Eleştiri Türü'nün Özellikleri ve Örnekleri

08.04.2013

      ELEŞTİRİ  

                                                               

                  ELEŞTİRİ TÜRÜNÜN TARİHİ GELİŞİMİ

          Eleştiri(tenkit)sanat yapıtlarını tanıtmak,açıklamak,sınıflamak ve değerlendirmek amacıyla yazılan yazıların tümüne verilen isimdir.Yargılama ve ayırt etme anlamlarını dile getire Yunanca^Kritike^ deyiminde türemiştir. Kesinlikle yargılamak anlamındaki ^Krinein^kökünden türetilen eleştirel ve eleştirici anlamındaki^Kritikos^sözcüğü Latinceye^Critucus^biçimiyle geçmiş ve bu yolla Avrupa dillerine yayılmıştır.

         Edebiyat eleştirisinin tarihi, ilk çağlara kadar götürülebilirse de bir yazı türü olarak eleştirisinin  19. Yüzyılda doğup geliştiği bilinmektedir.Edebiyatının toplum bilimide veri olarak kullanılması,edebiyat tarihiçalışmaların başlaması eleştirel bir bakışı zorunlu kılmakta,edebiyat yapıtını oluşturan nedenleri açıklamayı gerektirmektedir.     

            Berna  Moren bu durumu şöyle açıklamaktadır.      

Eleştiride eserin nedenlerine eğilen yöntemin 19. Yüzyılda rağbet görmesi bir raslantı sayılmamalıdır. Unutulmamalıdır ki 19. Yüzyıl bilim alanında büyük başarılarının sağlandığı ve bilimsel yöntemlerin büyük hayranlık  ve saygı yarattığı bir dönemdir.

Eleştirici tarihçileri 19. Yüzyılda gelişen bu eleştiri çeşidinin bilim alanındaki başarıdan esinlendiği ve öznelcilikten kurtularak sağlam sonuçlara varma ihtiyacından doğduğunu söyler.Bir tür olarak eleştiri bizde Tanzimant’tan sonra görülür.Daha önce ise Divan edebiytımızda eleştiri fikri ikinci ve üçüncü derecede yer almıştır.

Şeyh Galip’in Hüsnü Aşk’ının boş tarafındaki Nabi tenkidinde konusunun modern tenkitte(eleştiri)olduğu gibi insanla değilse bileon’oneile münasebetini araştıran bir eda vardır. İnsan ile diyoruz; çünkü eleştiri insani fikir,alakaların ve kültürlerin içinde doğar gelişir.

    

Tenkit ,Avrupa fikir ve sanat alemi ile temastan sonra memleketimize gelen nevi’lerden biridir. 19. Yzyılda Batı’da hemen bütün eleştiri yöntemleri kullanılır. Öncede belirtildiği gibi eleştiri,bir düşünce birikiminin toplumsal gelişime sıkı sıkıya bağlı bir kültür ortamın ürünüdür.Bir edebiyat türü olarak anlatım yolu düz yazıdır.

Dayanılan Divan nesridir. Yeni bir düzyazıyı oluşturmanın gereği anlaşılıncada örnek olarak Fransızca alınmıştır. Kısacası öykü ,roman vb. öteki yeni türlerde olduğu gibi eleştiride de türün kendi doğal  gelişimi değil,aktarılanın gelişimi söz konusudur.

Eleştirinin divan edebiyatının kötü yanlarını gösterme görevini yüklenmesi kaçınılmazdı.Öncesellik ,bilimsellik ve nesnellik gibi kavramlara yabancı oluş tarihsel ve toplumsal  bakış  açılarının  gelişmemişliği eleştirinin besleneceği düşünsel ve kültürel ortamdan yoksunluk,bu tutumu pekiştirdi.Karşı olmak,yadsımak bir düşünceyi çürütmeye çalışmak eleştiriyle bir tutuldu. Tanzimant’tan  sonra ilk rastlanan eleştiri yazısı Şinasinindir.Şinasinin edebiyat eleştirisi olarak anılabilecek yazısı temelde bir dil tartışması olan ^mebhüsetü’n anha tercem-i salifetü’z-zikr,tül ü dıraz^sözcükleri çevresindeki dizi yazısıdır.Şinasi dil ve edebiyata ilgilerini,düşüncelerinid. Yeri geldikçe  açıklıyordu .Egemen edebiyat anlayışını değiştiren ve edbiyata eğitici bir görev yükleyen ünlü tanımı da bu yazılardan birinde geçiyordu.Ayrıca Şinasi’de edebi nevi olarak eleştiriye ancak "Fatih tezkiresi" nin ikinci tab’ını ilan eden fırkasında tesadüf ederiz. Bu sahada ilk alınacak isim Namık Kemal’dir.Edebiyatı halkı eğitmek için bir araç sayan,toplumun ilerlemesinde edebiyata büyük görev düştüğünü savunan Namık Kemal yeni edebiyatı kurmak için eskinin yıkılması gerektiği inancındadır.Bu yolda eleştiriden yararlanır.Hakikatte tenkit kendi şahsiyetin içinden bir türlü çıkamayan ve dünyasi tahmin ettiğimizden çok dar olan bu yazarın en azyapabileceği şeydi.

Yine kronoloji sırasıyla Türkçe üzerine ikinci büyük düşüşü Ziya Paşanın "şiir ve inşa" makalesidir.Bu makalesi Divan edebiyatına yöneltilmiş eleştirileri kapsar.Böylelikle Tanzimant devrinde tenkit daha çok bazı ananeleri inkarla başlayıp Divan edebiyatı için yıkıcı ve Avrupai Türk Edebiyatı için yapıcı bir karakter göstermektedir.

