DAYIM VE YALANLARI

28.09.2014

Babamla birlikte hastane koridorunda bekliyoruz. Dedem ameliyatta… Safra kesesini alacaklarmış. Babam öyle dedi. Kese tamam da safra ne? Ayrıca kese neden dedemin içinde? Dedem keseyi mi yemiş? Babam bir o yana bir bu yana dönüp duruyor, soramıyorum. Annem dersen ameliyathane kapısında hatim indiriyor. Doktor, “Önemli bir ameliyat değil. Meraklanmayın.” dediği halde neden bu kadar gergin olduklarını anlamıyordum. O sırada dayım önde, karısı arkasında koştur koştur geldiler. Dayım, “Geciktim.” dedi. Çok trafik vardı da. Yetmiş sekiz senesinde trafik? Öyleydi dayım. Yalancıydı. Ama ben çok severdim dayımı. Güzel yalan söylerdi. Yalan olduğunu bile bile dinlerdin. Her ne anlatıyorsa bitmesin isterdin. Babam “Tamam,” dercesine kafasını öne arkaya salladı. Dayımın sormasına izin vermeden “Yarım saat önce ameliyata aldılar.” dedi. “Bekliyoruz. Yaklaşık üç saat sürermiş. “Dayım ben şurada bir sigara içeyim de geleyim o zaman.” dedi. “Ben de geleceğim.” diye takıldım dayımın peşine. Hastanenin tam karşısındaki çay ocağına gittik. Dışarıdaki küçük taburelere oturduk.“İki çay!” Çay mı? Iyy! Ben çay sevmem ki. “Ben gazoz içseydim.” dedim. “Ceyhuncum,” dedi dayım. “bak orada ne yazıyor…” (Parmağıyla ‘Çay Ocağı’ yazan tabelayı gösteriyordu). “Gazoz Ocağı olmaz ki.” dedim. Sinirli sinirli kaşlarımı çattım. Aklı sıra beni kandıracak. Ben bilmiyorum sanki çay ocağında gazoz da satıldığını. Kapının arkasında tahta Elvan kasası var, görüyorum. “O ne o zaman?” diye sordum. (Parmağımla “Elvan” yazan gazoz kasasını göstererek). “Ulan, ne uyanık çocuksun sen be!” dedi. “Şaka da yapılmıyor.” Çaycı, çayları getirip masanın üzerine bıraktı. Dayım çayı önüme ittirip “Ceyhun dedi. Gazoz çocukların kemiklerini eritiyor, büyümesini engelliyor ben o yüzden öyle dedim. Misal bizim işyerinde Kazım Usta’nın bir oğlu var. Sen bilmezsin. On dokuz yaşında. Adı Muhsin, lakabı Faydasız... Neden Faydasız? Boyu kısacık da ondan… Misal sen bile şu yaşında ondan daha uzunsun. Neden kısa kalmış dersen, hep bu gazozlar yüzünden işte. İçmiş içmiş de kısacık kalmış. Koca çocuğa “Faydasız aşa faydasız yukarı” diye alay geçer dururlarmış. Babası dedi. Yaa.” Al işte yeni bir yalan daha. İlle bir şey içeceksem o şey çay olacaktı. İnce belli çay bardağının içine altı şeker atıp karıştırmaya başladım.
“Dayı,” dedim “dedemin neden kesesi var. Dedem kanguru mu? Dayım kafasını kaldırım kenarına çevirip ağzındaki çayı püskürterek gülmeye başladı. “Ulan Ceyhun,” dedi. “ne komik çocuksun sen yahu. Gülmesi öksürüğe, öksürüğü gülmeye dönüşüyordu. Öksür tıksır gülerken paketinden çıkardığı birinci sigarasını yakmaya çabalıyordu. “O öyle değil aslanım.” Kafasındaki kasketi çıkarıp saç diplerini uzun uzun kaşıdı. Kasketini masanın üstüne bıraktı. “Safra kesesi; kalp gibi, ciğer gibi, böbrek gibi bir organdır. Ama gel gör ki tıp dünyası bu organ için ‘olmasa da olur, vücuda bir faydası yok’ der. Neden dersen tıp dünyası bu safra kesesi denen organın ne işe yaradığını hala çözememiştir de ondan.” Sümme hâşâ, Allah, o organı doktorlar ameliyat edip alsınlar, para kazansınlar diye mi koymuştur oraya?

Nitekim bu çokbilmiş doktorlar “safra kesesi can sıkıntısından taş üreten organdır.” der durur. Geçen camide hoca efendi dedi ki: “Allah hiçbir şeyi boşuna yaratmamıştır. Her bir şey, başka bir şeye hizmet eder.” dedi. Yaa! Kafam karışmıştı. Büyük ihtimalle gene yalan söylüyordu ama inanmaktan başka çarem yoktu. “Cuma’ya mı gittin?” diye sordum. “Yok” dedi. Cumaları çok kalabalık oluyor, ben bir gün önceden gidiyorum. Sevabı büyük. Bu söylediğinin yalan olduğuna şüphe yoktu fakat dayım o kadar kendinden emin cümleler kuruyordu ki emin olduğum bir şeyden bile şüphe duyuyordum. Çayıma iki şeker daha atıp karıştırmaya devam ettim. Çay, bira köpüğü gibi köpürmüş ve nihayet soğumuştu. Bir dikişte içtim.
Dayım, “Hadi,” dedi “içeri girelim.” Hastane koridorunda uzunca bir süre bekledik. Doktor dedemin masada kaldığını tıbbi bir söylevle anlattı. Kalp yetmezliği falan gibi bir şeyler zırvaladı, “başınız sağ olsun,” dedi. Daha iki-üç saat önce “Önemli bir ameliyat değil. Meraklanmayın.” diyen doktor şimdi dedemin öldüğünü söylüyordu. Dedemin ölmesine de dayımın tıp dünyası hakkında söylediklerinin doğru çıkmasını da oldukça şaşırmıştım. Birkaç saniye sonra daha da çok şaşıracağımdan habersizdim. Karıncayı bile incitmeyen babam doktora öyle bir kafa attı ki gözlerim yuvalarından fırlıyordu. Doktor beyaz gömleğiyle melekler gibi bir süre uçtuktan sonra bokböceği gibi yapıştı yere. Annem yere yapışan doktora doğru hızla koştu. Yüzünü kedi gibi cırmalamaya başladı. Dayımın karısı Emanet yenge, babamı tutmaya çalışıyor, dayım yerde yatan doktoru tekmeliyordu. İşaret parmağını dudağına diklemesine tutarak sus işareti yapan hemşireler ciyak ciyak bağırıyordu. Diğer hasta yakınları, birkaç doktor ve hademeler araya girip doktoru başarıyla kurtardılar. Doktorun şaftı kaymıştı; kaşı patlamış, dudağı yarılmış, gözü morarmış, üstü başı yırtılmıştı. Her yeri kan içindeydi. Hızlı adımlarla çıktık hastaneden.  

O akşam babam dedemi köye gömmenin planlarını yaparken kapı çaldı. Polisler annemi, babamı ve dayımı alıp karakola götürdüler. Beni dayımın karısı Emanet yengeye emanet ettiler. Sabah erkenden geri geldiler. Tutuksuz yargılanacaklarmış. O ne demekse. Ertesi sabah dedemi morgdan alıp köye gittiler. Beni götürmediler. Okula gitmem gerekiyormuş. Üst komşumuz Mualla teyze de kalacakmışım.

Üzgün oldukları için hiç itiraz etmedim. “Tamam,” dedim. “Siz gidin.” Oldukça olgun bir tavır sergilemiştim. Sanırım üzgün olduklarından dolayı bu olgun tavrımı takdir etmeyi akıl edememişlerdi. Dayımın safra kesesinin de bir işlevi olduğunu, tıp dünyasının bunu henüz çözemediğini söylediğini düşündüm uzun uzun. Anlaşılan dayım bu sefer yalan söylememişti. Safra kesesi önemli bir organdı. Tamam da safra kesesinin kalp ile bağlantısı neydi? Düşündüm de düşündüm, düşündüm de düşündüm. En iyisi dayıma sormaktı. Bu üzücü olayın üstünden yaklaşık iki ay geçmişti. Ben tuvaletteyken kapı çaldı. Elimi yıkayıp kim geldi diye kapıya yöneldim. Kapıyı babam açmıştı. Uzun zamandır gelmeyen dayım nihayet gelmişti işte. Karısı Emanet yenge ve benden üç yaş büyük kızları Pakize abla ve dayımın elindeki birkaç kilo meyve ile birlikte kapıda duruyorlardı. Babam dayımdan hiç hazzetmezdi. Buna rağmen “Ooo, buyurun.” dedi. Hoş geldiniz. Yemekler yendi, muhabbet edildi, çay faslına geçileceği sırada balkonda yalnız başına sigarasını içen dayımın yanına yaklaşıp sordum. “Dedem safra kesesi ameliyatı oldu ama doktor kalpten öldüğünü söyledi. Sen de safra kesesinin önemli bir organ olduğunu ama tıp dünyasının henüz bunu keşfedemediğini söylemiştin.” dedim.

 “Ben hiçbir şey anlamadım.” Dayım, düşün düşün bir türlü mantıklı bir sebep bulamadığım olayı tek cümlede cevapladı. “Deden kalbini safra kesesinin içine koymuş, salak doktor keseyi alınca…Anladın?" "Anladım dayı." Öyleydi dayım. Yalancıydı. Ama ben çok severdim dayımı.


Eylül 2014 Uğur Mıstaçoğlu



Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar