Deyimler Sözlüğü I İ ile Başlayanlar -Ikınıp sıkınmak
25.05.2011
Deyim Nedir ve Özellikleri,
Deyimler Sözlüğü :"A " ile Başlayanlar
Deyimler Sözlüğü :"B" Harfi ile Başlayanlar
Deyimler Sözlüğü: "C-Ç" Sesi ile Başlayanlar
Deyimler Sözlüğü "D" ile Başlayanlar
Deyimler Sözlüğü" E-F" ile Başlayanlar
Deyimler Sözlüğü " G-H" ile Başlayanlar ve Açıklamaları
Deyimler Sözlüğü "I-İ-K" ile Başlayanlar ve Açıklamaları
Deyimler Sözlüğü "L-M-N-O-Ö-P-R" ile Başlayanlar ve Açıklamaları
Deyimler Sözlüğü"S-Ş-T-U-Ü" ile Başaayanlar ve Açıklamaları
Deyimler Sözlüğü "V-Y-Z" ile Başlayanlar ve Açıklamaları
ıcığını cıcığını çıkarmak:
1. Her yanını ellemek, didiklemek. 2. Bir meseleyi en ince
ayrıntılarına kadar soruşturmak, incelemek."İyice ıcığını cıcığını
çıkardınız meselenin."
Ikınıp sıkınmak: Bir işi yapabilmek için kendini çok zorlamak."Ikınıp sıkındı ama bir çare bulamadı." Isıtıp ısıtıp önüne koymak: Daha önce meydana gelmiş bir olayı ya da bir işi bir düşünceyi yeniden, sık sık tekrarlamak. Iska geçmek:
1. Hedefe isabet ettirememek, vuramamak. 2. Üzerinde durmamak, önem
vermemek, atlamak."Bu sefer de ıska geçersen kaybedeceksin." Iskartaya çıkarmak: İşi yaramaz, değersiz bularak bir yana atmak."Beni hiç kimse ıskartaya çıkaramaz." Işığı altında: Bir durum veya düşüncenin konuyu aydınlatmasından yararlanarak, onu göz önünde tutarak. Işık tutmak:
1. Karanlık bir yeri ışıkla aydınlatmak. 2. Bilgisiyle, düşüncesiyle
bir konuya açıklık getirmek, tutacağı yolu göstermek."Kutlu Peygamber
hemen her konuda ışık tutardı çevresindeki insanlara."
İ)
İbret almak: Kötü bir olaydan etkilenerek ders almak."Görmesini bilseydi ibret alırdı her hâlde." İcabına bakmak: 1. Gereğini yerine getirmek. 2. Yok etmek, ortadan kaldırmak."O adamın icabına bakarız, merak etme sen." İç çekmek: Üzüntüyle göğüs geçirmek, derin derin soluk alıp hıçkırıkla ağlamak."Yavrucağın iç çekişi dayanılır gibi değildi." İç etmek:
Eline geçen bir şeyi sahibine bildirmeden kendisine mal etmek, ortadan
kaldırıp kimseye göstermemek."Babasına bildirmeden o kadar parayı iç
etmiş." İç gıcıklamak: 1. Huylandırmak. 2. İstek uyandırmak. İçi açılmak: Sıkıntısı dağılıp gitmek, ferahlamak."Denizi, kuşları, ağaçları seyre dalarım, böylelikle içim açılır, rahatlarım." İçi cız etmek: Ansızın içi sızlamak, çok üzülmek."O zavallı ihtiyarı birden bire karşımda görünce içim cız etti." İçi çekmek: Canı arzu etmek, istek duymak. İçi çıfıt çarşısı: 1. Başkaları için daima art niyet besleyen, içinden türlü kötülükler geçiren. 2. Çok karışık. İçi dışı bir: İkircikli
olmayan, iki yüzlü davranmayan, düşündüğünü açıkça söyleyen, özü sözü
bir olan."İçi dışı bir olan insanlara her zaman güvenebiliriz." İçi dışına çıkmak: 1. Kusmaktan ötürü çok fena olmak. 2. Bindiği taşıtın çok sarsılması yüzünden bedenî rahatsızlık duymak. İçi erimek: Kaygı duymak, çok üzülmek. İçi geçmek: 1. İstemediği hâlde uyuya kalmak. 2. İşe yaramaz duruma gelmek. 3.Yaşlılıktan, zayıflıktan gücü azalmış olmak; hiçbir şeye ilgi duymamak."O artık içi geçmiş bir ihtiyardır." İçi gitmek: Çok fazla istek duymak."Vitrindeki kızarmış tavuklara içim gidiyordu ama param olmadığı için alıp yiyemiyordum." İçi içine sığmamak:
Çok heyecanlanmak, coşkunluk duymak ve sevincini belli etmekten
kendini alamamak."Annemi karşımda görünce ne yapacağımı şaşırdım, içim
içime sığmıyordu, koşup boynuna sarıldım." İçi kabarmak (kalkmak):
1. Midesi bulanmak. 2. Duygulanıp heyecanlanmak. 3. Taşkın bir ağlama
duygusu içinde olmak."Ne berbat bir koku, içimiz kabarmadan kalkalım
buradan." İçi kan ağlamak: İçten, büyük bir üzüntü duymak; dıştan belli etmeyerek çok acımak."Çocuğunun yüzüne bakarken içim kan ağlıyordu." İçi kazınmak: Çok acıktığından ötürü midesinde eziklik duymak."Sabahtan beri açtı, içi kazınıyor ama belli etmemeye çalışıyordu." İçinden gülmek: Birisine sezdirmeden içten içe gülmek, eğlenmek. İçinden okumak:
1. Dudaklarını kıpırdatmadan, hiç ses çıkarmadan okumak. 2. Ses
çıkarmadan sövmek, beddua etmek."Hikâyeyi şimdi de içinizden
okuyacaksınız." İçinden pazarlıklı: Sinsi, yapacağı kötülükleri sezdirmeyen."Senin gibi içten pazarlıklı adamlarla iş yapmam ben." İçine atmak:
1. Derdini, sıkıntısını kimseye söylememek. 2. Kendisine yapılan
kötülüğe karşı sesini çıkarmamakla beraber, bunu unutmamak."O her şeyi
içine atar, bir gün kanser olacak diye korkuyorum." İçine dert olmak:
Yapmak istediği bir şeyi yapamadığı için kaygılanıp üzüntü
duymak."Hastahanedeki arkadaşımı ziyarete bir türlü gidemedim, bu da
içime dert oldu." İçine doğmak: Malûm olmak, bir işin olduğunu ya da olacağını sezinlemek, tahmin etmek."Onun bize geleceği sanki içime doğmuştu." İçine işlemek: Duygulanmak, etkilenmek, dokunmak."Babamın o etkili sözleri âdeta içime işlemişti sanki." İçine çekilmek (kapanmak):
Duygularını kimseye açmamak, çevresindeki kişilerle ilişkisini kesmek,
yalnızlığa gömülmek."Kardeşinin ölümünden sonra içine çekildi,
kimseyle görüşmüyor." İçine kurt düşmek:
Kuşkulanmak, kendisine zarar geleceğinden şüphe etmek."Tilkiyi civarda
dolaşırken gördüğü andan itibaren içine kurt düşmüştü." İçine sindirmek: Benimsemek, iyice kabul etmek. İçine sinmemek:
1. İçi rahat etmemek, yaptığı şeyden memnun olmamak. 2. İstediği gibi
olmadığı için rahatlık, mutluluk duymamak; tadına varamamak."İşi
bitirdim ama hiç de içime sinmedi." İçine sokacağı gelmek: Birini aşırı ölçüde, çok sevmek. İçine yedirememek: Benimsememek, kabul edememek. İçini dökmek: Dertlerini, sıkıntılarını, üzüntülerini anlatmak."Şu koca dünyada içimi dökecek bir insan bulamadım." İçini kemirmek: Bir üzüntü ve düşünce dolayısıyla rahatsızlık duymak."İçini kemiren bu düşünceden kurtulmak istiyordu." İçini (bir) kurt yemek: Sürekli olarak bir kaygı içinde olmak. İçi parçalanmak (paralanmak): Birine acıyarak çok üzülmek."Onun bu hâlini gördükçe içim parçalanıyor." İçi rahat etmek:
Endişelenecek bir durum bulunmadığını öğrenerek sıkıntıdan kurtulmak,
rahatlamak."Ne yapayım, ben anneyim, onlar sağ salim dönerlerse içim
rahat edecektir ancak." İçi sızlamak: Bir şey veya kişinin içine düştüğü durum sebebiyle üzülmek. İçi titremek:
1. Çok üşümek. 2. Çok istek duymak. 3. Bir zarar gelecek korkusu
içinde bulunmak."Hava iyice soğudu, içim titremeye başladı, haydi içeri
girelim." İçi yanmak: 1. Çok susamak. 2. Büyük bir acı sebebiyle çok fazla üzülmek."Sanki yalnız onun içi yanıyordu." İçler acısı: Oldukça üzücü, çok acıklı. İçli dışlı olmak: Teklifsiz, çok samimi, sıkı fıkı, senli benli olmak."Biz Fatma`yla iyice içli dışlı olduk." İçtikleri su ayrı gitmemek: Sıkı fıkı dost, samimi arkadaş olmak; birbirlerinden saklayacakları bir şeyleri bulunmamak. İdare etmek:
1. Yönetmek, çekip çevirmek. 2. Tutumlu olmak, kullanmak. 3. Elvermek,
yetmek, yetişmek, korumak, kurtarmak. 4. Hoş görmek, göz yummak. 5.
Örtbas etmek."Bu ayakkabıyı bu fiyata veremem, çünkü idare etmez." İfade vermek: Sorguya cevap vermek. İflâhını kesmek:
Gücünü tamamiyle yok edip bir daha karşı koyamayacak, düzelemeyecek,
iş yapamayacak duruma getirmek."Ben adamın iflâhını keserim, anladın
mı?" İfrit olmak: Çok öfkelenmek; aşırı ölçüde, kendini kaybedecek kadar sinirlenip kızmak."İfrit oluyorum şu adamın hareketlerine." İğne atsan yere düşmez: Çok kalabalık, yürünecek gibi değil. İğne ile kuyu kazmak: Zor denecek bir işi yetersiz araç ve gereçlerle başarmaya çalışmak. İğne ipliğe dönmek: Aşırı derecede zayıflamak, kilo vermek."O iri yarı adam hapisten çıktı ki iğne ipliğe dönmüş." İğneli söz: Dokunaklı, kırıcı, üzücü söz."O iğneli sözlere ben bile dayanamazdım doğrusu." İki ahbap çavuşlar: Hemen her yerde birlikte görülen, birbirlerinden ayrılmayan iki arkadaş, dost. İki arada bir derede (kalmak): Sıkışık, zor şartlar altında (kalmak). İki ayağını bir pabuca sokmak: Bir kimseyi, bir işi yapması için zorlamak, sıkıntıya sokmak. İki cami arasında kalmış beynamaza dönmek: İki yoldan hangisini tutacağını; şöyle mi, böyle mi yapacağını bilememek; şaşırıp bir şey yapamaz olmak. İki cihanda yüzü ak olmak: Doğru ve faziletli yaşayıp dünya ve ahrette mükâfat görmek. İki çift söz etmek: Bir araya gelip birkaç söz söylemek."Ne zamandır seninle bir araya gelip de iki çift söz edemedik." İki eli kanda olsa:
Ne kadar önemli olursa olsun, elindeki iş hiç bırakılamayacak derecede
olsa bile."Söyleyin ona, iki eli kanda olsa da durmasın gelsin." İki eli (birinin) yakasında olmak: Ahrette, hesap gününde ondan davacı olmak; hakkını istemek. İki gözü iki çeşme: Sürekli, çok ağlayarak."Kadıncağız iki gözü iki çeşme ağlayıp duruyormuş." İkili oynamak: Birbirine karşı olanlardan hem birini, hem ötekini çıkarı için destelemek."Sendika başkanı ikili oynuyormuş." İki paralık etmek: Değerini, onurunu çok düşürmek."Seni arlanmaz utanmaz seni, beni iki paralık ettin, senin yüzünden topluma çıkamaz oldum!" İki rahmetten biri: Ağır hasta olan birisi için "ya şifa, ya ölüm" anlamında kullanılır.
İki sözü bir araya getirememek: Düşüncelerini, duygularını düzgün bir
biçimde anlatamamak, güzel konuşma becerisinden yoksun olmak. İki yakası bir araya gelmemek:
Geçim sıkıntısı içinde olmak ve borçtan kurtulamamak, gelir ve
giderini denkleştirememek."Bilmiyorum ne zaman iki yakamız bir araya
gelecek." İleri geri konuşmak: Yersiz, kırıcı, yaralayıcı biçimde konuşmak. İleri gitmek:
Söz ve davranışta ölçü dışına çıkmak; gereksiz, aşırı davranışta
bulunmak ve haddi aşmak."O saygısız adamın daha fazla ileri gitmesine
fırsat verilmemelidir." İlk göz ağrısı: 1. İlk doğan çocuk. 2. İlk sevgili. İmana gelmek:
1. Hak dini olan İslâm`ı kabul etmek. 2. En sonunda doğruyu söylemek.
3. Önceden kabul etmediği şeyi sonradan kabul edip uymak."İmana gel,
tövbe et ki öbür dünyada mutluluğa eresin." İnce eleyip sık dokumak:
Titizlik göstermek, bir şeyi en ince ayrıntılarına kadar araştırmak,
gözden geçirmek."O kadar da ince eleyip sık dokunacak bir iş değil,
kaygılanma." İn cin top oynamak: Issız, sessiz olmak, bir yerde hiçbir canlı yaratık bulunmamak."Adada in cin top oynuyordu sanki." İncir çekirdeğini doldurmaz:
Çok az veya pek önemsiz."Ne akılsız adam bunlar, kavga etmelerine
sebep olan mesele incir çekirdeğini doldurmaz bile, ayırın şunları." İnme inmek: Felç olmak, bedenin bir yeri hareketsiz ve duygusuz duruma gelmek."Adamın sağ yanına inme inmiş diyorlar." İnsan eti yemek: Birini çekiştirmek. İnsan evlâdı: İyi, anlayışlı, ahlâk sahibi insan."İnsan evlâdı olmasaydı, tanımadığı birine onca yardım yapar mıydı?" İnsan hâli: Olabilir, doğaldır, hoş karşılamak gerekir. İnsanlıktan çıkmak:
1. Çok zayıflamış, bir deri bir kemik kalmış olmak. 2. İnsanî
niteliklerini yitirmek, insana yakışmayacak davranışlarda bulunmak. İnsan sarrafı (olmak):
İnsanların karakterini çabucak anlayacak duruma gelmiş (olmak)."Dedem
insan sarrafıdır, onu bir görse ne biçim bir adam olduğunu hemen
anlayıverir." İpe çekmek: Asarak öldürmek. İpe un sermek: İstenilen işi yapmamak için birtakım bahaneler, sebepler ileri sürmek, güçlük çıkarmak, engeller göstermek. İpi koparmak: Bağlı bulunduğu yer ya da kişi ile ilişkisini kesmek, aradaki anlaşmazlığı artırmak. İpin ucunu kaçırmak:
Bir yeri yönetmede veya bir şeyi kullanmada gereken ölçüyü kaçırıp,
artık duruma hâkim olamamak; çıkmaza girmek."Biraz daha dikkatli
olmalıyız, yoksa ipin ucunu kaçıracağız." İpi sapı yok: Birbirini tutmaz, yersiz, anlamsız, işsiz, yersiz yurtsuz, saçma sapan."İpi sapı yok bu sözlerin, daha inandırıcı olmalısın." İpiyle kuyuya inilmez: Kendisine güvenilmez, ona güvenilerek bir işe girilmez."O ipiyle kuyuya inilmez adamla yola çıkmam ben." İple çekmek: Zamanın gelmesini sabırsızlıkla beklemek, çok istemek."Yarını iple çekiyorum." İpucu vermek: Aranılan şeyi bulmaya yarayan işareti, onu açıklamaya yarayan bilgiyi vermek."Bir ipucu vermezsen bu bilmeceyi çözemeyeceğim." İsabet etmek: 1. Nişan alınan yere değmek, rastlamak. 2. Çıkmak. 3. Yerinde iş görmüş olmak."Böyle karar vermekte çok isabet ettiniz." İskele vermek: Vapura binmek, vapurdan inmek için iskeleyi uzatmak. İsmi var, cismi yok:
1. Sözü edilen bir kimse veya şeyin gerçekte var olmadığını anlatmak
için kullanılır. 2. Adı olmasına karşılık görevini ve etkinliğini
yerine getirmeyen, varlığı ile yokluğu arasında bir fark bulunmayan. İster istemez:
1. Zorunlu olarak, elinde olmadan. 2. İstemesi üzerine, hiç vakit
geçirmeden, istediği anda."İster istemez ben de ona bağırdım." İstifini bozmamak:
Bir olay karşısında aldırış etmemek, durum ve davranışını hiç
değiştirmemek."Karşıma geçmiş avazı çıktığı kadar bağırıyordu, bense
istifimi bozmadan bekledim." İş ayağa düşmek: İş sorumsuz, yetkisiz ve beceriksizlerin elinde kalmak."Bunlar da işi iyice ayağa düşürdüler." İş başa düşmek: Beklediği yardım gelmeyince, kendi işini kendisi yapmak zorunda kalmak."İş başa düştü desene!.." İş çatallanmak (çatallaşmak):
Bir işin sonuca oluşması konusunda türlü güçlüklerle karşılaşmak, ya
da çeşitli seçeneklerle yüz yüze gelmek, sonuca nasıl ulaştırılacağı
bilinemez olmak."İş gittikçe çatallaşıyor, sense aldırmıyorsun bile." İş çığırından çıkmak: Bir iş asıl amaçtan çıkarak düzelmesi güç bir durum almak, bir bozukluk ve kargaşalık baş göstermek. İş inada binmek: Bir işi yapmakta direnmek. İşi düşmek: Birinin yardımına ihtiyaç duymak."Eh, onun da bize işi düşecek bir gün." İşe koşmak: Birini bir iş yapmak üzere görevlendirmek, göndermek. İşi ağırdan almak: Acele etmemek, bir işi yapmak için isteksiz görünmek."Söyle onlara, işi ağırdan almasınlar, müşteriler mal bekliyor." İşi azıtmak: Yanlış ve aşırı yollara sapmak."Bu çocuk da işi iyice azıttı."
İşi Allah`a kalmak: Güç şartlar altında, beşerden hiçbir yardım umudu
kalmamak."Kime baş vurduysa bir sonuç alamadı, artık işi Allah`a
kalmıştı." İşi başından aşmak: Pek çok işi olmak, iş içinde kaybolmak. İşi bitmek: 1. Hâli, gücü kalmamak. 2. Yaptığı işi sona ermek."Git de bak, babanın işi bitmiş mi?" İşi duman olmak: İşi ve durumu kötü olmak, berbat bir durumda bulunmak. İşi iş olmak: İşi yolunda, iyi olmak; hâlinden memnun bulunmak."İşi iş herifin, baksana yan gelip yatıyor her gün." İşinden olmak:
Bir süredir yaptığı işi elinden gitmek, görevini yitirmek."Haydi
canım, yoluna git de patronunla kavga etme; yoksa işinden olacaksın." İşi sıkı tutmak: Gevşekliğe yol açmamak, işe gereken önemi vermek ve sağlıklı yürümesini sağlamak. İşi tıkırında olmak: İşi çok uygun ve iyi olmak."O konuşmayacak da ben mi konuşacağım, işi tıkırında adamın." İşi yokuşa sürmek: Yapılabilir, görülebilir işi yapmamak için güçlük çıkarmak, bahaneler ileri sürmek. İşkembeden atmak: Uydurarak söylemek, tutarı olmayan sözler sarf etmek."Ona sakın inanmayın, işkembeden atıyor." İş sarpa sarmak: İş, içinden çıkılması zor bir durum almak; engellerle karşılaşmak."İşler sarpa sarmadan çekip gidelim buradan." İşten el çektirmek: Görevden uzaklaştırmak."Yolsuzluk yaptığı iddiası ile işten el çektirdiler ona." İş yok: O şeyde yarar yok, faydası olmaz."O arabada hiç iş yok, almaya değmez." İte kaka: Zorla, güçlükle."Adamı her sabah ite kaka işe götürüyoruz." İtibar kazanmak: Saygınlık görmek, kendisine değer verilmek. İt sürüsü kadar: Gereğinden fazla, oldukça çok, kalabalık."İt sürüsü kadar adam, nasıl başa çıkacağız bunlarla." İyi etmek:
1. Hastalıktan kurtarmak, sıhhatine kavuşturmak. 2. Yerinde bir
davranışta bulunmak. 3. Bir şeyi gizlice almak, kendisine mal etmek. İyi gözle bakmamak: Birisi hakkında iyi düşünmemek, kötü niyet beslemek."Komşuları ona hiçbir zaman iyi gözle bakmadılar." İyi gün dostu: Dostlarının sıkıntılı günlerinde onlardan kaçan kimse."Bize iyi gün dostu gerekli değil." İyi saatte olsunlar: Cinlerden söz edilirken kullanılır. İzinden yürümek: Birine içten bağlanarak onun başladığı işi aynı anlayışla sürdürmek, fikirlerini ve hareketlerini aynen benimsemek. İzi silinmek: Yok olmak, ortadan kaybolmak."Çiçek hastalığının bu kasabada izi silindi hemen hemen, çünkü çocuklar aşılanıyorlar."
İLGİLİ SAYFALAR
EDEBİYAT SÖZLÜĞÜ ( T-U-Ü-V-Y-Z)
EDEBİYAT SÖZLÜĞÜ ( O-Ö-P-R-S-Ş)
EDEBİYAT SÖZLÜĞÜ ( L-M-N)
EDEBİYAT SÖZLÜĞÜ ( H-I-İ- K)
EDEBİYAT SÖZLÜĞÜ ( Ç-D-E-F )
EDEBİYAT SÖZLÜĞÜ ( A-B-C-D)
Atasözleri ve Açıklamalı Sözllüğü ( A- B ve C ilebaşlayanlar )
Atasözleri ve Açıklamalı Sözlüğü( D-E-F-G) ile başlayanlar
Atasözleri ve Açıklamalı Sözlüğü ( H-I-İ )ile başlayanlar
Atasözleri ve Açıklamalı Sözlüğü(K- L-M-N ) ile başlayanlar
Atsözleri Sözlüğü ve Açıklamaları(-S-Ş ) ile başlayanlar