                 Kenan Akyüz Bu Dönemdeki Eleştirinin Özellikleri Konusunda Şunları Söyler…

v  Tanzimant devrinin ilk safhasında Avrupalılaşma işlemi zaruri olarak Divan edebiyatına hücum edip, onu itibardan düşürme, yeni Avrupai Türk edebiyatına olan açma.

v  Batı edebiyatına başlıca türlerini getirme Fransız klasik ve romantik okulların başlıca şahsiyetlerine tanıtma  yönlerinde gelişmiş ve ikinci safhasında ise Fransız  edbiyatının daha çok estetik ve teknik esasları üzerinde durulmuş realist ve naturalist romanın kısmen tanıtılmasında çalışılmış ve yeni bir edebiyat dili kurulması için büyük çaba gösterilmiştir.

v  Sonuç  olarak  Türk edebiyatına bir tür olarak eleştirinin Servet-i  Fünun döneminden başlayarak Batı’da ortaya çıkıp sistemleşen eleştiri anlayışların etkisinde  geliştiğidir. Çağdaş  eleştiri anlayışına uygun çalışmalarsa ancak 1940’dan sonra gelişmiştir. Eleştiriyi bir  yaratma ,bir sanat saymamak gerekir.


 

                                      ELEŞTİRİ VE ÖZELLİKLERİ    

                          ELEŞTİRİ

           Bir sanat eserini olumlu yada olumsuz verilere dayanan yargılayıp eserin gerçek değerini ortaya koymak amacıyla yazılan yazı türüdür.Bir kimsenin kendi eleştirisini yazarken ortaya koyduğu esere "otokritik"yada "özeleştiri" denir.

                    Eleştiri denince, akla eserin olumsuz yanlarının belirlenip okuyucuya aktarılması gelir.Bu yanlış bir düşüncedir.Gerçek bir eleştiride eleştirilen eserin hem olumlu hem de olumsuz yanları bir arada verilir.Eleştirinin amacı iyi ve güzel olan saat yapıtının değerini ortaya çıkarmak,sanatı iyi ve güzel olmayandan kurtarmak eseri kalıcı bir niteliğe kavuşturmaktır.Böyle yaparak sanatçıya daha güzel  yazmaya onu olgunlaştırmaya ve daha başarılı eserler vermeye de teşvik etmektir.Eleştiri bu şekilde okuyucuya ve yazara kılavuzluk yapmaktır.

                    Eleştiri hedeflenen ögeyi doğru ve yanlış yönleriyle tanıtmayı amaçlayabileceği gibi bu ögeyi doğru tanıtılmasında sağlamayı ve bir değerlendirmeyide hedef olabilir.Edebiyat sorunlarını ve yapıtlarına konu alan inceleme,yorum yada değerlendirme olarak da tanımlanabilir. İster şahsi zevklere, ister estetik prensiplere, göre sistemli bir şekilde değerlendirmedir. Nazmın kururlarını bildiren ilim olarak da bilinir.Yazar objektif olmalı, eseri dikkatle inceleyebilme, analiz ve yorumlayabilmeli, geniş açılarla geniş bir bir bilgiyle ve hassasiyetler eseri değerlendirme kabiliyetine sahip olmalıdır.

 

 

 

ELEŞTİRİNİN ÖZELLİKLERİ

 

*      Öznellikten uzak olmalıdır.

*      Doğrudan esere yönelik olmalıdır.

*      Eleştiri yapılırken somut verilerden yararlanılmalıdır.

*      Eserin olumlu ve olumsuz yönleri birlikte ele alınmalıdır.

*      Her  eser yada sanatçı eleştirinin konusu olabilir.

*      Eletiride daha çok açıklama,  tanık gösterme, örnekleme,tartışma  gibi anlatım tekniklerinden faydalanır.

*      Eleştiriye konu alan eser yalın bir dille anlatılır.

*      Eleştirilen eserin kimin tarafından, zaman ve çevrede , hangi şartlar altında yazıldığı dikkate alınmalıdır.

*      Eserin yerli ve  yabancı benzeriyle karşılaştırılması yapılır.

*      Eleştirilen eser,konusu,dili,üslubu,tekniği kahramanları gözlem ve betimleme leri bakımından değerlendirilir.

                                                

          ELEŞTİRİN DİĞER TÜRKLERDEN FARKI

Eleştiri yaratıcı sanatların arasında değildir.Eleştiri edebi esere veya başka sanatlara bağlı bir türtür.Eleştirin varlığı, kendisi dışında bir sanatı gerektirir.Edebi eserin konusu bütün maddi ve manevi varlığı ile yazar çevresi ve kainattır.Eleştirinin konusu ise sanat eseridir.Bir başkasında yazdıklarıdır.Yani eleştiri bir yapıtı üzerine ikinci bir dil varlığıdır.Eleştiri yalnız başına varlığı sürdürebilen bir tür değildir.Eleştiri yazabilmesi için,orada eleştirilecek kişi veya eser olmalıdır.                                                                                                                                                                                                                    

                       ELEŞTİRİ OKULLARI

    1)   YANSITMA=Eserin doğaya benzediğini  savunur .

    2)   YARATMA=Eserin iç dünyasıdır,yani  sanatçı.

    3)   DİL=Rus biçimcilerinin yöntemidir ve eseri dil sistemi olarak görür.

 

 

 

             ELEŞTİRİ  ÇEŞİTLERİ

     TARİHİ ELEŞTİRİ=Bu yöntem ,edebi eserin yazarın hayatına ,yetişme şartlarını ve devrin özelliklerinie göre esasına dayanır Burada eserden çok sanatçı önemlidir. Eser buna bağlı olarak açıklanmaya çalışır.

     SOSYOLOJİK ELEŞTİRİ=Bu görüş edbiyatının kendi başına var olmadığı , toplumla var olduğu ve toplumun bir ifadesi olduğu ilkesinden hareket eder. Buna göre eleştirmen eseri ve okuyucuyu sosyal koşullardan soyutlamadan değerlendirme yapacaktı.

     İZAFİ ELEŞTİRİ=Bu anlaşmaya göre eleştiriye sınır koymak mümkün değidir.Herkes kişisel zevkine ve düşüncesine göre eseri değerlendirir.

     İZLENMCİ ELEŞTİRİ=Bu anlayışa göre eleştiri kitaplardan zevk almak , onlarla duyguları inceltmek ve zenginleştirmek sanatıdır.Bu anlayışın belli bir yöntemi yoktur.Eserlerin ve türlerin sınıflaması yoktur. Eseri okurken alınan zevk,eserin tek ölçüsüdür.

      YAPISAL ELEŞTİRİ=Bu görüş eserin bağımsız bir yapı, bir bütün olduğu anlayışından hareket eder ve eserin açıklanmasının ancak kendi yapısıyla mümkün olduğu görüşünü benimser.Buna göre her eserin kendisine has yapısı vardır, ve bu yapı çeşitli parçaların organik bir biçimde birleştirilmesiyle oluşur.Eleştiride temeli düşünce olan yazı türüdür. Konu sınırlaması yoktur. Sanat edebiyat yada düşünce yazılarının  içeriği ile bu içeriğin işlenişini değerli ve değersiz yönlerini ortaya koyan bir yazı türüdür.Yazarın yazıyı kendine göre, yazıyı ilgilendiren topluma göre kendi alanındaki diğer çalışmalara göre değerlendirdiği yazılardır.

 

                                ELEŞTİRİNİN BELİRLEYİCİ ÖZELLİKLERİ

Düşünsel planla yazılır.

Konu yazının sonuna dek değerlendirmesi  yapılan esere bağlı kalmasıdır.

Eser ile ilgili değerli ve değersiz diye gösterilen yargılar,eserden alınacak örneklere dayandırılmalıdır.

Yazar yargılarında  belirli ölçülere bağlı kalmalı, eleştirileri nesnel olmalı^beğendim,hoşuma gitti ^… gibi öznel değerlendirmelerden kaçınmalıdır.Bunun yanında eleştiri yazısını okutacak olan elbette eleştiri yazarının kendine özgü konuyu ele alış biçimi, kendine özgü yorumlayışı ve anlatımdaki üslubudur.

 

Eleştiri yapan çalışma bütün boyutlarıyla ele alınmalı ,kendi türü içindeki, bilimsel,sanatsal  yere oluşturulmalıdır.Alanındaki diğer çalışmalarla karşılaştırılarak bu türe katkılarıyla kendisinden beklendiği  halde katamadıklarıyla ele alınmalıdır.

Bu da gösteriyor ki  eleştiri yazarı ,her konuda eleştiri yazısı yazamaz. Ancak uzmanı olduğu alanda yazabilir.Eleştiri yazarının olan bilgisi eleştirdiği çalışmayı yapanın olan bilgisi ile en azından aynı düzeyde olmalıdır.

                 

 

 ELEŞTİRİ TÜRLERİ

 

A.    İzlenimsel (empresyonist)Eleştiri

Edebi eserlerin okuyucu üzerinde bıraktığı etkilerden,izlenmlerden yola çıkılarak yapılan eleştirilere^izlenimci eleştri^denir.İlkelerini ünlü Fransız edebiyatçı Anotole France (Anotol Frans)’ın belirlediği ve eleştirmenin bir eseri kendi zevk ,algılama,değer ölçülerine göre incelediği eleştiri türüdür.Bu tür eleştirilerde öznel, kişisel yargılar ağırlıktadır.Bu nedenle günümüzde izlenimsel eleştiri edebiyat dünyasından pek rağbet görmez.

B.   Nesnel (bilimsel)Eleştiri

Edebi eserlerin içerik yapı ve üslupları üzerinde tarafsız olarak yapılan eleştirilere de ^bilimsel eleştiri^denir.Bu eleştiri türünde her eserin değerlendirmesinde kullanılabilecek ölçütler vardır.Eleştirmen, kişisel yargılara varmaktan kaçınmaya çalışır. Bilimsel araştırmalardan yararlanarak eseri tarafsız bir gözle değerlendirir. Eseri ister beğensin ister beğenmesin kendi duyguları işin içine katmadan  eserin sanat değerini ortaya koymaya çalışır.

                                       

 

ELEŞTİRİ YAPAN KİŞİ

 

  • Geçmişin ve çağın sanat olaylarını iyi bilmeli.
  • Geniş bilgi ve kültür birikimiyle donanımlı olmalı.
  • Dünya edebiyatı ,sanatı ve kültürüyle ilgili genel bilgilere sahip   olmalı.
  • Eleştirdiği konuyu , eseri veya olayı bütün olarak  kavramalı.
  • Bir sanat eserinin gerçek değerini özünü, yapısını değerli değersiz yönlerini ortaya koymalıdır.

                                                        

 

 TÜRK EDEBİYATINDA ELEŞTRİ

Eleştiri türü Türk edebiyatına makale,fıkra deneme ve sohbet gibi Batı’dan Tanzmzimant  döneminde geçmiştir.İlk başlarda dil ile ilgili eleştiriler yazılmıştır.Sonra özellikle Namık Kemal ve Recaizade Mahmut Ekrem ,eleştiri türünün sınırlarını genişletmiştir.Servet-i Fünun edebiyatı döneminde ise Batı tarzında eleştiriler kaleme alınmıştır.

           

 

  TÜRK EDEBİYATINDA ELEŞTRİ TÜRÜNDE ESERLERİYLE

  1. Hüseyin Cahit                                 
  2. Ahmet H. Tampınar                                        
  3. Cenap Şehabettin                          
  4. Cemil Meriç                                      
  5. Asım Bezirci
  6. Ali Canip                                         
  7. Mehmet Kaplan                                 
  8. Rauf Mutluay
  9. Yakup Kadri                                    
  10. Mehmet Murat                                    
  11. Metin  And
  12. Nurullah Ataç                                
  13. Vedat Günyol   
  14. Tahir Alangu                         
  15. Özdemir Nutku

 

                                           

               TÜRKİYEDE ELEŞTİRİ

 

 

   A.TANZİMANT DÖNEMİ



 a.
       Romantikleri:

             1.Şinasi  

             2.Namık Kemal

             3.Recaizade Mahmut Ekrem

             4.Abdülhak Hamit




 b.      Realistleri:

             1.Samipaşazade Sezai

             2.Beşir Fuad

             3.Nabizade Nazım

             4.Mizancı  Murad

 

    c.  servet-i fünun Döneminde:

            1.Cenab  Şehabettin =İntikad anlayışıyla tenkit(eleştiri) eder.

            2.Halit Ziya

            3.Mehmet Rauf

            4.Nabizade Nazım

            5.Hüseyin Cahit



 İLK ELEŞTİRİ YAZISI =Namık Kemal’in 1866’da yazdığı "Edebiyatımız hakkında bazı mülahazatı Şamil’dir" adlı yazısı.

      İLK    ELEŞTİRİ  ESERİ   =Namık Kemal’in 1855’te yazdığı "Tahrib-i Harabat "adlı eseri

 

                                              

 

BATI  EDEBİYATINDA  ELEŞTİRİ

 

             Aristo’nun sanat ve sanat hakkındaki düşüncelerini açıkladığı Poetika isimli eserinde eleştiri türünün tohumları atılmıştır. Bir sanat eserini değerlendirmek için kullanılacak ölçüler keşfedilmiştir.Klasik eleştiri anlayışının hakim olduğu bu dönemden sonra Ortaçağdan 19.yüzyıla kadar Neoklasik eleştiri anlayışı hüküm sürmüştür.Bu eleştiri anlayışı edebiyat yaratıcılığının kaynağını, eserin yapısını okuyucunun eser karşısındaki tavrını insan psikolojisiyle eser arasındaki ilgiyi anlamaya ve çözmeye çalışır.

                19. yüzyıl’da romantik eleştiri anlayışı doğar.Bu anlayışın ön planda olduğu dönemde eleştiri kavramı daha etraflıca ele alınmaya başlar. Eleştirinin malzemesi ve yöntemleri artar.Bugün hala tartışılmaya devam eden bir görüş –realizm,naturalizm ,sembolizm vb.19.yüzyıl’da doğmuştur.20.yüzyıl’da ortaya çıkan modern eleştiri anlayışı çeşitli ülkelerde farklı anlayışların doğmasına neden olmuştur.

                                    

ELEŞTİRİ  ÖRNEKLERİ

 

                  DON KİŞOT ,ROMANLARIN ROMANI

              Gustave Flabert(Gustav Fılober):^Ben Don Kişot’u okumadan önce , ezbere bilyordum.^demişti.Bu büyük söze ,Flaubert’i belki iyi anlamış olan Thibaudet (Tibode)’nin bile gereken önemi verememesine şaşılır.İlk akla gelen ,şüphesiz Flaubert’in ^Don Kişot^u çocukluğunda dinlemiş olmasıdır.Öyleyse, büyük romancı herkesin söyleyebileceği bir şeyi söylemiş oluyordu. Bütün ünlü kitapların ortak kaderi ^okunmadan bilmek^değil midir? Kaç aydın ^ilyeda^yı , ^Kutsal Kitab^ı ^Kur’an^ı ,^ilahi Komedya^yı yada ^Leyla ile mecnun^u okumuştur? Bununla birlikte bu kitaplar ^aşağı yukarı^bildiğini sanır herkes.En ünlü kitaplar en az okunan kitplardır,diyeceğim geliyor.Sözle özetlenmeye elverişli bütün şaheserler toz tutmaya mahkumdurlar.Onları biz; istemeden ,özlemeden,zahmet çekmeden kitaplıklar dışında buluruz;hava gibi,su gbi,ekmek gibi. Bilinen şeyleri yeniden bulmanın tadını çıkarmak herkesten beklenemez.Dahası var: Ölümsüz olmak tam anlamıyla ölmek demektr! Hesabı görülmüş şeylerden bize ne? Paris’te büyük adam heykellerinin önünden geçerken içimde tuhaf bir sıkıntı duyardım. Bir gün anladım ki bu sıkıntı bana o heykellerinin mahkum olduklarısonsuz yalnızlıktan geliyordu.Ne günahları vardı ki onları köşe başlarında zorla seyredilmeye , görmeden bakılmaya, okumadan bilinmeye mahkum ettiler!Ne mutlu bana ki en çok sevdiğim sanatçıların heykellerine  hiçbir yerde rastlamadım.

                  Ama Flaubert^Ben Don Kişot’u okumadan önce benliğimden, damarlarımda bilinç altımda buldum.^demek istiyordu.Yada isterseniz böyle diyebilirdi Çünkü

1.      ^Don Kişot^ bütün insanların   romanıdır.

2.      ^Don Kişot^ bütün romanların romanıdır.

3.      ^Don Kişot^ gerçeklik çağının , yeni zamanların romanıdır.

    Hiç şüphesiz Don Kişot’a bu engin niteliği veren yalnız  Cervantes(servantes) değildir.Her şaheser gibi onu da az çok yüzyıllar yaratmış,daha doğrusu tamamlamıştır.Her şaheser gibi o da düşünce tarihini emmiş ,bir^karmaşa^haline gelmiştir.Aslında kolayca ispatlanabilir ki insan ve evrensel sayılabilen eserler bu niteliklerini çoğu zaman sonradan anlamışlardır.Her eser doğduktan sonra gittikçe büyüyen bir bağımsızlık ve kendi kendine zenginleşen ^ikinci bir içerik^kazanır,ama şimdiye kadar eleştiri,kötü bir alışkanlıkla bu ikinci bir içeriği hep sanatçının ruh sermayesinde  mal etmiştir.Sanki her güzelliğin bir sahibi olması şartmış gibi!Ben ,sahiplerini gölgede bırakan birçok  şaheser biliyorum.

Cervantes’in kitabına isteyerek koyduğu şey,hiç olmazsa başlangıçta,şövalyeliğin yergisi idi.Tıpkı sonradan ,Flaubert’in ^Madame Bovary^(madam bovari)’sine burjuvalaşan romantizmin yergisini koyacağı gibi…Şu farkla ki güneyli Cervantes ,eşini iyimser ve genç bir uygarlığın sabahından alıyordu,kuzeyli Flaubert ise kötümser ve yorgun bir uygarlığın akşamından.Eleştirinin kaynağı birisinde ^sağ duyu ^öbüründe ^hınç^tı.

Rönesans’ta şövalyelik , müspet bilim çağında romantizmin,düşeceği akıbete uğramıştı(…)Boşta Amadis de Gaule (amadis dö gol)olmak üzere şövalye romanlarının hiçbiri ve bu romanların hiçbir özelliği Don Kişot’un yıkıcı olayından kurtulamayacaktı.Hatta Cervantes olayla yetinmeyerek Don Kişot’u baştan çıkaran bu romanları –bir kaçı dışında-birer birer ateşe attıracaktı.Aynı şekilde Flaubert de Mademe Bovary’yi baştan çıkaran romanları birer birer mahkum etmeyecek mi?Şövalyelerin kutsama törenine bile kurtuluş yoktu Don kişot’un nasıl kutsandığını biliyorsunuz.Hiçbir devir,hiçbir moda bu kadar ezici bir yenilgiye uğramamıştır.Ne Molkier (Molkre)’de ne Voltaire(Volter)’de ne Şoubert’te…Şüphesiz biz artık çağdaşların bu yenilgi karşısında duydukları hazzı duyamayız.Ama Don Kişot’un ilk başarısını bu hazza borçlu olduğu inkar  edilemez. Bunu zaten Cervantes’in kendiside söylüyor:^Kitabım baştan başa şövalye romanlarının yergisidir.

Gerçi, Don Kişot her şeyden önce büyük bir karikatürdür ama öz hatlarına  indirgenmiş,gözsüz,kulaksız,elbisesiz bir karikatür değil…Don Kişot’u atından,uşağından , zırhından,miğferinden,hatta şato ve değirmenlerden ayıramazsınız.onu Harpagan gibi bir tip olarak düşünemezsiniz.Ama o halde bu canlı karikatür,bu Manşlı ^Hidalgo^insani ve genel içeriğini nerden alıyor.

D on Kişot Harpagon  gibi insanlığın ^stylise(stilize)^ edilmiş belli bir yönünü değil ,bütün  insanlığını ,^insan^ıtemsil etmektedir.Tipler birer parça,Don Kişot ir bütündür.Hamlet gibi ,Faust gibi ,Prens Muiskin gibi,Madame  Bovary gibi…Bakın Don Kişot’un karikatürleşen bir yönü nasıl en öz duygularına  cevap veriyor.

1.Don Kişot (Madame Bovary gibi) romanların etkisi altında kalır.

2.Don Kişot  (Madame Bovary gibi)  yaşadığı hayatla yetinmez ^evasion (eveyşın)^değişmek ihtiyacı.

3.Don Kişot (Madame Bovary gibi) dış dünyayı olduğu gibi değil,olmasını istediği gibi görür: idealizm

4.Don Kişot (Madame bovary gibi) gerçeğin hapishanesinde kalmaya mahkumdur:gerçekçilik

                                      Değişen yalnız şu ki Don Kişot’a:

                                      Etki altında kalış , bir hipnotizma;

                                     Değişmek ihtiyacı bir ^paranoya^(kendini büyük adam sayma deliliği idealizm, bir^sanrı^Realizm, bir^yere yuvarlanma^biçiminde ortaya çıkar.

                Zaten Don Kişot’un bütün deliliği bir^manie(mani)^ye indirgenebilir.Çünkü dikkat edilirse onun tek^zayıf nokta^sı şövalyeliktir. ^Gezgin Şövalye^olduğu kabul ettiğiniz sürece, Don Kişot düşüncesi yerinde ve mantıklı bir adamdır. Normalin biraz üstüne çıkan her insana^manyak^teşhisi konulamaz mı? Hepimizin bir bilinç altında  bir Don Kişot uyumaktadır.Don Kişot’a çok candan gülüşümüz, ona çok benzediğimizden gelmiyor mu?Madame Bovary’ye acımasız , ona çok benzediğimizden değil mi? Flaubert:^Madame Bovary benim^ diyordu.

                Ama Don Kişot’u romanların  romanı yapan yalnız ruhsal içeriği değildir.Bu kitabın gerçek serüveni, idealle gerçeğin savaşıdır. Diyeceksiniz ki bu bütün insanlık tarihinin serüvenidir.Ama^ Don Kişot’ta ideal ile gerçek , yerle gök, Don Kişot’la Sanşo Panzo, nihayet eşit güçlüklerle karşılaşıyorlardı.İlk olarak yeryüzü hayal gücüne karşı koyuyor,yel değirmenleri idealizmin kaburga kemiklerini kırıyordu. Eleştiri çağı başlamıştı artık.Ama iyimser Cervantes bu savaştan bir dram değil, bir denge, bir uyum yaratıyordu!Kitabın asıl mucizesi bu işte…Don Kişot’la, Sanşo Panzo  birbirini yok etmiyor, tamamlıyorlar;ruhla beden,ışık’la gölge gibi…

                İşte onlar, hayal ve gerçek,İspanya’nın güneşli bir yolundalar:Don Kişot önde, bir hayalet gibi uzun ve zayıf,gözleri uzakta…Sanşo arkada, şişman ve kırmızı gözleri, elindeki soğan ekmekte…Öndekinin aklı ileride,arkadakinin aklı geride, gidiyorlar.Onları yalnız ölüm ayıracak ruhla beden gibi yürüdükleri yol hayat yolu.Romanın bütün olayları adeta bu sonsuz yürüyüşün gah ideale çıkan, gah gerçeğe inen bir grafiğini çizerler. Nasıl destan ve masallardaki bütün olaylar iyilikle kötülüğün,çirkinlikle güzelin,dünyevi ile ilahinin kavgalarına indirgenebilirse hayal ve  gerçek karşıtlığıda ^Don Kişot’un ^tek ve ^her yerde hazır^temasıdır.Bu tema roman edebiyatlarına özgü bir açıklıkla olaylarda, görüntülerde hatta üslupta bile durmadan değişir,genişler,zenginleşir;Devler ve yel değirmenleri,şato ve han, ideal ve açlık, Don Kişot’un aşkı ve Rossinante(Rozinante)’nin  raklara saldırısı, hayali sevgili…Maria Tornes(Mariya Tornes), sihirli miğfer ve berber çanağı vb. her zaman aynı şey hep aynı büyük karşıtlığın kırıntıları Cervantes romanına sonsuzca devam edebilirdi.Don Kişot bitmeyen romanlardandır.Don Kişot, Sanşo beraberliğini yüzyılların hayatında da görüşüyoruz:  Tabi daha karmaşık, daha dengesiz biçimde . Zamanın çevrenin ve ruhun ihtiyaçlarına göre savaşı gah hayal gah gerçek kazanıyor.Sanat tarihinde durmadan devam ettiğini gördüğümüz ^doğadan uzaklaşma^ve ^doğaya yaklaşma^ akımları aynı savaşın aşamaları değil  midir?Klasik edebiyatta hayal gücünün dizginlerini tutan ünlü^sağ duyu^bizim Sanşo değil midir?^Gerçekten başka güzellik yoktur^sözü Sanşo’nun ^güzellikten başka gerçek yoktur^sözü de Don Kişot’undur.Ama müspet, bilim ilerledikçe hayalin tepkileri daha pahalıya mal olacak ve sonunda Madame Bovary gerçeğe karşı gelmesini hayatıyla ödeyecektir.

                Romantizmin Don Kişot’un yeni bir atılımı ,bir isyanıdır.XIX. yüzyılda hayal ve gerçeğin savaşları artık barışla değil,^dram^la bitmeye başlıyor.Ruhla bu  duruma sahne olan kahramanlar saymakla bitmez:Werther(verter)Faust ,Don Juan, Julien (julyen)Sorel ,Eugnie Grandet(ojen grandet) Madame Bovary , Raskolnikof…XIX.yüzyılda gerçekiği yenmiş hangi roman kahramanını tanıtıyorsunuz? Hangisi rüyasını kana kana içebilmiştir?Her savaşta kanatları kırılan ^hayal^Don Kişot’un atından düştüğü zaman söylediği sözü bir nakarat yaptı: ^Ya soy el most desdichado cabellero de la tierra^(Ben yer yüzünün en mutsuz şövalyesiyim)

                İdeal ve gerçeğin,romontizm ve realizm adları altında karşılaştıkları dramı en iyi Flaubert de seyredebilirsiniz. Don Kişota’u okumadan bile ama Cervantes’e çok az benzeyen bu adamın hayatı iki kutup arasındaki zikzaklarla örülmüştür. Beş altı yıl arayla yazdığı romanlarının her biri kendinden öncekine bir tepki niteliğindedir.^Madame Bovary^de ölen hayal,^Salambo^da canlanır,^Education(Edukeyşın)^ da yeniden ölür. Bu şunu gösterir ki Flaubert savaşmayı yalnız anlatmıyor,yaşıyordu da.Nitekim ^Madame Bovary ^i yazarken soğukkanlılığını tutamamış ve bu dış gerçekçi romancı,ansızın kendinden söz ettiğini anlayarak ürpermişti. Oysa Cervantes , kendine güvenli ve anlattığı serüveninin çok üstündeydi.O, dudaklarında sürekli bir gülümsemeyle kahramanlarını birer kukla gibi oynatabiliyorlardı.Zavallı Don Kişot’una karşı, çok çok, bir baba sevgisi duymuş olabilir;onu da her zaman değil . Çünkü Cervantes bütün kavgalarda bir barış, bir bütün düzensizliklerde bir düzen, bütün uyumsuzluklarda bir uyum seziyor;bir kelimeyle,hayatı bir bir^bütün^olarak görüyordu.

                Hayatı bir bütün hâlinde ,yeni bir hayal ve gerçek , ruh ve beden karmaşığı olarak görmek ve göstermek ; işte büyük romancıların sırrı bu olsa gerek.Bu bütünü görüş sayesindedir ki büyük romanlarda bir devrin, bir uygarlığın nabzını duyarsınız;bu görüş sayesindedir ki bütün roman kolayca bir destan niteliği kazanır.^Don Kişot^ ^dünya hayatı^nın destanıdır.Son üç yüzyıl içinde yazılan bütün romanlar,âdeta bu destanın çevresinde dönüşen yıldızlar gibidir.^Don Kişot’la ^ilahi Komedya^bitiyor,^insani komedya^başlıyordu.Nitekim, dünya romanının destan değerini çok iyi gören Balzac , sayısız , eserlerini bu ad altında toplayacaktı.Yazık ki Cervantes insani komedya adını Balzac(balzak)’tan önce bulup kitabına koyamamıştı.

 

                                                                    SABAHATTİN  EYUBOĞLU

                                                          Sanat  Üzerine  Denemeler  Ve   Eleştiriler

 


 

 


 

                                  HALİKARNAS    BALIKÇISI           

 

                                   

          Halikarnas Balıkçısı  takma adıyla tanınan Cevat Şakir Kabaağaçlı  (1886-1973), hikâyeci ve romancı olarak Ege ve Akdeniz kıyılarımızın,ekmeğini,çekişe dövüşe denizden çıkaran yoksul ama namuslu insanlarının yaşam serüvenini,bu bölgelerin taşı,toprağı,ormanı dağı,mitolojisi efsanesiyle birlikte ,şiirsel bir anlatımının bütün sıcaklığında coşa taşa edebiyatımıza mal eden ilk ve tek sanatçıdır.

Daha babasının( Şakir Paşa) elçi olarak bulunduğu Atina’da geçen çocukluk günlerinde filizlenip Oxford (oksford)’daki tarih öğreniminde daha bir gelişerek bilinçlenen mitoloji merakı ,meraktan da öte tutkusu ,o taşkın deniz seviyesiyle sarmaş dolaş olarak hikaye ve romanlarına yansır.

Cevat Şakir,Oxfor’dan klasik kültür yüküyle yurda dönünce (1910),resim karikatür,dergi kapağı resimleri,çevirilerle başlar gazetelerde çalışmaya(…)Daha Bodrum’a ayak bastığı ilk gece ile sanatçının yaşamında,ömrünün sonuna kadar sürecek olan yepyeni bir dönem başlar.Yurt gerçeklerinden uzakta, varlıklı ,alafranga bir çevrede,Batı kültürüyle beslenmiş çıt kırıldım genç aydının görüp yaşadığı , alışıp benimsediği dünyadan apayrı , yoksul ama mert deniz insanları ile karşılaşmasıdır bu. Cevat Şakir Bodrum’da geçirdiği bir boncuk yıl içinde, daha başlangıçtan beri kafasından yüreğine, yüreğinden kafasına akıp ona gerçek kişiliğini aydınlatan her şeyi bulur.Denizle sarmaş dolaş doğa güzelliği yanında, taşı toprağıyla boğazına kadar mitolojik anılarla dolu bir dünya, o anılardan habersiz ,günlük ekmek tasası içinde çırpınan yoksul ama dürüst , temiz deniz insanlarının imrenilesi yaşamı.

Kalebentlik cezası biter ama ondaki deniz sevgisi, deniz insanlarına duyduğu hayranlık  sevgi bitmez, İstanbul’lardan kalkıp, evini barkını, kolay hayatını,rahatını elinin tersiyle bir yana iter ve gelip tam yirmi yıl Bodrum’da yaşar, ekmeğini alının teriyle kazanan deniz insanlarının arasında.

Önce sokaklarda palmiyeler dikip yurt dışından getirdiği bitkilerle şehrin dört bir yanını  donatmak,bilgisini, görüşünü bütün cömertliğiyle çevresine saçmakla başlar işe.Sonra karşılıklı sevgi ve duygu alışverişinin potasında oluşturduğu zengin izlenimleri , hayal gücünün bütün yetisiyle dile getirir.Hikâye ve romanlarında.

            Daha hikaye kitaplarının adlarından başlar deniz sevgisinin, insanı doğayı kucak kucağa birbiriyle kaynaştıran önüne geçilmez bir tutkunun serüveni. Yazarın ilk hikaye kitabı Halikarnas Balıkçısı adıyla 1939 ‘da çıkar.^Ege kıyılarında^.Onun ardından sırasıyla ^merhaba Akdeniz^ (1947-1962),^ege’nin dibi (1952)^yaşasın deniz^ (1954)^gülen ada^(1957)yayımlanır.Balıkçı, bütün bu hikâyeler de (romanlarında olduğu gibi) kara insanlarının yanı sıra ama onlardan çok umutlarını, fırtınalı denizlerde dalgalarla boğuşa boğuşa çoluk çocuklarının günlük nafakasını çıkarmaya çalışan yiğit babaların, oğulların, vefalı kocaların , kardeşlerin vazgeçilmez  sevgilerin ağları sandalları, kürekleri yelkenleri, tekneleri ile bir bereket müjdesi gibi geri dönmelerini, rıhtımlarda, kapı aralıklarında, damlarda pencerelerde bekleyen kızlı erkekli, çoluklu çoçuklu kıyı insanlarının çileli yaşayışını verir. Kimi zaman denizin üstünde kimi zaman sünger avcıları, dalgıçlarla denizlerin dibinde, renkli, esrarlı, sürprizli bir dünyanın ta orta yerinde buluruz , kendimizi.

Bir geçim kaygısı olmakla birlikte, o kaygıyı gerilerde bırakıp kazası belası, bin bir tehlikesi,güçlüğü, ile bir serüven tutkusuna dönüşen deniz sevgisi, deniz büyüsü, Balıkçı’nın romanlarını da alır, avucunun içine. Balıkçının ilk ve en güzel romanı olan ^Aganta Burina Burinata’nın^(1946) amcası açıklarda boğulduğu için denizcilikten uzaklaştırılan, evlendirilip karaya bağlanmaya çalışılan kahramanı genç Mahmut’u, sonunda denizin çağrısına  dayanamayıp enginlere teslim eder kaderini.

Deniz insanlarına olan hayranlığı, Balıkçı’yı  yanında yöresinde görüp tanıdığı, ölesiye bağlandığı sırasından insanlar yanında tarihimize mal olmuş deniz kahramanlarının hayatlarını da romanlaştırmaya götürür.^Uluç Reis^(1962)ve^Turgut Reis^(1966)adlı romanlar bu hayranlığın birer ürünüdür.

Balıkçı’nın , hikayeciliği ve romancılığı yanında, bir o kadar önemli, bir o kadar üzerinde durulması gereken özelliği, tarih bilinci ve mitoloji merakıyla sivrilen,bunların ötesinde, gelmişi, geçmişiyle Anadolu’nun  kültür kaynakları üstüne eğilen , gerçek bir düşünür, yurtsever bir düşünür olmasıdır.Balıkçı, bir yandan ,mitoloji tutkusuyla ^Anadolu Efsaneleri^(1955) ve ^Anadolu Tanrıları^(1962)üzerine eğilirken öte yandan , Batı kültürünü oluşturan kaynağının Yunanistan’da değil Anadolu’da  yeşerip geliştiğini ispatlamaya kadar kendini .^Anadolu’nun  sesi^(1971) ve ^hey koca yurt’ta^(1972). İyonya (Anadolu) kültürünün Yunanistan kültüründen üstünlüğünü göstermeye çalışır.Ona göre Batılıların Yunan mucizesi diye bekledikleri şey, aslında Ege bölgelerinde yeşermiş, aklı mantığı, olumlu düşünceyi başlatan  çabanın , adına göğsümüzü kabarta kabarta Ege mucizesi diyebileceğimiz bir düşünce akımının ürünüdür.Balıkçı’ya  göre insan aklının olumlu tohumları maddeci düşünürlerle iyonya’da atılmıştır. Sakrote s ve Platon’la   bu akılcı atılım bir başka yöne saptırılmış ruh ve madde ayrılığı içinde ruha üstünlük tanıyarak insan aklı 1800 yıllık bir geçikmeye uğratılmıştır.

 Doğru  yanlış yönleri  bir yana , Batı kültürünü İyonya dışında yalnız Yunanistan ‘a bağlayan klasik görüşe karşı çıkışı yurt topraklarında ,nüfus kütüğü merakına  düşmeden boy atmış , gelişim göstermiş her çeşit düşünceyi özümseme yolundaki çabası ile Balıkçı , Azra Erhat’ın deyimiyle bir kültür öncüsü olmuştur ve öyle anılacaktır.

 

                                                                            Vedat   Günyol

                                                                                                      ÇALAKALEM

 


 

                           KAYNAKÇA

  • 1.Eleştiri  Türünün  Tarihi Gelişimi www.turkceciler.com/turK edebiyatinda-elestiri.com

  • 2.Eleştiri Tanımıwww.edebiyatforum.com/sitesi=lise-3-turkce-konu-anlatimi/elestiri-ve-özellikleri.htm

  • 2.Eleştiri Özellikleriwww.edebiyatforum.com/sitesi=lise-3-turkce-konu-anlatimi/elestiri-ve-özellikleri.html

  • 2.Eleştirinin Diğer Türlerden Farkı www.edebiyatforum.com/sitesi=lise-3-turkce-konu-anlatimi/elestiri-ve-özellikleri.html
  • 3.EleştiriOkulları www.msxlobs.org/forum /edebiyat/245314-eleştiri-nedir.html
  • 4.Eleştiri Çeşitleri www.cerezforum.com/edebiyat-kitap/112255-eleştiri-çeşitleri-nelerdir.html
  • 5.Eleştirinin Belirleyici Özellikleri Nelerdir?Soruvecevap.blogcu.com/elestirinin-turunun-belirleyici-ozellikleri/133186889
  • 6.Eleştiri Türleri www.edebiyatogretmeni.org/elestiri-tenkit/html
  • 6.Türk Edebiyatında Eleştiri ve Eleştiri Türünde Eserleriyle www.edebiyatogretmeni.org/elestiri-tenkit/html
  • 3.Türkiyede  Eleştiriwww.msxlobs.org/forum /edebiyat/245314-eleştiri-nedir.html
  • 7.Batı Edebiyatında Eleştiriwww.cokbilgi.com/yazi/bati-edebiyatind-elestiri.html
  • 8.Don Kişot Romanların Romanı= Eyuboğlu.Sabahattin,Sanat, Üzerine,Denemeler ve Eleştiriler,CemYayınevi,İstanbul 1997
  • 9. Halikarnas Balıkçısı=Günyol,Vedat,Çalakalem.Can Yayınları,İstanbul,1977    

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar