COŞKUN IRMAK-2

22.11.2017

 Bir elbezi alıp çaydanlığı tuttu, demliğin içine su döküp çayı demledi. Suyu azalan çaydanlığa tekrar su doldurup ocağın üzerine koydu. İçeri giderken dolaptan kahvaltılık bir şeyler de aldı.

     Münevver’in parkta olumsuz bir tepki vermeyip gülümsemesi, onun için büyük bir sevinç kaynağı idi. Bu nedenle daha cesur olmaya karar verdi. Bir mektup daha yazdı. Gene Kenan’ı yakalaması lazımdı. Kenan’ı bulduğunda çocuğun biraz nazlandığını gördü. Verdiği para miktarını artırdı, demir değil kâğıt para sıkıştırdı eline. Yaşı ufaktı, ama paraya aklı eriyordu Kenan’ın.

     Kenan cebindeki mektup ve parayla birlikte koşturdu Münevver’in evine doğru. Hayrettin mektupta yarın için aynı yerde, aynı saatte gene buluşmayı teklif ediyordu. Yarım saat sonra Kenan geldi. Hayrettin, zaten bir köşede onu beklemişti.

     -Hayrettin abi, gel şu tenha yere gidelim. Bu çok gizliymiş, dedi.

     Çocuğu takip etti. Kendince tenha olduğuna karar verdiği bir yerde, Kenan cebinden çıkardığı bir mektubu ona verdi. Önce kendi gönderdiği mektubun Münevver tarafından iade edildiğini zannettiğinden canı sıkıldı. Ama bu mektup onun gönderdiğinden daha küçüktü. Aldı, avucunu sıkı sıkıya kapatıp evine yöneldi. Heyecandan kalbi yerinden çıkacakmış zannetti, bir an nefes almakta bile zorlandı. Telaşla eve girdiğini gören annesi, ne olduğunu sorduğu halde onu duymadı bile. Odasına geçti, mektubu avucunun içinden yatağın üzerine bıraktı.

     Bir türlü mektubu açıp okumaya cesaret edemiyordu. Öylece mektuba bakıp durdu bir müddet. En sonunda bütün cesaretini toplayıp mektubu açtı ve okumaya başladı. Mektubun uzunluğu sadece iki satırdı. Münevver parkta buluşmak istemediğini, yarın tam saat 12’de evlerinin arkasındaki bahçeye gelmesini istiyordu.

     İki satırlık mektubu defalarca okudu. Kalbinin üzerine koydu. Gözlerini kapatıp Münevver’i hayal etti. Ondan, Münevver’den aldığı, Münevver’e ait olan ilk şeydi bu mektup. Mektubu öpmek istedi, ayıp olur diye bunu yapmadı. Belki de böyle bir davranış, saygısızlık olarak bile değerlendirilebilinirdi.

     Yemek odasının vitrinindeki siyah beyaz nişan fotoğrafına gene baktı. Bu da onların beraber çektirdikleri ilk fotoğraflarıydı.

     -Münevver, hayatım; o ilk buluşmalarımızı hatırlıyor musun? Nişanlanmadan önce topu topu üç kere buluşmuştuk.

     Demlenen çayı masaya getirdi. Kahvaltı için masada eksik olanları gözden geçirip mutfaktan almaya gitti.

     İkinci buluşmaları için saat tam 12’de Hayrettin, Münevverler’in tel bahçe çitlerinin yanındaydı. Bir dakika sonra da bahçede Münevver göründü. Münevver bahçedeki sebzelerden birkaç tane koparırken bir yandan da etrafı kolaçan ediyordu. Kimsenin olmadığına karar verdikten sonra, tel çitlere doğru yaklaştı.

     İkisi de ne diyeceklerini, söze nasıl başlayacaklarını bilemiyorlardı. Neden sonra Münevver söze başladı. Bir şeyler konuştular, ancak ne konuştuklarını daha sonra ikisi de unutacaklardı. Bu heyecan dolu konuşma en fazla on dakika sürmüştü. Eve gitmek için arkasını dönen Münevver’e şaşkın şaşkın bakakalmıştı Hayrettin. Eve yaklaştığında Münevver, arkasına dönüp baktı ve Hayrettin’in yüzündeki şaşkınlığa gülmeden edemedi. Bu gülüş alay değil; sevgi doluydu.

     Geçmişteki anılara dalan Hayrettin, kahvaltının dozunu da kaçırmıştı. Ne kadar yediğinin ve ne kadar çay içtiğinin farkında değildi. Masadan kalkıp kahvaltılıkları mutfağa götürürken şişen karnından bu açıkça belli oluyordu.

Sigarasını yaktı ve:

     -Münevver, hatırlıyor musun, nişanımızdan önceki son buluşmamızda bizi nasıl da cereyan çarpmıştı? dedi.

     O gün gene parkta buluşmuşlardı. En uzun görüşmeleri de bu olmuştu evlenmeye karar vermeden önce. Ama gene de tüm görüşmeleri ancak yarım saati bulurdu. Önce bir bankta biraz oturmuşlar, sonra yürümeye başlamışlardı. Yan yana yürürken birbirlerinden uzakta durmaya gayret ediyorlardı. Olur ya bir tanıdığa rastlayabilirler, yanlış anlaşılır; sonra da bir sürü dedikoduya neden olabilirdi fazla samimi davranmak.

     Onlar birbirinden uzak durmaya çalıştıkça gizli bir güç aksine yaklaşmaları için iteliyordu. Direnmek zorunda kaldıklarından bu mücadele onları yoruyordu. Bir ara nasıl olduysa oldu, elleri birbirine hafifçe temas etti. Ve anında ikisi de ellerini geri çekti. Adeta elektrik akımına tutulmuş gibi bir duygu hissettiler. Belki de vücutlarındaki elektrik yükü boşalmıştı. Daha sonra bu olayı defalarca hatırlayıp gülmüşlerdi.

     Münevver gitme zamanı geldiğini söylediğinde Hayrettin:

     -Annemleri seni istemeleri için göndereceğim. Ne dersin Münevver? diye sorduğunda Münevver’in beyaz yüzü kızardı ve kısık bir sesle:

     -Sen bilirsin, dedi.

     Hayrettin meseleyi annesine açtı. Görüşmüş olmasalar da ailesi Münevverleri tanıyordu. Kendi halinde, onlar gibi kıt kanaat geçinen bir aileydi. Münevver ailenin tek çocuğuydu, Hayrettin de öyle.

(Devam edecek...)

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar

Güldane Gürorman

Güldane Gürorman

7 years ago

Paylaşımları okuyup çıkmak yazanı teşvik etmiyor. Okuyup beğendiklerimize bir not düşmek lazım. Kaleminiz var olsun.

Sibel Çolak

Sibel Çolak

7 years ago

Paylaşımı beğendim. yorumları okumak için yeniden döneceğim.

Ömer Faruk Hüsmüllü

Ömer Faruk Hüsmüllü

7 years ago

@omerhusmullu309 | Teşekkür ederim...

Ömer Faruk Hüsmüllü

Ömer Faruk Hüsmüllü

7 years ago

@omerhusmullu309 | Teşekkür ederim...