uzaklara yetiştirmek isteğiyle kalkık duruyor... Çan çaldı, artık gidiyoruz. Rhône ırmağının, pervanenin ve mistralin üç başlı hızıyla her iki kıyı da sürekli değişiyor.

Bir yanda Grau, çorak ve taşlık bir ova; öte yanda kısacık otları ve sazlı bataklıklarıyla ta denize uzanan Camargue. Burası, öteki yandan daha yeşil. Vapur ara sıra, bir sağa bir sola, bir krallığa, bir imparatorluğa yanaşıp bir dubanın yanında duruyor. Ortaçağ'da, Arles Krallığı döneminde kullanılan bu terimleri, bugün Rhône'da dolaşan yaşlı gemiciler hâlâ unutmamış. Her dubanın çevresinde ak badanalı bir çiftlik yapısı, bir ağaçlık var. Çiftçiler gereçlerini yüklenerek; kadınlar, kollarında sepetleri, dimdik, dubaya verilen iskeleden iniyorlar. Bir imparatorluğa bir krallığa uğraya uğraya, vapurumuz yavaş yavaş boşalıyor. Bizim de ineceğimiz Mas-de Giraud iskelesine varıldığında, vapurda hemen hemen kimse kalmamış bulunuyor.

Mas-de Giraud, Barbentane senyörlerinin eski bir çiftliğidir. Bizi gelip alacak olan korucuyu beklemek üzere çiftliğe giriyoruz. Yüksek tavanlı mutfakta çiftçiler, bağcılar, çobanlar ve yanaşmalar; kısaca çiftliğin bütün erkekleri sofraya oturmuş, ciddi ciddi, sessizce, ağır ağır yemek yiyorlar. Kendilerine hizmet eden kadınlar, daha sonra sofraya oturacaklar. Biraz sonra korucu, iki tekerlekli talika arabasıyla sökün ediyor. Adam, Fenimore'a uygun tiplerden biri. Karada, suda tuzakla avlanan, balığa ve ava bekçilik eden bu adama, bura halkı lou Roudeirou  (gezgin) adını takmış. Çünkü her seferinde kendisine, şafağın ya da akşamın sisleri içinde, ya sazlıklar arasında pusuya yatmış ya da göllerde ve sulama kanallarında küçük kayığının içinde hiç kıpırdamadan, suya saldığı balık sepetlerini gözetlerken rast geliyorlar. Belki de sürekli gözcülük etmekten olacak, adamcağız öyle sessiz, öyle kendi içine çekilmiş ki. Ama yine, tüfeklerle sepetleri yüklediğimiz talika önümüzde giderken, bize avla, kuşların kaç kez sürüyle gelip geçtiğiyle, göçmen kuşların nerelere konduğuyla ilgili bilgiler veriyor. Böyle konuşa konuşa, memleketin içine dalıyoruz.

Ekilmiş toprakları geçtikten sonra, artık yabanî Camargue'ın tam göbeğindeyiz. Göz alabildiğine uzanan otlaklar arasında, bataklıklar ve sulama kanalları, çöven otlarının içinden parıldıyor. Küme küme ılgın ağaçlarıyla sazlıklar, dingin bir denizin üstündeki adacıklara benziyor. Boylu ağaçlardan iz yok. Ovanın tek parça, uçsuz bucaksız görünümünü hiçbir şey bozmuyor. Tek tük görülen mandıraların çatısı da, hemen hemen yerle bir. Öteye beriye dağılarak tuzlu otların arasına yatan ya da çobanın kızıla çalan yamçısı çevresinde birbirlerine sokularak giden sürüler, bu sonsuz mavi ufuklar ve açık gökyüzü diyarında, öyle ufalıyor ki, görünümün tekdüzeliğine hiç dokunmuyor. Nasıl, dalgalarına karşın denizden bir ıssızlık ve sonsuzluk duygusu gelirse, bu ovadan da engelsiz, durup dinlenmeden esen ve o güçlü soluğuyla sanki görünümü dümdüz edip genişleten mistralin bir kat daha artırdığı bir yalnızlık ve sonsuzluk duygusu yükseliyor. Her şey mistralin önünde eğilmiş. Bodur fundalar bile, onun damgasını taşıyor ve eğri büğrü olmuş, sonu gelmeyen bir kaçış halinde, güneye doğru uzanmış, yatıyor...

Yorum yapmak için lütfenKayıt Olunya da