Deyimler Sözlüğü " G-H" ile Başlayanlar ve Açıklamaları
Deyimler Sözlüğü "I-İ-K" ile Başlayanlar ve Açıklamaları
Deyimler Sözlüğü "L-M-N-O-Ö-P-R" ile Başlayanlar ve Açıklamaları
Deyimler Sözlüğü"S-Ş-T-U-Ü" ile Başaayanlar ve Açıklamaları
Deyimler Sözlüğü "V-Y-Z" ile Başlayanlar ve Açıklamaları
Gafil avlanmak:
Hiç beklenmedik bir sırada yakalanmak, habersiz ve hazırlıksız olduğu
sırada zor duruma düşürülmek."Ben gafil avlanacak bir insan değildim
ama oldu bir kere." Gaflet basmak: Uykusu gelmek."Siz konuşurken beni bir gaflet bastı ki hiç sorma, sizin konuştuklarınızı anladım diyemem." Gam yememek: Kaygılanmamak, tasa etmemek, üzülmemek."Seni bir kez daha gördüm ya, artık gam yemem." Gani gönüllü: Cömert, eli bol, vermekten kaçınmayan."Gani gönüllü insanlara artık günümüzde pek rastlanmıyor." Gâvur etmek: Boşuna harcamak, işe yaramaz duruma getirmek, yerinde harcamamak."Onca parayı bu eve verip gâvur etti." Gâvur inadı: Yok edilemeyen, önüne geçilemeyen, yumuşatılamayan inat."Adamın yine gâvur inadı tuttu, gelmem deyip duruyor." Gazel okumak: 1. Gazel söylemek. 2. Kandırmak ve oyalamak için boş sözler söylemek."Boşuna gazel okuma, kandıramazsın beni!" Gece kuşu: Geceleri gezip dolaşan, bunu huy edinen kimse."Bizim oğlan iyice gece kuşu oldu." Geceyi gündüze katmak: Ara vermeden, devamlı çalışmak; büyük çaba göstermek."Geceyi gündüze katıp çalıştık ve bu evi yaptık." Geçer akçe: Herkesçe aranılan, beğenilen, değerli (şey)."Elimizdeki tek geçer akçemiz şu arabadır." Geçmişini karıştırmak: Birinin ölmüşlerini yermek veya onlara sövmek. Geçti Bor`un pazarı (sür eşeğini Niğde`ye): "İş işten geçti artık, fırsatı kaçırdın" anlamında kullanılır. Gel gelelim: "Fakat, ama, ancak" ve "Ne çare ki.." anlamlarında kullanılır."Gel gelelim onlara, daha teklifimizi kabul etmediler." Gelip çatmak: Vakti gelmek, kaçınılmaz olmak, çok yakında olmak."Ödeme gününün gelip çatacağını hiç düşünmedin mi?" Gemi azıya almak:
1. Söz dinlemez olmak. 2. At, gemi azıları arasına alıp etkisiz
bırakarak süvarisinin yönetiminden çıkmak ve kendi istediğince koşmak. Geniş gönüllü: Heyecan ve telâş göstermeyen, merak etmeyen, olayları hoş karşılayan."Geniş gönüllü olmak benim için o kadar kolay değil." Geri basmak: Geri geri gitmek."Heyecanlanınca geri basmaya başladı." Geri durmamak: Bir işe girmekten kaçınmamak, o işe girişmek."Ona bu işi yapmaktan geri durmamasını söyle, sonunda başaracaktır." Geri hizmet:
1. Ordunun çeşitli gereksinimleri ile ilgili işlerin tümü. 2.
Etkinliği ikinci dereceden sayılan, kolay görev."Senin bu savaşta, geri
hizmette bulunacağını söylediler bana." Geri kafalı: Yenilikleri kabul etmeyen, bağnaz, kafası hurafelerle dolu. Gıcık tutmak: Bir süre boğaz gıcıklanmasına yakalanmak, konuşamamak."Gıcık tuttuğu için konuşmasını yarıda kesmek zorunda kaldı." Gıcık vermek: 1. Birini kızdırıp sinirlendirmek. 2. Boğazı yakıp kaşındırarak öksürmeye yol açmak."Gıcık veren bu tatlıyı yiyemiyorum." Gık dememek: Hiç sesini çıkarmamak, yakınmamak, karşı çıkmamak."Bütün hepsi üzerine yürüdü ama o gık demedi." Gına gelmek: Usanmak, bıkmak."Bu işten gına geldi artık." Gırla gitmek: 1. Bol bol ortaya dökülüp harcanmak. 2. Uzun sürmek.
Gırtlağına kadar borca girmek: Pek çok, ödenmesi zor olacak şekilde
borçlanmak."Nasıl gülerim, gırtlağıma kadar borca girdim." Gırtlak gırtlağa gelmek: Kıyasıya dövüşmek ya da dövecek hâle gelmek."Komşumla gırtlak gırtlağa gelecektik az kalsın." Göbeği çatlamak: Birçok güçlükleri yenmek için çok uğraşmak, pek çok çaba sarf etmek."Onu razı edeceğim diye göbeğim çatladı." Göbek adı: Yeni doğan çocuğun göbeği kesilirken konulan ad."Senin göbek adın nedir?" Göğsü kabarmak: İftihar etmek, övünç duymak."Senin başarılarınla göğsüm kabarıyor oğlum." Gökten zembille mi indi?: "Ona niçin ayrıcalık gösteriliyor?", "Onun ne özelliği var ki ona özel imkânlar tanınıyor?" anlamında kullanılır. Gölge düşürmek: Bir şeyin önemini ve değerini azaltacak, ününü düşürecek işler yapmak. Gölge etmek: 1. Işığa engel olmak. 2. Bir işin yapılmasına engel olmaya çalışmak."Gölge etme de şu işi zamanında yapayım." Gölgesinden korkmak: Çok korkak olmak, en basit işlere bile girmekten korkar olmak."Gölgesinden korkan adamlarla hiçbir işe girilmez." Gönlü bol: Yeterli imkânlardan mahrum olmasına rağmen eli açık davranan, cömert. Gönlü kalmak: 1. Gücenmek. 2. İstediği hâlde elde edemediği şey üzerinde isteği devam etmek."Gönlüm o vitrindeki elbisede kaldı." Gönlü kara: Başkaları hakkında kötü düşünen, onların iyiliğini istemeyen. Gönlü tok:
Fazla para ve mal istemeyen, zorunlu ihtiyacı kadarı ile yetinen,
imkânları az da olsa bunu hissettirmeyen, bu durumda dahi cömert
olan."Onun kadar gönlü tok bir adam görmedim." Gönül almak:
1. Sevindirmek, hoşnut ettirmek. 2. Kırılan, gücenen bir kimseyi güzel
söz ve davranışlarla yeniden hoşnut etmek."Daha fazla uzatmadan o
çocukların gönlünü almalısın." Gönülden çıkarmak: Anmaz ve sevmez olmak."Onu gönlünden çıkarmışsın anlaşılan." Gönül eri: Açık yürekli, güvenilir, hoşgörüsü geniş, ehli dil (kimse)."O ihtiyar adam tam bir gönül eriydi." Gönül kırmak (yıkmak): Birini çok üzecek, gücendirecek davranışta bulunmak."Gönül kırmakta üstüne yoktur onun." Gönüllü gönülsüz: Pek de istekli olmayarak. Gönül okşamak: Birini hoş bir davranış ve sözle sevindirmek."Gönlünü okşamak mı istiyorsun, bir gül uzat ona." Gönül yapmak: Hoşa giden davranışlarla veya sözle birinin kırgınlığını gidermek. Görüş açısı: Bir soruna yaklaşma, onu ele alma biçimi."Dar bir görüş açısı ile sorunlar çözümlenemez." Gövde gösterisi: Belli bir amaç için güçlerini birleştiren kalabalıkların yaptıkları gösteri."...partisi büyük bir gövde gösterisi yaptı." Göz açamamak: İşlerinin yoğun oluşu sebebiyle başka bir şeyle ilgilenme imkânı bulamamak."Şu büronun işleri yüzünden göz açamıyorum." Göz boyamak: Gösterişle aldatmak, bir şeyi iyi gibi göstermek, kandırmak, yanıltmak. Göz bebeği: Pek değerli, sevgili, çok önem verilen (kimse)."Babam benim göz bebeğimdir." Gözdağı vermek: Korkutmak, tehdit etmek, istediğini yaptırmak için yıldırmak."Ona öyle bir gözdağı verin ki bir daha buralara ayak basmasın!" Gözden çıkarmak: Bir malın elinden çıkmasına katlanmak, bir şeyden vazgeçmek ve yokluğuna razı olmak."Evi ister istemez gözden çıkardılar." Gözden düşmek: Kendisine daha önce duyulan sevgi ve ilgiyi kaybetmek."Eskisi gibi top oynayamayan Ali bir senede gözden düştü." Gözden geçirmek: 1. Okumak. 2. Durumu incelemek. 3. Niteliğini anlamak için bir şeyin her yanına bakmak."Yapılan işleri gözden geçirdiniz mi?"
