Çanakkale; Kuruluş Felsefesinin Önsözü.

21.03.2018

Çanakkale; geçmişin gerçeği, geleceğin vicdan bilinci

Evet, birlik, beraberlik ruhu, tevhidi ilke olarak iyi ve doğru bir yönelimdir. Ama sonuç ve etki değildir. Etki ve sonucu ortaya koyabilir bir olanaktır. İyi de her birlik ruhunun, tevhidin bir etki bir sonuç var edebilmesi için o ruhun da bir ekseni çevrimi vardır.

Yani tevhidin kendisi de o eksen değildir. Tevhit yani birlik ruhu gözeten kardeşliğin oluşmasıyla kardeşliği oluşacak ağırlık merkezinde bir boşluk devinmesi olan eksen çevrimli girdap holü oluşur. Tevhidi yapanlar bunun içini dolduramaz. Buranın kontrolüyle ancak tevhidi oluş senkronlu çevrime olurlar.

Ekseni çevrim o hareketin yol haritası olan eylemdir. Yol haritası bilinç ve o eylemle, o bilinci kendisine referans eder. Referans geri bildirişimdir.  Geri bağlanım kontrol ve denetleme mekanizmasının özü olan kesikli süreklilikleriyle ortaya konuş olup zamanın akmasıdır.

Her eksen; baştakine göre bir sonuç olup; çevrim döngüleri verirse de; o tevhidin sonucunu verecek çevrim ve döngülerini, ortaya koyamaz olmaktadır. Çanakkale’deki beraberlik ruhu içinde; yurdun kurtarılma azmi gibi olan şiarı kendisine bayrak eden Mustafa Kemal eksenli bir yol haritası vardır.

Eksenin çevrimi olmadan, eksenin çekim alan bükümü olmadan tevhit ruhu taşıyıcılar; eksen çekimine cazibe olanlar; ne tevhit olabilirler; ne birlik ruhunu ortaya koyabilirlerdi. Hemen dağılma veren sürü eksenli topluluk olurlar. Yalancı ekseni çevrimler de, bu tür birliği oluştururlar. Oluşan birlik; eksenin cazibesine kapılış olmaktan başka bir şey değildir. O birliği genel sonuca götüremez.

Birinci Dünya Savaşı cepheler savaşıdır. Çanakkale savunması da bu cepheler savaşı içinde olanlardan sadece birisidir. Yurdun kurtarılma azmini örneğin Enver Paşa ve Enver Paşa gibi yetenekler de şiar edinmiş olurlar. Ama tutulan yol o azmi gerçekler olamamakla, o genel yararlanılır sonucu ortaya koyan ekseni çevrim olamamakla, başarı değildirler.

Yol çoktur. Ama o yola göre başarının yolu bilgi, taktik, samimiyet güveni, sınırlılık, eylemlerinizin kendi üzerinize ve eylemlerinizin çevrenize olan etkilerini hesaba almak vs. parametreleriyle olmakla ancak yol birdir. Bilgisizliğin, cehaletin yola çıkarılması; o yolu, yol yapmaz. O yol içre olan cehaleti de yol, bilgi yapmaz. İşte eksen budur.

Yol ve yol ekseni çoktu, ama hiç biri Çanakkale süreçli tevhit ruhunu veren eksen gibi olamamakla istenen sonucu veren olumlu yol değildi. Bu eksen iki yüz yıllık yenilgiler sonunda, gerileyiş ve çöküşe dur diyen; yeni bir ruhun fitilini ateşleyen tek ve son başarıdır. Kendi sonrasına önsözdür.

Bu başarıyla bendini aşıp, kurtuluşa yol açacaktı. Sakarya ve Dumlupınar’la; 200 yıllık gerileyişe, toprak kaybına ve emperyalist heveslere dur diyecekti. Bir ulusun uyanışıyla ateşten sınava girecek olmasının kesikli süreklilikle inşa olması içindeydi. Çanakkale böyle bir süreçle geçmişe atıf. Böyle bir dinamikle de kurucu iradeye yol açan gelecekti.

Çanakkale Savaşı Kurtuluşun Felsefesinin önsözüydü. Çanakkale savaşı ve Çanakkale savaşını, oluşu özne nesnel nedenler; kendilerinin bir önsöz olduğunu, ya da ön söz oluşacaklarını bilmiyordular.

Ama Çanakkale olup bittikten sonraki oluşan sinerjiyle (havayla-görevdeşlik) önsöz olucusunu oluşuyordu. Nasıl bebek doğar haberi olmadan doğar ve bebek doğmakla elinde olmadan büyürse; Çanakkale Savaşı da başlatılıp sürdürülmekle doğmuştu.

Çanakkale Savaşına katılan özverili erler savaşın ne haberdarıydılar ne savaşı kotarmakla savaşın nedeni ve sonucu değildiler. Kahramanlar savaşa katılmakla savaşı doğduruyorlardı. Doğan savaştan sonra, yaşayan travma belleklerde bir ambiyans kalıyordu.

Çanakkale Savaşı bitmişti ama o ruhu terennüm eden hava vardı. İşte Çanakkale Savaşının Kurtuluşlu felsefeye önsöz olması bu kaçınılmaz durum olmakla önsöz olanın elinde değildi. İşte bu önsözü kavrayamayan cavalcozlular, aşağıdaki gibi hayal firarilerini yazacaklardı.

Siz Çanakkale’de düşmana saldırmak için; olmayan ormanıyla, olmayan aslanları çıkarsanız da; Sarıkamış'ta donan doksan bin askere battaniye taşımayıp ta; şimdinin aslan pozuyla; Çanakkale'deki hazır; zaferi olmuş olan onurlu mücadelenin, siperdekilerine su taşıyan tırışkadan hikâyelerle sarıklılar var etseniz de; Çanakkale Savaşı Mustafa Kemal eksenli bir başarı ve sonuçtur.

Eylemlerinizin kendi üzerinize ve eylemlerinizin çevrenize olan etkilerini, doğa şartlarını vs. hesaba almadan tez canlılıkla yapılanlar, ne kadar iyi niyetle olursa olsun vatan savunması bile sayılmaz denli fevridirler. Hele de kılavuzu yabancı kurmay olan, erkânı harbiye başkanı; Sarıkamış’taki sürece fikir babası ekseninde ise; Sarıkamış’ta olacaklar, Alman ideali açısından; kimin umurundaydı ki.

Şu ironiyi de yapmadan geçmeyeceğim. Aynı zaman dilimi içinde Çanakkale'den üç ay kadar önce "Sarıkamış harekâtı vardır. Sarıkamış harekâtı; sakın Sarıkamış harekâtına battaniye götürüyorum diye tülbent götüren yeşil sarıklılar yüzünden kaybedilmiş olmasın! Bunlar fikir bile olmayan eblehler düzeyine yapılan inandırmalardır.

"Size savunmayı değil ölmeyi emrediyorum. Sizin öleceğiniz zaman zarfı içinde böylece sizin yerinizi alacak kişiler olacağını unutmayın. Siz ölene kadar geçecek zaman içinde sizin bu gayretiniz geriden gelenlere tanımış zaman olacaktır" diyen tevhit ruhu olan eksen bilinci görülmeden; Çanakkale ve Çanakkale eksenli zafer, anlaşılamazdır. Nelerle kaybedilip nelerle kazanılacağının bilinci. Sarığın değil.

Her olgu ve olay bir çevrimdir. Her çevrimin bir ekseni ile eksen hareketi vardır. Çerkez Ethem de bir eksen ve ekseni çevrimle kısa soluklu bir başarıdır. Ethem’le olan eksen, "geçmişe atıfla, ati olacak bir Çanakkale ruhundan ve bilincinden tümden yoksundur.  Bu yoksunluğun kotardığı acul fevriliklerdi. Elbette başarısı da acul ve saman alevi gibi olacaktı.

Çerkez Ethem’le olan eksen çevriminin ana teması yurdun kurtarılma şiarı değildi. Ama en azından o bölgenin kurtarılma benimsenmesi olmakla; bu eylem eksenli çekimin kısa süreli birlik ve başarı alanı olması adaylığına yetip te artmıştı.

Çerkez Ethem'in bu kabilden bölgesini kurtarmağa havi olan parça idealinin kalkış hareketi, kısa soluklu başarının ön görüşlülüğü içindedir. Kısa soluklu başarı; çekim eksenini (eksen tevhidini) yarattı. Genelce çevrimle olmaması, düzenli ordusunun olamaması da, Ethem'in kararsız yapı olmasıydı. Bir güç ihracı olmakla da düzenli yapının başına bela olacağı daha baştan belliydi.

Kararsız yapının (düzensiz birliklerin); başarı sorasında, ya da başarı esnasında gayri nizami olmak gibi bir huyu vardı. Kontrolsüz eylemleriyle "yağmalamalara"; "tecavüzlere", "kundaklamalara" ve "kendi hukukunu ortaya koyma" işine dalmakla genel bir hüviyet olmaktan çıkar.

Bu tutumlar başta olana atıf değildirler. Bu süreçler zaferle olsalar da ekseni çevrimi bozarlar. Eksen oluşu dağıtırlar. Eksen birliğini ve eksen hareketini bir arada tutan bağı çözen süreçtiler.

Çanakkale'de zaferin başı ve sonu “ne sınırlılıkla”, başı ve sonu “ne nedenle” çevrime olmakla belirlenmiştir. Yani zaferin sondaki hareketiyle savaşın başına (hedef zafere) atıf vardır.

Oysa Sarıkamış’ta da ulviyet için ölümler vardır. Ölmek ulviyeti korkutmaz. Ama ölümleri zafere götürecek bir çevrim öngörülememişti. Şu kişi şunun için şunu yapmıştı. Şu şöyle olaydı bu böyle olur muydu? Şu şöyle olmadığı için Sarıkamış böyle oldu" demek; tarih bilirlik; tarih yazarlık değildir. Ancak lafı güzaflıktır.

Amacınız ne kadar iyi; ne kadar doğru olursa olsun. İyi amaç doğrultusunda bilinçli değil vizyonunuz yoksa iş daha başta sarpa sarar. Sırf Alman ideali olan hinliği aklınıza düşürmeyi siz de hamasi kılıfla ambalajlarsanız; inşa çürük bina olur. Sağlam konutlar üzerine oturtmayıp ta çöken bina ile (proje ile) insanları öldürüyorsanız suçlusunuz.

Savaş savaş olmak kadar tasarruf ve öngörüleriyle yaratıcı, üretici bir sanattır. Yani üretici olunacak yerde Sarıkamış gibi proje içinde şu olsaydı; şöyle olacaktı demeniz beyhude ve yetersizliktir. Üretici olmayan eksen çevrimi içinde hayaller harekete geçer. Bu da başın sonudur.

Hayaller içinde “Halamın bıyıkları olsaydı, Halam amcam olacaktı” demenizle birlikte akabinde de “ben de hiç amaçsız olur muydum?” dersiniz. Sarıkamış’ta aynen böyledir.  Sırf Noel eğlencesi içindeki olası gaflete göre alel acele düzenlenmiş basiretsizliğe; şu şöyle olsaydı demek, halayı amca yapmakla bire bir aynıdır.  Acı ölümler dışında bu hiçbir ey olmayan hiç; " Gerçekleşmemiş absürt konutlar üzerinde" sonuç süreci; "zafer ilan" etmek olur (halayı amca ilan etmek olur).

Sarıkamış’ta bir çevrim varsa, Sarıkamış’ın Çevrimi en azından Osmanlı menfaati için öngörülmemiştir. Alman ideali Osmanlı amacına göre meşru edilmiş. Meşruiyeti Osmanlı. İçinde çıkan proje megola Alman ideali. Genelkurmayı da Alman olan, Alman emperyalizmi üzerine modüle edilmiş bir meşru heyecandır. Eksen, bu çevrimi ve geleceğe önsöz olur genelce oluşu ön görür nitelikte değildir. Sarıkamış Harekâtının ana amacı yurt savunması yapma eksenli olmak dışında, dayanaklarından yoksun bir enfeksiyonlu ekseni vardır. Eksen için ölümler vardır.

Ölümlerden ne gibi bir devamlılığa ön olacağına ilişkin çevrimin başa tarafa yapacağı bir atıf yoktur. Zaten baş ta yoktur. Çanakkale Kurtuluş Savaşında Önderini emperyalistlere tanıtan bir kapak ya da önyüzdü. İşte önderlik te böyle bir şeydi. Liderlik verilmezdi. Lider bu önsözlerle olunurdu. Doktor değilsiniz. Ama doktorun yetkilerini kullanıyorsunuz. Doktor musunuz? Sarıkamış’ın ne başa ne sona eksen atfı yoktur. Çevrim siz bir harekât olarak kalmış. Dünyada ikinci bir örneği olmayandır.

Bilgisizliğin bilgi olduğu. Cehaletin ilgi olduğu. İlgisizliğin de yetki olduğu kapitalist sömürü dünyasında her şey efendilerin ve onların işbirlikçilerinin istediği gibidir. İşbirlikçiliği tespit etmek çok kolaydır.

Çanakkale; Osmanlı hanedanlığı olan eksen tevhidiyle; imparatorluk olan kaderin gerileyiş, çöküş ve yok oluş sürecine dur demişti. Çanakkale kafalarda yanıp sönen şafak atmalardı. Hanedanlığa bağlılık olan El takdirli üreten ilişkiye ahit yerine; işçi, işveren eksenli toplu sözleşmeli; yurttaşlığa bağlılık ahdiydi.

Bu tanım; önce üretim güçlerini harekete geçirecek olan ışık çakmalarıydı. İşçi işveren diyaloğu üzerinde ulus devlet düzeyinde ülkülerin Rönesans’ıydı. Bu önceli de olan zihinsel Rönesans ile pekiştirilmeler kavranmadan kurtuluş savaşı ve onun ön yüzü Çanakkale hiç kavranamaz. Çanakkale Rönesans’ı Sarıkamış felaketiyle Kulluktan yurttaşlığa geçişin ciddi ciddi düşündürmenin alt yapı oluşmasıydı.

Ön ittifaklı toplumsal manifestoya atıfla uymayan; ya da sonucu toplumsal deklarasyona aykırılıklar veren her söz; her karar ve her eylem; egemence hükümranlığı olan emperyalist gücün yanında olmakla pay alan işbirliğidir.

İşbirliği demek El mantalitesi dediğimiz sömürgeci köleci, egemenlerden pay almakla; onların sözcülüğünü yapan propagandalarla iç sömürüye yol açan tutumlardır. El mantalitesi ön ittifaklı, temel toplum sal sözleşmeye aykırı olan mana ya da söylem gücüdür.  Hanedanı Osmanlı kaptülasyonlarla El buyruğuna girmişti. Çanakkale Rönesansı, Kurtuluşla birlikte tam bağımsız Türkiye demenin gücünü veren ambiyanstı.

El'in manası; yurttaşıyla , üretenleriyle ittifakı ortaklık yapanlara karşı, üreteni yurttaşını hanedanı Osmanlı gibi kendisine ortak tanımazlıktır. Ama El mecburen kölelerinin kendisiyle şimdiki yurttaşla ahit (sözleşme) yaptı. Bu şu demekti kendisiyle hem ahit yapılan köle iradesi olmakla El’in kendisine irade ortağı tanımasıydı. Bu nedenle Osmanlı kulum kölemi tebaam dediği kişilerle asla ahit yapmaz.

İş birlikçiler yeni Osmanlıyı neden istiyordu? İşte Osmanlıdaki gibi efendi ile köle arasında ahit olmaması için istiyorlardı. Pekiyi efendilerin asalak uzantıları olan lümpen din adamlığı Osmanlıyı niye istiyordu?

Çünkü asalak ve lümpen din adamlığı askere gitmiyordu. Cephede ölmüyordu. Ölenlere okuyordu. Vergi vermiyordular. Çalışıp üretmiyorlardı. Ama lümpenlik payı alıyorlardı. Kadı olup adaleti yönetiyorlardı. Tüm eğitim kurumlarındaki eğitim onların elindeydi.  Daha ne olsundu. Lümpenlerin Osmanlıyı istememesi akıllılık olmazdı.

Hiçbir şey üretmeyen asalak lümpenler Osmanlıyı niye istemesinelerdi. Atatürk’e neden deccal demesinelerdi. Çanakkale ruhunu neden ruhsuz kılmasınalardı. Hem de kendisine, kendisi dışında

Efendinin üreten kölelerle ahit yapması; tek kendi iradesi olan El’in, kendisine irade ortakları tanır olmasıydı! Ahit başlı başına El’in kendisine karşı "sözü olanların, iradesi olanların, El’e denklikle söz söylemeleriydi. Tartışma tanımaz El ile tartışmalarıydı.  Emperyalist olan dış efendiler eğer size göz dikilmişlerse; içteki işbirlikçi efendilerle emperyalist efendiler size; “ulus devlet felakettir” diyecekti.

