25.05.2011
DARB-I MESEL. Meydana gelen bir durumu, olayı bir örnekle anlatmakta kullanılan kalıplaşmış, anlamlı sözler. Durûb-ı emsâl diye de bilinir.
DEKADANLIK: Edebiyatı soysuzlaştırdıkları öne sürülen sanatçı ya da akımlara verilen isim. Örneğin Ahmet Mithat Efendi, Edebiyat-ı Cedide şairlerini gülünç göstermek için onlara dekanlar demiştir.
DELÂLET: Söz ile anlam arasındaki bağlantı. Bir sözcüğün okunduğu ya da söylendiği zaman beyinde canlandırdığı anlam. İki başlıkta incelenir:
Sözle alakalı olmayan delâlet (gayr-i lafzi delâlet): Bu da ikiye ayrılır:
Delâlet-i vaz’iyye: Sözcükle anlamı arasında sözle ilgili olmayan çağrışıma dayalı bir bağlantı vardır. Şemsiyenin yağmuru anımsatması gibi.
Delâlet-i akliye: Parçanın bütünü, eserin yayıncısını, kâinatın Allah’ı anımsatması gibi.
Sözle alakalı delâlet (Lafz-ı delâlet): Bu da üçe ayrılır:
Delâlet-i mutabıkiye (Uygunluk): Sözün, ifade ettiği şeyin bütününü ifade etmesi. Örneğin ev denince bütün odalarının akla gelmesi gibi.
Delâlet-i tazammuniye: Sözün ifade ettiği şeyin bir bölümünü ifade etmesi. Musluktan çeşme, evden oda gibi.
Delâlet-i iltizamiye: Sözün kendi anlamı için gerekli olan bir başka anlamda kullanılması. Eli açık, gönlü geniş, ağzı sıkı gibi.
DESTAN: Kahramanlarının olağanüstü eylemlerini coşkulu, törensel bir üslupla anlatan ve genellikle birkaç bölümden oluşan manzum yapıtlardır. Bilinen en eski edebiyat türlerinden biridir. Yunanca "espos" sözcüğünden gelmektedir. Mitoloji, efsane, folklor ve tarihi öğeler içerir. Destanlar ve destansı öyküler ilkçağlardan beri dünyanın her yerinde gelenekleri sonraki kuşaklara aktarmak için kollektif olarak yaratılmış edebi biçimlerdir.
Doğal, yapay, manzum, destanlar vardır.
DEVR ya da DEVİR: Tasavvufa göre, yaratılış (madde) ve sona eriş (mead) arasındaki safhaları anlatan sistem. Tasavvufçular bu sistemi bir daireye benzettiği için bu ismi aldı.
DEVRİYE: Tasavvuf edebiyatında devr konusunu işleyen şiirler.
Mutasavvıflara göre vücut halindeki Muhammed, yeryüzüne sonradan gelmiştir. Hâlbuki ruh halindeki Muhammed ezelden beri vardı. Vakti gelen ruh maddi âleme iner. Önce cemadata (cansız varlıklara) sonra nebata (bitkilere), hayvana, insana en sonra da İnsan-ı Kamil'e geçer. Oradan da Allah'a döner ve onunla birleşir. Bu inişe nüzul, tekrar Allah'a dönüşe de huruc denir. Bu inişi ve çıkışı anlatan şiirlere devriye denir.
Dokuz ay on gün batn-ı mâderde
Kudretten gözüme çekildi perde
Vaktim tamam olup ahir yerde
Çıkıp ten donundan cihana geldim
Hüsnî
--------
Lâ mekân ilinde bir nokta iken
İsmi var, cismi yok yerden gelirim
Daha hiçbir nesne yaratılmadan
Kandilin içinde Nûr’dan gelirim.
Dört nesneden yoğrulup da yapıldım
Şekillendim, fırınlara atıldım
Mevla’m ruh verince ayağa kalktım
Adem denen bir beşer’den gelirim.
Kabil, Hâbil olup dünyaya geldim
Öldüren ben idim, ölen ben oldum
İdris ile bile cennete girdim
Nâciye’den pâk mâder’den gelirim.
……
DEYİM : Çoklukla gerçek anlamlarının dışında bir anlam taşıyan kalıplaşmış sözler. En az iki sözcükle kurulur. Kısa ve özlü anlatım aracıdır. Teşbih, istiare, mecaz ve kinaye unsurlarıyla bir olayı tanımlar ya da ifade eder. “Ağır başlı”, “Dostlar alışverişte görsün” gibi.
DEYİŞ : Türk halk edebiyatında hece vezniyle söylenen şiirler. Türkü, destan, koçaklama, güzelleme, taşlama, nefes, koşma, tekerleme türlerinin hepsine deyiş adı verilir. “Deme” sözcüğü de kullanılır.
DEYİŞME : ( Atışma ) Halk edebiyatında âşıkların karşılıklı şiir söylemesi. Atışma da denir. En az iki âşık kendi kendilerine ya da bilirkişiler ve dinleyiciler karşısında belli kurallar çerçevesinde şiir yarışı yaparlar. Birbirlerini denerler, ustalıklarıyla öne çıkmaya çalışırlar. Deyişme şu sırayla yapılır:
Merhabalaşma, giriş bölümüdür. Âşıklar, birbirlerini ve dinleyicileri “Hoşgeldiniz”, “Sefa geldiniz”, “Merhaba” gibi sözcüklerle rediflerine bağlanan kafiyelerle dörtlükler kurarak selamlar.
İkinci bölümde âşıklar kendi ustalarının şiirlerinden örnekler söyler.
Tekerleme bölümü denilen üçüncü bölüm asıl deyişme bölümüdür. Ev sahibi ya da yaşlı bir kişi düz ya da geniş ayakla deyişmeyi açar. Âşıklar konu ve bend sınırlaması olmaksızın verilen oyun üzerinden deyişmeye başlar. Âşıklar asıl ustalıklarını ve sanatçılıklarını burada göstermeye çalışır. İlk ayak bitince diğer âşık yeni bir ayak açar. Deyişme sürdükçe ayaklar darayak halini alır. Deyişme karşılıklı soru-yanıt şekline döner. Âşıklar böylece birbirlerinin bilgi ve sanatlarını ölçer. Bir şekilde karşısındakini söz söylemez haline getiren âşık deyişmeyi kazanır.
Söz söyleyememe durumuna “lebdeğmez” denir. Deyişmenin sonunda da âşıklar birbirlerini rahatlatmak, gönül almak için karşılıklı koşmalar söyler. Birbirlerini överek hoşgörü örneğiyle deyişmeyi bitirirler. Örneğin âşık Şenlik ile âşık Feryadî’nin deyişmesi:
Şenlik:
Şöhretin vezir payında
Rütbesiyle şana layık
Oturuşun o duruşun
Hem sultana hana layık
Feryadî:
Sefa geldin gözüm üzre
Olsam mihmana layık
Şeyhülislam, sadrazam
Doğru Al’Osman’a layık
DİBÂCE: Çoğunlukla mensur, bazen de mazmun eserlerin başında yer alan ve eserin yazılış nedeni ile içeriğini açıklayan başlangıç kısmı. Önsöz, mukaddime, medhal, sözbaşı, başlarken, birkaç söz gibi sözcükler de dibâce karşılığıdır.
DİPNOT: Yazarın yararlandığı kaynakları ve alıntıları metnin geçtiği yerlerde belirtmesi.
DİYALOG: İki kişinin karşılıklı konuşmasını tanımlayan Yunanca sözcük. Roman, hikaye, tiyatro gibi türlerde kahramanların karşılıklı konuşmalarının olduğu gibi yazılmasını ifade eder. En çok dram türünde görülür ve üsluba canlılık katar. Devrik cümleler kullanmaya elverişlidir. Örneğin Eflatun’un diyalogları ünlüdür.
DÖRTLÜK- DÖRTLEME: Halk edebiyatımızda dört dizelik kıtalardan meydana gelen nazım şekillerinin genel adı.
Kara çadır eğmeyinen
Göğsü gümüş düğmeyinen
Adam kendin selem’atar
Kayınbaban döğmeyinen ( Anonim- Ürgüp )
DÖŞEME: Türk halk hikâyelerinin başında geçen seçili sözler. Ayaklı saya da denir. Arapça mukkaddime ve medhal, Farsça dibace’nin karşılığıdır. Döşeme başlama adlı girişle başlar. Sonra duruma göre yalan veya tanrı, yaratılış üzerine bir destan, bir yurt veya savaş destanı söylenir. Ardından asıl esere ya da anlatıma geçilir.
DRAM: Yaşamın acıklı ve gülünç yönlerini bir arada yansıtan tiyatro türüne dram denir. Komediler yalnız gülünç, trajediler de acıklı olayları canlandırmak için yazılmıştır. Oysaki yaşam, acıları ve sevinçleriyle bir bütündür. 19. yüzyıl'da Fransa'da, yaşamın hem acıklı hem gülünç yönlerini birlikte işleyen dram türü ortaya çıkmıştır.
"Cromwel" adlı eserinin ön sözünde dramın özelliklerini şu sözlerle açıklar: "Dramın özelliği gerçektir. Gerçek, yaratılışta, yaşamda olduğu gibi dramda da karşılaşan iki tipin, yüce ile gülüncün birleşmesinden doğar. Doğada olan herşey sanatta da vardır."
Dramın Özellikleri:
Konusu günlük hayattan veya tarihin herhangi bir devrinden seçilebilir.Hem acıklı hem komik olaylar aynı oyunda iç içe bulunur.Kahramanlar hem soylulardan hem sıradan insanlar arasından seçilir Üçbirlik kuralına uyma zorunluluğu yoktur.Her tür olay seyircinin karşısında gerçekleştirilebilir. Şiir, düzyazı karışık halde bulunur.
DRAMATİK: Sahnede canlandırılmak üzere yazılmış eserlerin ortak adı.
DURAK: Hece vezniyle yazılmış şiirlerde dizelerin belli bölümlere ayrıldığı yerler. Durakta sözcükler bölünmez, kulağa uyumlu gelen söz öbekleri oluşturulur.
DÜBEYT: İki beyit anlamındadır. Divan edebiyatındaki rubai türünü belirtmek için kullanılır.
Ezelde Hak ne yazmışsa olur
Göz neyi görecek ise görür
İki cihanda Hakk’a sığınmışız
Toktamış ne ola ya Ahsak TimUR
Kadı Burhaneddin
İLGİLİ SAYFALAR
Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın
Nahit Sadi Baysal
5 years ago
Nahit Sadi Baysal
5 years ago