Divan Şiiri Tarzları Hikemi Tarz Sebk-i Hindi Türkî Basit

17.06.2011

 


Divan Şiiri Tarzları

 

SEBK-İ HİNDÎ AKIMI

 

Kelimenin kökenine baktığımıza; "hindî" kelimesi, Hint'e ait demektir. "sebk" kelimesi ise bir şeyi eritme, kalıba dökme anlamlarıyla sözlüklerde yer alır. Edebi bir tür olarak ise ibarenin tarz ve tertibi anlamındadır. Dolayısıyla sebk-i hindi terkibi, Hint tarzı veye Hint yolu anlamında kullanılmaktadır.

Sebk-i hindî akımı  İran, Azerbaycan, Hindistan, Afganistan, Tacikistan ve Türkiye olmak üzere birçok ülkenin TÜRK EDEBİYATI Sahalarında, yüzyıllardır etkisini göstermiş bir akımdır. Bu edebi tarz, İranşahlarının baskısı sonucu Hindistan'a gelen, bir kısmı Türk asıllı olan bir grup tarafından ortaya atılmıştır. Temsilcileri arasında ise Şevket-i Buharî, Sâib-i Tebrizî, Tâlib-i Âmûti, Urfi-i Şirâzi, KelîmiKâşânî gibi şahsiyetleri ön planda görmekteyiz.

Bu ekolün bizim edebiyatımızdaki etkileri XVII. ve 13.  Yüzyıl  'lara dayanmaktadır. Bu tarzın bizim edebiyatımızdaki temsilcileri arasında ise Naili Kadim, Nabi, Fehim-i Kadim , İsmetî, Şehrî, Şeyh Galip,  gibi isimleri saymak mümkündür. Sebk-i Hindi'nin, "Bilmeceyi andıran karmaşık Mazmun ve anlatımlar, hayal oyunları, güçlükle anlaşılır, beklenmedik ve alışılmamış benzetmeler, sentetik bir şiir dili" (Fahiz İz) olarak sıralanabilecek özellikleri, Divan  Nazmının kalıplarını kırmak yerine bu kalıplarla oynamak ustalığına yol açmıştır denilebilir. Bir bakıma bu, şiiri bütünüyle zihinsel çalışmanın ürünü yapıyor, çevreden, yaşamdan kopararak düşünceyle sınırlıyordu. Şiirde bilgece tutumun, atasözlerini kullanmanın, özdeyiş niteliği taşıyan dizeler düzmenin yaygınlaşması da bunun sonucudur.

Bu akımın Divan Şiirine getirdiği yenilik ve başkalıklar :  Söz Sanatları yerine anlam derinlikleri ve anlam oyunları koymak.Açık ve düz söyleyişi bırakıp mecazlarla yüklü , müphem ve güç anlaşılır bir şiir yolu tutturmak.İşitilmemiş ve geniş dayanan yeni mecazlar  bulmak.Her mısra’a üstün bir iç musikisi söz ahenk sağlamak vb. dır.

Divan Şiirinin kalıplarını kırmak yerine bu kalıplarla oynamak ustalığına yol açmıştır denilebilir. Sebk-i Hindî etkisindeki şairler günlük yaşamdan uzaklaşmışlardır. Açık ve düz olan anlatım yerine kapalı, mecazlı, güç anlaşılır bir Şiir söylemişlerdir. Dilleri diğer  şairlere göre daha ağırdır. 3'lü, 4'lü tamlamalara yer vererek anlaşılmaz olmayı amaçlamışlardır. Önceden kullanılan mazmunlar bu akımdan etkilenenler tarafından reddedilmiş, işitilmemiş yeni hayallere dayalı mecazlar kullanılmıştır. Saib-i Tebrizi'nin dediği gibi, 'ince anlamlar bulabilmek için şairin de inceldiği' bir stil... Ya da, Şevket-i Buharî gibi söylersek, 'şiirde anlamın, bir hasırın telleri gibi örülmüş ve iç içe geçmiş, derin ve girift olması' Buysa, şiirsel tahayyülün de öne çıkması demek. Ancak, Sebk-i Hindi'nin, şiirde anlamın ya da standart iletişim dilinin geriye itilmesine dayanan post-sembolist modern Batı şiiriyle tastamam bir karşıtlık meydana getirdiğini unutmamak gerek.

Bu akım 19 Yüzyıl sonlarında Fransa’da görülen ve bizde Ahmet Haşim' ’in temsil ettiği Sembolizm akımını andırmaktadır. Cenap Şahabettin’in “ Biz Dekart’dan değil Şeyh Galip mektebindeniz “ sözü burada anılmaya değer ve Sebk-i Hindi ile Sembolizmin akrabalığını gösteren önemli bir sözdür.
Sebk-i Hindi akımına örnek beyitler

Bir şülesi var ki şem-i canın 
Fanusuna sığmaz asmanın. (Şeyh Galib)

Ettik o kadar ref-i taayyün ki Neşati
Ayine-i pürtab-ı mücellada nihanız. (Neşati)

AKIMIN ÖZELLİKLERİ

1.Anlam Özellikleri

a) Mana
Bu akımda anlam, sözden daha önemli kılınmıştır. Diğer Üsluplara göre bu akımda son derece girift bir  anlam söz konusudur. Bu giriftlik, manadaki derinlik ve genişlikten kaynaklanmaktadır.

b) Hayâl
Sebk-i hindîdeki hayâl unsurları, mana  dışında olduğundan farklı bir çizgi göstermiştir. Bu hayâller, bu ekolde olduğundan derinleşmiş, hayâl içinde hayâller meydana getirilmiştir. Dolayısıyla bu durum metnin anlaşılmasını oldukça güçleştirmiştir.

c) Izdırap
Dış âlemden iç âleme, insanın içine yönelme söz konusudur. İnsanın ızdırapları, çektiği acılar şiirinkonusu içerisine girmiştir. Bu sebeple şiirde bu kavramı verici tarzda kelimeler çok sık kullanılmaktadır.

d) Mübalağa
Bir olayı ifade ederken bilinenin çok üstünde gösterme durumudur. Bu durumun beraberinde şiirin anlaşılmasını  güçleştirici bir üslûb getirmiştir.

e) Tezat
Karşıt durumların birbiriyle olan ilişiğidir.

f)Yeni Mazmûn
Buradaki mazmunların, telmih olmadığını vurgulamak gerekir.  Mazmun her zaman telmih demek değildir;bir metnin içinde bir şeyi gizlemek demektir. Divan Şiiriinin kullanılmış  mazmun kalıplarının dışında ŞAİRLERler daha önce söylenmemiş, kimse tarafından kullanılmamış yeni mazmûnlar bulma çabası içine girmişlerdir. Zîrâ "bikr-i mazmûn"(daha önce söylenmemiş mazmûn) bu şiirin önemli bir özelliği olmuştur.

Tasavvuf

Bu ekol içinde tasavvuf yoğun olarak işlenmiş ve tasavvufla beraber anlam örgüsü şiirde yine mânâyıgüçleştirici unsurlardan biri olmuştur. Bu şairler Tasavvuffu bir amaç olarak görmemişler, sadece söylemek istediklerini ifade etmek için bir araç olarak kullanmışlardır.

2.Dil Özellikleri



a) Dilde İncelik 
Hint tarzı şiirlerde dil ince, nazik ve süslüdür. Divan şairlerinden Şevket: "Söz ince, narin bir örtüdür; o kadar ince olmalıdır ki,altındaki anlamı örtmesin; anlam olduğu gibi görünsün" demiştir.

b) Yeni Kelimeler
Şairler bu üslûbta aynen mazmûnlarda olduğu gibi yeni kelimeler bulma çabası içine düşmüşlerdir. Bunda da orjinallik söz konusudur. Bazan bu kelimeleri seçerken lûgatlardan da yararlandıkları olmuştur.

c) Tamlamalar
Bu üslûbta tamlamalara çok yer verilmiştir. Bazan bütün bir mısranın tamamıyle terkib içinde oluştuğunu görmek bile mümkündür.

d) Rediflerin Kullanılması
Sebk-i hindî ile yazılmış şiirlere bakıldığında, bu şiirleri diğer divan şiirlerinden ayıran diğer bir özelliğin, bu şiirlerde, "rediflere sıklıkla yer verilmesi" olduğunu görürüz.

"Şevkuz ki dem-i bülbül-i şeydâda nihânuz
Hûnuz ki dil-i gonçe-i hamrâda nihânuz"
Neşâtî

**Biz öyle bir şevkiz ki, bir çılgın bülbülün ötüşünde gizliyiz; biz öyle bir kanız ki, bir goncanın kırmızılığında gizliyiz.

*Tek bir kelime üzerinde yoğunlaşılır
*Şairler ifadelerinde, genelde I. çoğul şâhısı kullanırlar. ( biz ki...) 
*Redif kullanılır.

TÜRKİ BASİT( MAHALİLLEŞME, YERLİLEŞME)

Yerlileşme eğilimini ise biçim ve öz açısından iki ayrı düzeyde ele almak gerekmektedir. Biçimde yerlilik, dilde, söyleyişte yabancı sözcüklerden kaçınmak, Tükçeye yönelmek olarak özetlenebilir. Türkî-i Basit (Basit Türkçe) adı verilen bu akımın temsilcileri XVI. yüzyıl ozanlarından Tatavlalı Mahremi ile Edirneli Nazmi’dir. Edirneli Nazmi’nin Basit Tükçe şiirleri 45.000 beyti aşan divanına serpiştirilmiştir. Fuat Köprülü, Nazmi’nin bu yoldaki şiirlerini seçip divan biçiminde yeniden düzenleyerek "Divan-ı Türkî-i Basit( 16.yy) " adıyla yayımlamıştır (1928). 285 manzumeyle 56 müfretten oluşan yapıttaki şiirlerin sanatsal değer taşıdığını söylemek güçtü. Konular divan şiirinin konularıdır, ölçü olarak da aruz kullanılıştır. Ama gerek sözcük dağarcığı, gerekse ad ve eylem bildiren sözcüklerin çekimleri bakımından bu şiirlerin değeri yadsınamayacağı gibi Arap-Fars etkisindeki divan şiirine bir tepki olduğu da gözden uzak tutulamaz. Ayrıca Tükçeye yöneliş, Nazmiyi, halk şiirlerinde çokça görülen cinas örneklerine itmekle kalmamış, benzetmelerde yaşadığı çevreden, yaşamdan yararlanmasına da yol açmıştır. Yine de,

"Yargılanmak umusun komayalım gel Nazmi
Ki çalap kullarını suç ile yindek karamaz"

benzeri, yabancı sözcükler kullanmadan, salt Türkçe şiirler yazılabileceğini de kanıtlamayı amaçlayan bu eğilim yaygınlık kazanamaz. Bunun nedeni, yalnız anılan ozanların güçsüzlüğünde değil, yetiştikleri çevrede, içinde bulundukları yazın ortamında, divan şiirinin dünyasından kopamayışlarında da aranmalıdır.

XVIII. yüzyılın sonunda Nedim’le belirginlik kazanan yerlileşme eğilimi ise öze ilişkindir. Nedimin divan şiirine yenilik getirdiğini söyleyenler, kalıpları kırdığını, bilinen mazmunlarla yetinmediğini, yaşamı yansıttığını, yalın, akıcı bir söyleyişi olduğunu; şiirlerinde neşe ve alayın, ten zevkinin dile getirildiğini söylerler. Ama ondan önceki divan şiirine bakıldığında, bu sayılanların hiç de yeni olmadığı görülü. Dahası Nedim’deki neşeyi ve alaycılığı BAKİ ’de bile bulabiliriz. Hele Rumelili ozanlarda yerlilik, neredeyse genellenebilecek bir özelliktir. Kısacası NEDİM’i gelenekten koparmak olası değildir. Ama onun şiirini, divan geleneği içine oturttuktan sonra "kendi içinde ele alacak olursak, onda kendisinden önce gelenlerden, hatta çağdaşlarından ayrılan, realite ile hepsinden başka ve çok daha sıcak bir şekilde kaynaşmış bir tarafın da bulunduğu görülü" (A.H. Tanpınar).

Başka bir söyleyişle Nedim, dış dünyadan aldıklarını duyduğu gibi verir. İzlenimlerini ve gözlemlerini soyutlaştırarak bir süs biçiminde kullanmaz.Minyatürie resim arasındaki ayrım neyse, kendinden öncekilerle Nedim arasındaki ayrım da odur. Yeni mazmunları, yeni benzetme ve buluşları bir yana, divan yazınının ölü sevgilisini canlandırır. Onunla kendisi arasında öyle bir ilişki kurar ki, dünya dışı varlığın kıpırdadığı, soluk aldığı görülü. Asıl yeni olan da budur. Nesnelerle, genel anlamda dünyayla kurulan bağ, yaşama karşı takınılan tutum onu yeni yapar. Nedim’in şarkı biçimini yeniden canlandırması, bu biçimin en güzel örneklerini vermesi de bu tutuma bağlanmalıdır. Yansıttığı dünya ne ölçüde gerçekse, gerçekliğe yaklaşırsa; duyguları ne ölçüde içten ve yürekten geliyorsa, dili de o ölçüde gerçeğe yaklaşır. İstanbul Türkçesi’nin en güzel örnekleri sayılabilecek,

"Sen böyle soğuk yerde niçin yatar uyursun
Billahi döğer dur hele dayen seni görsün
Dahı küçüceksin yalınız yatma üşüsün
Serd oldu heva çıkma koyundan kuzucağım"

benzeri yüzlerce dize buna örnek gösterilebilir. Ayrıca divanında rastlanan heceyle yazılmış bir tükü, tek örnek olsa da, kimi denemelere giriştiğini göstermesi açısından ilginçtir
Ama Nedim'in açtığı bu çığır da yaygınlık kazanamaz. Geleneğin dışına çıkamaz çünkü. Ardında onu hazırlayan ya da dayanabileceği yeni bir düşünce devinimi, kültüel bir birikim yoktur. Lale döneminin (1718–1730) ozanıdır ve dönemin Patrona Ayaklanmasıyla kapanması onun da sonu olur. Bir başka büyük ozanın, Şeyh Galip’in (1757–1799) NEDİM öncesi şiirle bağlantı kurması ve Sebk-i Hindi’den etkilenmesi, onun şiirinin yanlış yorumlanmasına, salt uçarı özüyle ve dış görünüşüyle alınmasına yol açar.

Hikemî tarz¸

NABİ, Hikemî tarz¸ Dîvân Edebiyâtı ürünlerinden birisidir. Hikemiyyât denince ilk akla gelen şâir de hiç şüphesiz Nâbî’dir. Toplum yaşamında aksayan yönleri eleştirmiş; din ve töreyle ilgili öğütler içeren didaktik şiirler yazmıştır. Şiirlerinde hikmetli sözlere yer vermiştir. Ahlâkî¸ edebî ve tasavvufî nasihatler içeren bu tarzın 18.Asırda yaşamış bir başka önemli temsilcisi daha vardır. Bu temsilci Sünbülzade Vehbi’dir.

İslami düşünce sisteminde daha çok felsefe karşılığı kullanılmış olan "Hikmet", gizli düşünce, bilinmeyen neden; özellikle varlıkların ve olayların oluşunda Allah'ın insanlarca anlaşılamayan gizli amacı, bilgelik, sağduyu, atasözü, özdeyiş vb. anlamlara gelen Arapça bir kelimedir. Edebiyattaki anlamı açısından ise kısaca, yaşam tecrübesine dayalı dünya görüşü, insana doğruyu, güzeli göstermeye yönelik düşünce, görüş olarak tanımlanabilir. Burada dünya görüşüyle söylenmek istenen, toplumun ortak düşünce ve değerler sistemidir. " Hikemi Şiir" yada Hakimane Şiir" ise düşünceye ağırlık veren, amacın okuyucuyu uyarmak, düşündürmek ve aydınlatmak olduğu, daha doğru bir ifadeyle insana doğruyu, güzeli göstermeye yönelik görüş bildiren didaktik içerikli şiire denir.

Düşünce ağırlıklı ve okuyucuyu uyarma, yol gösterme amaçlı şiirin örneklerine ilk yazılı ürünlerimizden itibaren rastlanmakla birlikte bu şiir tarzının edebiyatımızda bir edebi akım olarak varlığı 7 yüzyılın ikinci yarısında görülür. Hikemi şiir akımının edebiyatımızdaki öncüsü ve en güçlü temsilcisi NABİ'dir. Bu nedenle“Hakimane Şiir" akımı "NABİ Ekolü" olarak da bilinir. Nabi'nin şiirle düşünceyi birleştirerek açtığı yolda kendisini izieyen ve 17. yüzyılın ikinci yarısı ile 18. yüzyılda yaşadıkları bilinen birçok şair yetişmiştir.  Ziya Paşa ve Namık Kemal'in bazı eserlerindeki hikemi edaya bakarak, Nabi'nin etkisinin Tanzimat Edebiyatı'nda de sürdüğü söylenebilir. Ancak, Nabi'den sonra gelenler arasında "Hikemi Şiir" tarzının en başarılı temsilcisi Koca Ragıp Paşa 'dır.

17.yüzyılda hikemi şiir tarzının bir akım olarak ortaya çıkışında gerileme dönemini yaşayan Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasi, sosyal ve ekonomik yapısındaki durgunluğun hatta daha doğru bir ifadeyle yaşanan kargaşa ve karışıklığın etkisi olmuştur. Ayrıca bu dönemde alışılagelmiş lirik şiir tarzının dışında yeni bir şiir tarzı arayışı ile başta Nabi olmak üzere bu akımın temsilcisi olan şairlerin kişilik yapılarının da "Hakimane Şiir" anlayışının 17. yüzyılın ikinci yarısı ile 18. yüzyılda Divan şiiri üzerinde etkili olmasında payı bulunmaktadır.

Hikemi şiir, yukarıda da değinildiği gibi insanı, olayları, dünyayı değerlendiren çeşitli konuları işler. Özelliğini daha çok yol gösterici, düzeltici, eğitici konulara yer vermesinden alır. Mesaj verme, telkinde bulunma amacı gözetildiği için şairlerce anlatımın kısa ve özlü olmasına özen gösterilir.  Atasözlerine, deyimlere, halk söyleyişlerine hikemi şiir dilinde sık rastlanır.

Türk şiirinde Nâbî Tarzı olarak da bilinen hakimâne şiir söyleme anlayışı Đivan edebiyatında Şevket-i Buharî ve Sâib-i Tebrizî gibi sairler tarafından temsil edilmiştir. Geleneksel Đivan şiirinde mistik veya hissî etkilerin bilhassa XVII. yüzyılın baslarından itibaren düşünce ve felsefeye, “hayatta olup bitenleri anlamlandırmaya” yönelik yeni bir tarza dönüştüğü bilinmektedir. Nâbî çağdaşı Sâib’in şiirde kullandığı bu didaktik, hakimane tarzı benimsemiş ve şiirinde kullanmıştır (Bilkan 2006, 275). Ancak gerçekte böylesine düşünce yönü ön planda olan bir söylem tarzının ilk yazılı edebî ürünlerimizden itibaren hem mensur hem de manzum eserlerimizde işlendiği bilinen bir gerçekliktir. Bu nedenle hakimane tarzın birdenbire XVII. yüzyılın ikinci yarısında Sâib-i Tebrizî’nin etkisiyle

Nabi’nin şiirlerinde ortaya çıktığı gibi bir düşünce ya da anlayış, Nâbî’den çok önceleri bu tarzda eserler kaleme almış sair ve yazarlar için bir haksızlık olsa gerek.

 

 

Hikemî tarzın anlamla ilgili bazı özellikleri söyle özetlenebilir:

1.Dış dünyaya ve olanı anlamaya ve anlatmaya önem verilmiştir.

2.Şiirin hikmet dolu olması ve anlamının da insanlara doğru yolu göstermeye vasıta olmasına önem verilmiştir.

3.Şiir yazmaktan maksat anlamdır, yani içeriktir ve bununla okuyucuya mesaj vermektir. (Nâbî, Hayriye, b.999)

4.Şiirde anlam, süsü ve nakısı olmayan bir yüzük gibidir. Anlamı olmayan söz kokusuz lâle gibidir. (Nâbî, Hayriye, b.1009–1011)Bu gibi nedenlerle şiirde anlam çok önemli bir yere sahiptir ve önem içinde hikmet ve düşünce her zaman islenmesi gereken hususlardır.

5.Nâbî de dâhil olmak üzere hikemî tarzı benimseyen sairlerin şiirlerinde hikmet ve düşüncenin ön plana çıkarılmasıyla anlamın nasihat karakteri taşıması söz konusu olmuştur.

6.Yoğun bir şekilde kullanılan irsal-i mesel ile hem soyut düşünceler hem de okuyucuya verilmek istenen mesajlar daha açık ve anlaşılır bir nitelik kazanmıştır.

7.Şiirin anlamı lirizm ve duygudan ziyade düşünce ve hikmete dayanmalıdır. Bu yaklaşım ile aynı zamanda Hikemî tarzın poetikasının ne olduğu ortaya konulmaya çalışılmıştır.

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar