KategorilerYAZILARMakaleDÜNYA GÖZÜ SİVAS'TA ,KALP GÖZÜ TOKAT'TA AÇILAN BİR ÂŞIK , ÂŞIK VEYSEL ŞATIROĞLU

DÜNYA GÖZÜ SİVAS'TA ,KALP GÖZÜ TOKAT'TA AÇILAN BİR ÂŞIK , ÂŞIK VEYSEL ŞATIROĞLU

05.04.2017

         DÜNYA GÖZÜ SİVAS’TA , KALP GÖZÜ TOKAT’TA AÇILAN BİR ÂŞIK 
                                        ÂŞIK VEYSEL ŞATIROĞLU 
                                                                                        Hasan AKAR-Hüseyin SİPAHİ
Tokat, Hz. Mevlâna’nın :”Tokat’a gitmek gerek orada havalar güzel, insanlar mutedil”, Hacı Bektaş Veli’nin “Tokat, alimler konağı, fazıllar yurdu, şairler yatağı “ diye övgülere mazhar olan,  bağrında nice alprenleri barındıran bir şehirdir. Bu yüzdendir ki bu topraklar Kul Himmetlerin, Gedailerin, Zileli Ceyhunilerin, Erzurumlu Emrahların, Âşık Nurilerin yaşadığı, Âşık Veysellerin uğrağı bir merkezdir.
Biz bu yazımızda ömrü boyunca bir ayağı Tokat’tan eksilmeyen şehir merkezinde, ilçelerde, büyük kasaba ve köylerde sazı ile dolaşıp derdini sevenleriyle birlikte derin derelere dökmeye çalışan Âşık Veysel Şatıroğlu’ ndan bahsedeceğiz.
“Dağlar çiçek açar, Veysel dert açar
Derdine düştüğüm yâr benden kaçar.”
Evet, hayatı dertli başladı Veysel’in, dağlar her bahar çiçek açarken o bu imtihan dünyasında hep dert açan uzun ince bir yolun, iki kapılı bir hanın içinden gelip geçti. O, şimdikilerin narin çocukları gibi bir hastane köşesinde hemşirelerin kucağında doğmadı. Anası Gülizar,  Şarkışla’nın Sivrialan Köyü’nde bir tarla dönüşü ağrılarına dayanamayıp 1894 yılının Ekim ayında bir çalılığın dibinde doğurdu onu. Eteğine sardığı yavrusunu çorak damlı evinin tezek yanan ocağının önüne konulan  ağaç beşiğe  kadar zorlukla getirdi. Ali ‘den sonra Karaca Ahmet’in ikinci oğlu daha sonra doğacak olan Elif’le ailenin üçüncü ferdinden biri oldu.
Kimin e zaman hangi kaza ve kaderle karşılaşacağı bilinmez. O da hayatta ilk darbesini memlekette salgın bir çiçek hastalığından alınca yedi yaşında sağ gözünü kaybetti. Hastalığın şiddetinden sol gözüne de perde indi. Yokluk her yerde ama Şarkışla -Sivrialan Köyünde  mislisi.  Babası  gözündeki perdeyi aldırmak üzere onu komşudan tedarik ettiği para ile atının terkisine alıp Yozgat Akdağmadeni’nde  tavsiye edilen bir doktora götürdü. Ama doktor ne dedi, neyledi tam bilinmez, moralleri bozuk çaresiz köylerine geri döndüler.
Diğer gözüne kendisinin farklı anlatımlarıyla üvendirenin ucu mu değdi, ahırda öküzün boynuzu mu battı, yoksa Veysel ‘i babası bir daha doktora mı götüremedi de onun mahcubiyetini mi sakladı âşık netice olarak bu yalan dünyayı puslu gören diğer gözünü de kaybetti. Onun için deriz ki; tabiat hep süregeldi zamanı gelince dağlar çiçek açtı ama Veysel dert.
 Azerbaycan’ın şöhretli Şairi Bahtiyar Vahapzade (1925-2009) :  Veysel için ,”ÖZ DÜNYAM” şiirinin ön sözünde şunları yazar:
 Cerrahi ameliyatla gözlerini açmağ isteyen hekime Aşık Veysel  bele demiştir :
 “Gözlerim açılacak olsa, menim öz dünyam yıkılır gider. Buna razı değilem.”
“Gezadan,gederden hele uşağken
Gözleri tutuldu Aşığ Veysel’in.
Getti atkhasınca o getti erken
Gelbinde yakhdığı od’un ,meş’elin.
Zulmete nur saçtı bir meş’el teki
Eşgini göz bildi nur saçtı Veysel.
Zulmete göz yumub öz gelbindeki
Işığlı dünyaya gapandı Veysel.”
Karaca Ahmet’e bazı köylüleri Veysel’i çok geçmedi Akdağmadeni dönüşü bir de adını çok işittikleri Tokat’ta bulunan bir Allah dostuna götürmesini, inanışlarına göre belki çare olur, iyileşir şeklinde düşüncelerini söylediler. Gerekli yol hazırlıkları yapıldı iki gün süren bir yolculuktan sonra Tokat’ta bulunan dostlarının yardımıyla 2.Abdulhamit döneminde devlet tarafından irşat için Tokat’ta görevlendirilen soyu Horasan’a dayanan Nakşibendi Şeyhi Osman Hilmi Efendi’nin (1835-1914,Balakbabalar) Kolordu Semtinin arkasında bulunan Balakbabalar Dergâhına ulaştılar. Adet gereği kurulan sofrada karınları doyurulduktan sonra ziyaret sebeplerini, dertlerini başlarından geçen olayları anlattılar. Hoş geldiniz nezaketinden sonra onları sabırla dinleyen Şeyh Osman Hilmi Efendi:
-Doktorlara götürmüşsünüz, derman bulamamışsınız. Tıbbın çözemediği, çare olamadığı bir konuda bizim bir şey yapmamız mümkün değildir. Ama buraya kadar gelmişsiniz dua edelim de artık şifasını Allah’tan bekleyelim.  Dünya gözü görmezse belki gönül gözü görür İnşallah! Çünkü bu müthiş bir şeydir, ötesini bilemeyiz. Diyerek ellerini Küçük Veysel’in omuzuna koyup dua ile sırtını sıvazlamış.
Günümüze ulaşan bu hatırayı Âşık Veysel Ankara’ya bir gidişinde misafir edildiği evde anlatmıştır. O  zaman Ankara’da  Tıp  ihtisası  için bulunan Ömer Balak (1927-2010)  bu anlamlı olayın şahididir.( Balakbabalar Sülalesinden  gelen ve bir kültür sanat adamı olan Dr. Ömer Balak’ı  sağlığında Tokat’taki bağ evinde ve Pazar ilçesindeki akrabaları Mustafa Suzi Balakbabalar(Pazar Eski Belediye Başkanı  Hadi Balakbabalar’ın oğlu) evlerinde  arkadaşlarımız A. Turan Erdoğan, Köksal Pabuççu ile   ara sıra ziyaret ederek bilgi ve birikimlerinden zaman zaman yararlandık. Ayrıca burada tesis ettiği Vali Recep Yazıcıoğlu Müzesi’nde KÜMBET Dergisine Vali Recep Yazıcıoğlu ile ilgili röportaj alıp yayınlamıştık)
Biz, Âşık Veysel’le ilgili bu konuyu aslında 2014 yazında Tokat’ta, Nakşibendi Şeyhi Osman Hilmi Dede’nin torunu, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden emekli Öğretim Görevlisi, mütevazi insan Muhsin Balakbabalar Hocamızdan dinlemiştik ama o zaman yayınlamamız konusunda sessiz kalınca biz de beklemek zorunda olduğumuzu hissedip susmuştuk.2016 sonbaharındaki görüşmemizde ancak izin alabilince sizlerin istifadesine sunabildik.
Şu bir gerçektir ki; gözlerini yitiren Âşık Veysel, kaderin ona verdiği bu cezanın tecellisini dünyaya adi gözle değil, mana ve hikmet gözüyle bakmakta bulmuştur. Evet, gözleri görmedi ama onun kalbinden dünyaya bin bir göz açıldı.
Daha sonra Veysel, gözlerinin konu edildiği bir röportajda şöyle söyler:
“Halimden hiç şikâyetçi değilim. Çok şükür. Gözüm açılsaydı ne olacaktı? Ne olurdu? Hiç! Ne kimse beni tanırdı, ne ben kimseyi tanırdım. Böylelikle burada-Sivrialan’da – doğar, burada ölürdüm. Ama Elhamdülüllah! Dünya ışığını kapadıysa öbür tarafımı açtı. Allah’a çok şükür.”
“Ben gidersem sazım sen kal  dünyada
Gizli sırlarımı aşikâr etme”
On yaşında Ortaköy’deki Mustafa Abdal Tekkesi’nden alınan kırık bir sazla oyalanmaya başlayan Veysel’in canı sıkıldı, sazdan ses çıkaramadı bir türlü.Tek başına öğrenmekle zorluk çekince bırakmayı bile düşündü. Onun imdadına komşuları Molla Hüseyin ve Ali Ağa yetiştiler. Kendi sazlarıyla Veysel’e saz tutmayı akort yapmayı, perdeyi öğretip zamanla hazır türkülerden çaldırmaya başladılar. Babasının ilk ezberlettiği şiir de sanki Veysel’in kaderini anlatırcasınadır.  Bu şiir, asıl adı Süleyman olan 19.yüzyıl ozanlarından Kul Abdal’a aittir:
“Takdirden gelene tedbir kılınmaz
Ne  kılayım çare, ben şimden geri .
Yaram türlü türlü; merhem bulunmaz
İstersen merhemi çal şimden geri.”
Âşık Veysel’in soyunda ondan önce gelen bir âşık yoktur yani gelenekten gelen bir âşık değildir. Nitekim onun çocukları da babalarının miras bıraktığı, açtığı bu yolda kültür ve sanatın içinde olmuşlardır ama bir âşıklık geleneğinin uzağında kalmışlardır. Bu özellik sadece Âşık Veysel’le başlamış ve onda sınırlı kalmıştır.
Özrü dolayısıyla askere alınmayan Veysel yirmi beş yaşına gelince Esma ile evlendirilir. Sekiz yıl evli kaldığı bu kadın altı aylık yavrusunu da bırakıp aynı köyden Hüseyin’e kaçınca Veysel’in bir kez daha küçük yavrusuyla dünyası yıkılır. Anne sütünden mahrum kucağında kalan bu yavrusunu da iki yaşında kaybeder. İçine sakladığı bu acıyı bir müddet sonra dışarı vurdu:
“Sen bir ceylan olsan ben de bir avcı
Avlasam çöllerde saz ile seni
Bulunmaz dermanı, yoktur ilacı
Vursam yaralasam söz ile seni.”
Diğer evliliğini Yalıncak Baba Tekkesi’ni ziyarete gittiğinde tanıdığı Yalıncak soyundan gelen, tekkenin temizliği ile görevli Gülizar ile yapar.(Gülizar’a rüyasında Yalıncak Baba: Senin kısmetin Veysel’dir! Onun ocağının külünü artık sen dökeceksin! Bunu sabahleyin kulağına fısılda. Demiştir.)
Gülizar Veysel’e dördü kız ikisi erkek Zehra,  Ahmet,  Menekşe, Bahri, Zekiye ve Hayriye adını verdikleri altı evlat verir.
Veysel’i gün yüzüne çıkaran ise 1930 yılında tanıştığı Sivas’ta Maarif Müdürü olan Ahmet Kutsi Tecer(1901-1967)’dir.5 Ocak 1931’de Sivas’ta düzenlenen Âşıklar Bayramı’nda Âşık Veysel, mahzun duruşu, sazı ve sözü ile göz doldurur. Bu bayramda verilen Halk Şairi belgesi onun için ilerde bazı kapıları açan büyük onur olur
İlk şiirini 39 yaşında Cumhuriyetimizin 10.Yılı dolayısıyla yazdı:
“Atatürk’tür Türkiye’nin ihyası
Kurtardı vatanı düşmanımızdan
Canını bu yolda eyledi feda
Biz dahi geçelim öz canımızdan”
Onun için 1933 yılında yollara düştü ama çok sevdiği Atatürk’ü göremeden üç ayda varabildiği Ankara’dan üzgün bir şekilde Halkevi’nde verdiği bir konserle yol parasını temin ederek memleketine geri döndü. Ankara Hâkimiyet-i Milliye Gazetesinde şiirlerinin yayınlanması neticesinde İstanbul Radyoevinde, taş plaklarda, konserlerde sesinin, sazının duyulmasına vesile olur ve şöhreti bundan sonra tüm Türk dünyasına yayılır.
Ahmet Kutsi Tecer Sivas’ta bıraktığı Veysel’i unutmaz, devrin iktidar yetkililerine başvurarak Veysel’e Köy Enstitülerinde saz öğretmeni olma imkânı sağladı. Tasavvufi düşüncenin ağır bastığı ünlü Toprak şiirini 1944 yılında çalıştığı Eskişehir Çifteler Köy Enstitüsü’nde yazdı:
“Âdem’den bu deme neslim getirdi
Bana türlü türlü meyve yetirdi
Her gün beni tepesinde götürdü
Benim sadık yârim kara topraktır.
Hakikat ararsan açık bir nokta
Allah kula yakın, kul da Allah’a
Hakk’ın gizli hazinesi toprakta
Benim sadık yârim kara topraktır.”
Âşık Veysel, kırk yaşından sonra kalbine ilham gelişini şu mısralarda yansıtır:
“Kırk yaşından sonra kalbime ilham
Erişti Mevlâ’dan bir ihsan oldu
Hakkı bilenlere hazırdır her an
İnkâr edenlere sır nihan oldu.”
Veysel’in tasavvuf şiirleri, İslam inancının aydınlığı içinde yazılmıştır. Büyük bir teslimiyet duygusu içinde Allah’a şöyle seslenir:
“Ben ne idim, nasıl oldum
Kâhi doldum, kâh boşaldım
Yandım,yakıldım kül oldum
Senin yolunda yolunda.”
Aslım Türk’tür; Elhamdül’ lah Müslüman
Şükür amentüye etmişiz iman
Kalbime yaraşmaz şirk ile güman
Kalbimiz nur ile dolu sayılır.
Milli birlik, beraberlik, vatan, bayrak, kardeşlik sevgisi onun için en kıymetli değerlerdendir. Bu ülkenin bölünmezliğini hemen her fırsatta dile getiren Veysel, milliyetimizde, dinimizde ayrımcılık yapmak isteyenlere, istismarcılarına da şiddetle karşı çıkar:
“Birleşiriz bir bayrağın altında
Biz Türklerin ikilik yok aslında
Yanar tutuşuruz vatan aşkında
Hepimiz bu yurdun evlatlarıyız
Veysel’in milli ve tasavvufi şiirlerinden başka yaşadığı olayları anlatan pek çok şiiri de vardır. Eskişehir Çifteler Köy Enstitüsü müdürünün memleketine izin isteğine soğuk bakması üzerine, bir ay sonra okulda düzenlenen bir etkinlikte sahneye çağrılan Veysel, bakın isteğini nasıl dile getirir. Ve ertesi günü Veysel’in izin kâğıdı hazırlanır, yolculuk bileti alınır.
“Yeni mektup aldım gül yüzlü yârdan
Gözletme yolları gel deyi yazmış
Sivralan Köyü’nden ,bizim diyardan
Dağlar mor menevşe ,gül deyi yazmış”
1943 yılında görev yaptığı Eskişehir Köy Enstitüsü Fizik Öğretmeni Raşit Tuygan ara sıra Veysel’in sazının akordunu bozarak, telleriyle oynayarak şaka yapmaktadır. Bu şakalardan sıkılmaya başlayan Veysel, o nu bir gün punduna düşürür ve şöyle seslenir:
“Raşit’sin adın gibi
Hiçbir tat yok tadın gibi
Yontulmamış odun gibi
Uzatmışsın boy Raşit.”
Bu dünyanın güzellerine, asıl güzelliğin kalplerde olduğunu vurgulayarak farklı bir gönül penceresinden bakar:
“Güzelliğin on par’ etmez
Şu bendeki aşk olmasa
Eğlenecek yâr bulaman
Gönlümdeki köşk olmasa”
1946 yılında Enstitülerdeki görevinden ayrılan Veysel, köyüne dönüp ziraatla uğraşmaya başladı.1952 ‘de İstanbul’da onun adına büyük bir konser tertip edildi. Aynı yıl Metin Erksan ,”Karanlık Dünya” adıyla onu anlatan bir film çekti.
Feyzi Halıcı’nın Konya’da düzenlediği Âşıklar Bayramı’na katıldı.
Devletimiz bu büyük sanatçıya vefasını göstererek 1965 yılında TBMM : “Ana dilimize ve milli birliğimize yaptığı hizmetlerden dolayı “ maaş bağladı.
Ve aramızdan ayrılışı:
“Can kafeste durmaz uçar
Dünya bir han, konan göçer
Ay dolanır, yıllar geçer
Dostlar beni hatırlasın”
Yıl 1973 21 Mart’ıdır. Artık ay kaç kez dolanıp yıllar geçmiş, yakalandığı amansız hastalık onu ölüme doğru götürmektedir. Oğlu Ahmet Sivrialan’da babasının yatağının başucundadır. Ölüm anında babasını anlatışı şöyledir:
Baba gidiyorsun artık, sesin bize hatıra kalacak. Bize bir şeyler söyle. Veysel’in sesi kısık ve boğuk:
“Ne diyeyim! Ne diyeyim! Birbirinizle, konu komşuyla iyi geçinin! Dirliğiniz-düzeniniz bozulmasın! Herkesin günahı kendine! Keçiyi keçi bacağından asarlar, koyunu koyun bacağından!
Ve sonrasında biraz susup inledikten sonra Allah’a yönelip, şöyle yakarıyor:
“Külli şeye kadirsin ya Rabbim! Sen bağışlayıcısın ya Rabbim sen affedicisin ya Rabbim!”
Evet, Âşık Veysel 79 yıl yaşadı, bütün sevgileri bize öğreterek kalp gözü açık bir şekilde bu fani dünyada. Bu aziz millet var olduğu müddetçe şiirleriyle, türküleriyle yüreklerimizi nakışlamaya devam edecek İnşallah.
“Can bedenden ayrılacak
Tütmez baca, yanmaz ocak
Selam olsun kucak kucak
Dostlar beni hatırlasın.”
Onu , aramızdan ayrılışının 44. yılında bir kez daha şükranla anıyor, ruhu şâd olsun diyoruz.
 
 
Yorum yapmak için lütfenKayıt Olunya da
aytulkaplan934
Aytül Kaplan8 yıl önce
Diyecek söz yok..çok güzel anlatmışsınız sayın hocam..Aşık Veysel'i daha iyi tanıyıp daha çok sevdim..Allah Rahmet etsin...
sevimkinali980
Sevim Kınalı8 yıl önce
Öncelikle, haftanın yazısı seçilen bu güzel ve bilgilendirici yazınızdan dolayı sizi kutluyorum. Hem çok bilgilendim hem de çok duygulandım. Çok özel ve sanırım az duyulmuş bilgileri de paylaşmanız yazınızı ayrıcalıklı kılmış ve yazınıza ayrı bir zenginlik katmış. Güzel insan ve güzel ozan Aşık Veysel'i layıkıyla anlatmış ve tanıtmışsınız. Kaleminize ve gönlünüze sağlık. Aşık Veysel'in ruhu şad olsun. Saygılar. Selamlar.