Dünya tarihindeki şimdiye dek bulunan ve bilinen ilk yerleşim yeri ve ilk tapınakların inşa edildiği yer olan Göbekli tepe'nin bulunması tamamen bir tesadüf sonunda gerçekleşti. Daha 1963 yılına kadar şu ana dek bulunan en eski yerleşim ve ibadet yeri olan Göbekli tepedeki tapınaklar, dev taş anıtlar, 1963 yılına kadar ıssız iki tepenin göbeğinde saklıydı.
Göbeklitepe, Urfa Mardin karayolu üzerinden Urfa’dan Mardin yönüne giderken Urfa merkez'inin 10- 12 km sinden sonra, 12 km kuzeyinde ovaya en hâkim noktada taşlık bir tepe üzerinde bulunmaktadır. Bu hâkim tepeden Karacadağ, Harran ovası ve Toroslar her yönden gözükebilmektedir. Tapınaklarda kullanılabilecek ebatta kaya parçalarını bu gün bile çıkartabilmenin mümkün olabileceği taşlık ve çıplak bir arazi içindedir. Göbeklitepe kalıntıları ana tepenin en üst zirvesinde Hüyük şeklinde yükselen iki tepecik ve aralarındaki boşlukların içinde bulunmaktadır.
1963 yılında Göbeklitepe bulunana kadar dünyanın en eski yerleşim yerinin ve en eski tapınaklarının Türkiye de olduğu bilinmiyordu. Üstelik tüm bilgiler taş çağında insanların yerleşik hayata geçmedikleri, avcılık ve toplayıcılıkla uğraşan Taş çağı insanlarının mimari eserler yapmadıkları yönündeydi. Bilim insanları, Göbekli tepe bulunana kadar dini inançların insanların yerleşik hayata geçmelerine neden olabileceğini düşünmüyordu. Göbeklitepe kazıları sonucu ortaya çıkan bulgular bilim insanlarının pek çok görüşünü yıktığı gibi birçok düşüncelerinin ve teorilerini yeniden gözden geçirmelerine sebep olacaktı.
Göbeklitepe bulunana kadar dünyadaki en eski yerleşim yerinin MÖ 5000 yılında Avrupa’da Malta adasında olduğu sanılıyordu. Bu bulgulara göre de taş çağında insanların yerleşik hayata geçmemiş olduklarını, mimari eserler yapmadıklarını, dini inançlarının gelişmediğini ve tapınaklar inşa etmediklerini düşünüyorlardı. Göbeklitepenin bulunuşu ile tüm bu teoriler birer birer çökecekti. Araştırmalar Göbeklitepe’nin Schliemann´ın Troiası'ndaki gibi üst üste tabakalardan oluşan ancak Priamos´un şehrinden en azından 5000 yıl daha eski bir yer olduğunu söylüyordu. Alman arkeolog Klaus Schmidt'in, Göbeklitepe'nin Mezopotamya'daki ilk şehirlerden beş bin beş yüz yıl, İngiltere'deki ünlü Stonehedge anıtından da yedi bin yıl daha yaşlı olduğunu belirtmesi Göbeklitepe’nin ortaya çıkmasındaki önemi kavramamıza yetmektedir.
1995 yılına kadar höyüğün etrafında yüzey çalışmaları yapılmış ama höyüğün önemi tespit edilememişti. " Höyüğün yamaçlarında çok sayıda bulunan taş aletlerden ve büyük boyutlu düzgün işlenmiş taşlardan, burasının insanoğlunun ilk yerleşik hayata geçtiği, yani avcı toplayıcılıktan Neolitik dönemin tarımcılığına geçişin gerçekleştiği bir yer olduğunu ilk etapta anlamak mümkün değildi. " (1)
Arkeologların bu teorilerinin yıkılmasına neden olan Göbeklitepe, 1963 yılında tarlasını süren Urfalı bir çiftçi olan Mehmet Kılıç sayesinde gerçekleşti. (2) Şanlıurfa'ya 20 km'lik bir mesafede, Örencik Köyü yakınlarında tarlasını süren Mahmut Kılıç'ın sabanına oymalı bir taş takıldı. Mahmut Kılıç bu taşı çıkararak müzeye götürdü ve Göbeklitepe macerası bu olayla başladı.
Araştırmalar sonucu dokuz hektarlık bir kazı bölgesine ayrılan Göbeklitepe''de 1995 yılında Alman Arkeoloji Enstitüsü ve Şanlıurfa Müze Müdürlüğü'nün işbirliğiyle kazı çalışmalarına başlandı. Bu kazılarda bulunan T şeklindeki kabartmalı dikili taşlar ile Göbeklitepe gerçeği gün yüzüne ulaşmaya başlamıştı. Alman arkeolog Doç. Dr. Klaus Schmidt’in başkanlığında yürütülmekte olan kazılar 1995'ten günümüze ( Eylül- 2012) Aralıksız sürmektedir. 1995 'ten günümüze kadar bu kazılar her yıl eylül ve ekim aylarında 10 haftalık bir süreç içinde yapılmaya devam etmektedir.
Göbeklitepe'de ortaya çıkan bulgular kendisinden önceki gelişim süreçlerinin varlığına işaret etmektedir. Taşların yontuluş biçimleri, yontuların üzerinde görülen, Tilki, kurt, yaban domuzu, yaban koyunu ve turna motifleri ile kabartmaları yeryüzünde yapılan, çizilen yontulan ilk örnekler olamayacak kadar ustalaşmış eller tarafından yapılmıştır. Göbeklitepe’deki mimariye ulaşacak kültür, ustalık ve bilgi birikiminin birden bire ortaya çıkmayacağı düşünülünce Göbeklitepe deki uygarlığa ulaştıracak birçok gelişim evrelerinin olması gerektiği fikrine ulaşırız. “Göbekli Tepe”nin tarih yazımını yeni baştan ele almayı gerektiren bir önem taşıdığı oldukça açık görünüyor. Burada, üstü kapalı “ilk tapınak”, “İlk uygarlık” gibi nitelemeleri, belki yayıncı sunum tarzına veya arkeologlarımızın o büyük coşkusuna bağlamak yerinde olur. Çünkü Göbekli Tepe bulgularının kendisi, zaten “Göbekli Tepe”nin bir “ilk” olamayacağını yeterince göstermektedir." (3) Buradaki mimari, taş yontuculuğu ve heykelcilik alanlarında erişilen düzey yeryüzündeki ilk örnekler olamayacağını gösteren ustalık seviyesindedir.
1995 ten günümüze kadar kazı çalışmalarının başkanlığını yürüten Klaus Schmidt ve ekibine göre "burası bir yerleşim yeri değil "ölenlerin etlerinin yırtıcı hayvanlara ve diğer toplumlara sunulduğu bir çeşit “mezar”lık , /Dakhma türü bir kutsal sunum alanı " dır. (3) Bu tespit Göbeklitepe’nin konumunun bir yerleşim yeri olamayacak kadar uygunsuz bir ortam olmasıyla örtüşmektedir.
Günümüze kadar yapılan kazılar sonucunda Göbeklitepe’nin dünyadaki bilinen ilk yerleşim yeri olduğu, dünyada bilinen ilk tapınakların burada yapılmış olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bilim insanlarının bildik teorilerini çürükten bir gerçek belirmişti: Göbeklitepe bir Cilalı Taş Devri tapınaklar şehri idi. Buradaki kazılardan " Tarihi MÖ 11 binyıllarına uzanan, tapınma amaçlı törensel alanlara ait mimari kalıntılar, dikili taşlar ve üzerinde kabartmalı yabani hayvan ve bitki figürlerinin bulunduğu taşlar gün yüzüne çıkartıldı. " (2) Bu tapınaklar, daire planlı, etrafları örülü ana kaya üzerine dikilmiş T şeklinde ve yüksekliği beş metreye kadar uzanan ikisi bariz şekilde diğerlerinden yüksek dört veya altı dikili taşlardan oluşan yan yana hücreler şeklindedir. T biçimli olan ve çok muntazam şekilde yontulmuş bu taşların üzerinde yine oldukça muntazam olarak kazılmış hayvan figürleri bulunmaktadır. Bu fiğürler oldukça ustaca kazındıkları için dünyada çizilen ilk örnekler olamayacak kadar güzeldir. Bu taşların üzerine kazılan kabartmalarda, aslan, tilki, kartal, tavşan, domuz, turna, ördek, ceylan, boğa, kertenkele, yılan, boğa ve yaban koyunları betimlenmiştir. Bitişik nizamda inşa edilen daire şeklindeki birimlerin hepsi aynı planda yapılmış, aynı hayvanların kabartmaları ile süslenmiştir. ( Bkz, resimler)
"Tonlarca ağırlıktaki yekpare taş dikmeler içte ve dışta temenos benzeri dairesel alanlar oluşturan duvarlarla birbirine bağlanmış, dairenin merkezine ise hepsinden daha yüksek iki dikme yerleştirilmiştir. Dikmelerin üzerinde yabani hayvanların, aslan ve boğaların, yaban domuzlarının, tilki ve yılanların büyük boyutlu kabartmaları yer almaktadır." (1) Muntazam olarak yontulmuş T biçimli taşlar ana kaya üzerine oyulan temellere sokularak dikilmiş, bu taşlar birbirlerine moloz taşlardan örülen duvarlarla bağlanmıştır.
Göbeklitepe ve etrafı bir yerleşim yeri olamayacak kadar su kaynaklarından uzaktadır. Etraftaki yeryüzü şekilleri daha çok hayvanları barındırabilecek bir arazi şeklindedir. Savunma amaçlı hiç bir yapı izinin olmaması burasının bir tapınma alanı veya mezarlık olduğuna dair görüşleri destekler şekildedir. Göbeklitepe’deki bu taşların yontulması ve taşınarak ana kayaya oyulan yuvalarına yerleştirilebilmeleri için yüzlerce insanın çalışması gerekmekteydi. Buna göre de Göbeklitepe civarında o yıllarda barınılan pek çok yerleşim yeri olmalıdır. Çünkü Göbeklitepe bir barınma yeri değil bir çeşit tapınaktı. " Stanford Üniversitesi Profesörü Ian Hodder, bu konuda şunları söylemektedir. “Herkes böyle anıtsal yerlerin ancak karmaşık, hiyerarşik medeniyetler tarafından tarımın keşfinden sonra yapılabileceğini düşünürdü. Ama Göbeklitepe her şeyi değiştirdi. Burası çok ayrıntılı, karmaşık ve (sözde) tarım öncesi döneme ait. Sadece bu, burayı çok uzun zamandır yapılan en önemli arkeolojik buluş haline getirdi.” (4 https://www.guardian.co.uk/science/2008/apr/23/archaeology.turkey)
Göbeklitepe kazıları pek çok soruyu gündeme getirmektedir. Bu taşlar cilalı taş devrinde taşlarla mı yontulmuştur. Her birinin ağırlığının kırk ila altmış ton olduğu hesaplanan bu taşlar hangi teknoloji ile yontulmuş, kesilmiş, oyulmuş ve taşınmıştır. ? Son derece muntazam yontulmuş olan beş metre yüksekliğinde ve bir, bir bucuk metre enlerinde üst kısımları T şeklini alacak şekilde neredeyse pürüzsüz olarak yontulan bu taşları ne ile yontmuşlardı? Madenlerin işlenmediği, demir veya çelik alaşımlardan üretilebilecek olan keskilerin, çekiçlerin murçların, kazmaların vb olmadığı bir zamanda bu taşlar nasıl yontuldu, kesildi, taşındı ve üzerlerine bu şekilde muntazam rölyefler kazınmıştı. Taş devrinde insanlar bu taşları, taşlarla yontup, kesip ve oymuş olabilirler miydi? Bu rölyeflerdeki hayvan figürlerinde görülen bu ustalık ne zaman oluşmuştu. Bu soruların hepsi cevapsız kalmaktadır.
Günümüze kadar ulaşılan bulgular çerçevesinde uzmanlar, Cilalı Taş Devri insanının henüz çevresindeki hayvanları evcilleştiremediğini düşünmekteydi. Göbeklitepe'deki bu taşların üzerinde bunca hayvanın resmi neden çizilmişti. Veya Göbeklitepe'deki insanlar acaba hayvanları totem olarak mı kabul ediyorlardı.
Göbeklitepeden çıkan veriler şu bilgiyi mi ortaya
koymaktadır. Bu hayvanları totem kabul eden insanlar ölülerini bu hayvanlara mı
takdim ediyorlardı. Bu tepelerin hâkim olduğu ovalarda yaşayan insanların her
biri bir başka hayvanı totemi kabul edip ölülerin etini bu hayvanlara mı
bırakıyordu?
Bilim insanları'nı en çok merakta koyan şey Göbeklitepe'nin ne tür bir tapınak yeri olduğu üzerindedir. Bir tapınak olduğu hakkında hemfikir olmalarına rağmen, burayı inşa eden Taşçağı insanlarının inançları hakkında fikir yürütmekte oldukça zorlanmaktadırlar. Üzerinde örtü olmayan, daire şeklinde ve birbirne bitişik tapınak bölmelerinden oluşan bu yapıların işlevleri üzerinde bir çok farklı görüş vardır. Bunların içinde en yaygın olanları insanlara ait cesetlerin hayvanlara sunulması şeklindedir. Bu görüşe göre burayı yapan insanlar cesetleri bu dairemsi odalar bırakarak kuşlara ve diğer hayvanlara sunmaktadır. Tapınak kazılarından çok sayıda insan kemiğinin çıkması, bu kemiklerin kazı alanına düzensiz olarak dağılmış şekilde bulunması, bu görüşte olanların sunduğu kanıtlardır.
İnsan kemikleri haricinde çok sayıda hayvana ait kemiklerin çıkması hatta midye kabuklarının dahi bulunuyor olması kafaları iyice karıştırmaktadır. Özellikle yaban domuzlarına ait çok sayıda kemiğin bulunmuş olması bu tapınağa hayvanların da yem için bırakıldığı fikrini kuvvetlendirir. Daire şeklindeki odaların kenarları T şeklindeki stellerle çevrilmiş, her odayı çeviren bu stellerden ikisi anıtsal ve devasa yükseklikte yapılmıştır. Her odada bulunan çok sayıdaki kısa stellerin ortasında bulunan bu anıtsal stellerin üzerine yapılan kabartmalarda en çok domuz, tilki , kurt , turna ve çeşitli kuşlara ait figürler bulunmaktadır. Arazi yapısı bakımından hayvanların yaşama alanı için daha uygun olan bu tepenin, insanların ölülerini hayvanlar yesin diye açıkta bıraktığı bir tür açık hava mezarı, " Güneşe gömme" yeri olduğu kanısı oluşmaya başlamıştır.
Neolotik çağda insanların çok farklı ölü gömme adetleri ve şekilleri olduğu bilinmektedir. Bundan hareketle Yrd. Doç. Dr. Kürkçüoğlu, Göbeklitepe tapınaklarını inşa eden insanlar ve ölü gömme adetleri hakkında şunları yazmaktadır. ''Bugüne kadar yapılan kazılardan elde edilen sonuçlara göre ölü gömme geleneğinin, daha doğrusu bir mezar geleneğinin Göbeklitepe'de olmadığını anlıyoruz. Mesela taşların üzerindeki kabartmalarda akbaba gibi yırtıcı kuşların insanları yediğini görüyoruz ve buradan anlıyoruz ki Göbeklitepe'de mezar geleneği yoktu. Çatalhöyük'te olduğu gibi, güneşe gömme gibi bir gelenek var neolitik çağda. Ölüler açık havaya bırakılıyor, yırtıcı kuşlar gelip bunları yiyordu. Belki şöyle bir inanış vardı; göğe yükselince bu kuşlar, ölülerin ruhlarının da göğe yükseleceğine inanılıyordu. Bu ilginç bir şey tabi. Bu yöntem Tibet'in bazı bölgelerinde yakın zamana kadar uygulanıyordu." (9 )
Yrd. Doç. Dr. Kürkçüoğlu'nun söylediklerine bakılırsa Göbeklitepe insanları, ölülerinin hayvanlar ve kuşlar tarafından yenmesi ile ilgili farklı inançlar içindeydi. Tapınakların yapım şeklinden yola çıkarsak Göbeklitepe, civardaki en yüksek tepeye yapılmıştır. Tapınak odalarının tavanları açık ama etrafları T şekilndeki stellerle çevrilmiş, ortaya diğerlerinden daha yüksek iki stel dikilmiştir. Kenarlardaki steller moloz taşlarla örülüp çevrelenmiş şekildedir. Duvarları hala ayakta duran odalara girebilmek kapının açık bırakılması ile mümkün olabilecektir. Bu mimari yapıya göre ölülerin etlerinin özellikle kuşlar için sunulduğu tahmin edilebilebilir. Ölüler odaların içine konulmuş olmalıdır. Duvarların ve T biçimli stellerin çevrelediği zemin üzerinde kazılan bölümler ve oyuklar ölülerin hayvanlara sunulmak için yerleştirme yerleri olmalıdır.
Yrd. Doç. Dr. Kürkçüoğlu bunlarla ilgili olarak yazısını şu şekilde sürdürüyor : ''Göbeklitepe'de ölüler, güneşe gömülüyor, yırtıcı kuşlara yediriliyor. Göbeklitepe'de, ölüler tapınak çevresine, açık havaya bırakılıyor... Kazılarda, çeşitli yerlerde insan kemiklerine rastlıyoruz.
Bol miktarda hayvan kemikleri de var. Kurban, adak amaçlı veya beslenme amaçlı kesilmiş hayvanların bol miktarda kemikleri var. Özellikle domuz kemiği çok ama bunun yanında da insan kemiklerine de rastlıyoruz. Yani toplu mezar içerisinde değil de dağınık durumda insan kemiklerine rastlanılması güneşe gömme geleneğinin olduğunu bize gösteriyor.'' (9)
Bilim insanlarının görüşleri Göbeklitepe'nin Taş çağı insanlarının bir tapınma alanı, tapınak alanı hatta bir çeşit hac yeri olduğu şekildedir. Onlara göre yılın belli mevsimlerinde insanlar burada toplanmakta dini inançlarına uygun törenler düzenlemekteydi. Bilim adamlarına göre yöredeki tek tapınak sadece Göbeklitepe değildir. Göbeklitepe'den başka Urfa ve Harran ovasında üç tapınak alanının daha olduğunu söylüyorlar. Keşfi yapılan bu alanlarda kazı çalışmalarına henüz başlanmamıştır. Göbeklitepe ve diğer alanlardaki kazılardan sonra ortaya çok daha net görüşler çıkacak, Göbeklitepe'nin gizemleri belki aydınlanacaktır.
Göbekli Tepede çapları 15 metreye varan daire biçimli şimdilik dört alan ortaya çıkmış durumdadır. Bir tanesinin ise yerinden taşındığı, cilalanmış ana kaya zeminindeki yerinden anlaşılmaktadır. Kazı yerinde üzerine çeşitli hayvan kabartmalarının kazındığı "T" biçimli 20 stel ve kireçtaşı tabakası ile cilalanmış zeminleri bulunmuştur. Zeminlerin üzerinde ana kayaya işlenmiş işlevlerinin ne olduğunu öğrenmediğimiz bir takım oyuntular işlenmiştir. Ayrıca bazalttan yapılmış kaplar ve işlenmiş çakmaktaşlarından yapılmış bir takım gereçler bulunmuştur. (5)
Göbeklitepe, arkeoloji dünyasının en büyük keşiflerinden biridir. Çünkü daha şehir hayatına geçmemiş olduğu düşünülen avcı-toplayıcı toplumların tapınak inşa etmiş olduğunu gösteren ilk örnektir ve bu da şehirleşme yani medeniyet tarihinde devrim niteliğinde bir buluştur. Hatta bu buluşu sebeple kazıyı yapan Dr. Klaus Schmidt, "Önce tapınak geldi, şehir sonradan geldi" demiş ve bu sözüyle erken medeniyet tarihine yeni bir açılım getirmiştir.
Birçok bulgu Göbeklitepe'nin bir yerleşim yeri değil Cilalı Taş Devrinde Harran ovasında yaşayan insanların bir Hac merkezi olduğunu düşündürten bulgularla doludur. Göbeklitepe, avcı ve toplayıcı zamanlarda bile insanların toplumsal yapılar kurduklarını; bir takım dinsel inanışlara sahip olduklarını, resim ve heykel sanatında ilerlemiş olduklarını, taş yontuculuğu, taşıma, delme, kazma ve oyma işlemlerini yapabildiklerini göstermektedir. Ama esas soru taş çağı insanlarının taşları kullanarak bu işleri nasıl yaptıklarıdır.
Göbeklitepe, dünya üzerinde mimarlık tarihi ve plastik sanatlarına dair en eski bulguların çıktığı en eski kazı yeridir. ".Plastik sanatların taşa kazınmasının ilk örneği, en eski mimari yapıların bulunduğu yer Göbeklitepe'dir. “ Ayrıca yapılan kazı sonuçlarına göre : Yeryüzünde buğdayın bulunduğu ve yetiştirildiği en eski yerleşim yerinin de burası olabileceği ihtimal dahilindedir. Kazılarda " ilk buğday ve 16 çeşidinin Urfa ve Harran ovasında yapıldığının ortaya çıktığı " söylenmektedir. (6)
Cevaplanması gereken en önemli sorulardan birisi de metal aletler olmadan en az yedi metre uzunluğunda, bir buçuk metre eninde kayaları nereden kopardıkları, bu kayaları nasıl yonttukları ve nasıl buraya getirip böyle dikebilmiş olduklarıdır.
Türkiye'nin Başlıca Gezilecek Yerleri