Gözden kaybolmak: Ortadan çekilmek, görünmez olmak."Adam biraz önce buradaydı ama gözden kayboldu." Gözden ırak olan gönülden de ırak olur: "Ayrı düşenlerin arasındaki sevgi de zamanla azalır" anlamında kullanılır. Gözden kaçmak: Farkına varılmamak, ortadan çekilmek, görülmemek."Nasıl oldu da gözden kaçırdık onu." Gözde tütmek: Çok özlemek, hasret çekmek."Yıllardan beri gözümde tüten köyüme yarın kavuşuyorum!" Göz dikmek: Bir şeyi ele geçirmek isteğinde olmak."Komşusunun tarlasına göz dikti." Göz doldurmak: Hâli, tavrı ve görünüşü ile beklenenden çok etkilemek."Vitrine konan elbiseler göz dolduruyor." Göze almak: Bir iş nedeniyle karşılaşabileceği her türlü zararı ve tehlikeyi önceden kabullenmek."Vatan için kim ölümü göze almaz ki?" Göze batmak:
1. Başkalarını aşırı söz ve davranışlarıyla tedirgin etmek. 2.
Kıskançlığa, çekememezliğe yol açmak."Her davranışınla gözüme
batıyorsun. Kendine bir çeki düzen ver." Göze çarpmak: Görünüşü ile dikkati üzerine çekmek."O uzun boyuyla hemen göze çarpıyordu." Göze girmek: Yetenekleri ve davranışları ile çevresinde, bulunduğu yerde sevgi ve güven kazanmak."Kısa zamanda göze girmeyi başardı." Göze göz, dişe diş:
Misilleme; aynı biçimde kötülük yapıp öç alma, kötülüğü yapandan
acısını çıkarma."Düşmanla artık göze göz, dişe diş mücadele
edilecektir." Göz gezdirmek:
1. Derinlemesine incelemeden okumak. 2. Bir şeyi, bir yeri pek fazla
dikkat etmeden çabucak incelemek."Raftaki mallara şöyle bir göz
gezdirip çıkalım." Göz göre göre: Apaçık şekilde, herkesin gözü önünde."Göz göre göre yaktılar zavallının evini." Göz gözü görmemek: Dumandan, karanlıktan ya da yoğun tozdan hiçbir şey görülmez olmak."Sokağa çıkmıştık, ancak sisten göz gözü görmüyordu." Göz hakkı:
Görülüp de imrenilen yiyeceklerden görenlere çıkarılan pay,
imrenmelerini yok edecek küçük parça."Çocukların göz hakkını ayırmayı
da sakın unutmayın." Göz hapsine almak:
Gözetlemek, bir şeyin üzerinden bakışlarını ayırmamak, birinin hiçbir
davranışını gözden kaçırmamak."Askerler, kaçak mahkûmun sığındığı evi
bir saat kadar göz hapsine aldılar." Göz kamaştırmak:
1. Hayran bırakmak. 2. Güçlü, parlak bir ışığın kısa bir zaman için
görüşü bulandırması, bakılan yeri görmez etmesi."Kapıdan çıkar çıkmaz
göz kamaştıran bir ışığın etkisine girip donakaldılar." Göz kararı: Gözle oranlanarak belirtilen miktar, gözle yapılan ölçme ya da oranlama."Kumaşı göz kararı ölçüp verdi." Göz kesilmek: Bütün dikkatiyle bakmak."Yoldan geçen adama göz kesildi." Göz kırpmadan: 1. Hiç duraksayıp çekinmeden. 2. Acımadan, merhamet etmeden."Çocukları göz kırpmadan kurşuna dizdiler." Göz kırpmak:
Karşısındakine göz kapağını açıp kapatarak işaret vermek, bu şekilde
meramını anlatmaya çalışmak; bir şeyi onayladığını ya da doğru
olmadığını gözünü açıp kapayarak belirtmek."Kalabalık içinde
birbirlerine göz kırparak gülümsediler."
Göz kırpmamak: 1. Hiç uyumamak. 2. Tehlikeye aldırmamak."Bu gece hiç göz kırpmadım, hep seni düşündüm." Göz kulak olmak:
1. Korumak, bakmak, gözetmek. 2. Görme ve işitme yoluyla öğrenmeye
çalışmak."Yolda ona göz kulak ol da başına bir şey gelmesin." Gözleri bulutlanmak: Gözleri yaşararak çevreyi bulanık görmek. Gözleri dolmak: Ağlayacak gibi olmak, göz pınarlarına yaş yürümek."Hiç beklemediği bir anda beni karşısında görünce gözleri dolu dolu oldu." Gözleri fal taşı gibi açılmak: Hayret, şaşkınlık ve öfke gibi sebeplerle gözleri iri iri açılmış olmak. Gözleri fıldır fıldır etmek: Gözleri zekice, çabuk çabuk dönerek her tarafa bakmak. Gözleri kan çanağına dönmek: Uykusuzluk, ağlama, kızgınlık ya da bir şeyin kaçması sebebiyle gözlerin çok kızarmış olması. Gözleri kapanmak: 1. Çok uykusu gelmiş olmak. 2. Ölmek."Yemeği yer yemez gözleri kapandı, horlamaya başladı." Gözlerine inanmamak:
Hiç beklemediği bir anda bir şeyi görüp çok şaşırmak, bu sebeple
gördüğünün gerçek olduğuna inanmamak."Gözlerime inanamıyorum, sen misin
Ahmet?" Gözlerini (gözünü) kan bürümek:
Çok öfkeli, kinli olmak; her kötülüğü yapacak hâle gelmek."Bir adamın
gözlerini kan bürümesin, ondan her türlü belâ beklenebilir." Gözlerinin içi gülmek: Çok sevindiğini gözlerinden ve yüzünden belli etmek."Sınıfını geçtiğini öğrenen Halim`in gözlerinin içi gülüyordu." Gözleri yaşarmak:
Üzücü ve duygulandırıcı bir durum karşısında gözlerinden yaş
gelmek."Gurbetteki oğlundan gelen mektup eline tutuşturulunca gözleri
yaşardı." Gözleri yollarda kalmak: Özlemle beklemek. Göz nuru dökmek:
Göz emeği harcamak; gözün dikkatini, elin emeğini gerektiren ince bir
iş yapmak ve işte uzun süre çalışmak."Onca göz nuru döktüğü el işleri
ürünleri çok ucuza satılınca kahroldu." Gözü aç: Aç gözlü, doymak bilmeyen, gerektiğinden fazlasını isteyen."Gözü aç insanlar topluma huzur vermezler." Gözü açık: Uyanık, kurnaz, çıkarlarını iyi kollayan, becerikli, zeki."Senin çocuk gözü açık birisi olacak galiba." Gözü açık gitmek: Çok istediği şeylere kavuşamadan ölmek."Halam `gurbete giden oğluma kavuşamadan ölürsem gözüm açık gider` dedi." Gözü açılmak: Yararlıyı yararsızı, iyiyi kötüyü ayırt edebilir duruma gelmek."Yaşı büyüdükçe gözü de açılmaya başladı." Gözü arkada kalmak:
Kendisi ayrıldıktan sonra, bıraktığı şey veya kimse ile ilgili
tedirginliği sürmek, merak etmek."Köyden ayrılıyordu ama gözü de arkada
kalmıştı." Gözü bağlı:
1. Sorup soruşturmadan, anlayıp anlamadan. 2. Gafil, çevresinde olup
bitenlerin farkında olmayan."Hiçbir zaman gözü bağlı biri olmanı
istemem senin." Gözü dalmak: Gözlerini bir noktaya dikerek dalgın dalgın bakmak."Zavallı ihtiyar bir noktaya gözü dalmış öylece duruyordu." Gözü doymak: Çok istenen bir şeye kavuşup, artık istemez duruma gelmek."Sanırım şimdi gözün doymuştur, daha istemezsin artık." Gözü ısırmak: Bir kimseyi sanki tanır gibi olmak. Gözü ilişmek: İstemeden, birdenbire, rastgele görmek. Gözü kesmek: Bir işi yapabilme konusunda başkalarına ve kendisine güvenmek."Onca işi yapmaya gözün kesiyor mu?" Gözü kara (veya pek): Cesur, atak, korkusuz, tehlikeli işlere tereddüt etmeden girebilen."O gözü kara bir insandı." Gözü korkmak: Daha
önce başından geçen kötü bir denemeden sonra, birinden veya bir şeyden
zarar gelebileceği endişesine kapılmak ve o işi yapmaktan çekinmek. Gözünü çıkarmak:
Zarara uğratmak, bir işi kötü biçimde yapmak, iyi yerine kötüyü
seçmek."Öyle bir taş attı ki az kalsın kuzunun gözünü çıkaracaktı." Gözünü daldan budaktan esirgememek (veya sakınmamak): Tehlikeli işlere girişmekten çekinmemek."Sen ki gençliğinde gözünü daldan budaktan sakınmazdın, ne oldu sana böyle?" Gözünü dört açmak: Bir hileye düşmemek, aldanmamak için çok dikkatli olmak."Gözünü dört aç da kuru odun yerine yaş odun koymasınlar." Gözünü kan bürümek: Birisini öldürecek kadar öfkelenmek."Katillerin gözünü kan bürümüştü, önlerine çıkanı öldürüyorlardı." Gözünü kapamak: 1. Görmezlikten gelmek, yapışına ses çıkarmamak. 2. Ölmek."Dedem gözünü kapayınca o koca aile birdenbire dağılıvermiş." Gözünü korkutmak: Yıldırmak, karşı duramaz hâle getirmek."İlk işi, adamlarıyla kasaba halkının gözünü korkutmak oldu." Gözünün önünden gitmemek: Unutamamak, her an görür gibi olmak."Gözümün önünden gitmiyor onun hayâli." Gözünün yaşına bakmamak: Hiç acımamak, merhamet etmemek."Gözünün yaşına bakmadan hapse attılar adamı." Gözü pek (kara): Korkusuz, atılgan, cesur, tehlikelere aldırmayan."Gözü pek insanlardan korkulmaz, çünkü onlar kartlarını açık oynarlar." Gözü sulu: En küçük sevinç ya da üzüntü karşısında hemen ağlayıveren, gözyaşlarını tutamayan."Senin kız da amma gözü sulu biriymiş." Gözü tok: Elinde imkânlar olsun olmasın, mal-mülk veya paraya düşkün olmayan, cömert."O mu? Gözü tok bir insandır, inanın." Gözü tutmak: Güvenmek, beğenmek."O adamı gözüm tuttu benim." Gözü üzerinde olmak:
Bir şeye, bir kimseye sık sık bakarak ne durumda olduğunu kontrol
etmek, dolayısıyla kötü bir sonuca meydan vermemeye çalışmak."Gözünüz
üzerinde olsun, devamlı izleyin onu." Gözü yılmak:
Daha önce denediği için o durumla karşılaşmaktan korkmak, o işe
girişmekten çekinmek."Sebzecilik işinden gözüm yıldı, bir daha bu işe
girişeceğimi sanmıyorum." Gözü yükseklerde olmak:
Hâlen bulunduğu durumdan daha yüksek bir duruma ya da mevkiye çıkmak
istemek, böyle bir amacı gütmek."Bundan böyle küçük şeylerle yetinme,
gözün yükseklerde olsun daima." Göz yummak:
Kabahatlerini, kusurlarını hoş karşılamak, görmezlikten gelmek,
bağışlamak."Sana bu yaşa gelinceye kadar göz yumdum, ama artık yeter." Göz yummamak: 1. Hoş görmemek, bağışlamamak. 2. Hiç uyumamak."Sabaha kadar gözlerimi yummadım."
Gururunu okşamak: Bir kimseyi yüzüne karşı överek, becerilerini söyleyerek duygulandırmak. Gücüne gitmek:
Bir söz, bir davranış bir kimsenin onuruna dokunmak, o kimseye ağır
gelmek."Doğrusu onun bu sözleri gücüme gitti, çünkü hak etmedim o
sözleri." Güllük gülistanlık: Sorunları bulunmayan; neşe, bolluk ve huzur içinde olan yer."Ne zaman güllük gülistanlık içinde olacağız acaba?" Gülmekten kırılmak: Aşırı ölçüde gülmek, çok gülmekten halsiz düşmek."Ne matrak adamdı, hareketlerine gülmekten kırıldık hepimiz." Gülüp geçmek:
Bir durumu umursamamak, aldırış etmemek, gülünç bulup üzerinde
durmamak."Gülüp geçilecek bir iş sanmayın sakın, ciddi durun üzerinde." Günaha girmek: Dini bakımdan suç sayılacak bir iş yapmak ya da söz söylemek."Sebepsiz yere adam öldürmek, günaha girmek demektir." Günaha sokmak: Günah işlemesine yol açmak, dinin buyrukları dışına çıkmasına zemin hazırlamak."Kes sesini de bizi günaha sokma." Günahını vermez: "Çok cimri, eli sıkı, hasis" kimselerin durumunu anlatmak için kullanılır. Günah işlemek: Dince suç sayılan bir iş yapmak."Yetimlerin malını yiyerek günah işleyenlerden mutlaka hesap sorulacaktır." Gün almak:
1. Bir iş yapmak için ilgili kişiden gün ayırmasını; belirli bir tarih
tespit etmesini istemek, randevu almak. 2. Yaşını bitirip daha sonraki
yılın bir ya da birkaç gününü almak."Doktordan gün almayı
unutmamışsındır umarım." Gün batmak: Güneş batmak."Gün batmadan yola çıkmalıyız." Güneş almak: Bir yere güneş ışığı ulaşmak."Evin bir odası güneş almıyor." Gün görmek: Bolluk, mutluluk, esenlik içinde huzurlu günler geçirmek."Kaygılanma evlâdım, daha çok günler göreceksin inşallah." Gün görmüş: Başından nice işler geçmiş, tecrübeli, görüp geçirmiş, çok yaşamış."Gün görmüş insanlarla konuşmaktan zevk alırım."
Gün ışığına çıkmak: Aydınlanmak, açıklığa kavuşmak, anlaşılır olmak."İşlediği tüm suçlar yakında gün ışığına çıkacaktır." Günleri sayılı olmak:
1. İçinde olunan günlerde ölecek olmak. 2. Bulunduğu yerde kalmak için
birkaç günü kalmak."Doktorlara bakılırsa anneannemin günleri
sayılıymış." Günü birliğine: Sabah gidip akşam dönmek üzere."Size günü birliğine konuk olmak istiyoruz." Günün adamı: 1. Zamanın gereğine göre tutum ve yön değiştiren, çıkarını gözeten kimse. 2. Kendisinden o günlerde çok söz edilen. Gününü doldurmak: Bir işin gerçekleşmesi için geçmesi gereken zamanı tamamlamak."Gününü doldurur doldurmaz senetleri avukata verin." Gürültüye (patırtıya) pabuç bırakmamak:
Korkutmalara, tehditlere aldırış etmeyip dilediği gibi davranmak."Öyle
her gürültüye pabuç bırakacak bir adam mı sanıyorlar beni?" Güven beslemek: Bir kimseye, bir şeye güven duymak, inanmak, itimat etmek."O adama güven beslediğiniz için pişman olmayacaksınız." Güvendiği dağlara kar yağmak:
Güvendiği kimselerden yardım alamamak, güvendiği bir şeyin işe
yaramadığı anlaşılmak."Çok umutlusun, inşallah güvendiğin dağlara kar
yağmaz." Güven kazanmak: Söz, davranış ve yaptığı işlerle çevresindekileri kendisine inandırmak."İnsan, önce güven kazanmalıdır." Güven vermek: Kendisinin güvenilir bir kişi olduğu, kendisine itimat edilebileceği duygusunu uyandırmak."Oldukça güven veren birisin."
İLGİLİ SAYFALAR
EDEBİYAT SÖZLÜĞÜ ( T-U-Ü-V-Y-Z)
EDEBİYAT SÖZLÜĞÜ ( O-Ö-P-R-S-Ş)
EDEBİYAT SÖZLÜĞÜ ( L-M-N)
EDEBİYAT SÖZLÜĞÜ ( H-I-İ- K)
EDEBİYAT SÖZLÜĞÜ ( Ç-D-E-F )
EDEBİYAT SÖZLÜĞÜ ( A-B-C-D)
Atasözleri ve Açıklamalı Sözllüğü ( A- B ve C ilebaşlayanlar )
Atasözleri ve Açıklamalı Sözlüğü( D-E-F-G) ile başlayanlar
Atasözleri ve Açıklamalı Sözlüğü ( H-I-İ )ile başlayanlar
Atasözleri ve Açıklamalı Sözlüğü(K- L-M-N ) ile başlayanlar
Atsözleri Sözlüğü ve Açıklamaları(-S-Ş ) ile başlayanlar
Nahit Sadi Baysal
5 years ago