Celil.
Bardaktan boşanırcasına yağan yağmurun arkası kesilecek gibi görünmüyordu. Aklımdan zaman zaman "Toprak çürüyecek bu sene" diye geçtiği çok olmuştur. Yaklaşık bir aydır sürekli yağıyor mubarek. Zaten altyapısı olmayan bu kasaba görünümlü şehirde yağmur suları ile birlikte sokaklarda yürümek cambazlık yapmak kadar zordu.
Onu böyle bir yağmur gününde tanıdım. Tüplü ısıtıcıyı kendime doğru çevirmiş camı kıracak kadar hışımla yağan yağmuru seyrediyordum. Bu saatte hele bu yağmurda aklı olan dışarıya çıkmaz ki alışverişe gelsin. Kızımın adını verdiğim mobilya mağazasının ön tarafında bir an bir kız çocuğu ve bir adam belirdi. Yağmurdan kaçarken üst balkonun altına sığındılar. Ama yağmur dikine yağmıyor ki. Çanakkale'nin o meşhur rüzgarı sağdan soldan yandan her taraftan esiyor, neredeyse yağmur yatay mı yağıyor dedirtircesine yağıyor.
Hemen kapıyı açtım, " İçeri gelin isterseniz" dedim.
Teklifimi hemen kabul ettiler. Yaklaşık on, on iki yaşlarında kara kuru bir kız, üstü başı perişan, hele yağmurdan öylesine ıslanmış ki elbiseleri, tabii ki ebise denirse kuru tenine yapışmış cılız bedeninin kemiklerini say istersen. Yanında duran adam da ondan hallice değildi. Sanırım otuz beş yaşlarında olmalı diye düşündüm. O kadar zayıf ki, yüzü ve ellerinde ilaç için bir gram et bulamazsın. Sırım gibi derler ya işte o biçim. O arada dikkatimi çeken şey kulak memesindeki sivilce oldu. Aklıma bir an "Başka nerede olacak ki, et mi var suratında, zavallı sivilce bula bula burayı bulmuş zahir" derken yüzümde bir gülümsemenin yalazı gelip geçti.
Isıtıcıyı kızdan yana çevirdim. "Adım Celil" dedi. "Bu da kızım. Cumhuriyet İlkokulu son sınıfında okuyor. Biraz geç kaldık. Yağmurdan çıkamadık ki" diye de ekledi. Mağazanın arka tarafında her zaman hazır olan çayımızdan üçümüze de birer çay yaptım. Kızcağız bile bir kaç yudumda çayını içti. "Afiyet olsun" diyerek bardakları kaldırdım.
Yağmurun biraz ara verir gibi hafiflemesiyle kalktılar. Adının Celil olduğunu söyleyen şahıs tipinden umulamayacak kadar düzgün bir ifade ile teşekkür etti. Kızının elinden tutarak hemen karşımızdaki okula doğru yürüdüler. "Her zaman gelebilirsiniz" diye usulen söylendim.
Sanıyorum üç dört gün sonra idi. Bu defa hafif çiseleyen yağmur altında aheste aheste yürüyerek mağazaya doğru gelen adamı hemen tanıdım. Hiç acelesi yoktu. Sanki yağmura beni ıslat dercesine sakindi. İçeri girdi, “Selamün aleyküm, beni tanıdınız mı?” dedi.
“Aleykümselam, tanımaz olur muyum, buyur gel” diyerek elimi uzattım. Tokalaştık. Yine o kendisinden umulmayacak kadar güzel bir eda ile;
“Ben” dedi, “Cezaevinden yeni çıktım.”
“ Geçmiş olsun” dedim. Merak katsayım yükselmişti. Karşımdaki iskemleye ilişti. Kılık kıyafetine tezat teşkil edecek kadar aynı konuşmasında olduğu gibi oturması da hal ve hareketleri de çok düzgündü.
Başından geçen olayları uzun uzun anlattı. Olayları o kadar soğukkanlılıkla anlatıyordu ki şaşmamak elde değil. Karısını öldürmüş. Yaklaşık on bir yıl yattıktan sonra salıverilmiş. Şimdi kızı ile hayata yeniden başlayacağını söyleyerek sözünü bitirdi.
“Bu gibi durumlarda ne söylenir bilemiyorum” dedim. “Allah sana kolaylık versin, keşke senin için yapabileceğim bir şeyler olsa.”
“Var” dedi. Tuhaf tuhaf yüzüne baktım. Sanıyorum benden para isteyecek diye aklımdan geçirdim. Ama yanılmışım.
“Bana” dedi, “Şu elektrikli battaniyelerden verin, ben gezerek satayım onları, akşama paranızı getireyim” dedi. İlginç geldi.
“Peki” dedim , “Seni daha yeni tanıdım, nasıl güveneceğim sana?”
“Haklısınız” dedi. “Ama ben sizden çok şey istemiyorum ki, topu topu beş altı battaniye.”
Çocuğunun hali bir an gözümün önünde canlandı. Zaten lügatimde yok yoktur. Şimdiye kadar çok ama çok zararını gördüğüm halde yine gönlümün sesine kulak vererek;
“Pekala” dedim. O gün beş elektrikli battaniye verdim. “Hoşça kalın” derken uzattığım elimi öpmek istedi, geri çektim elimi. Üç beş battaniye için kimseyi minnet altında bırakacak karakter sahibi değildim.
Artık Celil satış elamanım gibi çalışır olmuştu. Neredeyse mağazanın satışı kadar satış yapıyordu. Allah var, her akşam benim hakkım olan parayı getiriyor, kendi kazancı ne ise onunla da geçinip gidiyordu. Bu arada kızı da kendine gelmiş, güzel elbiseler içinde daha bir güzelleşmişti sanki. Celil derseniz onun façasına diyecek yoktu.
Günler günleri kovaladı, bizim Celil işleri büyüttü. Artık ara sıra bir kamyonet kiralıyor benden aldığı çekyatları, yatakları, battaniyeleri, yeni moda dört gözlü ocakları yakın köylerde satıp geliyordu. Tabii ki beni keyfime diyecek yoktu. Artık eskisi gibi günlük para getirmesine bile aldırmıyordum. Bazen haftada bir bile getirdiği oluyordu. O kadar iyi atış yapıyordu ki, beni bırakıp başka bir mağaza ile anlaşır diye işkillenip duruyordum. Ta ki o güne kadar.
Elimde protesto olmuş o kadar senet vardı ki ne yapacağımı bilemeden koşuşturuyordum. Senet ve çeklerin bir ödeme aracı olmasına rağmen hiçbir fonksiyonunun olmadığını bilecek kadar da ticari ehliyete sahip biriydim. Hep “Çek ve senet namuslu insanlar için geçerlidir.” der dururdum. Şimdi elimde onlarca kağıt parçası. Aynı zamanda Ticaret Lisesi Meslek Dersleri Öğretmeni olduğum için çevre köylerden çok fazla öğrencim vardı. Bir gün öğrenci velilerinden biri okula geldi. Çocuğu ile ilgili görüşmemizi yaptıktan sonra ona,
“Kusura bakmazsanız sizden bir konuda yardım isteyeceğim” dedim.
“O nasıl söz hocam, buyur” dedi. Ben de o köyden protesto olmuş senetleri çantamdan çıkarıp önüne koydum.
“Bu konuda bir yardımın olursa sevinirim” dedim. Senetleri aldı. Uzun uzun baktı. Yüzünün aldığı şekilden bir tuhaflık olduğunu hissediyordum ama veli de uzattıkça uzattı. Veya bana öyle geldi.
“Valla hocam hani nasıl anlatsam bilemiyorum ki, bu senetlerdeki borçluların hiç biri yaşamıyor” dedi.
“Nasıl yani” dedim. “Ölenler hep beni mi buldu? diye de sitemli bir eda takındım.
“Yok” dedi, “Onlar seni bulmamış, ama anlamadığım siz onları nasıl buldunuz?” demez mi. Kafamdan aşağıya kaynar sular döküldü.
Olay anlaşıldı tabii ki. Bizim Celil efendi son seferinde çift damperli kamyonu mağazanın önüne çektiği vakit bile ondan şüphe etmemiştim. Kamyonu kendi ellerimizle tıka basa yükledik. Neredeyse mağazada mal kalmadı. Üç gün sonra geldi. Artık daha düzenli bir iş yapacağını söyleyerek benden almış olduğu malların hesabını yaptık. O gün hiç nakit vermedi. O zaman bile aklıma hiç kötü bir düşünce gelmedi. Alacağım kadar senetleri verdi. Helalleştik ve gitti. Meğer son seferinde sattığı malların parasını ve sağlam senetleri kendine almış, bana da her köyün mezar taşlarından okuduğu isimlerle sahte senet tanzim ederek hesabımızı kapatmış.
Bu gün işyerimde sabah çayımı yudumlarken bir taraftan da günlük mahalli gazeteye göz atıyordum. Aman Allah’ım. Bu bizim Celil değil mi? Evet ya o. “Cezaevinden çıktıktan sonra hayata tutunamayan Celil…. Kendini tavana asarak intihar etti.”
Gazete elimden düştü. Midem kaskatı oldu. Yerdeki gazetede ağlayan kızının resmi içimi daha çok burktu. “Sana” dedim “çok kızmıştım ama hadi haklarımı helal ediyorum. Allah günahlarını bağışlasın. En azından bana da para ile satın alamayacağım bir ders verdin. Tabii ki ben ders alırım ancak yine de gönlümden geçenleri yapmaya devam ederim. Hoşça kal Celil.”
Çanakkale Kepez 23.09.2014
Deniz Gürses
7 years ago
Deniz Gümüş
7 years ago