ERZURUM DAĞLARI KAR İLE BORAN

09.12.2016
ERZURUM DAĞLARI KAR İLE BORAN
 
Şiran’dan sabah namazını eda ettikten sonra yola koyulmak varmış. Tabii çay termosumuza çayımızı almayı ihmal etmeden. Nasıl ihmal edelim ki; yolda mola verip sıcak çayları yudumlamak, “başı pare pare dumanlı dağlar”ı seyrederken çayı yudumlamanın verdiği zevki başka ne verebilir ki. Hele hele “başı pare pare dumanlı dağlar”ın başında “bulut bulut kar”da varsa nisan ayında…
Arabamız Kelkit- Köse Bayburt istikametinde yol alırken köy isimlerine bayılıyorum Manas Köyü. Aman Allahım ne güzel isim. Benim dünümü çağrıştıran, dünümü yaşamama sebep olan Manas Köyü. Arabayı sağa çekip hemen fotoğrafını çekiyorum anı ölümsüzleştirmek için.
Bayburt’ta varıp Erzurum yoluna dönünce bayağı heyecanlanıyoruz. Daha önce bu yolu hiç kullanmadık. Bu yoldan ne şekilde olursa olsun hiç gitmedik. Yol Karadeniz’i Erzurum’a bağlayan ana yol olduğu için gayet güzel.  Yollar kıvrıla kıvrıla giderken, “kuş uçmaz, kervan geçmez” tabir edilen dağlardan kuşların uçtuğunu, kervanların geçtiğini görmek ve aynı yolda revan olmak insana ayrı bir haz, ayrı bir heyecan veriyor. Kop dağına tırmanırken heyecan doruğa çıkıyor desem yalan olmaz. Dağın “ Kop Geçidi” denilen yere vardığımızda donup kalıyoruz. Donup kalmamak mümkün mü? Aziz vatan topraklarını bizlere bırakabilmek için, bizlerin hür, başımızın dik yaşayabilmesi için şehit olan Mehmetçiklerin yattığı “ KOP ŞEHİTLİĞİ” ile karşılaşıyoruz. Bizim için şahadet şerbetini içen “kınalı kuzular” burada yatıyor. Arabamızı sağa çekip şehitliğe çıkmak ve bir Fatiha okumak için karlı merdiven basamaklarından tırmanırken sert esen rüzgâra da direnmek gerekiyor.
Şehitliğe varıp Fatihalar okurken gözlerin yaşarmaması mümkün mü… elbette mümkün değil. Ben bu gün bu saate sorgusuz sualsiz buralardan geçebiliyorsam, zirvede ay yıldızlı al bayrağım dalgalanıyorsa, burada yatan “kınalı kuzu”ların şahadet şerbetini içmesiyle mümkün olduğunu biliyorum da ondan. Gözlerden dökülen yaşlar karışırken Fatihalara şehitliğin fotoğraflarını da çekmeyi ihmal etmiyoruz.
Şehitlikten ayrılırken yollar kıvrıla kıvrıla düzlüğe doğru iniyoruz.( Kop Şehitliği’ni bulunduğu yer Bayburt ili sınırları içine dâhil olduğunu belirtmeliyim. Dedem Korkut’un torunlarına yakışan bir şehitlik diye de geçiriyorum içimden.)
…..
Erzincan- Erzurum yoluna varıp Erzurum yönüne dönünce otoban denilen yolları andıran mükemmel bir yolda ilerliyoruz. Erzurum’un giriş kısmı çok değişmiş. Biz 1992 de ayrılırken DADAŞ KENT yeni kuruluyordu ama yol boyu çok gelişmiş. Eşim telefonun “yolbulan” ını açıp Erzurum Öğretmenevi’ni belirtince bir iki hatayla buluyoruz öğretmenevini. Önce yerimizi alıp eşyalarımızı odamıza koyuyoruz. Vakit öğle namazı vakti olduğu için, öğretmenevi mescidinde öğle namazlarımızı eda edip kendimizi Erzurum caddelerine bırakıyoruz. Erzurum’a gelip de yapılacak ilk iş ne olmalıdır dense ben Cağ Kebabı yenmelidir derim. Öyle de yapıyoruz. Kongre Binası diye bilinen yere geldiğimizde yıllar önce “cağ kebabı” yediğimiz “Tortum Cağ Kebap” evi ne bakıyoruz. Ne görelim aynı yerde ve aynı şahıs hala çalışıyor.
“Tortum Cağ Kebap Evi”nin içine girerken:
 “ Sen Hüseyin olmalısın” diyorum.
Yüzüme bakıyor ve:
“Evet ben Hüseyin’im de siz kimsiniz?” diyor.
Uzun uzun anlatmak için “önce oturmam gerektiğini ve ardından sıcak çayların gelmesini” istiyorum. Çayları yudumlarken:
“ İsrafil nerede?” Diyorum.
Tabii şaşırıyor İsrafil’i tanımama. Birden hatırlamış gibi yapıp:
“Siz İsrafil’in öğretmeni olmalısınız” diyor.
“Evet. Ben İsrafil’in Rüştüpaşa ilkokulundaki öğretmeniyim” diyorum
“Haaa…” diyor, “şu Adanalı Musa öğretmen olmalısın.”
Kolay değil 1992den beri hiç görüşmedik ve hiçbir şekilde de konuşmadık. Hatırlamaması da normal. İsrafil’i arıyor ama İsrafil seyyar satıcılık yaptığı için köylerdeymiş
“Eğer yarın buralarda iseniz İsrafil bu gece gelir” diyor.
Derken sevgili eşim ve akıl kutusu güzel kızım:
“Biz acıktık” diyorlar. Anlıyorum ne demek istediklerini. Canları “Erzurum Cağ Kebabı” yemek istiyor. Hemen:
“Bizlere çağ kebabı diyorum”
Kesip getiriyorlar. Bir çırpıda yiyoruz birer cağı. İkinci cağlar geliyor. Ben ikinci cağlardan sonra kesiliyorum, ama eşim ve kızım üç, dört diye yemeye devam ediyorlar. Tabii cağ kebabı yenirde üzerine “Erzurum Kadayıf Dolması” yenmez mi? Elbette yenir. Hemen kadayıf dolmaları geliyor. Eşim ve kızım kadayıf dolmalarını yerken ben Rıza Ata’yı arıyorum. Tortum’daymış. Sevgili öğrencim Fatih ALTINOK’u arıyorum ama cevap vermiyor/veya veremiyor. Ardından Zekeriya ŞAHİNER’i arıyorum. “Fırında çalışıyorum” diyor. Tabii ben Erzurum’da olduğumu söylemiyorum. İsmail ASLANKURT’u arıyorum. Hemen “evdeyim öğretmenim” diyor. Ben Erzurum’dayım deyince ısrarla “neredesiniz? Yerinizi tarif ediniz” diyor. Yerimi söylüyorum ve “10 dakika sonra oradayım öğretmenim” diyor. Bu arada ben Hemşin Fırınından içeri girip ekmek alacak müşteri gibi çalışanlara göz gezdiriyorum. “Buyurun beyefendi ne alacaksın? “ diyor kasada duran beyefendi. Ben de: “Hiç öyle bakıyorum, ekmeklerinizi inceliyorum, acaba hangisini alsam diye bakıyorum” diye de ekliyorum. “Siz yabancısınız galiba” diyor. “Evet yabancıyım” deyince fırının başında ocağa ekmeği süren beyefendi: “Musa öğretmenim sizsiniz” diyor Zekeriya. “Evet benim diyorum”. Hemen gelip kucaklaşıyoruz. Ben yerimi tarif ettikten sonra “Tortum Kebap Evi”ne dönüyorum. Oturur oturmaz telefonum çalıyor. Arayan Fatih ALTINOK. Hal hatır sorduktan sonra: “Ben şu an Tortum Cağ Kebap Evi”indeyim diyorum. Hemen telefon kapanıyor. Ama bu arada İsmail geliyor, ardından Zekeriya ve Fatih. Bir çay evine gidip sıcak çayları yudumlarken koyu bir sohbete başlıyoruz. Eşim ve kızım “Erzurum işi” şeylere bakarken biz hasret gideriyoruz.  Bir ara İsmail, Zekeriya ve Fatih’le kısa bir geziye çıkıyoruz. Taşmağazalar’a doğru kolkola yürüyoruz. Özlemişim kerataları diye geçiriyorum aklımdan. Akşam Zekeriya’nın evine misafir oluyoruz. Orada sürpriz olarak Zekeriya’nın kız kardeşi sevgili Mahbup’la karşılaşıyoruz. Mahbup evlenmiş, çoluk çocuğa karışmış. Sarılıyor boynuma ve ağlıyor. Zekeriya’nın yavruları geliyor elimi öpmek için. Birisi var ki Zekeriya’nın fotokopisi. Geç saatlere kadar sohbet ediyoruz. Veda vakti helalleşip ayrılıyoruz. Ama Fatih ve İsmail bizi bırakmıyorlar. Biraz da sokakta sohbet edip Fatih’i evine gönderiyoruz ve biz İsmail’le baş başa kalıyoruz. İsmail, eşim ve kızımın isteği üzerine bizi “Forum Erzurum” adında bir alış-veriş merkezine götürüyor. Eşim ve kızım alış-veriş yaparken biz Erzurum soğuğunda sıcak arabamızın içinde koyu bir sohbete başlıyoruz. İsmail’in eşi Kuran Kursunda öğretmenmiş, bir yavruları varmış. Bu arada İsmail’in babası İmran hocamı arayıp İsmail’i verip sürpriz yapıyorum.
Alış verişi bitiren eşim ve kızım gelince saatin gece 23 olduğunu fark ediyoruz. İsmail’in bütün ısrarlarına rağmen biz öğretmen evine gidip dinlenmek istediğimizi söylüyorum. İsmail bizi öğretmenevine bırakıyor. Kucaklaşıp ayrılıyoruz.
(İsmail benim Osmaniye Mehmet Akif İlkokulu’ndan öğrencim. Kimya öğretmeni olmuş ama ataması yapılmayınca polis olup vatan hizmetine koyulmuş. İmanı bütün vatanını, milletini seven, Kuran’a ve bayrağa âşık, peygamber sevdalısı bir altın çocuk. Altın Çocuk diyorum, güzel vasıflarından ötürü banim verdiğim bir unvan bu. Ama benim yanımda gerçekten Altın Çocuk İsmail ASLANKURT.
Fatih Altınok, Erzurum Rüştü paşa İlkokul’undan öğrencim. Sınıfta iki Fatih vardı ve ikisi de birlikte gezerdi. Biri Fatih Karahan, diğeri Fatih Altınok. İkiside pırlanta… Fatih Altınok’a adını söylemez hep Altın Çocuk derdim. Benim yanımda altından daha kıymetli, değeri parayla pulla, altınla, gümüşle ölçülemeyecek kadar kıymetli. Ama daha güzel vasıflarla özdeşleşebilecek başka bir unvan bulamadığım için Altın Çocuk diyorum Fatih’e hep. İsmail Aslankurt’u Osmaniye Mehmet Akif İlkokulu’nda tanıyınca hep Fatih’e benzettiğimden İsmail’e de Altın Çocuk demem bir bakıma ondan ileri geliyor.
Zekeriya Şahiner; sevgili Mustafa Şahiner ağabeyin küçük oğlu. Okuldan arada kalan zamanlarımızda hep “OTEL ŞAHİNER” e gelir sohbet ederdik Mustafa ağabeyle.( Mustafa ağabey rahmeti rahmana gitmiş. Kavuşmuş sevgilisine. Şimdi Efendimize komşu olduğunu düşünüyorum) Zekeriya bir başka altın, bir başka pırlanta. Cana yakın, samimi, yapmacık hareketi olmayan aynen babasının oğlu.)
….
22 Nisan sabahı erkenden uyanıyorum. Amacım Lala Paşa camiinde sabah namazını eda etmek. Eşofmanlarımı giyip sabahın erken saatlerinde kendimi Erzurum sokaklarına atıyorum. Hedef Lalapaşa.. ama nafile. Lalapaşa restorasyona alındığı için haydi Ulucamii deyip ilerlerken Ulu Camiiye varmadan yolun solunda tarihi bir caminin içersine giriyorum. Hani “çekti” derler ya işte cami beni kendisine çekti. Ezan okunalı bayagı olmasına rağmen gelen giden yok. Derken kapı açılıp imam efendi içeri süzülüyor. Ben müezzin olup namazlarımızı eda ediyoruz. Namaz sonunda tanışıyoruz imam efendiyle. “Emekli öğretmenim” diyorum. “Yıllar önce Erzurum’da görev yaptım, şimdi eşi dostu ziyaret geldim” diye de ekliyorum. Memnun oluyor. Beni evine kahvaltıya davet ediyor ama ben “sokaklarda dolaşmalıyım” diyorum. “Öğle namazına mutlaka buraya gelin öğle yemeğini beraber yiyelim” diye ısrar ediyor. “Kısmet” diyorum ve vedalaşıyoruz. Ulucamiye varıyorum, Taş Mağazalara iniyorum. Tabakhane, Şabakhane çeşmelerinden birer yudum da olsa su içiyorum. Kaleye doğru yöneliyorum… Etraf iğreti yapılardan temizlenmiş, tarihi değeri olan yapılar gün yüzüne çıkarılmış bir bakıma.  Tarihi değeri olan yapılar gün yüzüne çıkarılmış da özellikle dabakhane çeşmesinin içersi mezbelelik gibi olması Erzurum’a ve Erzurumluya yakışmayan bir görüntü oluşturmuş. Saate bakıyorum 09 suları, hemen öğretmenevine dönüyorum. Kahvaltı sonrası eşim ve kızım yine alışveriş yapmak için alışveriş merkezlerine gidiyorlar, bense güzel dost Necati Almacı’yı bulmak için Türktelekom(avea) bayilerini gezmeye başlıyorum. Necati’yi öğretmenevi karşısındaki Türktelekom bayiinde buluyorum. Kucaklaşıyoruz, çayları yudumlarken sohbetimizi de demlendiriyoruz. Bu arada Millî Eğitim Müdürlüğünde çalışan Kenan Erdoğan’ı arayıp yerimi tarif ediyorum. Az sonra geliyor Kenan Erdoğan. Ben, Kenan ve Necati öğretmen evine geçip sohbetin iyice demlenmesini sağlıyoruz.
(Necati Almacı, Erzurum’da tanıma şerefine eriştiğim en güzel insanlardan. Aslen öğretmen olmasına rağmen kısa bir öğretmenlik serüveni dışında ticaretle uğraşıyor. Özü-sözü bir, söz ve fiillerinde samimi bir güzel insan.
Kenan Erdoğan, Rüştüpaşa ilkokulunda iken yardımcı hizmetli sınıfında görev yapıyordu. Biz( ben ve Teyfik) teneffüslerde öğretmenler odasına gitmez hep Kenanların “Hizmetli Odası”nda çayımızı yudumlardık. Üniversiteyi bitirmiş, şimdi Erzurum Milli Eğitim Müdürlüğü’nde şef kadrosunda görev ifa ediyor.)
Derken Fatih Altınok(namı değer Altın Çocuk)arıyor. Öğretmenevinde olduğumuzu söyleyince o da geliyor. Saatin bu kadar çabuk geçeceğini hesaplamamış olmalıyım ki eşim ve kızım gelince ayıkıyorum. Demlenen sohbeti bölüp “yolcu yolunda gerek” deyip vedalaşıyoruz. Fatih elinde koca bir paketi uzatıyor. Meğer Zekeriya ile bir paket yaptırmışlar. Tabiri caizse yolda yememiz için “yol azığı” hazırlamışlar.
Bir Erzurum seyahati de iki güne sığıyor böylece. Sığıyor diyorum da biz sığdırmaya çalışıyoruz. Erzurum’daki güzel günleri yâd etmek iki güne sığmaz. (Ha… Zekeriya ve Fatih’le diğer öğrencileri konuşuyoruz. Mustafa Uzun şehadet şerbetini içmiş. Hümeyra, Banu, Mukaddes, Nazlı, Fatih Karahan vs. Rabbim hepsine güzellikler nasip eylesin. Âmin) 24.11.2016
Musa SERİN

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar