Gâv-i Zemin ( Öküz’ün boynundaki yeryüzü )
Osmanlıca yazılışı: Gav : گاو
Osmanlıca yazılışı : Zemîn: زمین
Gâv-i Zemin : زمین گاو
Gâv, kelimesi tek başına düşünüldüğünde Farsça’da öküz, sağır anlamına gelir. Gâv-ı zemîn, kelimesi ise eski devrin dünya tasavvurundan oluşan “gâv-ı arz” olarak da ifade edilen anlamı ile alakalıdır.
“Gav-i Zemin” ve “gâv-ı arz” eski devrin inançlarında dünyayı boynuzunda taşıdığına inanılan öküze verilen addır. Bu öküzün diğer bir adı ise Kiyusa’dır. “Gav-i Zemin” ve “gâv-ı arz’ı “ esasında öküzün adı değil öküzün boynuzları arasında tepsi şeklinde ve dümdüz tasavvur edilen, öküzün kendisi veya kılları kıpırdadıkça depremlerin olduğu yeryüzü olarak anlamak daha doğru olacaktır. Eski inanışlara göre arz kâinatın merkezidir ve arz yedi katmandan müteşekkil; düz ve sabit bir tepsi şeklindedir. Arz ve yeryüzü en altta bir balık ve onun üzerinde duran bir öküzün boynuzları arasında sabit bir şekilde durmaktadır. Dünyayı adı “ Kiyusa” [1]olan bir öküz boynuzları arasında tutmaktadır.
Eskilerin inançlarında arz ve yeryüzü yedi katmandan oluşan tepsi gibiydi. Arz bir balık ve onun üzerindeki bir öküzün boynuzları arasındaydı. Dünyayı boynuzları arasında tutan bu öküze “ Kiyusa”, Gav-ı Zemin veya “ Gav-ı arz “ adını veriyorlardı. Gâv-i Zemin ise bir mâhinin yani balığın üstünde bulunuyordu. Bu byk balığın adı ise Behmut’tu. Behmut ile Gav-ı Zemin adlı öküzün boynuzları arasındaki Dünya, Kafdağı ile birlikte bir deniz içinde çalkalanıp durmaktaydı. Balığın altında okyanus, okyanusun altında ise cehennem bulunmaktaydı.[2]
Eskilerin inancına göre Dünyayı boynuzları arasında tutan Kiyusa adlı öküzün etrafında bir sivrisinek dolaşmakta ve öküzün burnuna girmek için uğraşmaktadır. “Ve bu Öküzün her bir kılı bir memlekete bağlıymış Öküzün hangi kılı kıprdarsa o memlekette deprem olurmuş veya Öküz bu sivrisinekten kurtulmaya çalışınca zelzeleler koparmış.”[3]
Eski metinlere adı çok sık gecen Gav-i Zemin kelimesi yeryüzü veya depreme neden olan yerin altındaki öküz olarak anlaşılmalıdır. Eskilerin bu anlayışı doğal olarak şiir dünyamıza da girmiştir. Fakat kimi şairlerimiz dünyanın yuvarlak olduğunu Copernik’ten dört yüz sene öncesinden bilmektedir.
Afitâbâ terk-i în gülşen koni
Tâ ki tahtü’l arz- râ ruşen koni Mevlana
“ Ey güneş, bu gülşeni terk ediyorsun , bu iklimde gurup ediyorsun ki bizim iklimimizin altındaki yurtları aydınlatasın diye”
Gavı inletti belin büktü basit-i arzın
Zir-i rânındaki pulad bilekli tevsen Nedim
Çelik bilekli azgın at ayağını yere öyle bir vurdu ki arzın belini büküp altındaki gavın ( öküzün ) belini büktü.
Şimdi tekellüfat-ı hıredle beraberiz
Dünya gamın götürmede gav-i zemin ile Naili
Şimdi aklın istediği zahmetli işleri birlikte yapmak için gav-ı zemin ile dünya gamını çekmeye koyulduk
Esasında, arz, zemin, hadîka-i arz , yer , yer yüzü bahçesi gibi kelimelerin hepsindeki yeryüzü tasavvuru gav-ı zemin hurafesini ortaya çıkaran telmihler bulunmaktadır.
Şükürler olsun hadîka-i arza nev-behâr geldi
'Ârifâ fevz-i niyâza hâzırdır ' ömr-i felâhım
(Şükürler olsun, dünya bahçesine ilk bahar geldi,Ey Ârif; mutlu ömrün, davetinin bereketine hazırdır!)
Derler ki dururmuş öküz üstünde dünya
Dünya yükünü yüklenen elbette öküzdür. La edri
A.T Onay adı geçen eserinde balık ve öküz huarfesini Nuhbe-i Şerhi müellifi Vehbi bin Münebbih’ten şu şekilde nakleder. “ Allah yeryüzünü yarattı. Fakat arz bir gemi gibi sallanıp duruyordu. İri cüsseli bir melek yaratıp arzı omuzlarında tutmasını emretti. Melek arzın altına girdi. Bir elini mağripten bir elini maşrıktan çıkararak omuzlarında tuttu. Fakat meleğin ayaklarını basacağı yer yoktu. Allah kırmızı yakuttan bir kaya yarattı ve meleğin ayakları altına koydu. Hâlbuki bu yakut kayanın da duracağı yer yoktu. Hemen “Kiyusa “adlı öküzü yarattı. Bu öküz kayayı arkasına aldı. Öküzünde ayaklarını basacağı bir yer lazımdı. Onun için de büyük bir balık yarattı. Bu büyük balığın gözleri bile o kadar büyüktü ki yüzündeki bir oyuğuna dünyadaki bütün denizler doldurulsa bir ovadaki bir hardal tanesi kadar kalırdı. Allah balığa öküzün altında durmasını emretti. “Behmut” adlı balığa yüzebilmesi için bir deniz , denizin altında hava, havanın altına da zulumatlar ülkesini halk etti.“[4]
Bu tasavvura bakılırsa Yunan Mitlerindeki dünyayı omzunda taşıyan “ Herkül- Herakles “ bu hurafenin ortaya çıkmasında büyük ölçüde etkili olmuştur.
Deliktaşlı- Sivas- Ruhsati bir şiirinde Gav-i Zemin'i şöyle anlatır.
Yer altında sarı öküz
Yüz on dört bin yaşındadır.
Mevlâm anı hoş yaratmış
Bütün dünya başındadır.
Kendi sarı alnı sakar
Dünü günü Hakka bakar
Silkince âlemi yıkar
Bir büğelek (sinek) peşindedir.
Kuyruğunun ucu ağdır
Yelesi Mısır'a çağdır
Seksen bin boynuzu sağdır
Her birisi dışındadır.
Âşık Ruhsat söyler bunu
Dağlardan kalındır gönü
Çifte koşaydım onu.
Hesap onun işindedir. Ruhsati
KAYNAKÇA
[1] A.T. Onay,” Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar” “Nuhbe-i Şerh-i s. 83 ten naklen “ MEB 1996, s. 236
[2] https://edebiyatvesanatakademisi.com/post/mahi-nedir-hut-balik-burcu-musteri-yildizi-gav-i-zemin-behmut/98850
[3] A.T. Onay,” Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar” “Nuhbe-i Şerh-i s. 83 ten naklen “ MEB 1996, s. 236
[4] A.T. Onay,” Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar” “Nuhbe-i Şerh-i s. 83 ten naklen “ MEB 1996, s. 236