Bir yandan efendiler, bir yandan onların asalak lümpenleri ulus devletin kurucu iradesini; zırzırdan felaket bir ayyaş saymayıp ta kim böyle diyecekti! Çanakkale tam da bu nedenle fetih yapan değil kıyak yapan Osmanlı hayalleriyle Atatürksüz olur. Çanakkale olup biten gerçek üreçlere aykırı olarak Çanakkale eksensiz olur. Çanakkale sarıklı, sarıktan büyülü efendinin nefes etme olayı olur biter!

Yok, eğer bir emperyalist, sizi başka emperyalistin üzerine salacaksa veya menfaati gereği başka emperyalist karşısında sizi savunacaksa; Siz deccal diye küfrettiği Mustafa Kemal'in çocuklarıydınız! Ulus devlet yıkılırken akla gelmeyen durumla şimdi siz iki bin yıllık bir geçmişi olan ahfadın, gururu olmakla hamaset sıvazlanmanız olacaktır. Bu gaz ile  artık size durmak yaraşmaz denecektir.

Çanakkale uluorta ağza alınmayacak kadar vicdan sızlaması; ne olduğunuzu bilmek kadar kimlik gururudur. 

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar

Gaye Seyhan

Gaye Seyhan

6 years ago

Vasatın üstüne çıkan iyi bir yazı . Yazanı tebrik ederim.

Ahmet Zeytinci

Ahmet Zeytinci

6 years ago

Çanakkale, doğrudur Cumhuriyetin ön sözüdür. Tarihi alt üst etmiştir o zafer. Eğer ki İngiliz ve Fransızlar Çanakkaleyi geçmiş olsalardı çok daha başka çok daha kötü sonuçlar doğurabilecek tarihsel olaylar vuku bulabilecekti... Çanakkale aynı zamanda Yarbay Mustafa Kemali de Türk Milletine armağan etmiş, oradan da seneler sonra yol cumhuriyete kadar uzanmıştır. Belki Gazi Mustafa Kemal Çanakkale savaşında 17. Sırada ki bir kumandandır, ondan önce 16. Kumandan şehit olacak ya da esir olacak kumanda Mustafa Kemale geçecektir ancak, çok önemli kararlarda Enver Paşa'ya ve Liman von Sanderse muhalefet ederek, hatalarını göstere göstere kendi fikirlerinin geçerliliğini sonuna kadar savunmuş, tarih de O'nu sonuna kadar haklı çıkartmıştır. Önemli bir nesil ki bunların çoğu da eğitimli, tahsilli insanlardır, orada, Çanakkale'de şehit düşmüştür. Cumhuriyetin yolu Çanakkale Zaferini bize armağan edenlerden Allah razı olsun. Var olsunlar ruhları şad mekanları cennet olsun. Güzel bir yazıydı gayet yerinde... Kutluyorum Bayram Beyi...

Bayram Kaya

Bayram Kaya

6 years ago

Üstadım teşekkürler. Düşüncenize aynen katılıyorum. Tabi ki önsöz oluş yazıda da belirtildiği gibi bir devamlı oluş değildi. Bir kereyle bir kez olandı. 600 yıllık Osmanlının başaramadığı da buydu. Ama bu gelecekte başka Rönesanslar olmayacağı anlamına değildir. Bir tür Rönesans bir kezliktir. Her Rönesans değişen gelişen teknik teknolojik üreten ilişkiler içinde başka bir rönesansla aşılır. Aşılmalıdır da. Önsöz olmada vurgu vardır. Önsöz yazının bel kemiğidir. Çanakkale bu yönüyle cephe savaşı olmaktan çok öte bir şeydir. Örneğin Ulus devlet önsözü, Hanedanı Osmanlı değildir. Yurttaş, olma önsözü Hanedanı Osmanlının tebaam, kölelerim dediği mana değildir vs. Hele de Sarıkamış olayında yapılan çıkarımlar; Çanakkale'de oluşan mefküreci Rönesanstı. Doğrudur. Çanakkale'de 17. sırada komuta kademesine gelen kişidir Mustafa Kemal. Siz de takdir edersiniz ki yazının kastı Çanakkale savaşını anlatmak değildir. Bu nedenle söylemediklerim eksiklerim değildir. Şu önemli. 16 şerefli, kahraman ve mübarek merhum şehitler; hanedanı Osmanlıyı koruyan onurluca ve görevini hakkıyla yapan övünç olmuş atamız olan baş taçlarımızdır. Ama Çanakkale cephe savaşı olur düzeyi içinde kaldıkça, saygıdeğer ruhlar atinin rönesansını oluşacak olan o ruhu taşıyan rönesansçılar değildiler. Bu onlarda beklenen ya da onların eksiği değildir. Aksine Osmanlı hanedanı bile Rönesansı ister olmamakla; o kahramanlar bu iradeyi reddetmez olabilirlerdi. Çanakkale de 16 kişi var denince; bu parantez açılmak zorunda kaldı. Rönesans zaten Çanakkale de savaşır olmanın ruhu değildi. Bu ruha eğimi olanlarda bu ruhun belirmesini hızlandıran süreçtir. Bu atalarımıza diyeceğimiz en ufak bir sözümüz olamaz. Hatta bu atalarımız gibi Mustafa Kemal'de de Rönesans gibi önsöz olucu yükümlülüğü beklememiz; bizim abesimiz olurdu. Biz Rönesans beklemiyorduk. O doğdu. Mustafa Kemal özünde olanı Çanakkale şartları içinde yansıtabilen bir yetenekti. Birinin yeteneği diğerinin yeteneği olmamakla hem hatır edilip hem sorgulanmaz. Ama olan farklı ve katmerli yetenek te takdir edilmeden olmaz. Ve biz o komuta kademesindeki ataların övüncünü taşıyan torunlarıyız. Demem bu değil. Kahramanlığın yurt savunmasının hakkıyla canıyla yapmanın yiğitleri ve vefa borcumuzdurlar. Buraya kadar Sevgili Mustafa Kemal'de Bunlarla Aynıdır. İşte yazıda ne övgü ne yergi olmakla, söz konusu olmayan yer bir "biriyle aynı olan" yerdir. Mustafa Kemal "birbiriyle aynı olan bu durumun üzerine" ülküyü oluşan Rönesansı başlatan Anadolu kongrelerine soyunan eksendi. İşte bu fark, şehit olmasalar bile bu vefa duygumuz olan atalarımızda yoktu. yada Çanakkale olgusu Mustafa Kemalde Rönesasnçı düşüncenin yansıması, hızlanması ve pekişmesi derken Sırf Çanakkale geçiyor diye 16 kişiyi söylememiş olmak unutma değil konu dışılıktır. Bilimsel değerlerle yazılmış yazıda Çanakkale anlatılmıyor. Enver Paşa savaş kaybetse bile yurt severliğinden şüphe duyulabilir mi? Ama bu şeref te Ziyadesiyle yurt sever olan Enver Paşayı; Rönesanscı düşünceye sahip kılmaz. Tamda geleceğin inşası olan eksen oluş budur. Tarih; Mustafa Kemal'i sadece yurt severlik düzeyinde olmakla canını vermeyi göze alma düzlemi içinde alıp; bu nedenle bambaşka yere konumlar. Yurt severlik ve yurt severce savaşmış olmak ta yazımın konusu değildir. Konumuz "tek dişi kalmış canavarlar" karşısındaki tutumu içinde olan Mustafa Kemal'e düşmanların ona Rönesanscı düşünmesini akıl ettirmesiydi. Elbette Rönesansı düşünmek Rönesasnsı uygulamaya koymak Mustafa'nın tek başına yapacağı başaracağı şeyler değildi. Yani Çanakkale Savaşı 16 yiğit komutan gibi şereflerle, Kurtuluş savaşı da onlarca şeref ve müşerreflerle; belki Mustafa Kemal'siz de olurdu. Olurdu da; Rönesans mefküresi Mustafa Kemal'siz olmazdı. Bu katkı düşüncenizle bana yeniden analizci bir düşünceyi ifade ettirme fırsatı verdiniz için siz üstadıma çok çok teşekkür ederim. Mutlulukla ...