"EVE GİDELİM! EVE GİDEBİLİR MİYİM?"
"
Şu sıralar ekranlardaki bir reklam dikkatimi çekti. Farklı mekânlarda olan birkaç çocuk, yerinde duramayarak ısrarla "eve gidelim, eve gidebilir miyim, eve gitmek istiyorum " diyor. Biraz sonra anlıyoruz ki heyecanla ve ısrarla gitmek istedikleri evleri son derece konforlu ve güzel oyun alanlarıyla dekore edilmiş evler.
Acaba her çocuk reklamdaki gibi istediği bir ev ortamına sahip mi? Elbette değil. Aslında sorun bu da değil. Konforlu ve çocukluğunu keyifle yaşayacağı oyun alanlarına sahip bir evde yaşıyor olup olmaması değil beni düşündüren. Çocukların, evlerinde kendilerine hitap eden eşyalarla buluşmasıyla yaşadığı mutluluk beni düşündürdü. Bir de evlerinden uzakta olan, daha da kötüsü savaşın ortasında hayatını sürdürmekte olan çocukları düşünün. Onlar da evlerine kavuşmak ister. İster mobilyalı ister mobilyasız. Belki çıplak yerde bile oturmaya razı olabilecekleri evlerine onlar da heyecanla gitmek isterler. Oyun alanları olmasa da bir eve hasret çocuklar onlar. Aslında neyin çocukları mutlu edeceğini, bazı topraklarda yaşayan savaş çocuklarının yaşadıklarını izleyerek daha iyi anlayabiliriz. Çocuklar önce barış, sevgi ister. Aç karınlarının doyurulmasını isterler. Oysaki bu reklam, çocuklarımıza adeta, eşyalarla mutlu olunacağını ve ancak böyle bir eve sahip olduklarında evlerine heyecanla gitmek isteyeceklerini telkin ediyor.
Söz konusu olan reklam, ne yazık ki farkında olarak ya da olmayarak, çocukları, böyle bir algıyla karşı karşıya bırakıyor. Oysaki birkaç mütevazı eşyayla dekore edilmiş küçük evlerde büyüyen bizler, o evdeki eşyalarla değil, o evi sevgisiyle güzelleştiren sevdiklerimizin varlığıyla mutlu oluyorduk.
Mobilyalarda gözümüz yoktu. Belki bir kilim, küçük bir masa ve bir karyolayla dekore edilmişti. Dekore edilme de söz konusu değildi aslında. İmkanlar ölçüsünde eşyamız vardı. Ama mutluluğumuz bu eşyalara mı bağlıydı? Elbette değil. Ben o evin içindeki babamı, annemi ve kardeşlerimi hatırlıyorum. Eşyalarla değil sevdiklerimle olan anılarımla ısınıyor yüreğim. Madde değil mana boyutunda büyüdük ve şekillendik. Annemin küçük bir mutfakta pişirdiği tenceredeki yemeğin kokusu burnumda tütüyor. Babamın işten geldiğinde eve adımını atmasıyla duyduğum sevinci hatırlıyorum. Her şey sade ve sıcaktı. Arada bir sıkıntılar ve yokluklar olsa da sevdiklerimizin varlığıyla güzelleşiyordu yuvamız.
Maddeyle değil manevi dünyamıza ışık tutan bir geçmişle ısınıyor yüreğimiz. Savaşın ortasında yaşam mücadelesi veren, yaşamı son bulan, sesini duyuramayan çocukları düşünelim. Onların da tek istediği sıcak bir yuva, sıcak bir aş, en önemlisi de kendilerini güvende hissedebilecekleri bir dünyadır. Toza dumana bulaşmadan, sevdiklerini kaybetmeden ve küçücük saf yürekleri büyük kederlerle tanışmadan...Bu çocukların sesine kulak verin! Onlar da evlerine kavuşmak istiyorlar. Sevdikleriyle birlikte ve güvenle...