Bu Eser 22.11.2013 Tarihinde Günün Yazısı Seçilmiştir
"Dünyada ilk can nasıl oluştu?" Sorusuna verilmiş bir kaç cevap biliyoruz. Tanrı yaratmıştır. Yaşam
uzaydan gelmiştir. Canlı, cansız maddelerden tesadüfen üredi. Dört
milyar yıl önceki yeryüzü şartlarıyla inorganik maddelerden oluşan
polimerler tesadüfen DNA moleküllerini meydana getirerek canlılarırın
temelini oluşturdu. Küçük molekküllerin devamlı birbirini takip ederek
oluşturduğu büyük bileşikler olan polimerler yaşamın kaynağıdır.( Miller
deneyi) Basit organik moleküllerden ve organik olmayan yapılanmalardan
yüksek enerjili ve mor ötesi ışınların ve elektirik deşarjlarının
etkileri altında ilk organik yapılanma oluştu. Amino asitlerin ve
bazların da oluştuğu bu süreç 1.52 milyar yıl öncesinde okyanus
tabanlarında ilk bakteri oluşumu, ozon tabakasının ortaya çıkmasına,
oksijenin serbest kalmasına vb yol açmıştır.( Prof. Dr. Ali Demirsoy,
Kalıtım ve Evrim )
Gibi verilmiş cevaplar vbarsayımlar toplamından oluşan senaryolar,inanılmak istenen teorik fikirlerdir.
Son bir milyar yıl öncesinde, Dünya'nın bu günki koşullara
yaklaşmasıyla canlıların çeşitlenmeye başladığı, karaların da yaşam için
uygun hale gelmesiyle okyanus diplerinde evrimini tamamlayan canlıların
karada da yaşamaya adapte olmaları, evrim teorisinin, organik evrimci
görüşün ana hatlarını oluşturur.
Bu kurama göre de:" Evrendeki tek yaşam Dünya'da olmalıdır".
Bu görüş, teori olmaktan çıkıp kanuna dönüşürse, evrenin herhangi bir
gezeğeninde oluşacak bir yaşam dünyadaki şartlarda oluşmak zorundadır.
Aslında evrimciler Dünya dışı alemi hesaba katmamıştır. Halbuki Evrene
baktığımızda Evren, Dünya'nın değil; Dünya , evrenin şartlarına tabidir.
Bir kum tanesi çölde nasıl ki hiç bir şeyse, Dünya ise evrende küçük
kum tanesidir. Bir küçük kum tanesi koca çölde bir zerre , çölü de
temsil eden minicik bir parçasıdır. Ne kum çöle yasa koyabilir, ne de bu
Dünya, evrene...
Asrtro fizik ve uzay bilimleri dışındaki
bilimlerin gözleri Dünya'ya yöneliktir. Pek çok kuram ve kanun
Dünya'daki mevcut ölçülebilir ölçüm ve şartlarla sınırlıdır. Söz gelimi
geometrik kurallar bilinen hız ve alan bilgisine göredir. Bilinmeyen
ölçekler, faktörlerle birlikte bu kanun ve kuramların pek çoğu muazzam
uzay için oldukça anlamsızdır." Klasik mekanik yasalar, (Newton
yasaları) hız , ışık, enerji ile ilgili bildiğimiz ölçütlerin sınır ve
sınıflanmalarında geçerlidir.Yani ışıktan daha hızlı bir nesnenin
bulunması halinde bu yasa yıkılacaktır." ( Prof. Dr. Frank Wolfs,
Introduction to the Scientific Method) Thalesten beri bilinen uzunluk ve
alan ölçüleri uzay boşluğuna göre oldukça minik kalacak, manasız,hatta
sıfır öneme haiz, veya çok çüzi kalacak olan miniminal ölçeklerdir.
Dünya ve Güneş, uzaydan bakılınca evrende çok sıradan iki küçük kum
gibidir. Evrene göre Dünya; ormannın bir dalındaki bir böcek
hükmündedir. Bizler bu böcek kanında mikroptan küçük kalırız. İnsana
göre; okyanus ne denli büyük gelirse; mikroba göre bir damla, o kadar
büyük görünür. Dünya, her biri Güneşten daha büyük yüz milyara yakın
yıldızdan oluşan Samanyolu galaksisindeki Güneşimize bağlı dönen dokuz
gezegenden birisidir. Her yıldızın, Güneş gibi gezegenleri ve kendi
sistemi vardır. Yıldızların yıldızlara uzaklığı insan aklının ve
idrakinin çok çok üzerindedir. Işık, bilinen en hızlı nesnedir.(saniyede
üçyüzbin km) En yakın yıldızlar bile milyar yıl ışık hızı birbirine
uzaktadır. Işık hızına çıkmak bu yüzden imkansızdır.Bu hıza ulaşmak
demek, ışık olmak demektir. Madde ise ışık hızında enerjiye dönüşür. Bu
hıza çıkan insan, hücrelerine ayrılıp, enerjiye dönüşür. Işık ve eneji
halinden tekrar insan bedenine dönüş mümkündür varsayarsak bile; en
yakın, bir yıldızı gezinip geri dönmek, bir kaç yüz insan ömrüne az
gelen bir zaman ister.
Bir galaksi, her biri diğerinden
milyonlar ışık yılı bir biirine uzak olan, onlarca milyar yıldız
sayısında kümedir. Evrende milyonlarca böyle galaksi vardır. Bu böyle
bilinince Dünya içre bulunmuş kanunların, evrendeki önemi ne kadar
olabilir? Evrenin merkezi olduğumuz inancından artık çok uzaktayız.
Artık biliyoruz ki; Dünya, evren kumsalında pek çok önemsiz kalan tek
bir kum tanesidir.
Dünyadan çok uzakta bir yerden bakılınca
Dünyadaki ölçüler, ( hız, ısı, alan, uzaklık, tartı, genişlik, uzunluk
vb ) çok basit kalacaktır. İki yıldız arasını dünyadakine mahsus
ölçülerle hesaplamak, yörüngeler arası dengeleri anlamak, mesela
Güneş'teki ısıyı, Dünya'nın toplam ağırlığını... idrak etmeye
kalkmak...aklımızın çok üstünde muazzam hesaplardır. Evrende bunca
yıldız varken, her yıldız da onlarca gezegenle dönerken, evrende tek bir
yaşam Dünya'da vardır sanmak, akla ziyan fikirdir.
Evrenin
kaç yerinde dünyadakine benzer veya hiç benzemeyen kim bilir kaç kaç
yaşam vardır.Evrende, her bir galaksideki yıldız sistemi sayısı kadar
değişik şartlar ve şekillerde sistemlerin olması akla daha yakın durur.
Çünkü Tanrı aynı türleri bile çeşit çeşit yaratmayı sevmektedir.Bir
birinin tıpkısı olan iki insan, iki hayvan bile bulmak nerdeyse
imkansızdır. Aynı türden milyarlarca benzemez üreten Tanrı, herbiri,
birinden farklı milyar Güneş yaratmışsa, her yaşamı farklı formatta
milyar yaşam yaratmıştır.Bu Dünya'daki hayat, evrende örneği tek ve çok
özel bir yaşam mıdır? Değilse, evrendeki her yaşamda ayrı bir"organik
evrim" oluşturmak zorundayız?
Fizikçiler, her maddenin karşıtı
anti bir maddenin olduğu fikrindedir. Görünen de o dur ki ışıktan daha
hızlı hareket edemeyiz. Ama bu geniş evren kimler için geniştir?
Evrendeki mesafeler ışıktan bin kez hızlı nesneler için bile akla sığmaz
uzaklıktır. Işıktan bin kat hızlı öyle bir nesne ile; bir galaksi
gezilse de, gezilecek binlerce, milyonlarcası kalır. Bu hızda gezip
tozan, saniyede üç yüz bin km den daha yavaş hareket edemeyen canlı
türü, ya da bir nesne, bu evrende var mıdır? Bir başka galaksiden
teleskopla bakılınca; Dünya, Samanyolu kuşunun tek tüyünde yaşayan çok
minik bir hücredir. İnsanlar bu hücrede mikroptan daha küçük atomlar
gibi kalır.
Bilim, bir atımlık sperm içinde 70 milyon
insancığın tohumundan söz eder. Bir erkek yetmiş yıllık ömürde yaklaşık
sekiz bin kere iki cc'lik menide ortalama yetmiş milyon insancık
fırlatabilir. Bu ise Türkiye nüfusunun bir meniye sığdığı anlamına
gelmektedir.Yok olan her menide bir Tükiye yok olur. Sekiz bin çarpı
yetmiş milyon insancık adayından en çok sekiz on çocuk dünyaya
gelecektir. Onca diğer insancık nereye gitmektedir.
Mevlana bir şiirinde :
" Mineral öldüm, bitki doğdum./ Bitki öldüm, hayvan doğdum/ hayvan
öldüm insan doğdum./ İnsan öldüm şey doğdum./ Ölümden korkmak niye?
".Derken aceba ne düşünmüştü ? Bundan yedi yy önce yaşayan Mevlana'nın
ağzındaki baklayı anlayan kaç alim var.
Şu bir kaç mısra içinde
Evrim teorisindenkim bilir kaç kez mantıklı, ne çok teori
vardır.Mevlana'daki öz fikir Darwin'i de kapsasa da başka kapıya da
çıkar. Binlerce yaşama dönen bir can, Bir'den ( Allah'tan) gelmekte,Bir
olan Allahla bütünleşeceği vakte dek , kaç can formatına dönüp yaşam
değiştirmektedir.
Bilim, Bing Bang( büyk patlama ) denilen bir
teoriye oldukça yakın durur. Yapılan bu tip gözlemler evrenin her saniye
akıl almaz bir hızla genişlediğine dair deliller sunmaktadır.. Galaksi
kümeleri arasındaki uzaklık gitgide artmakta olduğuna göre, bunların
hepsinin geçmişte bir arada olduğu düşünülür.14 milyar yıl önce sıfır
noktada olan bir maddenin patlaması ile evren oluşmaya başlamıştır. Bu
görüş tasavvufçuların " Yararılan Bir'den gelir ve Bir'e dönecektir."
fikrine ne kadar benzemektedir.
Yoksa,o sıfır noktada patlayan
Tanrı mıydı? Yoksa tasavvuftaki gibi " Kendi suretini görmek isteyen
Tanrı, " tek maddeden kendini patlatarak" evreni mi yarattı ? Bing
bangla patlayan Tanrı, genişleyen evrenle kendi cisminde midir? Kendi
güzelliğini görmek isteyen Tanrı "KÜN " OL deyince alem olmuş aynada
görüntü gibi evrendeki görünen görüntü oluşmuştur.O halde vahdeti vucud
gibi " yaratılmış her şey Allah'tan parça mıdır ? VAHDET İ VÜCUT
anlayışındaki parça bütün mantığına göre de " yaprağı sevmek dalı, dalı
sevmek ağacı, ağacı sevmek toprağı, dünyayı ve âlemi; dolayısıyla
parçaların tamamı Allah'ı tümlediğinden Allah'ı sevmekle eşit tutmaya
gider.
Evrim teorisine, doğru yönden bakarsak evrimcilerin şu
veya bu şekilde canlıların kökenindeki " Bir'i" aradığı hayretle
görülecek. Evrimciler canlıyı polimere dayandırır, Karadaki yaşamı
okyanustan çıkarak yeryüzüne alışan bir türe indirirler. Okyanustaki
canlar birkaç milyar yılda kendi kendine olan bir polimere çıkar. Darwin
ve evrimcilerin çabası,çok büyük resimdeki çok küçük bir figürde bir
Bir'den çoğalmayı anlamaya çalışmaktır.
Adına ne dersek diyelim
çoğalan her şeyi tek kökene indirmek iç güdüsü vardır bizde. Bu iç
güdümüz nerden gelip ruhumuza yerleşmiştir?
Yoksa evrende bir
kum tanesi hükmünde kalamayan Dünyadaki canlılaların oluşumuna bakarak,
herşeyin Bir'den gelip, Bir'den çoğaldığını gören DARWİN BİR SUFİ MİYDİ?