05.01.2018
Aklım ermeye başladığından bu güne kadar, baba, anne, amca, dayı, abi abla yakın akrabalar bir yana, bizden büyük olanların karşısında saygıda kusur etmek, onların söylediği laftan, emirden dışarı çıkmak, büyüklerimizin yanında uzanıp yatmak, ayak uzatıp oturmak, onlardan müsaade almadan lafa girmek saygısızlık yapmak haddim olmadı. Biz büyüklerimizden böyle görmüş böyle öğrenmiştik. Öyle ki; Genç evliler büyüklerin yanında eşleriyle yan yana oturmaz hatta çocuğunu büyüklerin yanında kucağına alıp sevemezdi. Ha bu çocuklarımızı sevmediğimizden değil, büyüklerimizin yanında ayıp olur diye yapmazdık. Daha bizden biraz öncelere gittiğimizde, gelinler kayınbabanın yanında yüksek sesle konuşmaz, sesini duyurmaz gelinlik yaparlardı. Güzel bir adet miydi? Orası tartışılır. Şimdi bunlar da nereden çıktı diyeceksiniz? Parkta, el ele şakalaşıp gülüşerek telefonla öz çekim yapan gençleri gören altmış beş-yetmiş yaşlarında bir kişinin arkadaşına, “Biz Dünyaya erken gelmişiz” dediğini duyduğumda, acaba dedim; Acaba biz mi daha şanslıyız, bizden kırk-elli yıl sonra dünyaya gelenler mi? Ben 57 yaşındayım. Bir an çocukluk ve geçlik yıllarıma gittim. O zamanlar insanlar arasında saygı sevgi, samimiyet, yardımlaşma sıcak bağlar vardı. Sokakta oynarken bir komşumuz çocuğuna verdiği yiyecekten, diğer çocuklara da verirdi. Acıktığımız da yakın bir arkadaşımızın evine gidip, su içip yemek yiyebiliyorduk. Ayrı gayrımız yoktu. Herkes bir aile gibiydi. Sevinçler beraber, üzüntüler beraber paylaşılırdı. Şimdi mahalleli birbirini değil aynı binada oturup birbirini görmeyen tanımayan insanlarla dolu. Bir büyüğümüze yardım etmek elindeki eşyayı alıp taşımak için yarış yapardık. Şimdi öyle mi ya? Evet, o zamanlar yoksulluk vardı. Bir öğünde çeşit çeşit yemekler değil, aynı tabakta bir çeşit yemek yerdik. Dolaplar dolusu elbiselerimiz, ayakkabılarımız yoktu. Bir veya iki pantolon, yamalı çoraplar… Her evde ütü olmazdı. Ütü olsa, ütüyü ısıtmak için köz olmazdı. Akşamdan pantolonları döşeğin altına serer, döşek ütüsü yapardık. Kemer olmadığı için belimizi iple bağlardık. Mutluyduk ve şükretmesini biliyorduk. Haberleşme mektupla yapılır, bayramlarda tebrik kartı yollardık sevdiklerimize. Acil durumlarda Telgraf çekilir, daha acil durumlarda, postanelerden birbirine bağlatarak telefon görüşmesi yapılırdı. Elektrik büyük yerleşim yerlerinde vardı. Köylerde idare, gaz lambası, daha sonraları gazyağı veya tüplü lüks (bol ve beyaz bir ışık veren, hava basınçlı bir tür petrol lambası) kullanılırdı. Her evde olmayan, pilli radyolar vardı. Daha sonraları plak, teyp ve elektrik gelen yerlere tek kanallı siyah beyaz televizyonlar yaygınlaşmaya başladı. Akşamları televizyon olan evlere toplanılır, İstiklal Marşıyla kapanana kadar televizyon seyredilirdi. Ahh o günler. Şimdi akıllı evler, her evde birkaç tane televizyon, her aile ferdinde birer akıllı telefon, ayrı odalarda ayrı diziler seyrediliyor. Kimi tablette kimi bilgisayar başında vakit geçiyor. Aile içerisinde muhabbet istişare kalmadı. Aynı odada oturulsa bile, ellerde telefon herkes kendi sanal âleminde… Sevdiğinden, yakınlarından, ailenden mektup beklemenin başka bir heyecanı vardı. Şimdi ki geçler gibi görüntülü konuşmak, öz çekim yapmak şöyle dursun, sevdiğimiz çeşmeye gelirde uzaktan bir kez görürüm diye saatlerce beklemenin, sevinç ve heyecanını yaşamak başka bir güzellikti. Böyle bütün bunları düşündüğümde de, hem o eski günleri yaşadığım için, hem de bu devre ayak uydurabildiğim için kendimi çok şanslı sayıyorum. Şimdi ki nesil içinde o güzelliklerden mahrum kaldıkları için üzülüyorum. Şimdi her şey bol, her şey var. Fakat o yaşama sevinci, yardımlaşma insanlık yok. Ya da bana öyle geliyor. Bazen arıyorum o günleri…
Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın
Gülbin Tezel
7 years ago