Dün
gece yarısından sonra Takvimler 8 temmuzu gösterdiği saatten sonra, başlayan ve
hiç durmamacasına sağanak bir şekilde yağan, yağmurun sesiyle uyandım. Saatin
çalan zili saatin altı olduğunu anımsatıyordu ki kilise çanları da birer, birer
çalmaya başlamışlardı. Burada tek alışamadığım şey bu olsa gerek. Yattığım
yerden karşımdaki pencereden dışarıda sağanak olarak yağan yağmuru
seyrediyorum. Burada üç gündür çok güzel bir hava vardı. Herkes sokaklarda,
herkes sporda ve herkes dağlardaydı. Ben gezmeyi ve yürümeyi bu kadar çok seven
bir millet görmedim. Havanın kapalı olduğu ve güneşin yüzünü göstermediği
günlerde bile, bu olmazsa olmazlardandı. Yatağımdan kalkıp, balkondan dışarıya
baktığımda bu yağan yağmurun İsviçre’nin geneline hakim olduğunu
görebiliyordum. Balkondan içeriye girdiğimde aklıma kitaplıktan bir kitap
seçmek geldi, rafların birinde gözüme ilk ilişen “İngiliz casusunun itirafları”
adlı kitabı oldu. Kitabı tozlu raflardan alarak okumaya başladım… Zaman
ilerliyor, duvarda asılı bulunan saatlerden birine baktığımda Akrep ve yelkovanın
nasıl birbirlerini kovaladıklarını gördükçe, zamanın acımasızca su gibi akıp
gittiğini seyrediyordum. Dışarıda ki sağanak yağmur hala devam ediyordu.
Anladığım kadarıyla bugün yağıştan dolayı evde olacağız çıksak da St Gallen
içerisinde market ve Avm gezintileri yapmak üzere çıkacağız. Hoş bir şey
alacağımızdan da değil ya, sadece cay ve kahve içmek, günü gün edip günü
değerlendirmek adına. Kitabı elimden masanın üzerine koydum. Dün yazmadığım,
yazarken unuttuğum bir konu geldi onu yazmak için günlüğümü elime aldım. Dedim
ya dün çok güzel güneşli bir hava vardı. Kostansa giderken, Romanshorn
yakınlarında tren son sürat yılan gibi kıvrıla kıvrıla giderken tren içerisini
kötü bir koku sardı. Sanki bir yerlerde lağım patlamış, felaket bir koku.
Şaşkın şaşkın etrafıma bakarken, yüzümün buruştuğunu gören dayım,
hayırdır
ne oldu, rahatsızmısın dedi.
Yok,
be dayı çok kötü bir koku bu ne böyle felaket bir şey dedim. Dayım gülerek:
Biz
buna burada İsviçre parfümü deriz.
Oda
neymiş öyle, o ne demek.
Pencereden
dışarıya elini uzatarak, bak şu traktörü görüyor musun, arkasındaki depodan
tarlaya attığı bir şey var işte onun kokusu.
Peki,
nedir o dedim.
Bu
sulandırılmış hayvan gübresi. Bu da şu demek yarın yağmurun yağacağına işaret
ediliyor. Bu gün tüm İsviçre de tüm Çiftçiler ve Bavurlar bu gün bu işi
yapıyorlar. Yarın yağmur yağdığında bu kokudan eser kalmaz. Doğayı yağan yağmur
yıkar atılan bu gübre otların üzerinden toprağa iner, yağan yağmurlada otlar
hemen büyümeye başlarlar. Yağmurun arkasından büyüyen otlar, güneşin doğduğu
ilk günde makinelerle biçilerek, biçilen yerde kurumaya bırakılır. İkinci günde
tarlalarda veya meralarda biçilen otlar çevrilerek tekrar kurutulmaya devam
edilir havanın durumuna göre. Daha sonra buradan alınarak ot ambarlarına
kaldırılarak hayvan yemi olarak kullanılmaya başlanır. Çoğu Bavurların
evlerinin önünde biçilen otların çabuk kurutulması için tarlalardan biçilen
otlar yaş olarak getiriliyor. Bu getirilen otların gazlarının alındığı,
silindir şeklinde bir makine içerisine atılarak gazları alınıp, kurutuluyor.
Kurutulan bu otların, hava almayacak şekilde plastik torbalara konarak rulo
şeklinde depolandıklarını hemen, hemen her yerde görebiliyorum. Bu
hazırlananlar hayvanların kışlık yiyecekleri oluyor.
Burada
ilkbaharla birlikte hayvanlar ekim ayına kadar sürekli yeşil ot yiyerek
besleniyorlar. Buradaki tarlalarda tel örgü çit ve buna benzer hiçbir şey
göremezsiniz. Sadece hayvanların bırakıldığı alanın çevresine elektrikli tel
döşeniyor, buda genelde geçici oluyor. Hayvanlar otladıkları yere pisledikleri
zaman, hayvan sahipleri hayvanın pisliğini oradan alarak, orayı temizliyorlar.
Bunun nedeni nedir? Dediğimde, bu hayvan pisliğinin altından çıkan otlar çok
gür ve uzun oluyorlar. Hayvanlar kendi pisliği içerisinden çıkan bu otları kesinlikle
yemiyor. Tarla içerisinde öbek, öbek uzamış ot yığınlarını görebiliyorsun. Yani
kısacası buradaki hayvanlar bile yiyeceği otları mutlaka seçiyorlar. Bavurlar
da bunu bildikleri için bu temizliği mutlaka yapıyorlar…
Ben günlüğüme yoğunlaşmışken dayımda
mutfakta öğle yemeğini hazırlamakla meşguldü. Bu gün menüde ne var derseniz,
kızartılmış tavuk budu üzeri soslu, yanında haşlanmış patates ve salata, salata
üzerine de özel hazırlanmış salata sosu. Yazmayı bıraktım, defter ve kalem
masanın üzerinde her an her şey olabilir gibi bıraktım. Salonun penceresinde
dışarıya baktığımda hala sağanak yağış devam ediyordu. Yağan bu yağmura rağmen
öğleden sonra St. Gallen sokaklarında gezmeye çıkacağız.
Dayım öğle yemeğimiz hazır
dediğinde, masada ne var ne yok hepsini toplayarak bir kenara koyup üç kişilik
servis açtım. Suzi yatıyordu, onu da kaldırarak masaya davet ettim. Yemek
yendikten sonra, binadan sokağa çıktığımızda yağmur şiddetini artırmış,
şemsiyelerimiz olmasına rağmen yürümek mümkün değildi. Şehir merkezine otobüsle
indik. St. Gallen merkezine geldiğimizde, yaya olarak gezinti yapamayacağımıza
göre, bu günkü şehir içi gezimizi otobüsle yapmayı düşündük. Buradan otobüse
binerek şehrin yarısından fazlasını otobüs turuyla tamamlayarak eve geri
döndük. Bu gün zevksiz bir gündü. Bakalım yarın nasıl olacak.