Dedemin Defteri- TÖNGELENLER

03.09.2022

TÖNGELENLER

 

   Temmuzun ortası, sarı sıcak... Çukurova'nın en sarı, en kuru dönemi... Rüzgârın iteklemesiyle yollara düşen çalı dikenleri yuvarlana yuvarlana geçiyorlar. Köyün çocukları, yaşlı amcalara yol verir gibi kenarlara çekiliyor her defasında. Taşla, toprakla, dalla, kökle, samanla, sapla oyun kurmaya alışık çocuklar, futbol topu gibi yuvarlanan çalılara tekme atma, üfleyip üstündeki sporları uçurma gibi oyunları hiç düşünmüyorlar. Analarından tembihliler. 

   - Sakın ha... Tekmelerseniz dikenleri paçalarınıza sıvanır, bir de eve getirirsiniz. Etinize de batar, mazallah gözünüze de kaçar. Bırakın gitsinler, köyden ne kadar uzağa giderlerse o kadar iyi olur. Yoksa köyün içine kök salarlar. 

   Çakır dikenlerini temizleyip, tarla açanlar, yeniden toprağın dikenlere teslim olmasını istemezler tabii ki...

   Kovboy filmlerinde de sıkça gördüğümüz yuvarlanan çalılar, sıcaktan kimsenin dışarı çıkamadığı zamanlarda da bölgenin en özgür en mutlu canlılarıydı. Büyükler onlara " Töngelen" derlerdi. 

İlk duyduğumda, " Ne güzel isim... İyi bulmuşlar... Döne döne gelen gibi..." demiştim.

  - Hee... Döne döne gelirler. Aha böyle, hepimizin arasından geçer giderler. Geçerken de ilk önce kimin dediğini kimsenin bilmediği yalanın, iftiranın, dedikodunun, şâhidi olurlar. Hırsızı, arsızı hatta katili görürler. Zamanı gelince de şâhitlik ederler, dedi dedem.

  - Nasıl yani konuşabilirler mi?

  -Onların dili senin bildiğin dile benzemez. Şahitlik yapacakları zaman, o suçu işleyenin ağzından konuşurlar, ona söyletirler.

 

.....

  Annemin çocukluğunun geçtiği bu köye, daha önce de gelmiştim. Dedem buradaki bütün varlığını sattığı için bir dikili taşı kalmamıştı. Ne zaman ki akrabadan, köylüden bir düğün veya bir cenaze olur, biz de o zaman gelirdik. Beni gören yaşlılar, annemin ismiyle seslenirler, "Amanıın sanki Hürümü hiç büyümemiş de goşup oynamaya gelmiş...' derlerdi. Yine öyle oldu. Yaşlı kadınlar elleriyle yanaklarımı tutup gözlerimden öptüler. 

   Sıcak bir rüzgâr esti... Derinden gelen fısıltıyla birlikte, töngelenler yuvarlanmaya başladı. Küçükken rastladığım kadar, çok değillerdi ama dedemin anlattıklarını, özellikle dikenlerin şahitliğini yeniden hatırladım...

 

......

 

   Emine Bacı' nın bir oğlu oldu. O gün, günlerden salıydı. Emine Bacı, "Oğlum salı günü doğdu, adı Salı olacak." diye tutturunca ahali şaşırdı. 

- Hiç Salı diye isim mi olurmuş?

- Cuma oluyor da niye Salı olmasın?

- Yaa Cuma, mübarek gün.

- Salı da mübarek... Benim oğlum salı günü doğdu.

Emine Bacı'yı kimse ikna edemeyince dedem:

- Çocuğun adı Salih diye yazılsın, sen gene "Salı" de, dedi.

 O günden sonra salı ile Salih arasında bir isimle, "Salli" diye çağırdılar oğlanı. Okula gidene kadar o da kendi adını Salli sanıyordu. "Salli âla Muhammed" gibi...

  Salli, askere gidip gelince amcasının kızı Güllü'yle evlendi. Dedelerinden kalma araziyi gösterdiler, " Burayı ekin, biçin, yeyin, için" diye... Tarla dedikleri yer küçüktü ama karı koca, tarlanın etrafından çalı, taş, kaya ne varsa temizler, büyütürlerdi ne de olsa. Allah sağlık versin yeter ki...

.....

   Salli ile Güllü köyün biraz dışında kalan tarlayı adam edebilmek için kolları sıvadılar. Her gün ekilebilen yeri ekerken, geri kalan yeri de çakır dikenlerinden temizliyorlardı. Birlikte çalışan karı koca, akşama doğru Güllü'nün çorbayı pişirmek için eve erken dönmesiyle ayrılıyorlardı. Güneş batana kadar çalışan Salli, eve gelince, çorbasını hazır buluyordu. 

   Bir gün yine tarlada çalışırlarken yoldan geçen bir yolcunun dikkatini çektiler. Dünyayı hiç umursamadan birbirlerine maniler söyleyerek, cilveler yaparak çalışan karı kocayı bir müddet seyretti bu tuhaf yolcu. Kadının eğilip doğruldukça hareket eden vücut kıvrımlarından gözünü alamıyordu. Bir kayanın arkasına saklanıp oradan bakmaya başladı. Kadın, yemenisini ensesinde saçıyla birlikte topladı. İnce boynu ortaya çıktı. Yakasını hafifçe açıp suyla ıslattı. Bembeyaz gerdanı, adamın aklını başından aldı. Salli de fark etmişti karısının bu hâlini. Koşarak gelip onu boynundan, gerdanından öptü. Orasını burasını sıktı. Kadın kıkırdadı. "Akşamı bekle, bir gören olur." dedi. Salli etrafına bakındı. "Hee.. töngelenlerden başka kim görecek..." dedi.

   Kayanın arkasındaki adam, kadını kocasından kıskandı. Ona sahip olma isteğiyle kıvrandı. 

   Akşama doğru, Güllü eve giderken ardına düşüp yolunu kesmeyi düşündü. Sonra aksayan bacağına baktı. Yolunu kesebilse dahi ona sahip olamayacaktı. Hemen daha güzel bir plan yapmalıydı. 

   Yerinden kalkıp Salli'ye doğru yürüdü. Sessizce gelip arkasından, böğrüne bir bıçak sapladı. Salli, acıyla bağırıp yere yığıldı. Dönüp kendini bıçaklayan adama baktı, tanımıyordu.

   - Ben sana naaptım? Niye bıçakladın?

   - Karın güzel... Sen ölünce dul kalacak, namus belasına ilk isteyene verecekler. O zaman onu ben alacam. 

   Salli'nin kanı, etrafında küçük bir göl olurken, acı içinde;

   - Nerden sen alıyormuşun... Hapisi var, cezası var bu işin... Adam öldürüyon kolay mı?..Hem Güllüm beni öldürene varmaz, dedi.

   - Kim görüyor ki seni öldürdüğümü, hani kim var? 

Salli, son bir gayretle;

   - Töngelenler, dedi. 

Gözlerini yukarı dikip fısıldadı:

   - Allahım sen şahitsin... Şu töngelenler de şahit... Onlar söylesin Güllüme beni kimin vurduğunu...

Salli "Ah!" deyip ruhunu teslim etti.

   ....

 

   Güllü, kocası eve gelmeyince feneri yakıp yola düştü. Babasına da haber vermişti. Baba kız, merak içinde tarlaya koştular. Salli'nin kendi kanı içinde, gözleri açık cesedini görünce bir feryat figân koptu Güllü'nün göğsünden.

   Sonrası çok hızlı oldu. Jandarma geldi, savcı geldi, tutanak tuttular, düşmanı var mıydı sordular. Sonra köylüleri, Salli'yi aldılar, yudular, kefenlediler, karnına bıçak koydular. Başında ağıtlar yaktılar. Emine Bacı bağrını döve döve, saçlarını yola yola ağladı... Güllü, bir kaç defa sinir krizi geçirdi, bayıldı, ayıldı, yine bayıldı... 

   Sabah olunca gömdüler Salli'yi. Kimin vurduğunu bilmeden...

   Güllü, o günden sonra tarlaya bir daha gitmedi. 

   40 gün sonra bacağı aksayan bir adam geldi, Allah'ın emri peygamberin kavliyle Güllü'yü istedi. Dul kadına başlık da verdi. Amcası, babası, sülalesi karşı çıkmadı. Verdiler Aksak Rıza'ya Güllü'yü.

   Rıza, karısını atına bindirdi, kendi de dizgininden tuttu. Aksak aksak yürüyecekti köyden çıkana kadar. Sonra o da binerdi ne de olsa... 

   Güllü, Salli'yi en son gördüğü tarlanın yolundan geçerken ıslık gibi bir sesle rüzgârı hissetti taa içinde. Ürperdi. Tarlaya dönüp bakamadı. Gözleri yaşardı ama yeni kocası görmesin diye yüzünü çevirdi. Yuvarlanan töngelenleri gördü. Belli belirsiz gülümsedi. Salli'siyle en son cilveleştiklerinde de töngelenler geçiyordu. Yine hüzünlendi. Döndü, yeni kocasına baktı. Yüzünde tuhaf bir gülümseme vardı. Hem de Salli'nin cesedinin bulunduğu yere bakıyordu. Kendi kendine mırıldandığını fark etti:

   -Töngelenler görürmüş peehh... Hadi gördüler, nasıl şahit olacaklar ki?.. Sanki konuşacaklar da deyiverecekler her şeyi...

   Güllü, duydu ama... Töngelenler dile gelmese de katile söylettiler işte ne olduğunu... Daha fazla düşünmedi, atı jandarma karakoluna doğru dört nala sürdü...

 

 

 

 

 

 

 

 

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar