Deyimler Sözlüğü G ile Başlayanlar

25.05.2011


  • Deyim Nedir ve Özellikleri,
  • Deyimler Sözlüğü :"A " ile Başlayanlar
  • Deyimler Sözlüğü :"B" Harfi ile Başlayanlar
  • Deyimler Sözlüğü: "C-Ç" Sesi ile Başlayanlar
  • Deyimler Sözlüğü "D" ile Başlayanlar
  • Deyimler Sözlüğü" E-F" ile Başlayanlar
  • Deyimler Sözlüğü " G-H" ile Başlayanlar ve Açıklamaları
  • Deyimler Sözlüğü "I-İ-K" ile Başlayanlar ve Açıklamaları
  • Deyimler Sözlüğü "L-M-N-O-Ö-P-R" ile Başlayanlar ve Açıklamaları
  • Deyimler Sözlüğü"S-Ş-T-U-Ü" ile Başaayanlar ve Açıklamaları
  • Deyimler Sözlüğü "V-Y-Z" ile Başlayanlar ve Açıklamaları





Gafil avlanmak:
Hiç beklenmedik bir sırada yakalanmak, habersiz ve hazırlıksız olduğu sırada zor duruma düşürülmek."Ben gafil avlanacak bir insan değildim ama oldu bir kere."
Gaflet basmak: Uykusu gelmek."Siz konuşurken beni bir gaflet bastı ki hiç sorma, sizin konuştuklarınızı anladım diyemem."
Gam yememek: Kaygılanmamak, tasa etmemek, üzülmemek."Seni bir kez daha gördüm ya, artık gam yemem."
Gani gönüllü: Cömert, eli bol, vermekten kaçınmayan."Gani gönüllü insanlara artık günümüzde pek rastlanmıyor."
Gâvur etmek: Boşuna harcamak, işe yaramaz duruma getirmek, yerinde harcamamak."Onca parayı bu eve verip gâvur etti."
Gâvur inadı: Yok edilemeyen, önüne geçilemeyen, yumuşatılamayan inat."Adamın yine gâvur inadı tuttu, gelmem deyip duruyor."
Gazel okumak: 1. Gazel söylemek. 2. Kandırmak ve oyalamak için boş sözler söylemek."Boşuna gazel okuma, kandıramazsın beni!"
Gece kuşu: Geceleri gezip dolaşan, bunu huy edinen kimse."Bizim oğlan iyice gece kuşu oldu."
Geceyi gündüze katmak: Ara vermeden, devamlı çalışmak; büyük çaba göstermek."Geceyi gündüze katıp çalıştık ve bu evi yaptık."
Geçer akçe: Herkesçe aranılan, beğenilen, değerli (şey)."Elimizdeki tek geçer akçemiz şu arabadır."
Geçmişini karıştırmak: Birinin ölmüşlerini yermek veya onlara sövmek.
Geçti Bor`un pazarı (sür eşeğini Niğde`ye): "İş işten geçti artık, fırsatı kaçırdın" anlamında kullanılır.
Gel gelelim: "Fakat, ama, ancak" ve "Ne çare ki.." anlamlarında kullanılır."Gel gelelim onlara, daha teklifimizi kabul etmediler."
Gelip çatmak: Vakti gelmek, kaçınılmaz olmak, çok yakında olmak."Ödeme gününün gelip çatacağını hiç düşünmedin mi?"
Gemi azıya almak: 1. Söz dinlemez olmak. 2. At, gemi azıları arasına alıp etkisiz bırakarak süvarisinin yönetiminden çıkmak ve kendi istediğince koşmak.
Geniş gönüllü: Heyecan ve telâş göstermeyen, merak etmeyen, olayları hoş karşılayan."Geniş gönüllü olmak benim için o kadar kolay değil."
Geri basmak: Geri geri gitmek."Heyecanlanınca geri basmaya başladı."
Geri durmamak: Bir işe girmekten kaçınmamak, o işe girişmek."Ona bu işi yapmaktan geri durmamasını söyle, sonunda başaracaktır."
Geri hizmet: 1. Ordunun çeşitli gereksinimleri ile ilgili işlerin tümü. 2. Etkinliği ikinci dereceden sayılan, kolay görev."Senin bu savaşta, geri hizmette bulunacağını söylediler bana."
Geri kafalı: Yenilikleri kabul etmeyen, bağnaz, kafası hurafelerle dolu.
Gıcık tutmak: Bir süre boğaz gıcıklanmasına yakalanmak, konuşamamak."Gıcık tuttuğu için konuşmasını yarıda kesmek zorunda kaldı."
Gıcık vermek: 1. Birini kızdırıp sinirlendirmek. 2. Boğazı yakıp kaşındırarak öksürmeye yol açmak."Gıcık veren bu tatlıyı yiyemiyorum."
Gık dememek: Hiç sesini çıkarmamak, yakınmamak, karşı çıkmamak."Bütün hepsi üzerine yürüdü ama o gık demedi."
Gına gelmek: Usanmak, bıkmak."Bu işten gına geldi artık."
Gırla gitmek: 1. Bol bol ortaya dökülüp harcanmak. 2. Uzun sürmek.
Gırtlağına kadar borca girmek: Pek çok, ödenmesi zor olacak şekilde borçlanmak."Nasıl gülerim, gırtlağıma kadar borca girdim."
Gırtlak gırtlağa gelmek: Kıyasıya dövüşmek ya da dövecek hâle gelmek."Komşumla gırtlak gırtlağa gelecektik az kalsın."
Göbeği çatlamak: Birçok güçlükleri yenmek için çok uğraşmak, pek çok çaba sarf etmek."Onu razı edeceğim diye göbeğim çatladı."
Göbek adı: Yeni doğan çocuğun göbeği kesilirken konulan ad."Senin göbek adın nedir?"
Göğsü kabarmak: İftihar etmek, övünç duymak."Senin başarılarınla göğsüm kabarıyor oğlum."
Gökten zembille mi indi?: "Ona niçin ayrıcalık gösteriliyor?", "Onun ne özelliği var ki ona özel imkânlar tanınıyor?" anlamında kullanılır.
Gölge düşürmek: Bir şeyin önemini ve değerini azaltacak, ününü düşürecek işler yapmak.
Gölge etmek: 1. Işığa engel olmak. 2. Bir işin yapılmasına engel olmaya çalışmak."Gölge etme de şu işi zamanında yapayım."
Gölgesinden korkmak: Çok korkak olmak, en basit işlere bile girmekten korkar olmak."Gölgesinden korkan adamlarla hiçbir işe girilmez."
Gönlü bol: Yeterli imkânlardan mahrum olmasına rağmen eli açık davranan, cömert.
Gönlü kalmak: 1. Gücenmek. 2. İstediği hâlde elde edemediği şey üzerinde isteği devam etmek."Gönlüm o vitrindeki elbisede kaldı."
Gönlü kara: Başkaları hakkında kötü düşünen, onların iyiliğini istemeyen.
Gönlü tok: Fazla para ve mal istemeyen, zorunlu ihtiyacı kadarı ile yetinen, imkânları az da olsa bunu hissettirmeyen, bu durumda dahi cömert olan."Onun kadar gönlü tok bir adam görmedim."
Gönül almak: 1. Sevindirmek, hoşnut ettirmek. 2. Kırılan, gücenen bir kimseyi güzel söz ve davranışlarla yeniden hoşnut etmek."Daha fazla uzatmadan o çocukların gönlünü almalısın."
Gönülden çıkarmak: Anmaz ve sevmez olmak."Onu gönlünden çıkarmışsın anlaşılan."
Gönül eri: Açık yürekli, güvenilir, hoşgörüsü geniş, ehli dil (kimse)."O ihtiyar adam tam bir gönül eriydi."
Gönül kırmak (yıkmak): Birini çok üzecek, gücendirecek davranışta bulunmak."Gönül kırmakta üstüne yoktur onun."
Gönüllü gönülsüz: Pek de istekli olmayarak.
Gönül okşamak: Birini hoş bir davranış ve sözle sevindirmek."Gönlünü okşamak mı istiyorsun, bir gül uzat ona."
Gönül yapmak: Hoşa giden davranışlarla veya sözle birinin kırgınlığını gidermek.
Görüş açısı: Bir soruna yaklaşma, onu ele alma biçimi."Dar bir görüş açısı ile sorunlar çözümlenemez."
Gövde gösterisi: Belli bir amaç için güçlerini birleştiren kalabalıkların yaptıkları gösteri."...partisi büyük bir gövde gösterisi yaptı."
Göz açamamak: İşlerinin yoğun oluşu sebebiyle başka bir şeyle ilgilenme imkânı bulamamak."Şu büronun işleri yüzünden göz açamıyorum."
Göz boyamak: Gösterişle aldatmak, bir şeyi iyi gibi göstermek, kandırmak, yanıltmak.
Göz bebeği: Pek değerli, sevgili, çok önem verilen (kimse)."Babam benim göz bebeğimdir."
Gözdağı vermek: Korkutmak, tehdit etmek, istediğini yaptırmak için yıldırmak."Ona öyle bir gözdağı verin ki bir daha buralara ayak basmasın!"
Gözden çıkarmak: Bir malın elinden çıkmasına katlanmak, bir şeyden vazgeçmek ve yokluğuna razı olmak."Evi ister istemez gözden çıkardılar."
Gözden düşmek: Kendisine daha önce duyulan sevgi ve ilgiyi kaybetmek."Eskisi gibi top oynayamayan Ali bir senede gözden düştü."
Gözden geçirmek: 1. Okumak. 2. Durumu incelemek. 3. Niteliğini anlamak için bir şeyin her yanına bakmak."Yapılan işleri gözden geçirdiniz mi?"
Gözden kaybolmak:
Ortadan çekilmek, görünmez olmak."Adam biraz önce buradaydı ama gözden kayboldu."
Gözden ırak olan gönülden de ırak olur: "Ayrı düşenlerin arasındaki sevgi de zamanla azalır" anlamında kullanılır.
Gözden kaçmak: Farkına varılmamak, ortadan çekilmek, görülmemek."Nasıl oldu da gözden kaçırdık onu."
Gözde tütmek: Çok özlemek, hasret çekmek."Yıllardan beri gözümde tüten köyüme yarın kavuşuyorum!"
Göz dikmek: Bir şeyi ele geçirmek isteğinde olmak."Komşusunun tarlasına göz dikti."
Göz doldurmak: Hâli, tavrı ve görünüşü ile beklenenden çok etkilemek."Vitrine konan elbiseler göz dolduruyor."
Göze almak: Bir iş nedeniyle karşılaşabileceği her türlü zararı ve tehlikeyi önceden kabullenmek."Vatan için kim ölümü göze almaz ki?"
Göze batmak: 1. Başkalarını aşırı söz ve davranışlarıyla tedirgin etmek. 2. Kıskançlığa, çekememezliğe yol açmak."Her davranışınla gözüme batıyorsun. Kendine bir çeki düzen ver."
Göze çarpmak: Görünüşü ile dikkati üzerine çekmek."O uzun boyuyla hemen göze çarpıyordu."
Göze girmek: Yetenekleri ve davranışları ile çevresinde, bulunduğu yerde sevgi ve güven kazanmak."Kısa zamanda göze girmeyi başardı."
Göze göz, dişe diş: Misilleme; aynı biçimde kötülük yapıp öç alma, kötülüğü yapandan acısını çıkarma."Düşmanla artık göze göz, dişe diş mücadele edilecektir."
Göz gezdirmek: 1. Derinlemesine incelemeden okumak. 2. Bir şeyi, bir yeri pek fazla dikkat etmeden çabucak incelemek."Raftaki mallara şöyle bir göz gezdirip çıkalım."
Göz göre göre: Apaçık şekilde, herkesin gözü önünde."Göz göre göre yaktılar zavallının evini."
Göz gözü görmemek: Dumandan, karanlıktan ya da yoğun tozdan hiçbir şey görülmez olmak."Sokağa çıkmıştık, ancak sisten göz gözü görmüyordu."
Göz hakkı: Görülüp de imrenilen yiyeceklerden görenlere çıkarılan pay, imrenmelerini yok edecek küçük parça."Çocukların göz hakkını ayırmayı da sakın unutmayın."
Göz hapsine almak: Gözetlemek, bir şeyin üzerinden bakışlarını ayırmamak, birinin hiçbir davranışını gözden kaçırmamak."Askerler, kaçak mahkûmun sığındığı evi bir saat kadar göz hapsine aldılar."
Göz kamaştırmak: 1. Hayran bırakmak. 2. Güçlü, parlak bir ışığın kısa bir zaman için görüşü bulandırması, bakılan yeri görmez etmesi."Kapıdan çıkar çıkmaz göz kamaştıran bir ışığın etkisine girip donakaldılar."
Göz kararı: Gözle oranlanarak belirtilen miktar, gözle yapılan ölçme ya da oranlama."Kumaşı göz kararı ölçüp verdi."
Göz kesilmek: Bütün dikkatiyle bakmak."Yoldan geçen adama göz kesildi."
Göz kırpmadan: 1. Hiç duraksayıp çekinmeden. 2. Acımadan, merhamet etmeden."Çocukları göz kırpmadan kurşuna dizdiler."
Göz kırpmak: Karşısındakine göz kapağını açıp kapatarak işaret vermek, bu şekilde meramını anlatmaya çalışmak; bir şeyi onayladığını ya da doğru olmadığını gözünü açıp kapayarak belirtmek."Kalabalık içinde birbirlerine göz kırparak gülümsediler."
Göz kırpmamak:
1. Hiç uyumamak. 2. Tehlikeye aldırmamak."Bu gece hiç göz kırpmadım, hep seni düşündüm."
Göz kulak olmak: 1. Korumak, bakmak, gözetmek. 2. Görme ve işitme yoluyla öğrenmeye çalışmak."Yolda ona göz kulak ol da başına bir şey gelmesin."
Gözleri bulutlanmak: Gözleri yaşararak çevreyi bulanık görmek.
Gözleri dolmak: Ağlayacak gibi olmak, göz pınarlarına yaş yürümek."Hiç beklemediği bir anda beni karşısında görünce gözleri dolu dolu oldu."
Gözleri fal taşı gibi açılmak: Hayret, şaşkınlık ve öfke gibi sebeplerle gözleri iri iri açılmış olmak.
Gözleri fıldır fıldır etmek: Gözleri zekice, çabuk çabuk dönerek her tarafa bakmak.
Gözleri kan çanağına dönmek: Uykusuzluk, ağlama, kızgınlık ya da bir şeyin kaçması sebebiyle gözlerin çok kızarmış olması.
Gözleri kapanmak: 1. Çok uykusu gelmiş olmak. 2. Ölmek."Yemeği yer yemez gözleri kapandı, horlamaya başladı."
Gözlerine inanmamak: Hiç beklemediği bir anda bir şeyi görüp çok şaşırmak, bu sebeple gördüğünün gerçek olduğuna inanmamak."Gözlerime inanamıyorum, sen misin Ahmet?"
Gözlerini (gözünü) kan bürümek: Çok öfkeli, kinli olmak; her kötülüğü yapacak hâle gelmek."Bir adamın gözlerini kan bürümesin, ondan her türlü belâ beklenebilir."
Gözlerinin içi gülmek: Çok sevindiğini gözlerinden ve yüzünden belli etmek."Sınıfını geçtiğini öğrenen Halim`in gözlerinin içi gülüyordu."
Gözleri yaşarmak: Üzücü ve duygulandırıcı bir durum karşısında gözlerinden yaş gelmek."Gurbetteki oğlundan gelen mektup eline tutuşturulunca gözleri yaşardı."
Gözleri yollarda kalmak: Özlemle beklemek.
Göz nuru dökmek: Göz emeği harcamak; gözün dikkatini, elin emeğini gerektiren ince bir iş yapmak ve işte uzun süre çalışmak."Onca göz nuru döktüğü el işleri ürünleri çok ucuza satılınca kahroldu."
Gözü aç: Aç gözlü, doymak bilmeyen, gerektiğinden fazlasını isteyen."Gözü aç insanlar topluma huzur vermezler."
Gözü açık: Uyanık, kurnaz, çıkarlarını iyi kollayan, becerikli, zeki."Senin çocuk gözü açık birisi olacak galiba."
Gözü açık gitmek: Çok istediği şeylere kavuşamadan ölmek."Halam `gurbete giden oğluma kavuşamadan ölürsem gözüm açık gider` dedi."
Gözü açılmak: Yararlıyı yararsızı, iyiyi kötüyü ayırt edebilir duruma gelmek."Yaşı büyüdükçe gözü de açılmaya başladı."
Gözü arkada kalmak: Kendisi ayrıldıktan sonra, bıraktığı şey veya kimse ile ilgili tedirginliği sürmek, merak etmek."Köyden ayrılıyordu ama gözü de arkada kalmıştı."
Gözü bağlı: 1. Sorup soruşturmadan, anlayıp anlamadan. 2. Gafil, çevresinde olup bitenlerin farkında olmayan."Hiçbir zaman gözü bağlı biri olmanı istemem senin."
Gözü dalmak: Gözlerini bir noktaya dikerek dalgın dalgın bakmak."Zavallı ihtiyar bir noktaya gözü dalmış öylece duruyordu."
Gözü doymak: Çok istenen bir şeye kavuşup, artık istemez duruma gelmek."Sanırım şimdi gözün doymuştur, daha istemezsin artık."
Gözü ısırmak: Bir kimseyi sanki tanır gibi olmak.
Gözü ilişmek: İstemeden, birdenbire, rastgele görmek.
Gözü kesmek: Bir işi yapabilme konusunda başkalarına ve kendisine güvenmek."Onca işi yapmaya gözün kesiyor mu?"
Gözü kara (veya pek): Cesur, atak, korkusuz, tehlikeli işlere tereddüt etmeden girebilen."O gözü kara bir insandı."
Gözü korkmak: Daha önce başından geçen kötü bir denemeden sonra, birinden veya bir şeyden zarar gelebileceği endişesine kapılmak ve o işi yapmaktan çekinmek.
Gözünü çıkarmak: Zarara uğratmak, bir işi kötü biçimde yapmak, iyi yerine kötüyü seçmek."Öyle bir taş attı ki az kalsın kuzunun gözünü çıkaracaktı."
Gözünü daldan budaktan esirgememek (veya sakınmamak): Tehlikeli işlere girişmekten çekinmemek."Sen ki gençliğinde gözünü daldan budaktan sakınmazdın, ne oldu sana böyle?"
Gözünü dört açmak: Bir hileye düşmemek, aldanmamak için çok dikkatli olmak."Gözünü dört aç da kuru odun yerine yaş odun koymasınlar."
Gözünü kan bürümek: Birisini öldürecek kadar öfkelenmek."Katillerin gözünü kan bürümüştü, önlerine çıkanı öldürüyorlardı."
Gözünü kapamak: 1. Görmezlikten gelmek, yapışına ses çıkarmamak. 2. Ölmek."Dedem gözünü kapayınca o koca aile birdenbire dağılıvermiş."
Gözünü korkutmak: Yıldırmak, karşı duramaz hâle getirmek."İlk işi, adamlarıyla kasaba halkının gözünü korkutmak oldu."
Gözünün önünden gitmemek: Unutamamak, her an görür gibi olmak."Gözümün önünden gitmiyor onun hayâli."
Gözünün yaşına bakmamak: Hiç acımamak, merhamet etmemek."Gözünün yaşına bakmadan hapse attılar adamı."
Gözü pek (kara): Korkusuz, atılgan, cesur, tehlikelere aldırmayan."Gözü pek insanlardan korkulmaz, çünkü onlar kartlarını açık oynarlar."
Gözü sulu: En küçük sevinç ya da üzüntü karşısında hemen ağlayıveren, gözyaşlarını tutamayan."Senin kız da amma gözü sulu biriymiş."
Gözü tok: Elinde imkânlar olsun olmasın, mal-mülk veya paraya düşkün olmayan, cömert."O mu? Gözü tok bir insandır, inanın."
Gözü tutmak: Güvenmek, beğenmek."O adamı gözüm tuttu benim."
Gözü üzerinde olmak: Bir şeye, bir kimseye sık sık bakarak ne durumda olduğunu kontrol etmek, dolayısıyla kötü bir sonuca meydan vermemeye çalışmak."Gözünüz üzerinde olsun, devamlı izleyin onu."
Gözü yılmak: Daha önce denediği için o durumla karşılaşmaktan korkmak, o işe girişmekten çekinmek."Sebzecilik işinden gözüm yıldı, bir daha bu işe girişeceğimi sanmıyorum."
Gözü yükseklerde olmak: Hâlen bulunduğu durumdan daha yüksek bir duruma ya da mevkiye çıkmak istemek, böyle bir amacı gütmek."Bundan böyle küçük şeylerle yetinme, gözün yükseklerde olsun daima."
Göz yummak: Kabahatlerini, kusurlarını hoş karşılamak, görmezlikten gelmek, bağışlamak."Sana bu yaşa gelinceye kadar göz yumdum, ama artık yeter."
Göz yummamak: 1. Hoş görmemek, bağışlamamak. 2. Hiç uyumamak."Sabaha kadar gözlerimi yummadım."
Gururunu okşamak:
Bir kimseyi yüzüne karşı överek, becerilerini söyleyerek duygulandırmak.
Gücüne gitmek: Bir söz, bir davranış bir kimsenin onuruna dokunmak, o kimseye ağır gelmek."Doğrusu onun bu sözleri gücüme gitti, çünkü hak etmedim o sözleri."
Güllük gülistanlık: Sorunları bulunmayan; neşe, bolluk ve huzur içinde olan yer."Ne zaman güllük gülistanlık içinde olacağız acaba?"
Gülmekten kırılmak: Aşırı ölçüde gülmek, çok gülmekten halsiz düşmek."Ne matrak adamdı, hareketlerine gülmekten kırıldık hepimiz."
Gülüp geçmek: Bir durumu umursamamak, aldırış etmemek, gülünç bulup üzerinde durmamak."Gülüp geçilecek bir iş sanmayın sakın, ciddi durun üzerinde."
Günaha girmek: Dini bakımdan suç sayılacak bir iş yapmak ya da söz söylemek."Sebepsiz yere adam öldürmek, günaha girmek demektir."
Günaha sokmak: Günah işlemesine yol açmak, dinin buyrukları dışına çıkmasına zemin hazırlamak."Kes sesini de bizi günaha sokma."
Günahını vermez: "Çok cimri, eli sıkı, hasis" kimselerin durumunu anlatmak için kullanılır.
Günah işlemek: Dince suç sayılan bir iş yapmak."Yetimlerin malını yiyerek günah işleyenlerden mutlaka hesap sorulacaktır."
Gün almak: 1. Bir iş yapmak için ilgili kişiden gün ayırmasını; belirli bir tarih tespit etmesini istemek, randevu almak. 2. Yaşını bitirip daha sonraki yılın bir ya da birkaç gününü almak."Doktordan gün almayı unutmamışsındır umarım."
Gün batmak: Güneş batmak."Gün batmadan yola çıkmalıyız."
Güneş almak: Bir yere güneş ışığı ulaşmak."Evin bir odası güneş almıyor."
Gün görmek: Bolluk, mutluluk, esenlik içinde huzurlu günler geçirmek."Kaygılanma evlâdım, daha çok günler göreceksin inşallah."
Gün görmüş: Başından nice işler geçmiş, tecrübeli, görüp geçirmiş, çok yaşamış."Gün görmüş insanlarla konuşmaktan zevk alırım."
Gün ışığına çıkmak:
Aydınlanmak, açıklığa kavuşmak, anlaşılır olmak."İşlediği tüm suçlar yakında gün ışığına çıkacaktır."
Günleri sayılı olmak: 1. İçinde olunan günlerde ölecek olmak. 2. Bulunduğu yerde kalmak için birkaç günü kalmak."Doktorlara bakılırsa anneannemin günleri sayılıymış."
Günü birliğine: Sabah gidip akşam dönmek üzere."Size günü birliğine konuk olmak istiyoruz."
Günün adamı: 1. Zamanın gereğine göre tutum ve yön değiştiren, çıkarını gözeten kimse. 2. Kendisinden o günlerde çok söz edilen.
Gününü doldurmak: Bir işin gerçekleşmesi için geçmesi gereken zamanı tamamlamak."Gününü doldurur doldurmaz senetleri avukata verin."
Gürültüye (patırtıya) pabuç bırakmamak: Korkutmalara, tehditlere aldırış etmeyip dilediği gibi davranmak."Öyle her gürültüye pabuç bırakacak bir adam mı sanıyorlar beni?"
Güven beslemek: Bir kimseye, bir şeye güven duymak, inanmak, itimat etmek."O adama güven beslediğiniz için pişman olmayacaksınız."
Güvendiği dağlara kar yağmak: Güvendiği kimselerden yardım alamamak, güvendiği bir şeyin işe yaramadığı anlaşılmak."Çok umutlusun, inşallah güvendiğin dağlara kar yağmaz."
Güven kazanmak: Söz, davranış ve yaptığı işlerle çevresindekileri kendisine inandırmak."İnsan, önce güven kazanmalıdır."
Güven vermek: Kendisinin güvenilir bir kişi olduğu, kendisine itimat edilebileceği duygusunu uyandırmak."Oldukça güven veren birisin."



İLGİLİ SAYFALAR

 

  • EDEBİYAT SÖZLÜĞÜ ( T-U-Ü-V-Y-Z)
  • EDEBİYAT SÖZLÜĞÜ ( O-Ö-P-R-S-Ş)
  • EDEBİYAT SÖZLÜĞÜ ( L-M-N)
  • EDEBİYAT SÖZLÜĞÜ ( H-I-İ- K)
  • EDEBİYAT SÖZLÜĞÜ ( Ç-D-E-F )
  • EDEBİYAT SÖZLÜĞÜ ( A-B-C-D)
  • Atasözleri ve Açıklamalı Sözllüğü ( A- B ve C ilebaşlayanlar )
  • Atasözleri ve Açıklamalı Sözlüğü( D-E-F-G) ile başlayanlar
  • Atasözleri ve Açıklamalı Sözlüğü ( H-I-İ )ile başlayanlar
  • Atasözleri ve Açıklamalı Sözlüğü(K- L-M-N ) ile başlayanlar
  • Atsözleri Sözlüğü ve Açıklamaları(-S-Ş ) ile başlayanlar
  • Atasözleri Sözlüğü ( T-U-Ü V-Y-Z) Harfleriyle başlayanlar
  • Atasözleri Sözlüğü( V-Y ile Z harfleriyle başlayanlar )

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar

Nahit Sadi Baysal

Nahit Sadi Baysal

5 years ago

beğeniniz için teşekkür ederim