Dünden bugüne İçki

22.01.2019

~~Pek çok k kültürde rastlanan alkol üretimi, aynı zamanda o kültürün dinî, coğrafi ve sosyolojik özelliklerini yansıtan bir öğe. Yapılan kazılarda bulunan testiler incelendiğinde, fermente edilmiş içeceklerin Neolitik Çağ'a kadar uzandığı tahmin ediliyor (M.Ö. 10,000 civarı). İşte alkolün tarihsel gelişimi:
Çin'in Jiahu neolitik kentinde bulunan testiler üzerinde yapılan kimyasal analizlerde, testilerde kalan tortular inceleniyor ve içlerinde alkol bulunduğu kanıtlanıyor. Söz konusu tortular, M.Ö. 6650-7000 yıllarına dayanıyor ve fermente edilmiş üzüm, alıç, bal ve pirinçle yapılan içkilerin varlığına işaret ediyor.
Gürcistan'da yapılan çalışmalar, şarap üretiminin M.Ö. 6000 yılına dayandığını gösteriyor.
Diğer ülkelerde bulunan kanıtlar ise sırasıyla şu tarihlere dayanıyor: İran (M.Ö. 5400), Mısır (M.Ö. 3150), Babil (M.Ö. 3000), Meksika (M.Ö. 2000) ve Sudan (M.Ö. 1500).
 Alkolün tıbbi kullanımından, M.Ö. 2100 yıllarına dayanan Sümer ve Mısır metinlerinde söz ediliyor.
Aynı zamanda Eski Ahit'te, ölümcül hastalara ve depresyonda olanlara, acılarını unutturmak için alkollü içki verilmesi tavsiye edilmiştir.
 Klasik Yunan'da şarap, kahvaltı ve sempozyumlarda tüketiliyor.
M.Ö. 1. yüzyıla gelindiğinde şarap, Romalıların gündelik olarak içtikleri bir içki halini alıyor. Bu dönemde hem Y5. Orta Çağ Avrupası'nda bira, her yaştan ve her sınıftan insanlar için gündelik bir içki halini alıyor.
Yunanlar hem de Romalılar, seyreltilmiş şarap içiyorlar.
 15. yüzyılda Avrupalıların Amerika'yı keşfiyle birlikte, bazı yerli kabileler kendi alkollü içeceklerini üretmeye başlıyorlar.
Keşif sonrası yazılmış bir Aztek metnine göre; "pulque" adındaki yerel şaraplarının içilmesi, yalnızca dini seremonilerde ve 70 yaş üstü insanlar için serbestti.. Erken Modern Dönem'de (1500-1800) alkolün, tanrının bir hediyesi olduğuna inanmayan yoktu.
 Martin Luther, John Calvin, Anglikan Kilisesi liderleri, hatta Püritenler bile alkolün arzuları yatıştırdığını ve eğlence ve sağlık için kullanılabileceğini düşünüyorlardı.
Fakat sarhoşluk hakkındaki düşünceler daha farklıydı.
Alkolün ılımlı tüketiminin olumlu yönleri ne kadar destekleniyorsa da, toplumda sarhoşluk konusunda gittikçe artan bir kaygı oluşmaya başlıyordu. Bunun sebebi; sarhoşluğun insanlar üzerinde yarattığı, rahatına düşkünlük ve vurdumduymazlık gibi etkilerin, ruhanî kurtuluş ve toplumun refahı açısından tehdit edici olması. Aynı zamanda dünya, benlik ve çalışma disiplini üzerindeki mantık hakimiyetini yok ettiği düşünülüyordu. Bildiğiniz gibi o dönem, felsefe çalışmaları sebebiyle, mantığın hakimiyetinin yüceltilmeye başlandığı bir dönemdi. Tüm bunlara rağmen, 16. yüzyıl Avrupası'nda alkol, su yerine tüketiliyordu. Çünkü su, hastalık taşıyabiliyordu.
 17. yüzyılda şampanya ilk kez ortaya çıkıyor.
Bu içkinin ortaya çıkışı, bir Fransız manastırında şarap ustası olan Dom Perignon'la ilişkilendiriliyor olsa da, daha öncesine dayanıyor. Dom Perignon yalnızca bu içkinin içeriğini geliştiren isim.
 Viskinin damıtılmasının ilk olarak İrlanda ve İskoçya'da gerçekleştirildiği düşünülüyor. Fakat yine de bu konu hakkında kesin bir bilgi yok. Kanıtlanan ilk belge, 1405 yılı İrlandası'na dayanıyor. İskoçya'da, malt haline getirilmiş arpadan yapılmış ilk viskinin kanıtlara dayanan tarihi ise 1494. Fakat iki ülke için de bu işlemin, söz konusu tarihlerden yüzyıllar öncesine dayanıyor olabileceği düşünülüyor.
 19. yüzyıl Amerikası'nda tüketilen yıllık alkol miktarı, kişi başı yedi galona ulaşıyor.
Yüzyılın başlarından itibaren Amerika'da, her tür alkollü içecek bolca tüketiliyordu. Bunun sebebi, o yıllarda Amerika'da üretilen mısırın bolluğuydu. Bu da tüm ülke çapında yaygın olarak ucuz viski üretilmesi anlamına geliyordu. İşte bu dönemde Amerikalılar için alkol, günlük bir alışkanlık halini aldı. Aynı zamanda bu dönemde alkol, her türlü milli ve askeri kutlamada yaygınlaşmaya başladı. Katılımcılar genellikle zehirlenene kadar içiyorlardı.
1920 yılında alkol, Amerika'da yasaklanıyor.
Çıkarılan bir yasa ile, alkolün üretimi, satışı, ithalat ve ihracatı yasaklanıyor. Fakat böyle olunca, 1933 yılı civarında illegal alkol ticareti patlıyor ve yasa bu yüzden geri çekiliyor. Bugün ise, 15 milyon Amerikalı alkolizm ile mücadele ediyor ve trafik kazalarının %40'ı, alkole bağlı sebeplerle meydana gelmektedir.
DİNLERDE İÇİLMEZLER: BİR POTANSİYEL RİSK OLARAK ALKOLLÜ İÇKİLER
Müslümanlar, Hindular, çoğu Budist, Jainistler, Sihler, Hristiyan Baptistler, Hristiyan mormonlar, Hristiyan Yedinci Gün Adventistleri, Tanrı’nın Kilisesi, Hristiyan Bilimciler, bazı Metodistler, Hristiyan Salvation Army, Essene Nazarean Kilisesi, Bahailer alkollü içki içmezler.
Yeryüzündeki dinlerin neredeyse tamamı sarhoşluğu doğru bulmaz.
“İçki” ve türevlerine, Kur’an’da 7, Tevrat’ta 26, İncil’de 4 yerde vurgu vardır.

Sarhoşluk” ve türevlerine, Kur’an’da 7, Tevrat’ta 29, İncil’de 12, Zebur’da 2 yerde vurgu vardır.

TEVRAT
İÇKİ: Lev.10:9 “Sen ve oğulların Buluşma Çadırı’na şarap ya da herhangi bir içki içip girmeyin, yoksa ölürsünüz. Kuşaklar boyunca bir kural olsun bu.

Say.6:3-“Şaraptan ya da herhangi bir içkiden kaçınacak, şaraptan ya da başka içkilerden yapılmış sirke içmeyecek. Üzüm suyu da içmeyecek…”
Yas.21:20-“Onlara şöyle diyecekler:’Oğlumuz dikbaşlı, başkaldıran bir çocuktur. Sözümüzü dinlemiyor. Savurgan ve içkicidir.”
Yas.29:6-“Ekmek yemediniz, şarap ya da başka içki içmediniz. Bütün bunları Tanrınız RAB’bin ben olduğumu anlayasınız diye yaptım diyor.”
Hakimler 13:4- “Bundan böyle şarap ya da içki içmemeye dikkat et, murdar bir şey yeme.”
Hakimler 13:7-“Ama, ‘Gebe kalıp bir oğul doğuracaksın dedi, ‘Bundan böyle şarap ve içki içme, murdar bir şey yeme. Çünkü çocuk ana rahmine düştüğü andan öleceği güne dek Tanrı’nın adanmışı olacak.”
Özdeyişler 20:1-“Şarap insanı alaycı, içki gürültücü yapar, Onun etkisiyle yoldan sapan bilge değildir.”
Özdeyişler 31:4-”Şarap içmek krallara yakışmaz, ey Lemuel, Krallara yakışmaz! İçkiyi özlemek hükümdarlara yaraşmaz.”
Yeşaya 5:11-“Sabah erkenden kalkıp içki peşinden koşanların, gece geç vakte kadar şarap içip kızışanların vay haline!”
Yeşaya 5:22-23-“Şarap içmekte sınır tanımayanların, içkileri karıştırıp içmekten çekinmeyenlerin, rüşvet uğruna kötüyü haklı çıkaranların, haklıların hakkını elinden alanların vay haline!”
Yeşaya 24:9-“Ezgi eşliğinde şarap içilmiyor artık, İçkinin tadı içene acı geliyor.”
Yeşaya 28:7-“Kâhinlerle peygamberler bile şarabın ve içkinin etkisiyle yalpalayıp sendeliyor; içkinin etkisiyle yalpalayıp sendeliyorlar, şaraba yenik düşmüşler. Yanlış görümler görüyorlar, kararlarında tutarsızlar.”
Hezekiel 44:21-“İç avluya gireceği zaman hiçbir kâhin içki içmeyecek.”
Mika 2:10-11-Kalkıp gidin, dinlenme yeriniz değil burası! Murdarlığınız* yüzünden bu yer korkunç biçimde yıkılacak. Mika 2:11-“Yalancı, aldatıcı biri gelip, ‘Size şarap ve içkiden söz edeyim’ dese, Bu halk onu peygamber kabul edecek.”
Habakkuk 2:15-Çıplak bedenlerini seyretmek için komşularına içki içirip sarhoş eden, İçki ye zehir bile katan sizlerin vay haline!”
İNCİL
İÇKİ: Matta 11:18-“Yahya geldiği zaman oruç tutup içkiden kaçındı, ona ‘cinli’ diyorlar.”
Luk.1: 13-“Melek, “Korkma, Zekeriya” dedi, “Duan kabul edildi. Karın Elizabet sana bir oğul doğuracak, adını Yahya koyacaksın. 1: 14 Sevinip coşacaksın. Birçokları da onun doğumuna sevinecek. Luka 1:15-“O, Rab’bin gözünde büyük olacak. Hiç şarap ve içki içmeyecek; daha annesinin rahmindeyken Kutsal Ruh’la dolacak.”
1.Pe.4: 3-“İnanmayanların hoşlandıklarını yaparak sefahat, şehvet, sarhoşluk, çılgın eğlenceler, içki alemleri ve ilke tanımayan putperestlik içinde yaşayarak geçmişte harcadığınız günler yeter!”
SARHOŞLUK: Mat.24:48-51-“Ama o köle kötü olur da içinden, ‘Efendim gecikiyor’ der ve öteki köleleri dövmeye başlarsa, sarhoşlarla birlikte yiyip içerse, efendisi, onun beklemediği günde, ummadığı saatte gelecek, onu şiddetle cezalandırıp ikiyüzlülerle bir tutacak. Orada ağlayış ve diş gıcırtısı olacaktır.”
Luk.12:45-46-“Ama o köle içinden, ‘Efendim gecikiyor’ der, kadın ve erkek hizmetkârları dövmeye, yiyip içip sarhoş olmaya başlarsa, efendisi, onun beklemediği günde, ummadığı saatte gelecek, onu şiddetle cezalandırıp imansızlarla bir tutacaktır.”
1.Ko.11:21-“Her biriniz ötekini beklemeden kendi yemeğini yiyor. Kimi aç kalıyor, kimi sarhoş oluyor.”
Rom.14:21-“Et yememen, şarap içmemen, kardeşinin sürçmesine yol açacak bir şey yapmaman iyidir.”
Ef.5:18-“Şarapla sarhoş olmayın, bu sizi sefahate götürür.”
1.Pe.4: 3 İnanmayanların hoşlandıklarını yaparak sefahat, şehvet, sarhoşluk, çılgın eğlenceler, içki alemleri ve ilke tanımayan putperestlik içinde yaşayarak geçmişte harcadığınız günler yeter!
Mar.7:7-“Bana boşuna taparlar. Çünkü öğrettikleri, sadece insan buyruklarıdır.’ Mar.7:8 Siz Tanrı buyruğunu bir yana bırakmış, insan töresine uyuyorsunuz.” Mar.7:9 İsa onlara ayrıca şunu söyledi: “Kendi törenizi sürdürmek için Tanrı buyruğunu bir kenara itmeyi ne de güzel beceriyorsunuz! Mar.7: 10 Musa, ‘Annene babana saygı göstereceksin’ ve, ‘Annesine ya da babasına söven kesinlikle öldürülecektir’ diye buyurmuştu.
Tit.1:11-“Onların ağzını kapamak gerek. Haksız kazanç uğruna, öğretmemeleri gerekeni öğreterek bazı aileleri tümüyle yıkıyorlar.”
KUR’AN
Bakara Suresi, 219. ayet: Sana sorarlar. De ki: "Onlarda hem büyük günah, hem insanlar için (bazı) yararlar vardır. Ama günahları yararlarından içkiyi ve kumarı daha büyüktür." Ve sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: "İhtiyaçtan artakalanı." Böylece Allah, size ayetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz;
Maide Suresi, 90. ayet: Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden olan pisliklerdir. Öyleyse bun(lar)dan kaçının; umulur ki kurtuluşa erersiniz.
Maide Suresi, 91. ayet: Gerçekten şeytan, içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi, Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi?
Nisâ / 43
Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar, bir de -yolcu olmanız durumu müstesna- cünüp iken yıkanıncaya kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta olur veya yolculukta bulunursanız, veyahut biriniz abdest bozmaktan gelince ya da eşlerinizle cinsel ilişkide bulunup, su da bulamazsanız o zaman temiz bir toprağa yönelip, (niyet ederek onunla) yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin. Şüphesiz Allah, çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır.
 Osmanzade Taib Ahmed (1660-1724). Şairliği, padişah özel kátipliği ve tarihçiliği vardı. 11 kitap yazdı:
"Hadikatü’l-müluk" adlı eserinde; Sultan I. Osman’dan II. Mustafa’ya kadar 22 padişahın hayatını kaleme aldı.
"Hadikatü’l-vüzera" adlı kitabında ise, ilk Osmanlı veziri Alaaddin Paşa’dan, Rami Mehmed Paşa’ya kadar 108 sadrazamının hal tercümelerini yazdı.
1.  "Telhisü Mehasini’l-adab".
Taib Ahmed Efendi’nin bu eseri; meşhur Arap ilahiyatçı/edebiyatçı Cahiz’in (776-868) "Minhacü’s-süluk" ile tarihçi Mustafa Ali Efendi’nin (1541-1600) "Mehasinü’l-adab" isimli kitaplarının sadeleştirilmiş bir özetiydi.
Sadrazam Damat İbrahim Paşa’ya takdim edilen bu eser 15 bölümden oluşuyordu. 3’üncü bölümde, İslam halifeleri ve Osmanlı padişahlarının özel hayatlarına ilişkin bilgiler mevcuttu.
BAYEZİD’İ İÇKİYE EŞİ ALIŞTIRIYOR
"Telhisü Mehasini’l-adab" adlı esere göre, Osmanlı’nın ilk sultanları ağızlarına içki koymamışlardı.
İlk padişah Osman Gazi, dini bütün Şeyh Edebali’nin damadı olduğundan "kadehin gül rengine rağbet etmemişti".
Ancak: Bu eserin aksine, bazı tarihçilere göre, Osman Gazi Bizanslı beylerle (tekfur) şarap içmişti. Taib Ahmed’e göre, Osman Gazi’nin oğlu Orhan da içkiden uzaktı.
Her iki padişah da içmiyordu ama toplantılarında komutanlarına iltifat etmek maksadıyla içki/"dolu" sunmuşlardı. Bu adet, Yıldırım Bayezid, Çelebi Sultan Mehmed ve Sultan I. ve II. Murad döneminde de devam etmişti.
Taib Ahmed’e göre, "Fatih Sultan Mehmed Han ve Sultan Bayezid-i Veli, komutanları ve vezirleriyle arada sırada iyşü nuş (içki álemi) ederlerdi. Hatta Bayezid-i Veli, Sadrazam Gedik Ahmed Paşa’yı işret (içki) sırasında katletmişti".
Yine kitabın aksine, bir iddiaya göre, Yıldırım Bayezid içki içiyordu. Padişahın içki ve bezm (içki meclisi) düşkünlüğünün sebebi, eşi Sırp prensesi Maria Despina (Olivera) idi.
LAKABI ’SARHOŞ’ OLAN PADİŞAH
Dönelim tekrar Taib Ahmed Efendi’nin kitabına:
Yavuz Sultan Selim içki kadehine fazla iltifat etmezdi, ancak ara sıra içerdi. Heyhat, çabuk sarhoş olup şiir okurdu. Bir gün bir eğlence sırasında yine sarhoş oldu; ayağa kalktı; elindeki kadehi öne doğru uzattı ve üzümden ilk şarabı çıkardığı iddia edilen İran Şahı’nı anımsayıp şiir okudu:
"Bint-ül inebin bikrini Cem etti izale."
(Üzümün kızının bekáretini Cem yok etti!)
Kanuni Sultan Süleyman’ın, ilk zamanlarında musiki dinlerken içki içmişliği vardı. Ancak daha sonra içkiyi yasakladı.
"Osmanlı’nın yasağı üç gün sürer" deyimi doğruydu. Kısa bir zaman sonra içki yasağı unutuldu, meyhaneler yeniden açıldı.
Padişahlar arasında içkiye en düşkün isim II. Selim’di. Lakabı "Sarhoş" idi. Bu dönemde sınırsız içki serbestliği vardı.
İlginçtir, II. Selim içkiye düşkün olmasına rağmen, beş vakit namazını da kaçırmazdı. Ve sonra, Halvetiyye Şeyhi Süleyman Efendi’nin telkiniyle içki içmeye tövbe etti. Hatta bir gün hastalandığında hekimlerin iyileşmesi için verdiği ilacı, "içinde içki vardır" diye içmedi.
İçkiye karşı padişahlardan biri de III. Murad’dı. İçki içmediği gibi huzurunda lafının edilmesinden bile hoşlanmazdı. Bunun altında yatan sebep ise şuydu: Şehzadeliği sırasında babası II. Selim bir gün kendisini içki sofrasına çağırdı. İçki içmesine izin verdi. Ama padişah daha önce Harem Kethüdası Hekimbaşı Kurdoğlu’na, şarap kadehinin içine baş ağrısına neden olacak bazı maddeler koymasını istemişti. Şehzade bu oyundan habersiz şarap kadehini ardı ardına içince birkaç gün baş ağrısından duramadı ve içkiye tövbe etti.
Bir diğer padişah, III. Mehmed de babasının yolundan gitti; içki içmedi. Ama onun döneminde Osmanlı kötü bir alışkanlıkla tanıştı: Tütün.
Allah’tan tütün günah değildi!
Osmanlı padişahlarının içkiyle ilişkileri hep inişli çıkışlı oldu.
İçki yasağı bazen şiddetle uygulandı, bazen ise görmezden gelindi.
Bu uygulamalarda, padişahların kişisel yaşamlarının etkisi vardı:
Örneğin, I. Ahmed çok dindardı ve onun döneminde içki yasağı çok etkiliydi.
MEYHANEYİ ÖVEN ŞEYHÜLİSLAM
Osmanlı Devleti için 17. yüzyıl, "duraklama" dönemiydi.
Osmanlı savaş kaybettikçe gericileşti. İçki yasakları bu dönemde arttı. Tüm kötülüklerin sebebi bu uğursuz içkiydi!
IV. Murad kendisi içmesine rağmen halka alkol, sigara ve kahve kullanılmasını yasakladı. İçki içenler darağaçlarında sallandırılırken IV. Murad’ın Şeyhülislamı Zekeriyazade Yahya Efendi bakın şiirinde ne diyordu:
"Mescitte riyamişler etsin ko riyayı/ Meyhaneye gel kim ne riya var ne mürai..." (Bırak mescitte ikiyüzlüler devam etsin riyakárlığa/ Sen meyhaneye gel ki orada ne riya var ne riyakár.)
Eee, şimdi bu şiiri nasıl değerlendireceğiz?
Neyse devam edelim.
Sultan İbrahim döneminde yeni keyif verici maddeler ortaya çıktı: Bunların başında, burundan çekilen enfiye (burun otu) vardı.
Bir tür uyuşturucu olan enfiyeyi zamanla padişahlar ve sadrazamlar kullanacaktı.
Bir sonraki padişah IV. Mehmed, avcılığa ve eğlenceye çok düşkün olmasına rağmen içkiden uzak durdu. Hatta yasakları katılaştırdı.
Ve 17. yüzyıldaki içki yasağı, Osmanlı’yı yeni bir alkol çeşidiyle tanıştırdı: Rakı.
Rakı, -görünürde sudan farklı olmadığı için-, içki yasağını delmek maksadıyla Osmanlı’ya giriverdi.
Görüldüğü gibi, bize ait zannettiğimiz rakı maalesef "milli içkimiz" değildi. "Rakı" sözcüğü Türkçe değil Arapça’ydı. Arap ülkelerinde "arak" denilmekteydi.
Rakıyı Osmanlı Sarayı da pek sevdi. III. Ahmed, çoğunlukla geceleri hünkár sofasında, balkonda yumuşak yastıklar içinde yarı yatmış bir halde oturur, sadrazamı, şairleri ve dalkavuklarıyla rakı içerdi.
Bir sonraki padişah I. Mahmud da içkiyi seviyordu.
İçkinin seyri 18. yüzyılda da değişmedi. Bazen yasaklandı, bazen serbest bırakıldı.
Ne zaman paraya ihtiyaç duyuldu, içki içimi serbest bırakıldı. Çünkü alkolün alım satımından alınan "Zecriye Vergisi" hayli yüklüceydi!
Fındıklı Mehmed Ağa bu durumu "Silahdar Tarihi" adlı eserinde şöyle yazdı:
"Hazine çok sıkıntı içindeydi, içki yasağı kaldırıldı. Meyhanelere ve tütün içmeğe izin verildi. Tütüne de ayrıca gümrük kondu."
Aynen bugün gibi, ithal edilen içkiden alınan fon getirisi hayli iyiydi.
EN İÇKİCİ PADİŞAH: II. MAHMUD
Osmanlı Sarayı tarih boyunca ne trajedilere tanıklık etti: III. Mustafa, yemeğine zehir konularak öldürüleceği korkusu nedeniyle hep panzehirler kullandı ve bunun sonucu uyuşturucu bağımlısı oldu!
Osmanlı’da içkiye savaş açan son padişah, III. Selim oldu. Musikiye olan ilgisiyle bilinen bestekár padişah, ne kadar meyhane varsa hepsini kapattı. Yasağa rağmen içki içmekte ısrar edenleri astırdı.
Sonra ne oldu:
Son dönem Osmanlı padişahları arasında içkiye en düşkün kişi II. Mahmud, yasakları deliverdi.
Tarihçi Necdet Sakaoğlu’na göre, Abdülmecid içki bağımlısıydı; bazı geceler körkütük sarhoş durumda mabeyinciler tarafından arabasına konulup saraya götürülürdü.
II. Abdülhamid’in anılarına göre, kardeşi padişah V. Murad’ı içkiye alıştıran, geceleri sık sık buluştuğu şair Namık Kemal’di.
II. Abdülhamid’in de içtiği biliniyor. Ama o ne rakı, ne şarap içiyordu. O, "şeker suyu" rom içiyordu! Rom şekerkamışından şeker yapılması sırasında elde edilen özsuyun melasla ve suyla karıştırılıp şıra durumuna getirilerek mayalandırıldıktan sonra damıtılıp meşe fıçılarda yıllandırılmasıyla yapılan sert bir alkollü içki.
"Batıcı İttihadcılar’ın Padişahı" V. Mehmed Reşad, ağzına içki koymazdı.
"Hain olup olmadığına" henüz karar verilemeyen son padişah Sultan Vahideddin de içki kullanmayanlar arasındaydı.
Gelelim sonuca: Şimdi biz meseleyi "ayık kafa" sorununa indirgeyip padişahların, şehzadelerin içki içmelerindeki temel meselelere gözümüzü kapatıp, "Osmanlı’yı büyütenler, ayık kafa ile gezmiyordu, batıranlar ise hep ayıktı" gibi absürd bir değerlendirme yapabilir miyiz?
Ama ne yazık ki yapanlar var!
İÇKİ İÇEN HALİFELER!
OSMANZADE Taib Ahmed’in "Telhisü Mehasini’l-adab" kitabında İslam halifelerinin içkiyle ilişkileri de yer alıyor.
Halifeler fethettikleri topraklarda içkiyle tanışmışlardı. Oysa İslam’ın ilk yıllarında sert bir yasak vardı.
Hz. Ömer, hamamda vücudunu şaraplı suyla yıkayan Halid Bin Velid’e, "Şarabın içilmesi kadar vücuda sürülmesi de yasak" demişti.
Gelelim halifelere...
Tarihçi Taib Ahmed Efendi, halifeler hakkındaki bilgileri, İslam dünyasının önemli ilim adamları arasında gösterilen Cahiz’in (776-868) "Minhacü’s-süluk" adlı kitabından almıştı.
Bu kitapta, içki içen Emevi ve Abbasi hükümdarları şunlardı:
"Müslümanlar arasında içkinin yayılmasının nedenlerinden biri de, Emevi halifelerinden Yezid Bin Muaviye, Abdulmülk Bin Mervan, Yezid Bin Abdulmülk, Velid Bin Yezid gibi kimselerin içki düşkünü olmalarıydı. Arap hükümdarlarından Numan ve Hişşam ile küçük emirliklerden çoğu haftada bir gün işret ederlerdi (içerlerdi).
(...) Emevi hükümdarlarından Yezid bin Velid ayyaş idi; vaktini sarhoş olup ayılmakla geçirirdi. Abdülmelik ayda bir kere; Velid Bin Abdülmelik haftada bir kere; Süleyman ve Merdan Bin Mehmed üç günde bir kere içerlerdi.
(...) Abbasiler’den zevkusefa sofralarına en ziyade rağbet eden halifeler; Hadi, Reşid, Emin, Me’mun, Mu’tasam, Vasık, Mütevekkil idi. Abbasi halifelerinden Ebul Abbas haftada bir kere salı gecesi içerdi. Hadi ve Mehdi iki günde bir kere; Harun ve Me’mun haftada iki kere içerdi. Bunlar nihayet giderek ayyaş olmuşlardır. Mu’tasım, perşembe ve cuma günlerinde ve toplantılarda içerdi. Ama Vasık, cuma gecesi ve toplantı günlerinde içmez, diğer geceler içmezse uyuyamaz, rahat edemezdi."
Emevi ve Abbasiler’den içki düşkünleri olduğu gibi içkiye karşı hükümdarlar da vardı. Örneğin, Emeviler’den Ömer Bin Abdülaziz ve Abbasilerden Muhtedi ile Mansur gibi birçok halife de içkiye karşı mücadele vermişlerdi.
Fatimiler’den Mustansır içki sofraları kurdurmasıyla bilinirken, Hakim Biemrillah tam tersine içkiye düşmandı.
İslam içkiye izin vermiyordu. (Maide Suresi 90-91 ve Bakara Suresi 219).
İslam inancına göre içkinin bir damlası bile haramdı. İçki murdardı. Bu nedenle içenlerin cezaya çaptırılması gerekiyordu.
Bin Harep, Velid Bin Akabe, Yezid Bin Muaviye, Ömer Bin Hattab vs. İslam’da içki cezası alan ilk isimlerdi. Aslında mazeretleri vardı: "Biraz ferahlamak" ve "türlü düşüncelerden kafalarını kurtarmak!" gibi.
Nedeni ne olursa olsun, yasağa, cezaya rağmen, bazı halifeler hem de konumlarını bile göz ardı ederek, haram olduğunu bile bile içki içmişlerdi.

TÜRKLERİN milli içkisi, kısrak sütünden mayalanma yoluyla yapılan kımızdır. 1960’lı yıllarda bazı Türkçü/Bozkurtçu gençler rakı, şarap değil, "milli içki" diye kımız içerlerdi. Ülkücülüğe ne zaman "Türk-İslam Sentezi" yerleşti, bu hareket içinde kımız içme geleneği son buldu.
İçki yasağı hiçbir dönemde hiçbir ülkede tam olarak uygulanamaz. Ayrıca bazı İslam düşünürleri, kimi hadislere dayanarak İslam’ın içkiye izin verdiğini ispat etmeye çalışırlar. Bunlardan biri de Milli Şair Mehmet Akif Ersoy’un damadı, ilahiyatçı Ömer Rıza Doğrul’dur. İslamiyet ve dinler tarihi üzerine eserler vermiş Doğrul, iyi bir içiciydi. Sirkeci’deki Konyalı Lokantası’nda hem içkisini içer, hem de yazılarını kaleme alırdı. Kuran-ı Kerim’i "Tanrının Buyruğu" adıyla Türkçe’ye çevirdi. "Çeviri parasını içkiye yatırdı" diye çok eleştirildi.
Milli Şair Mehmet Akif Ersoy, 24 yaşına kadar içti, sonra bıraktı. Yakın arkadaşı Neyzen, Mehmet Akif’i içkiye başlatmak, Mehmet Akif ise Neyzen’e içkiyi bıraktırmak için çok uğraştı. İkisi de başarılı olamadı.
Türk ressamları arasında en çok içki içenlerden biri de Çallı İbrahim’di. Neyzen, bir akşam elinde rakı şişesi Çallı İbrahim’e giderken, Bakırköy Hastanesi’nin başhekimi Mazhar Osman’la karşılaştı. Mazhar Osman, daha hastaneden yeni çıkan Neyzen’i elinde şişe ile görünce çok kızdı. Hemen şişeyi kendisine vermesini istedi. Neyzen, içkinin yarısının Çallı İbrahim’e ait olduğunu söyledi. Mazhar Osman, "O halde hemen yarısını boşalt" dedi. Neyzen, "Boşaltamam, üstteki bölüm Çallı’nın" yanıtını verdi!
Türkiye’deki siyasal İslam’ın manevi lideri Necip Fazıl Kısakürek, uzun bir dönem içki içip kumar oynadı. Ama daha sonra ikisine de tövbe etti.
Şair Yahya Kemal, içki masasında en küçük bir münasebetsizliği bile hoş karşılamazdı. Yakın arkadaşı Yakup Kadri Karaosmanoğlu’ndan öğrendiği Bektaşilerin, "Masaya nasıl oturdunuz ise öyle kalkınız" sözünü pek severdi.
İslami temelde gelenekten kopmayan Batılı bir yaşamı savunan şair Namık Kemal, rakıya pek düşkündü. Babası, II. Abdülhamid’in Müneccimbaşısı Mustafa Asım her mektubunda adeta oğluna yalvarırdı: "N’olur şu içkiyi biraz azalt!"

 İçki içen kafirdir Müslüman değildir diye bir şey yoktur. Ancak içkinin ve her türlü uyuşturucuların sağlık için zararlı olduğu içki yada başka uyuşturucu içerek sarhoş olanların akıllarının başlarından gittiği, çeşitli suçları işleme potansiyeleri olduğuda bir gerçek. İnsanı insan yapan akıl baştan gidince akla ziyan şeyler olmaya başlıyor tabii.
İnsana ve topluma zarar veren her şey kötüdür. Ancak hırsızlık, tecavüz,  insanları sömürmek, köleleştirmek, cariyeleştirmek insanların malına canına namusuna zarar vermek, aç koymak, insana ve hayvanlara eziyet etmek  gibi ondan daha büyük kötülükler de vardır.
 Önemli olan dini, dili ırkı ne olursa olsun her insana iyilik yapmak, en azından hiç kimseye kötülük yapmamaktır. İnsan olmak bunu gerektirir. Gerisi kişiyle Allah arasındaki meseledir.


Osmanlı’da üretilen konyaklar
. Osmanlı içki kültürünün zengin olduğu, her tür içkinin üretildiği ve belli dönemlerde ithal edildiği bir toplum olmuş. Meyhane sayısı aşırı artınca ve içki yaygınlaşınca sert yasaklar uygulansa da, kısa sürede gevşeyip eski hale dönülmüş. Dizide tartışılan Kanuni, saltanatının son yıllarında içkiye katı yasaklar getirmiş ama Baki ve Nevi gibi şairler de bundan şikâyet eden şiirler yazmış.
Padişahlar aleni içmemişler ama bir bölümü içkiyi de hayli sever ve tüketirmiş... II. Selim’in bir lâkabının da “Sarhoş Selim” olması boşuna değil; Kıbrıs’ın kehribar renkli şaraplarının tutkunuymuş. Fatih Sultan Mehmed’in “Avni” mahlasıyla yazdığı şiirlerde şarap övgülerine rastlanıyor. Şarap ve tütün içenlerin peşine hafiyeler salan IV. Murad’ın da tutkulu bir şarapsever olduğunu tarih yazıyor. II. Mahmud da şarap sevmesiyle biliniyor. Fransa’dan adından dolayı maden suyu sanılır diye fıçılarla “Carbonnieux” şarabı getirten padişahın ise ismi ne yazık ki bilinmiyor ama Bordo’daki şatonun kayıtlarında “Sultan için Constantinople’a gidecek” yazıları var...
Osmanlı’nın şarap kültürü, edebiyatına da yansımış. 1838’de vefat eden ve kabri Galata Mevlevihanesi mezarlığında bulunan şair Ayıntaplı (Antepli) Ayni Efendi’nin şu dizeleri, bu örneklerden:
*Gice gündüz içüp Erdek şarâbı
*Ola Nukl’i mezem ördek kebâbı
*Varub sofi içer papazkarası
*Olur meyhanede yüzler karası
*Sığır dili kavurma kuş kebâbı
*Söğüş büryan ile nûş it şarâbı

Osmanlı, şarabı önemli gelir kaynağı olarak görmüş. “Hamr” denilen şarabın getirilen her fıçısından 15 akçe vergi alınmış, “hamr emaneti” adlı bir vergi teşkilatı bile kurulmuş. Şarap ticareti, şarabın nereden nereye getirilip nasıl satılacağı fermanlarla düzenlenmiş. Şarap hayata renk katmış, kimi zaman dizeleri, kimi zaman minyatürleri süslemiş. Lâle Devri’nde şair Nedim “Testide, kadehte doyamam görmeğe bari / Ey gevher-i şeffaf senin mahzenin olsam” gibi coşkulu dizeler yazmış.
İmparatorluğun son dönemi ise, özellikle İstanbul’da içkinin yaygınlaştığı, rahatça içildiği bir dönem olmuş. Geleneksel meyhanelerin yanına Pera Palas ve Tokatlıyan gibi lüks otellerin alafranga restoranları ve Viyana’dan bile trenle taze biranın geldiği şık birahaneler eklenmiş. Bomonti Bira Fabrikası kurulmuş, bira bahçeleri yaygınlaşmış. Yurdun değişik yerlerinde rakı üretilmiş, Boğaziçi, Ruh, Âlem, Deniz Kızı gibi rakılar birbirleriyle yarışır olmuşlar. Osmanlı gazetelerinde şarap ilanları çıkmaya başlamış, Martell konyaklarının ilan tabelaları İstanbul’un birçok yerini süslemiş. Erdekli Kotroni Efendi’nin damıttığı Osmanlı konyakları ise Paris’ten bile madalyalar almış.
Bu satırlar, “Muhteşem Yüzyıl” ekibini bunaltan kesimleri öfkelendirebilir... Ancak hepsi belgeli gerçekler. Kültür Bakanlığı’nın kendi yayınlarında, kimi Osmanlı arşivlerinde, kimi de sağcı yazarların kitaplarında... Bazıları için kabullenmek -nedense?- zor gelse de...


Yetmişiki milletten insanı barındıran Osmanlı İstanbul’unun liman ve ticaret bölgeleri olan Galata ve Karaköy civarları, rakı ve şarap satan meyhanecilerle rom satan “punççi”lerin mücadelesine bile sahne olmuş. 1800’lerde gemiciler yoluyla bu bölgelerde rom ve sıcak suyla yapılan “punch” modası türemiş. “Panç” diye okunan bu kokteyle halk arasında “punç”, bu içkiyi satanlara da “punççi” denmiş o zamanlar. Bu küçük barımsı içkicilerin sayısı hızla artmış, hatta şekerci dükkânları bile panç satmaya başlamışlar. 1850’de işleri azalan meyhaneci esnafı sadrazama başvurup, “On yılda sayısı bini aşan şekerlemeci ve punççi dükkanı açıldı. Bizi batırmak üzereler. Üstelik vergi de vermiyorlar” diye şikayette bulunmuşlar. Savaşın galibi, meyhaneciler olmuş...


Evliya Çelebi’nin yazdığına göre 1600’lerin ortalarında İstanbul’da binden fazla meyhane varmış. Bu meyhaneler zamanla bugünün ünlü restoranları gibi “markalaşmış”; Hançerli, Karagöz, Ormanos, Köroğlu, Sakızlı, Karanfil, Sümbüllü gibi renkli isimlerle tanınmışlar.
Bugün nasıl içkili mekânlar bistro, pub, bar ve restoran gibi isimlerle ayrılıyorsa, Osmanlı’da meyhaneler de kendi içinde sınıflandırılır.
Osmanlı Fransa’ya şarap sattı
Zaman zaman uygulanan katı yasaklı dönemler dışında hoşgörülü bir düzen kuran Osmanlı İmparatorluğu, Müslüman olmayan halkın kendi ihtiyaçları için bağcılık ve şarapçılık yapmasına ses çıkarmamış, şarapları vergilendirerek bu üretimi yasallaştırmış. Şarap çeşitleri de hayli zenginmiş; İstanbul meyhanelerinde şarapların geldikleri yerler fıçıların üzerlerine tebeşirle yazılır, “Bana bir Girit şarabı ver” diyen müşteriye meyhaneci bir de “Kaç yıllık olsun?” diye sorarmış. Arasında Ankara, Erdek, Gelibolu, Girit, Kıbrıs, Sisam, Marmara Adası, Tokat ve Trabzon şarapları pek ünlüymüş.
19’uncu yüzyılda ulaşım imkânlarının artmasıyla, Osmanlı şarapları dünyada da tanınır olmuş. Yüzyıl sonlarında, filoksera (asma biti) hastalığı Avrupa bağlarını kırıp geçirince, başta Fransa olmak üzere Avrupa ülkeleri şarap ihtiyaçlarını Osmanlı’dan gidermişler. 1904’de, İmparatorluğun şarap ihracatı, tam 340 milyon litreye çıkmış!

Bu yıllarda batılılaşma eğilimlerinin güçlenmesiyle sayıları artan Osmanlı topraklarındaki yabancılar bağ yatırımlarına da girişmişler. Ünlü Fransız yazar Lamartine’in 1839’da Fransa’dan getirdiği bağ çubuklarıyla Ege’de tesis ettiği dev bağlardan yarım asır sonra, İstanbul’da özellikle Erenköy’de 700 dönümü bulan Cabernet Sauvignon bağları dikilmiş. Bu yıllarda Erenköy Cabernet’sinin bir fıçısı 150-160 franka alıcı bulurmuş. Yine Erenköy’de bir Alman da uçsuz bucaksız Riesling bağları kurmuş.
Sadece Marmara ve Trakya bölgesi değil, Ege bölgesi de şarapçılıkta çok canlı bir bölgeymiş o zamanlar. Bugün en büyük tarımsal ihraç ürünlerimizden olan çekirdeksiz kuru üzümlerin yetiştirildiği Ege’deki Sultaniye üzümü bağları, o dönemde şaraplık üzüm yetiştirilen bağlarmış ve Ege bölgesi bugünkü gibi üç kuruşa üzüm satmak yerine, o yıllarda Avrupa’a şarap satarmış. Sadece 1901’de ihraç edilen şarap miktarı 6.5 milyon litreymiş


Osmanlı’da üretilen konyaklar
. Osmanlı içki kültürünün zengin olduğu, her tür içkinin üretildiği ve belli dönemlerde ithal edildiği bir toplum olmuş. Meyhane sayısı aşırı artınca ve içki yaygınlaşınca sert yasaklar uygulansa da, kısa sürede gevşeyip eski hale dönülmüş. Dizide tartışılan Kanuni, saltanatının son yıllarında içkiye katı yasaklar getirmiş ama Baki ve Nevi gibi şairler de bundan şikâyet eden şiirler yazmış.
Padişahlar aleni içmemişler ama bir bölümü içkiyi de hayli sever ve tüketirmiş... II. Selim’in bir lâkabının da “Sarhoş Selim” olması boşuna değil; Kıbrıs’ın kehribar renkli şaraplarının tutkunuymuş. Fatih Sultan Mehmed’in “Avni” mahlasıyla yazdığı şiirlerde şarap övgülerine rastlanıyor. Şarap ve tütün içenlerin peşine hafiyeler salan IV. Murad’ın da tutkulu bir şarapsever olduğunu tarih yazıyor. II. Mahmud da şarap sevmesiyle biliniyor. Fransa’dan adından dolayı maden suyu sanılır diye fıçılarla “Carbonnieux” şarabı getirten padişahın ise ismi ne yazık ki bilinmiyor ama Bordo’daki şatonun kayıtlarında “Sultan için Constantinople’a gidecek” yazıları var...
Osmanlı’nın şarap kültürü, edebiyatına da yansımış. 1838’de vefat eden ve kabri Galata Mevlevihanesi mezarlığında bulunan şair Ayıntaplı (Antepli) Ayni Efendi’nin şu dizeleri, bu örneklerden:
*Gice gündüz içüp Erdek şarâbı
*Ola Nukl’i mezem ördek kebâbı
*Varub sofi içer papazkarası
*Olur meyhanede yüzler karası
*Sığır dili kavurma kuş kebâbı
*Söğüş büryan ile nûş it şarâbı

 

 

Osmanlı, şarabı önemli gelir kaynağı olarak görmüş. “Hamr” denilen şarabın getirilen her fıçısından 15 akçe vergi alınmış, “hamr emaneti” adlı bir vergi teşkilatı bile kurulmuş. Şarap ticareti, şarabın nereden nereye getirilip nasıl satılacağı fermanlarla düzenlenmiş. Şarap hayata renk katmış, kimi zaman dizeleri, kimi zaman minyatürleri süslemiş. Lâle Devri’nde şair Nedim “Testide, kadehte doyamam görmeğe bari / Ey gevher-i şeffaf senin mahzenin olsam” gibi coşkulu dizeler yazmış.
İmparatorluğun son dönemi ise, özellikle İstanbul’da içkinin yaygınlaştığı, rahatça içildiği bir dönem olmuş. Geleneksel meyhanelerin yanına Pera Palas ve Tokatlıyan gibi lüks otellerin alafranga restoranları ve Viyana’dan bile trenle taze biranın geldiği şık birahaneler eklenmiş. Bomonti Bira Fabrikası kurulmuş, bira bahçeleri yaygınlaşmış. Yurdun değişik yerlerinde rakı üretilmiş, Boğaziçi, Ruh, Âlem, Deniz Kızı gibi rakılar birbirleriyle yarışır olmuşlar. Osmanlı gazetelerinde şarap ilanları çıkmaya başlamış, Martell konyaklarının ilan tabelaları İstanbul’un birçok yerini süslemiş. Erdekli Kotroni Efendi’nin damıttığı Osmanlı konyakları ise Paris’ten bile madalyalar almış.
Bu satırlar, “Muhteşem Yüzyıl” ekibini bunaltan kesimleri öfkelendirebilir... Ancak hepsi belgeli gerçekler. Kültür Bakanlığı’nın kendi yayınlarında, kimi Osmanlı arşivlerinde, kimi de sağcı yazarların kitaplarında... Bazıları için kabullenmek -nedense?- zor gelse de...


Yetmişiki milletten insanı barındıran Osmanlı İstanbul’unun liman ve ticaret bölgeleri olan Galata ve Karaköy civarları, rakı ve şarap satan meyhanecilerle rom satan “punççi”lerin mücadelesine bile sahne olmuş. 1800’lerde gemiciler yoluyla bu bölgelerde rom ve sıcak suyla yapılan “punch” modası türemiş. “Panç” diye okunan bu kokteyle halk arasında “punç”, bu içkiyi satanlara da “punççi” denmiş o zamanlar. Bu küçük barımsı içkicilerin sayısı hızla artmış, hatta şekerci dükkânları bile panç satmaya başlamışlar. 1850’de işleri azalan meyhaneci esnafı sadrazama başvurup, “On yılda sayısı bini aşan şekerlemeci ve punççi dükkanı açıldı. Bizi batırmak üzereler. Üstelik vergi de vermiyorlar” diye şikayette bulunmuşlar. Savaşın galibi, meyhaneciler olmuş...


Evliya Çelebi’nin yazdığına göre 1600’lerin ortalarında İstanbul’da binden fazla meyhane varmış. Bu meyhaneler zamanla bugünün ünlü restoranları gibi “markalaşmış”; Hançerli, Karagöz, Ormanos, Köroğlu, Sakızlı, Karanfil, Sümbüllü gibi renkli isimlerle tanınmışlar.
Bugün nasıl içkili mekânlar bistro, pub, bar ve restoran gibi isimlerle ayrılıyorsa, Osmanlı’da meyhaneler de kendi içinde sınıflandırılır.
Osmanlı Fransa’ya şarap sattı
Zaman zaman uygulanan katı yasaklı dönemler dışında hoşgörülü bir düzen kuran Osmanlı İmparatorluğu, Müslüman olmayan halkın kendi ihtiyaçları için bağcılık ve şarapçılık yapmasına ses çıkarmamış, şarapları vergilendirerek bu üretimi yasallaştırmış. Şarap çeşitleri de hayli zenginmiş; İstanbul meyhanelerinde şarapların geldikleri yerler fıçıların üzerlerine tebeşirle yazılır, “Bana bir Girit şarabı ver” diyen müşteriye meyhaneci bir de “Kaç yıllık olsun?” diye sorarmış. Arasında Ankara, Erdek, Gelibolu, Girit, Kıbrıs, Sisam, Marmara Adası, Tokat ve Trabzon şarapları pek ünlüymüş.
19’uncu yüzyılda ulaşım imkânlarının artmasıyla, Osmanlı şarapları dünyada da tanınır olmuş. Yüzyıl sonlarında, filoksera (asma biti) hastalığı Avrupa bağlarını kırıp geçirince, başta Fransa olmak üzere Avrupa ülkeleri şarap ihtiyaçlarını Osmanlı’dan gidermişler. 1904’de, İmparatorluğun şarap ihracatı, tam 340 milyon litreye çıkmış!

Bu yıllarda batılılaşma eğilimlerinin güçlenmesiyle sayıları artan Osmanlı topraklarındaki yabancılar bağ yatırımlarına da girişmişler. Ünlü Fransız yazar Lamartine’in 1839’da Fransa’dan getirdiği bağ çubuklarıyla Ege’de tesis ettiği dev bağlardan yarım asır sonra, İstanbul’da özellikle Erenköy’de 700 dönümü bulan Cabernet Sauvignon bağları dikilmiş. Bu yıllarda Erenköy Cabernet’sinin bir fıçısı 150-160 franka alıcı bulurmuş. Yine Erenköy’de bir Alman da uçsuz bucaksız Riesling bağları kurmuş.
Sadece Marmara ve Trakya bölgesi değil, Ege bölgesi de şarapçılıkta çok canlı bir bölgeymiş o zamanlar. Bugün en büyük tarımsal ihraç ürünlerimizden olan çekirdeksiz kuru üzümlerin yetiştirildiği Ege’deki Sultaniye üzümü bağları, o dönemde şaraplık üzüm yetiştirilen bağlarmış ve Ege bölgesi bugünkü gibi üç kuruşa üzüm satmak yerine, o yıllarda Avrupa’a şarap satarmış. Sadece 1901’de ihraç edilen şarap miktarı 6.5 milyon litreymiş

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar

Mete Han

Mete Han

6 years ago

Teşekkürler. Umarım faydalı olur.

Ahmet Zeytinci

Ahmet Zeytinci

6 years ago

''İçki bütün kötülüklerin anasıdır.'' der Sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammed sav. İçkinin ortaya çıkışı tarihi süreç içinde gelişimi ve üretimi güzel bir şekilde yazıda işlenmiş... Yumuşak bir şeriat ile yönetilen Osmanlı Toplumunda bile zaman zaman hoş görü ile karşılanmış. Çok aşırı alındığı zaman tabi ki insan hatalar zinciri ile hareket etmekte ve istenmeyen olumsuzluklar yaşanmaktadır. Haram olduğu da ayetler ile sabittir... Uzak durmak en akıllıca yapılacak iştir. Azı şöyledir çoğu böyledir diye tartışmaya girmek bile abestir. Kutluyorum bu güzel yazınızı...

Esa

Esa

6 years ago

Yazı, konusu itibariyle her yönden mükemmel bir şekilde hazırlanmış. Konu hem tarihi yönleri ile hem efsanevi yönlerden pek çok alanı tarayarak ortaya konulmuş. Bu nedenle içki konusunda okuduğum en kapsamlı en doyurucu yazı bu yazı olmuş oluyor. Yazı bir çoğunu ilk defa okuduğum çok detaylı verilere de sahip, Osmanlı sultanları ile münasebetleri açısından da hayli zengin veriler sunmuş oluyor. Lakin alıntı bilgilere dair kaynakların belirtilmemesi bu bilgilere kaynakça arayan veya bilgileri teyit etmek isteyen araştırmacılara sağlam veri sunamaması yönünden de bir handikap taşıyor. Buna mukabil, bilgili, araştırmacı zengin bir kaleme kavuşmamız bize sevinç vermiştir. Bu zevk ile sefalar getirdiniz diyoruz.